ee Nazlı, açık pencerenin önüne yaklaştı. Köşkün bahçesi buradan çok iyi görünü- yordu, Kızı Hadiye ile komşularının oğlu Necmi ıhlamur sğacının altına olurmuşlar, tatlı tatlı birşeyler konuşuyorlardı. Nazlı bir müddet onları seyretti, Kızı Hadiye ile 'Neomi bir haftaya kâdar hişanlanacaklardı. Nazlı, Hadiyerin derin bir saadet içinde ol- duğunu görüyordu. Genç kız beş allı aydanberi Necmiyi deli gibi seviyordu. Naz- | MH biran düşündü. Acaba Necmi de kızını ayni şidedtie seviyor muıydı?.. Nazlı banu | birdenbire kestinemedi, Çünkü Neçmi his- lerini saklamasını çok iyi bilen bir çocuktu. Onun ne düşündüğü, başkalarına karşı ne- ler hissettiği pek belli olmazdı. Nazlı pen- cerenin önünden ayrıldı. Sokak kapısı ça- Tınıyordu. Nazlı «kim geldi acaba?, diye dü- ürken hizmetçi içeriye girdi. Elinde tut- tuğu kapalı zarfı — Size hir mektup efendim. diyerek Kazlıya uzattı, Nazlı zarfı yırttı. Mektabu okurken yüzü renkten renge giriyordu. Bü- yük bir heyecan içinde idi, Mektup, çocuk- luk arkadaşı Leylâdan geliyordu. Nazlı bil- bassa Leylğnm yazdiği şu satırlar Üzerin- de uzun uzun duruyor, onları tekrar tekrar | okuyordu: «Nazlıcığım, kizinin yakında nişanlana- cağına pek sevindim. Allah saadetini art- | tırsın, Biliyorsun ki, benim kızım Selma da Hadiye ile ayni yaştadır. Biz çocukluğumuz- da, genç kızlık zamanımızda biribirlerimiz- Ie gayet iyi arkadaşlık ettiğimiz Halde, ne tuhaftır ki, kızlarımız henüz biribirini ta- Kımıyor. Bunun için « “ündüm, taşırdım. sım Selmayı bir hafia için İzmirden si- öndermeğe karar verdim. Senin beni ne kadar sevdiğini bilirim. Kimbilir kızımı da görmeği ne kadar İs- torsin değil mi?.. lem bak o bana ne ka- dar benziyor. Âdeta benim genç kızlık mo- edlim... Tıpkı den... Yalnız kaşı ile gözü ile değil, tabiatı, sevkleri; herşeyi ile ben... Her- halde, senelerce evvelbizim biribirimizi pek ziyade sevmemiz gibi, Hadiye ile Selma da pek İyl iki arkadaş olacaklar... Şimdilik has- relle gözlerinden öperim Nazlıcığı Loylâhın yazdığı şu satırlar Nazlıyı y mi sene evvelki halıralarının içine gömmüş- tü. O zamanlar kendisi do, Leylâ da yirmi yaşında idiler. Iki genç kız biribirlerile pek ziyade sevişirlerdi. Bir yaz mevsimi Leylâ amcasını görmek İçin İzmire gitmişti. İşte bu sralarda Nazlıların köşküne genç bir misafir gelmişti: Selim. Bu çok yakışıklı bir delikanlı 1di. Nazlı daha misafirliğinin fik haftasında Selime kargı İçinde çılgmca hisler duymağa başlamıştı. Selim Nazlının ilk ve en kuvvetli aşkı idi. Delikanlı da Naz- liya karşı lâkayıd değlidi. Lâkin iki genç aralarında aşka dair hiç birşey konuşma- mişlardı. Biribirlerine açılmak için fırsat aradıkları bir zamanda /Leylâ İzmirden dönmüştü. Şimdi, aradan senele. geçtikten sonra bi- le Nazlı Selimle Leylânıniik tanıştıkları günü olduğu gibi hatırlıyordu. Selim, Lay- lâyı görünce âdeta budalalaşmış gibi idi, Hakikaten Leylâ da o zamanlar insanın ba- gını döndürecek derecede güzeldi. Hayat dolu idi, Arkadan İzmirden döndükten #onra Nazlı, Belimin karşısmda hemen ikin- <l plâna düşmüştü. Artık Selim mütemadi- yen Leylânın etrafında dolaşıyordu. Nazlı onun bu halini büyük bir ıztırap İçinde sey- rödiyor, fakat