HER AKŞAM BİR HİKÂYE O günü evde saatlerce uğraştığı halde, en son başladığı «Sahilde bir akşame manzu- mesine ancak Iki mısra ilâve em Kendisini dışarı attı. Biraz va almak istiyordu. Erde big türlü Dena göstermeyen Ilham perisine belki sokakta ras gelebilirdi. 2 doğru uzandı. Uzaktan kulağına bir çalgı gazi geldi, Dinledi. Bu, sev- diği bir şarkı idi, Biraz ilerideki çalgılı Xah- venin önüne geldi. İçeriye baktı. Masala. rın Üzerinde buzlu biralar, çeşld çeşld me- geler sıralanmıştı. Bir köşede saz çalıyor- du. Kapısından bakıldığı zaman bile bah- çenin manzarasının güzelliği insanı hayran ediyordu. Ferid Ferhad: sAcaba ben de şa bahçeye girip iki duble bira içsem mi7. di- ye mırıldandı. Cebindeki paraları zihninde şöyle bir hesap etil Bu para şöyle güzel big keyif çatmak için ona kâfi gelebilirdi. tâ- kin sonra, birkaç gün pek ziyade para si- kınlası çekmek ihtimali vardı, Lâkin genç adam «Gün bugün, saat bu saate diye dü- şündü, Elini kolunu sallayarak çalgılı bab” dan birkaçı ona doğru koştular. Derin revo- ranılarla ve: — Buyrunuz efendimiz!.. — Şöyle teşrif etmez misiniz? — Şu masayı nasıl bülüyorsunu??.! - Emrederseniz havuzun tam kenarına bir masa koyalım'.. Gibi sözlerle Ferid Ferhadı nasıl ağarlayacaklarını bilmiyorlar- dı. Genç adam şaşırmıştı. Hayatında bu derece iitifai ve ikram gördüğünü hatır- lamıyordu. İşinde tatlı bir memnuniyet hissi uyan- muştı, Muhakkak kendisini burada tanımış- rdı. Bütün bu lüfat, bu hürmet onun ede hiç bir müşteri böyle ? kir m piri Hatti kelimelerin ba- x: heçelerini hiç lüzumu yokken biribirine çirparak acaip bir şekilde, daha sert big tonla telâftuz ediyordu. Garsonun biri tekrarladı: — Ermit buyurur musunuz efendim?.. Havuzun kenarına bir masa getirelim mi? Buna z Sonra da gayet titiz ve rahatına düşkün Bir adam tavrile ilâve etdi: — Masa son derse temiz olmalı ve koy- duğun yerde ayakları sallanmamalı.. An- dım efendim... Baş üstüne efon- id Ferhad bu hürmetkâr sözle kar- şızında âdeta kendisini başka bir adam sa- Bıyordu. Şimdiye kadar kimseden böyle bir muamele görmemişti, Şimdi âdeta yaşadığı dünyanın haricinde başka bir âleme girmiş gibiydi. Havuzun kenarındaki gölgeye konulan masaya yan geldi. Garsonlar etrafında pere vana gibi dönüyorlardı. Hemen masanın ör- tüsünü değiştirdiler. Ütülü, hafif kolalı, bembeyaz bir yeni örtü koydular. Bir vaz0- nun içinde nadide çiçekler getirdiler, Bu- Mu masanın üzerina yerleştirdiler, Bahçe- de Ferid Ferhada yapılan İltifat, gösterilen ehemmiyet o derecede idi ki, öteki masa- arda oturanların bile dikkatini çekmişti Şimdi etrafta oturanlar ona dirkatis bakı- yorlardı, > aralık bahçe sahibi masasına kadağ gelip: — Sefa geldiniz efendim, bahçemize şe- ref bahşettiniz.. dedi. Artık Ferld Frhad bahçe sahibinin kan- Sn tanıdığında hiç şüphe etanemeğe baş- Garson önüne kitap şeklinde bir İçki İp tesi getirmşiti, Burada en pahalı içkiler vap. dı. Gene en ucuzu bira İdi Garsona; — Bana bir bira, dedi Meze olarak hiş Esrarlı birşey istemedi. — Garsonlar masasından biras arkada, görleri kendisinin üzerinde olduğu halde Çalgıcılar ona bakıp saz çalıyorlar, ha- nendeler onun masasına doğru şarkı söylü- yorlardı. Bir aralık garsınları şefi yanına yaklaş- — Bir şarkı emreder misiniz?... Saza çal- dıralım!.. dedi. Feridin hayreti büsbütün artmış, Sör- du: - Hariçten şarkı istemek usulünü kal- dirinadınız mı?... Garson: Biraz sonra garsonların şefi bir kere daha geldi: — Başka bir şarkı emretmez misiniz?.. Tİkinel bira dublesini de içtikten sonra gar- sondan hesap istedi. Parayı verirken garsonlar hafif bir hay- rat içindeYâller. Bu sırada bahçe sahibi de yanına yaklaşmıştı, Ferid Ferhada: — Etendim, dedi, geçen sene bir kere de bizim Beyoğlundaki kışlık yerimize, bâra gelmiştiniz. Hattâ hiş unutmam o gece 370 lira sarfetmiştiniz. Yanımızda arkadaşları» nız da vardı.. Ferid Forhnd şaşkın: — Yaraıyözsunuz, dedi, Den hiç sizin kış- lik yerini Imedim. Sonra hayatımda bir gectde 310 lira harcettiğimi bilmem... Bahçe sahibi güldü: — Aman efendimiz IAtfe mi ediyorsunuz? Yatiâliniz meşhur tüccar Mehmed bey de- Bü misiniz)... VakıA bir kere müşerref ol- muştum amma derhal simanızdan tanıdım, Ferid Ferhad: — Hayır.. dedi, ben şair Ferid Berha- dım... Fakat bana pek bengşeyen Mehmed bey İsminde çok zengin bir tüccar olduğu- ma ben de işitiim,. Herhalde bönzettiniz.. Şair bahçeden dışarıya gi Şimdi işi anlamıştı. Lâkin ii şapkasını bahçede bir iskemle üzerinde unutmuştu. Evvelâ gidip şapkayı alacak oldu. Lâkin biraz evvelki iltifatları düşündü. Bahçeye yeniden girmeğe utandı. Şapkasını almak- tan vaz geçti... Hikmet Feridun Es ANKARA RADYOSU 12 temmuz cuma öğle ve akşam 1235 Türk müziği, 1250 Haberler, 1909 Saz eserleri, 13,20 Senfoni (PJâk), 18,08 Caz- band (Plâk), 19,30 Halk havaları, 18,50 Mü- zik, 10,15 Türk müziği, 1945 Haberler, 20 Fasıl heyeti, 20,30 Konuşma, 2050 Türk mü- #iği, 71,15 İktisad saati, 2130 Radyo gazs- sabahı 1.0 Program, 735 Operetlen parçalar (PLAK), $ Haberler, 8,10 Ev kadını, 8.20 Ha- MN? şarkılar (Pl4k), © Mevsimin ilk kürek ek yarışı Galatasaray - saray - Beykoz bu pazar karşılaşıyor Su sporlarında en başta giden Gala- tasaray ile Beykoz klüpleri arasında hu- susi bir anlaşma yaparak bu pazar &ki klübün kürekçileri arasında bir müsaba- ka yapmağı kararlaştırmışlardır. Futbol ve güreşten sonra kürek «po- rüna da sirayet eden hususi şekildeki müsabukalar bu spor şubemizin de inki- gafa başladığına bir delildir. Şimdiye kadar yalnız su sporları ajanlığının yap- tuğı resmi müsabakalarda birbirile kar- şılaşan klüplerimizin kendi aralarında bu nev! hususi müsabakalar tertip etme- leri kürek sporunun kalkınmasına büyük yardım. olacaktır. Su sporları ajanlığının iki klübümüz arasında yapılacak bü müsabakaları teş- vik maksadile puan itibarile kazanacak klübe bi: kupa hediye edeceği haber alınmıştır. Mevsimin bu ilk kürek yarışı Beykoz koyunda yapılacak ve müsaba- kalara sant 10,30 da başlanacaktır. Ya- rişlar müptedi ve kıdemliler arasında ve ayrı ayri yapılmak suretile bir çifte, iki çifte ve dörtlük akiflerle olacaktır. Kü- tek #porünun inkişafma yarayacak şekil- da hususi müsabakalar tertip etmekte ük hamleyi yapan Galatasaray ve Bey» koz klüplerini tebrik ederiz. Fenerbahçenin yıldönümü 21 temmuzda 33 üncü yıldönümünü kutlayacak olan o Fenerbahçelilerin bu münasebetle şehrimize o Yugoslavyanm Gradyanski takımını davet ettiklerini ev- velee bildirmiştik. Haber