kimseye birşey ebili etmiyor- du. Onu çok İyi tanıdığını iddia eden Ley- lâ bile arkadaşınır. halinden hiç birşey an- Tamamiştı Nihayet bir gün onların evlenmeğe karar verdiklerini işitince Nazlı ne kadar aci düy- Muştu... Selimle Nazlı senelerce mesud ya- şamaşlardı. İşte Leylâ şimdi de kızı Selme- yı İzmirden gönderiyürdu. Nazlı kendi ken- dine murıldanıyordu — Demek kızı da kendisine çok behziyor- uş... O halde kimbilir ne güzel, ne göz alı- cı derecede güzeldir.. Yirmi sene evvelki annesi gibi Ha... Nazlı büyle mırıldanarak tekrar pence- reye yaklaştı. Bahçeye baktı. Kızı Hadiye ile Necmi Bâlâ konuşuyorlardı. Nazlı uzak- tan Hadiyeyo baktı, O da yirmi sene evrel- ki kendisine ne kadar benziyordu, AKŞAM Şimdi âdet Nazk kızının saadetini bü- yük bir tahlike içinde görüyor gibi idi. Yir- mi sene evvel de aynen böyle olmamış miy- dı? İzmirden gelen çok güzel bir genç kız kendi sevdiği adamı elinden almamış my» dı? İşte yirmi sene sonra belki ayn! vaka, hem de annelerine sor derect benzeyen, onların âdeta birer modeli olan kızları arasında tekrarlanacaktı. Nazlı, kendisine çok bensöyen kızımın, Selmanın yanında hemen ikinci plâna dü- şeceğini tahmin ediyordu. Belki Necmi yirmi sene evrel Selimin gösterdiği zaafı göstermeyebilirdi.. Fakat Nazlmın erkeklere ltimadı yoktu. Hem de hiç yoktu. Selma bir iki güne kadar yola çıkacaktı. Nazlı kendi kendine: «Buna bir çare bulmalıyım...» dedi, Başının içinde bir şimşek çaktı. Hemen giyindi. Bahçeden ge- çerken Hadiye ile Necmi'ye: — Çocuklar... dedi, ben birkaç sante ka- dar geliyorum... Akşama hazır olun.. Hep beraber eğleneceğiz... Nesmi, muhakkak. gel... Anneni de a)... Hem de iki dirhem bir gekirdek giyinmeği unutma... Evden çıktı. İstanbula indi. Kuyumcusu- | na koştu, İki nişan yüzüğü yaptırdı. Belki rına büyük gelecekti. Lâkin Nazlı buna pl- yüzükler Hadiye le Necminin parmakla- dırış etmiyordu. Eve döndüğü zaman Necmi ile Annesin! | desorada buldu. Kızını bir tarafına, Nec- miyi bir tarafına aldı ve: r, dedi, irinizle evlenmek için can attığınızı görüyorum. Bunun biran evvel olmasını ben de arsu ettim, Size iki nişan yüzüğü yaptırdım. Bu akşam size bir sürprizim var.. Nişunınız yapıvereceğiz... Gençler sandet içinde parmaklarma yü- zükleri taktılar. Nazlı artık memnundu. Kı- zının sadetinin önüne — küçük de olsa — bir siper yapmmışlı... Artık Belmayı korkusuz bektiyebilirlerdi. Hikmet Veridun Es Trakyada yeni bir dikiş ve biçki yurdu Edirne (Akşam) — Trakya umumi müfettişiliği tarafından Pehlivan köyün- de açılan dikiş ve biçki yurdunun köy- lümüze büyük faydası görüldüğünü na- zarı dikkate alan umumi müfettişlik Edirnenin merkez kazasına bağlı, örnek nahiyelerden (Havsa) da da böyle bir Yurt açtırmıştır. BULMACAMIZ | Soldan sağa: 1 — Davavekllinin müşterisi - Bir edat, 2 — Yok edilen. 3 — Akriğer - 'Tersi meşguliyettir. 4 — Fırlatma - Tersi esaletiâ demektir. 5 — Haç 6 — Sustalı nukıl vasttası, 7 — Beraber - Depo edilmiş mal, $ — Günün en san okunan ezanı 9 — Yamala - Malümatı var. 10 — Kadı - Validem. ? — Umgu - İlgi, | o 3 — Mühim. 4 — Kadının başı - Aslanın Söğme, 5 — Kutef - Tersi sıcak yap demektir. 