aldığımıza göre Yugoslav ta- kımı Fenerbahçelilere çektiği bir telgraf- la bu tarihte maçları olduğu cihetle ge- lemiyeceğini bildirmiştir. Bunun üzerine Fenerliler ayni tarihte oynamak Üzere Yugoslavyanın Beogradski klübüne mü- racaat etmişlerdir. İlinci Yugoslav takı- mı da Fenerlilerin teklifini kabul etmiye- cak olursa Fenerbahçeliler bayramlarını Fatbol sezonunun basında yani eylâl ayı içinde kutlayacaklardır. İstanbul atletleri Ankaraya çağırıldı Ankara bölgesi tarafından 21 tem- muzda Ankarada yapılma tekarrür eden atletirm müsabakaları için İstanbul atletlerini davet etmişlerdir. Memleketin diğer bölgelerden de bazı atletlerin da- vet edildiği bu müsabakalara iştirak ede- cek İstanbul takımı bu bafta yapılacak enternasyonal (atletizm müsabakasında derece alan atletlerden tertip edilecek- tir. At yarışları bu hafta yapılıyor Koşu yerinin bozukluğu yüzünden ge- cen hafta tehir edilen at elen bu pazardan itibaren Veli efendi koşu sa- hasında başlanacaktır. Saat 15 de yapı lacak olan koşuların muntazam geçme- si için her türlü tertibat ikmal edilmiş bulunmaktadır. Yarışlar altı hafta fasıla siz surette devam edecektir. Şeref stadında güreş müsabakaları Beşiktaş, Anadolu ve Beyoğlu spor Küpleri arasında önümüzdeki pazar gi- nü saat 16 da Şeref stadında Greko - Rumen güreş müsabakaları yapılacaktır, TASI GARİP BÜYÜK HALK MASALI ül 'Tefrikn No. 14. Yazan: İSKENDER FAHREDDİN Ben dağlarda dolaşan, nasılsa yolunu şaşırıp Halep gibi fettanlar ve asilzadeler şehrine düşen bir zavallıyim — Beni nereye gölürüyorsunuz? Saray | başka yolda Kaldı... Diye söylenmeğe başlamıştı. Gerçek, Aşık | Garibi, saraya değil, saraydan başka bir ye-! re götürüyorlardı. Muhafızlar; — Çeneni tut... Yoksa canını yakarız. Biz, emir kuluyuz. Paşadan ne emir aldıksa, onu yapmağa mecburuz, ( Diyordu. Biraz sonra, şehir kenarında | geniş bir hurma bahçesine daldılar. Burs- da, etrafı kale duvarları gibi yüksek bürç- larla çevrili bir ev vardı. Evin avlusuna gi- rer girmer, atlılar atlarından indiler, Gari- bi de alından Indirdiler, Garih, tehlikenin yaklaştığını görünce, atiılara yalvarmağa başladı: — Buran neresidir. Beni, bu kaleye ben- aiyen eve neden getirdiniz. Kim var bura» da? Allah rizası için bana hakikati söyle- yinizi Atlılardan biri, evin zemin -katından,. uzun ve ağır bir zinciri sürükliyerek bahçe- ye getirdi: — Buram, Zübeyde sultanın zindanıdır. Anladın mı? — İyi amma, beni bu zindana neden ge- #irdiniz... Suçum nedir? — Suçunu sen bizden iyi bilirsin. Zübeyde Âşık Garibin dizlerinin bağı çoktan çö- zülmüştü Karşısındaki adamların hepsi de Jet boylu, canavar bakışlı kimselerdi, O, tek başına, bu canavarlarla nas mücadele ede- bilirdi? Zavallı Garib ne dediyse, para etmedi. İki bacağını da sıkıca zincirleyip, evin bod- | rum katına gürükliyerek Indirdilar. Adam- | lardan biri güldü: — Sen, yalnız Halebin parası ve kumaş- | ları mı meşhurdur sanıyorsun? Buranın zindanları ve İnsanı zhdana düşüren fet- | tanları da pek meşhurdur. Bunu duymadın mı hiç? — Hayır, duymamıştım, ağalar! Duysay- dım, gelir miydim buraya?.. Zindanda güzgüzü görmüyordu. Aşık Ga- Hb yere çöktü. Zincirlerin şakırtısını duy- dukça sızlayan yüreciği çok üzülmüştü. Ba» | çağındaki demirler o kadar ağırdı ki, Ga- rİb oturduğu yerden kallkamıyordu. — Ağalar, erler! dedi - hiç olmazsan, şu kapıyı aralık bırakın da, bahçeden içeriye biraz işık ve hava gelsin. Paşanın muhafızları çok isafsızca dar- ranıyorlar, Garivin hiç bir istediğini yap- Ruyorlardı, — Haydi, geber uyu burada... Diye bağırarak, demir kapıyı kapayıp &8- tünden kilitlediler. biuhafızlar bahçeden uzaklaşırken, Garibin sesini uzaktan duyu- | yorlardı: — Erler, ağalar) Ben gibl bir garibi zin- elrlayip hüpsetmek marifet deği, Gücünüş | yetiyorsa, sultan diye taptığınız o Bağdatlı cariyenin esaretinden kurtulunuz| Muhafızlar gülüşerek yollarına devam ot- tiler. İçlerinden biri, yüksek sesle söyle uiyordu: — Arkadaşlar, bu iş, beşer altına yapıl- max. Zübeydeden birkaç altın daha kopar- ağa bakalım, Vezirin gözdesi «Garibri delice seviyor.. Zübeyde, ertesi gün «Hurma Kasrı: de. nilen bu eski köşke geldiği zaman, yanın- da bir haramağasihdan başka kimse yok- tu. Köşkün anahtarı haremağasının elin | de idi, Zübeyde, hurma bahçesine girer girmez, Garibin yanık sesini duydu: Suşum yokken, beni hapse attılar, de, muhafızlara; — Garibi ineltme- Yüzük AŞK ve MACERA ROMANI Tefrika No, 35 Delikanlı, tereddüd eder gibi oluyordu. — Aradan bunca sene geçtikten sonra ortada ne şahid kalmıştır, ne isbat... - diye şüphesini büsbütün tebarüz ettir- di. Halbuki bu muhitte bir çok insanlar, onunla ahbaplık tesis ettiklerinden, iyi liğini gördüklerinden hep lehinde bulu- nacaklardır... Zira İzmir ki vatandır, burada hiç kimsenin aklından en küçük bir şüphe geçmedi. Belki hakiki Raif bey çikip gelse onu tanımıyacaklar, bun tanıyacaklardır. — Bırakın, canım, ya efendi.. Ben insanları bilirim... Birinin üzerine hücüdm olmasın... Hemen eş dost ona saldırarak paralamağa uğraşırlar... Biühasa Raif bey gibi zengin bir adam... Kimbilir et- rafta na gibi kinler uyandırmıştır... Onu kıtır kıtır yemek istiyeceklerdir. * Cemil düşünüyordu. — Bu işin içinde en mühim col Mahir Paladarlıya aiddir... - dedi. » Varis © olduğu için, onun şikâyette bulunması lâzım... Adliyeye müracaat taraflımı ola» cak mı?... Ne düşünüyor acaba?... Fik- tini yokladınız mı? — Evet, — Ne dedi? — Aman, bırakın şu nanemollayı.- İçine belki sdip duruyor... Nakleden: (VA - NO) — Öyleyse mesele kalmadı... Madem- ki davacı olması icab eden zat, bir mü- racaatte, şikâyette bulunmıyacak; Raif beyin hakiki Raif bey olduğu kanaatin- de, öyleyse bize haltetmek düşer... Hacı Esad: — Öyle gibi... de zahiren öyle... Ba Şimdi. artık Cemil Veli, muhatabma Şu Iraklı, vatandaşlarının belki de en ahlâksızıydı. Fakat şüphesiz ki ahmak değildi. Ne yapmak istediğini biliyordu. Gayesins doğru emin adımlarla ilerli yordu. Araç, devamla: — Anladınız mı?.., Herşey sizin eli- nizde. ER — Nasıl. — Bir sözilnüze bağlı, — Na gibi? — Teriha hanıma deyiniz kin £ — Şaysd babanı Sarıvasıf paşazade Raif bay aleyhine dava açmağa ran edersen ve bu davada muvaffak olursa . Kalıbımı basarım ki ba işin — Peki, — Bravol.. — Öyleyse bir mesele kalıyor. — Ne — Şu işin tafailâtını öğrenmek... Ne vo harekete geçeceğimizi tesbit et- Arap anlattar — Efendinn... Bendeniz Raif beyi ta- nıdığım sırada kendisi epeyce