6 — Bayram - Sonura «K. gelirse vakit başı - âletine nazar kıl demektir. 7 — Sıfat edatı - Başına | müsekkin bir iletir. İ © 8 — Tersi lokantada kullanılan bir usul- dür. 9 — Tersi bolşeyiğin başı - Yarım, 10 — Daralır. ! Geçen bulmacamızın halli Soldan sağa: 1 — İtirateden, 2 — Mukayeseli, 3 — Ahizeler, 4 — Rah, Tafsll, 5 — Efes, Fi, 6 — Man, Asab, 7 — Haşmteli, $ — Aris- tokrat, 9 — Narutşokta, 10 — Eleni, La, Yukarıdan aşağı: 1 — İmarethâne, 2 — Tuhaf, Aral 3 — İkihemşire, 4 — Raz, Samsun, 5 — Ayet, Netti, 6 — Polah, 'Toş, 7 — Esef, Alkol, 3 — Ders, Sirke, 9 — EL İfa, A8, 10 — İ Nidibatas. gelirde Zayi Ankara Memurlar kooperatif şirketin- den aldığım 3129 sayılı hisse sehedimi va“ yi ettiğimden bunun hükmü yoktur. Niyazi Tüzünalper Emekli binbaşi İzmir (Akşam) — ksasalz kız lisesinden bu sene 77 talebe mezun olmuş” Kızlarımız, hayat ve sile muhiti için resimde kız İisesi ve kız muallim mektebi çok verimli yetiştirilmişlerdir. Yukarıdaki müdürü Mustafa Rahmi Balaban ile mezun TÜRKÂN HÂTUN 'Tefrika No. 101 Kale muhafızı, canını kurtarmak için emanetleri Mogol- lara teslim etti, fakat Türkân hatun, Moğolların sözünde dur- | zaadığını gördüğü için, Cengiz hana cevap bile vermedi, Tehlikeyi gördü. Sultan Meh- medin zevcelerini ve çocuklarını ve yükte hafif, pahada ağır eşyayı alarak Harzemi terketti, Mazondiran yolunu tuttu, Cİl-ah) kalesinde barınacağını saniyordu, Oğ- Junun ölümünü henüz haber almamıştı. Türkân hatun burada — tarihin kendisi- pe çıkmaz bir leke olarak vurduğu — gu bar- | barlığı yaptı: Şehirden kaçarken, Sultan Mehmedin evyeize hapseldirmiş olduğu bir | çok beyler bir mahpeste hâlâ yatıyorlardı, Türkün sultan bunları birer birer Ceyhun nehrine attırarak boğdurdu. Bu mahpuslar arasında şunlar vardı; Memleketleri zapte- dilen dokuz Fars beyi, Ertuğrulun iki oğlu, Irak Selçuklarının son sultarı, Belh beyi ve oğlu, Termez derebeyi, Bamyan beyi, Ha- #er beyleri ve yüze yakın büyük, küçük rüt- beli zabitan, Türkân hatun bunları nehirde boğdur- duktan sonra, bunlar arasnda — Yol bilir, kılavuzluk eder diye — Yazer prensinin oğlu Ömer hanı yanında alıkodu, öldürt- medi, Ömer han, valide sultanın gideceği yer- den idi, yolları çok iyi bitiyordu. Mazendi- ran eyaletinde (İl-al) kalesine doğru gidi- yorlardı. Valide sultan ihliyar olmasma rağmen kafilenin önüne geçmiş, Ömer han: İn yanyana at koşturuyordu. Biraz santa kaleye varmışlar, müdâfaayı ele alarak tehlikeyi savuşturmuşlardı. Bu havallde yağmur ekalk olmazdı; kaleye, 4çe- cek su vardır diye ihtiyat su almamışlardı Halbuki, akst gibi o günlerde hava kurak- lık gitmişti, kale içindekiler susuzluktan kırııyordu. Cengizin kumandanı (Sebdtay) sultan Mehmodi takibe giderken, bu kale civarına da bir kıta asker bırakmıştı, Kalenin mü- dafaaya başladığını gören Moğollar, tak- viye kıtaları alarak kaleyi sıkıca muhasa- raya başladılar. Kale müdafileri;: — Su... Su... diye bağ- rışıyorlardı. Türkün hatun torunları ve kendisi için sakladığı ve damla damla kul- landığı bir büyük destiyi müdafilere dağı- tarak: — Onlara daha lâzımdır. Biz içme- sek de olur, Demişti. Bir desti su kime yeterdi? Erte- si günü tekrar susuzluk baş güstermişli, Asker