zamandır Bağdadda, Basrada ve Musulda arazi | sahibi bulunuyordu. Çiflikleri vardı... Hurma ticareti yapıyordu... Petrol i kuyu ler arasında çok muamelesi vardı... Ora- larını işitmişsinizdir... Medeniyet yatağı olmakla beraber iptidailiğini hâlâ muha- faza etmiş yerler... «Raif, çok müteşebbis bir zat olduğu için, servetine servet katmak maksadile, kâh o bereketli nehrin kıyılarında dola- yor; zirsatten usarü çkâzmağa çabal- yordu. Kâh çölleri geçiyor, yerin dibin- deki kuyulardan dünya sanayiine petrol emzirmeğe uğraşıyordu. «Bir Akdenizli için, — Hele Osmanlı devleti oralardan yeni çekildiğinden — bir Türk için her cihetçe tehlikeli bir ya- şama sahasıydı buram... Evvelâ iklim noktasından... Türlü türlü hastalıklar vardı... Sonra da şunun bunun sulkasdına uğramak ihtimali... *Raif, bunu biliyordu. Sırf menfaati i işinden slamuzın akıyla çıkacağım noktasından orada kalıyordu. Zira yar şadığı her sene ona yüz binlerce lira ke- ! zannediyordu. Hem de ba tehlikeden | zevk duyuyor gibiydi... «İşte bu seralarda benimle tanıştı. Ben bedevilerin bütün âdetlerini ve bütün inceliklerile Hisanlarını gayet iyi biliyor- dum. Ona faydalı olabilirdim. Netekim oldum. Sütnem bedevi bir kadındı. Beni gölde göçecebelerin yanına vermişlerdi. Arap üdeti böyleydi. Ben çocukluğum- danberi bütün ahval ve şeraiti öğrenmiş- tim. Servetinin artınasına ben de acizane hizmet ettim. Cemil: — Demek bu herif bizim sündığimip- dan da çok zengin. — Tabii. . — Milyoner? — Öyle. — Şurasını eyice anlamak istiyorum ki, Iraktaki bu zenginleşme hakiki Raif beyin ramanına mi, yoksa sahtesininkine yim... Onun sayesinde ilk izi buldum. | — Buyurun, İ Arap bir müddet sustu. Zihnindekileri toparlamak istiyor gibiydi. Sonra yavaş yavaş başladı: — Bir kadın vardı.. Bir bedevi ka- dın... İşte, o beni ilk defn olarak şüpha- lendirdi. | «Bundan iki sene evveldi. Raif beni Irakta iş başına yollamıştı... Bu, daha | doğrusu orada şüphelendiği bir mesele. | nin tahkiki içindi. Sulistimal oluyor mu, | yin! demişti. Vezirin gözdesi bu iniltiyi dü” yunca müteasir oldu. Köşkün bodrum ka” tana indi, kapıyı açtırdı. Garib, köşke kimin geldiğini bilmiyoğ” du. — Gene o cellâdlar mı geldi? Günahtıf erler, ağalar Benim işkenceye tâhammü- lüm yoklar. Ben zaten bağri yanık bir âşi” ğam... Bu aşk beni gurbete düşürdü, ocağı" mı söndürdü. Bir insan Için bünden dahs büyük işkence olur mu? diye bağırıyordu. Zübeyde kapıyı açınca, haremağası geri çekildi. Kapıdan süzülen ışık, Garibin yö” güne vurunca, zindanın içinde sanki yeni bir güneş doğmuş iyi, Zübeydenin gözleri kamaştı . Dizleri tiüremeğe başladı, kısık bir sesle: — Garibim, dedi, ben geldim. Başını kaf- dır da bir kare yüzüme bak! Seni delice seye diğimi, seni elde etmek için herşeyi yap- e ge ME dın mu Âşık Gartb, Zübeydenin sesini duyunca ürperdi: — Gene bü fettan kadın geldi karşıma. Allahım, sen bana sabır ver. Sen beni b şeytanın şerrinden koru! Diye mırıldanarak, yerinden kunuldamak istedi. Garibin bacaklarındak; zincirler şakırdar yınca, Zübeyde ağlamağa başladı: — Seni bu halde görmek istemezdim, Re- Sul! Fakat, bu cezaya sen müstahak oldunf Neden bana danışmadan, beni görmeden yola çıkmıştın? Ben sana: «Benim risam