dayanarmıyordu. Nihayet kaleyi tes- ime mecbur oldular. Sebotay kaleye yetişti, Türkün hatunu, sultan Mehmedin zöveelerini ve çocuklarını esir aldı. Ne garip bir talihtir ki, teslim ol- dukları gün haya birdenbire kararmış, yağ- murlar yağmağa ve seller akmağa başla- mıştı. Türkân hatun: — Ne yapalım? Mu- kader böyle imiş... dadı. Sebotay, esirleri, sırada (Talikan)ı muhasara etmiş Olan Cengiz ei gönderdi. Cengiz, Trükân hatunu gösünce, gözleri- ne İnanamamış: — Sakın bu Türkân sultanın bir hilesi olmasin... Demişti, Sebotay bir m büdiseyi bildirmişti. Türkân Hatan — Kendisini inkâr eden, insan değildir. Ben sultan Mehmedin anasıyım, dedi. Cengiz, sultan Mehmedin küçük oğulları- ni öldürttü. Sultanın Iki kızımı, kendi oğlu (Çagatay)a verdi. (Çagatay) da bunlardan birini odalıkları arasına aldı, diğerini ve- kllkarcı müslüman (Hâmid) e verdi. Mehmedin üçüncü ye en güzel kızile Cen. | sizin mabeyincisi Danişmend evlendi. Tüskün hatuna gelince, Cengiz han: «— Harzem ilinin hakiki'hâkimesi, bu kadındı. Onu iyi muhafaza edelim. Kendi- sinl Karakuruma sağ olarak götüreceğim | ve orada kendisile uzun boylu konuşaca- Zum» Dedi, Türkân hatunun bacaklarına — kaçmasın diye — zincir vurdular. Valide sultanın veziri Nasıreddin, hâlâ yanından ayrılmamıştı. Sadık bir köle gi- YI kendisine hizmet ediyor: — Saltanatınız ,di. Nefsini, Yazan: İSKENDER FAHREDDİN kellesini kurtaramadı yıkılmıyacak, sultanım! Merak etmeyin.. diyordu. Halbuki, (İl-al) kalesine sığındıkları za- man, valide sultan, oğlu Mehmedin, Hazer adalarından birinde öldüğünü ve yerine Ce iileddinin veltahd tayin edildiğini duy- muştu. Esarotten sonra, Moğollar, vezir Nâsiri (Talkan) önünde öldürdüler. Cengiz, sultan Mehmedin son zevcesini de, büyük oğlu (Cuciye vermişti, Sultan Mehmed firarında, on sandık el- mas ve mücevheralırı, Irakı (Mazendiran)- dan ayıran dağlar üstünde bir kalenin mu- bafızına bırakarak: «Bunları Ardıhan ku- mandanına teslim et, saklasın» demişti. Moğuller bunu da haber aldılar, kaleyi sar- diler. Kale muhalızına — Emanetleri bize teğ- İlm edersen, seni öldürmiyeceğiz, dediler. Kale muhafızı, canmı kurtarmak İçin emanetleri Moğollara teslim etti, fakat içel- lesini kurtaramadı, Sultan Mehmedin mü- cevherleri Gengize gönderildi. Cengiz bun- ları görünet: — Sultan, yıllarca milletini soymuş. Bun- lardan hiç biri benim hazinemde yok, de- di. (Dd Sultan Mehmedin oğin Celâleddin; baba- sının yerine geçince dağılan ve yıkılan im- paratorluğu tekrar dirlitmeğe çalıştı. Tu- tunamadığı yerde fazla kalmadı, eyaletten eyalete koştu. Milleti ayaklandırdı. Cengiz han: — Celâleddin, babasından daha çetin çıktı. Bizi hayli uğraştıracak, Diyor ve ordusunu kollara ayırarak, Hars zem imparalorluğunu baştan başa işgal ve istilâ etmek istiyordu. Kendisinin Karakuruma gönderilmeme- sini rica eden Türkân hatüna — Sen burada suğ kaldıkça, herkes üml- ds düşüyor. Seni Karakuruma dönerken, birlikte götürmeğe mecburum, dedi. Türkân hatun, Cengize şu cevabı verdi: «— O halde, bana Harzem eyaletini ba- #ışlamak teklifinde de sadık kalmıyacak- tın. Ban bunu © zaman sezmiştim. Şimdi hüküm elindedir, istediğini yapabilirsin!» Cengiz han bu cevabı alınca; — Türkân hatun yaman bir kadınmış, dedi, o olmasaydı sultan Mehmed ülkesini bu derece genişletemezdi, Türkân hatun, bu cesaret ve merdliğini, mensup olduğu kabi- lesine borçludur. Damarlarında Öz Türk kanı taşıyan herkes böyle yapardı. Cengiz, Türkân hatunu esir aldığı gün, atına binerken, böyle bir kadının sırtına bastığına pişman oldu: «Bu kadın, anam (Ulun batum)a çak benziyor.» dedi, Baca- Zındaki zincirleri çıkarttı. Cengiz han, o yazı, çok hoşlandığı Semer- kandda geçirdi. Sonbaharda, ordusunun bif kısmını Celâleddinin takibi için, Harzem'de bırakarak, kendisi Karakuruma döndü, Türkân hatun, Karakurumda yıllarca — esir olarak — yaşadı ve 1233 ÜM) de Karakurumda «yurdunun hasretini çekerek ve yıllarca ah Semerkand, vah Buhara di- ye dörünereke öldü. —SON— (1) Cengiz hanın müslüman vezirlerin- den Alâeddin, Harzem İmparatorluğunun yıkılışmı yazmıştır, Alâeddin, sültan Meh- meflen bahsederken: «0, tehlikeli zaman- larda karartız, korkak, müneecimlerin söz“ lerile hareket eden hir hükümdardı. Cis- mani zevklerine farla meclüptu» diyor. Halbuki, muasır vs bitaraf müverrihlerden İbni Esir, sultan Mehmedi şöyle tarif eder: «Mehmed, pek malümatlı bir hükümdardı. Bilhassa ilmi fıkıhta pek ileri idi, Ulema meclislerini sever, onlara çok hürmet eder- yorgunluklara, mukavemete alıştırır ve ahalisini mesud edecek İşlerle uğraşırdı. Bunun en büyük misali, kurduğu imparatorluktur.» Müverrih Zehebi &se, Mehmedin cesaret ve ihltiyatkârlığından uzun uzadıya bahsetmiştir. Esrarlı talebe bir arada görünüyor. AŞK ve MACERA ROMANI 'Tefrika No, 17 — Aman rica ederim, bu bahsi ar- tık bırakalım... Çünkü sinirime do- kunüyor... oİtimadsızlık göstererek seni kırdım... Affet... — Emin ol şu oyunu bize oyna- mâk İstiyeni bulup cezalandıraca- Eım... İşçiye para vadettim; mektup- ları kendisine vereni bulup çıkara- cak... Bir şey sezdirmeksizin ciyarı dolaşacak, araştıracak... Sarıvasıf paşazade: — Amma kabil olur mu, bilemiyo. rum... - diye başını salladı. - Çünkü şu bizim ziyafet münasebetile bu günlerde buralara çok yabancılar ge- lip gitti... O kadar yabancının arası- na o hain herif de karışmıştır... Şüp- hesiz bize fenalık elmek istiyen her kim ise, bu işl bizzat yapmadı, vası- tayla yaptırdı. Lâtife; — Şimdi içimi üzen Galibe hanım- efendi meselesidir... Onun gönlünü nasil alacağım? Başını yastıklara dermansızlıkla yasladı. Erkek, azim ve katiyetle; fke RL Yuzü Nâkleden; (Vâ - Nü) — O ciheti bana birak. — Nasil yapacaksın bu İşi, kocacı- gım?... — Bilirsin, bütün güçlüklerden sıyrılırım... Üzülme... Ben, icap eden şeyleri düşüneceğim... Galibe hanım- efendinin gönlünü alırım... Maama- fih, bak, gür, ibret al: Böyle birden- bile parlayıvermek insanı ne güç vâ ziyetlere düşürüyor... Bir dâha ak- lında olsun... Bir şey oldu mu, mey- dana vurma, bana anlat... — Hakkımda ne düşünecek? — Herhalde fena bir şey değil... Kocâna itimadın olsun, Lâtife... Ben ikimizin de haysiyetimizi gözetirim. — Ne izahat vereceksin?... Onu kıskandığımı sanmasın rica ederim. Raif, kadın kalbinden kopup gelen bu feryat üzerine gülümsedi. İğild. Karısının alnına bir buse kondurdu. Sonra ona çocuk muame- lesi