olmadan, Halepten bir yare gidemezsin!e demerilş miydim? Âşık Garib, zindandan kurfülmak için, Gali bir tebessümle, paşanın gözdesine 1i- tifat etmek İstedi: — Ben, dağlarda dolaşan, nasilsa yolunu şaşırıp, Haleb gibi fetlanlar ve asileadeler şehrine düşen bir zarallıyım. Sen ancak $a- adellü canlara lâyık olan bir meyvasın, sultanım! Sen bir gülsün... Bn bir dikenli çalıyım. Sen bir akar sisun.. Ban bir ka- yayım. Yel, kayadan ne ahır, yavrum? Bö- nlın yakamı birak da, gu fettanlar diyarın- dan geçip gideyim, tanbula gidiyordun, deği Imi? — Evet. — Sana İstanbulu tarif etmediler mi? Has leb, Istanbulun küçük bir mahallesidir. Bu- | rada beş on fettan varsa, orada binlerce aşifte vardır. Yağmuzdan kaçare ken, doluya tutularağından baberin var maf Ve başındaki örtüyü açarak, bilür göğsü- nü gösterdi: — Hee şu vücudüme, şu güzel çehreme bir bak! Vezir Ibrahln paşanın birlelk göz- desi Zübeyde, ömründe ilk defa bir erke- gin ayağına geliyor... Sen Tifiste, erkeğin ayağına düşen bir kadın gördün mü? — Hayır. Görmedim... Geçmiş yıllarda da böyle birşey olmamış. Olsaydı, atalarımdan duyardım, Bizim kadınlarımız, kızlarımız, erkekleri kendi ayaklarına düşürürler, Er. keğin ayağına düşen kadının bizce bir mao- gır değeri yoktur. — İyi amma, aşk, zincirleri koparan bir kuyvettir. Beh de seni sevdim. Sana kalbi- min eninlerini duyurmak İstiyorum. Bu ka dar yalvaran bir kadına, duygusüz kayalar bile dile gelip cevap verirdi. Sen neden ba» na merhamet etmiyorsun? Neden beni kol- larının arasına alıp sıkmıyorsun? — Bacaklarıma zincir vurduran bir aşif- beyi ben nasl kollarımın arasına alabili- rim? Yarın, aşi kemendini boynuma vuruğ beni bir yılan gibi boğmağı elinden nasil kurtulabilirim? Zübeyde, o güne kadar hiç kimseden görmediği bu hâkaret karşısında sendeledi. Gözleri döndü; — O halde bü zindanda geberinceye ka- dar yatacaksın! tarkası var) olmuyo: mü diye bakacaktım. «Uzun zamandır'İzmirde, İstanbulda, Avrupada onun maiyetinde âdetâ tw feyli gibi yaşamağa alışmıştım. Hülâsa, rahat hoş gelmişti... Doğrusu böyle me- şakkatlı bir seyahat keyfime gitmezdi... Sıcak memlekette, çöller ortasında tet- liyecek, taban tepecek, bunulacaktım... «Gerçi Raif cömerddir. Masrafa filân bakmaz... «Şunu da ilâve edeyim ki, aramızda tesviye edilmemiş bir hesap o meselesi vardı. Para hesabı değil... Bir intikam... Hissi intikam işi. Şöphemin menbu da budur. «Vakiile ben de gençtim, efendina.. Para kazanmak, kazandıklarımı kadın ? larla sarfetmek istiyordum. İşlerim de ! hayli yoluna girdiği için gözlerim etraf. taydı. £Arap köylerinden birinde güzel bir kız gördüm. Hayatımda ilk ve son defa olarak birini sevdimse İşle o da bu kız” dir. «Tam mânasile bir çöl dilberiydi. Araplar misafirperver olurlar. Beni alı> koydular. Bedevi âdetleri buralarda cart olduğu için kız benden kaçmıyor, bilâkis hizmetim! yapıyordu. Hattâ karşımda oyun bile oynadı. O akşam başımı kay- bettim. Bu öyle sihirli bakışı ki, öyle mevzun bir endamdı ki, değil ben, en mütemeddin ve en bıkmış bir insan baş- tan çıkardı. «Tasavvur edin; hem masum, hem şeytan ifadeli bir yüz... İnce belli kıvrak bir vücud... Bembeyaz dişler ve simsiyah gözler... Zihnimi oynatacaktım. (Arkası var) san, .