yaparak: — Meraklanma... İzzeti nefsin ren- cide olmıyacak... Seni Galibe hanım. la barıştıracağım... Kadın kocasının eline dudaklarını lx gay, yüne, seyleri ene sammamdi İnan denem mami em — — — ürdü. Hayran ve hürmetkâr onun yüzüne baktı: — Ne iyi kalblisin, ne mükemmel insansın, Ralfciğim!... Maamafih bu işle en fazla düşünülecek ben deği- Jim... Kızımızm saadetidir... O cihe- ti göz önünde bulundurdu... Ah, aman yarabbi, ya Galibe hanım beni affetmezse... Bu izdivaca mani Olur. sa... Benim yüzümden... Lâtife, düşünceli düşünceli: — Kızımız, Hayriyi herhalde çok seviyor... Onun tabiatını bilirim: Sağlamdır... Gönlüne bir muhabbet yerleştirdi mi, çıkaramaz! « | Solduğunu hissetti. Halini karısı far- ketmesin diye biraz geriledi. Sami- miymiş hissini veren bir ifadeyle: — Lâtifeciğim... Hayri ile Masu- menin kardeş olmadıklarına dair ye- min edeyim, İster misin? — Sus... Ah, ne kâbus!... Bu bahsi açma... . Ertesi sabah, Raif koşlurduğu bir binek atma binmeğe hazırlarnırken | Cemil Veli'nin kendisine yaklaştığını Râlfin yüzü endişeyle kırıştı, âdeta | — Gezmeğe gidiyorsunuz demek, beyefendi?... Ab koşumu da pek ya, kaşmış, Ev sahibi gülümsediyse de bu te- bessüümünde lâfbaliliği teşvik his. sedilmiyordu. Cemil; — Atla gezmenin tam günü... Şa- yet münasebetsizlik oyapmıyâcağımı bilseydim, diyecektim ki ben de... Fakat münasebefsizlik ettiğini ken di de anladı. Zira ev sahibinin yüzü memnuniyetsizlik ifade etmişti, Maa- matih, kadınların şımartmasına aliş- mış olduğundan israr etti: — Ne tarafa doğru, efendim? * di- ye sordu. — Yaliboyu köylerine doğru uza- nacağım. — Oralarda âsarı atika varmış... Görmek isterdim. — Kolay efendim. Zihninden şöyle geçirdi: «— Madem âsarı atikayı merak | ediyor, beni rahatsız etmez... O ha- rabelers bakarken ben de İşimi bece- ririm.» Bir seyis ahırlara doğru seğirtt. Başka bir arap atını eğerliyerek de- likanlıya getirdi. Cemil de biran oda- sına çekilip külot ve çizme giydi, Yo- la düzüldüler... Bazan sahili takip ediyorlar, bazan çiçekli çayırlardan geçiyorlardı. Çok güzel bir gündü. Fazla lâf etmiyorlardı. Etrafı sey- redişorlardı. Esasen tablatları ayn olduğu için könüşacakları pek fazla değildi. Ekser kadınlar güzel ve genç olan Cemile, ellisinde olup otuz be- şinde duran şu hâkim erkeği, Raifi tercih ederlerdi, — Gideceğimiz yer uzaktır... Atla- rı daha hızlı sürsek İyi olür. 'Tırsa kalktılar, — Köye varmadan evvel, ben siz- den aynlırım; siz harabeleri ziyaret edersiniz. Ben de bizim emektarlar- dan bir köylü ailesini ziyaret edece- ğim... Yelkenliler olan bu denizci aileyi biz dededen evlâda siyanet et- — Sonra nerede buluşuruz? — Yine köyde... Camiin karşısın. daki kahvede, Ayrıldılar. Cemil, Raifin denize doğru inen bir ince yola saptığını far- ketti. Kendi de tarihi eserlere doğru | ilerledi. Oralarda bulduğu bir köylü. yü kılavuz olarak âlmıştı. Kılavuz amma ne kılavuz, ancak yol öğretme- sini biliyor! Harabelere gelince: — Neymiş bunlar baba?... — Diyorlar ki devlerin padişahı, kızını evlendirirken burasını saray diye yaptırnış .. Kitaplarda yazılı imiş... İhtiyar köylünün bu saçmalarma gülerken, Cemilin yüzünü birdenbi- re hayret kapladı.