Denize karşı, güzel, ferah bir bahçeli gazinoda. oturmuş, öteden beriden konu- şayorduk. Bir aralık Karşıdan arkadaşımız Hamdi göründü. Onu hemler masamıza ça- Eırdık. Hamdinin bizim aramızda pek meş- hur olan bir hususiyeti vardır. Bu çocuk genç, yakışıklı, oldukça paralı, temiz giyi- Ben, iyi konuşan bir erkek olduğu halde şimdiye kadar onun hiç bip kadına şöyle biraz ciddi bir alâka ile bağlandığı görül- memişti, Daha garibi Hamdinin o zamana kadar hiç bir kadını can ve gönülden be- gendiğini görmemiş ve İşitmemişli. Bazen dünyanın en güzel kadığları ile karşılaş- tıkları zaman arkadaşları otu hafifçe dür- terler ve sorarlardı: — Hamdi... Bak, ne güzel kadın deği mi?. Hamdi karşısındaki kadını gönülsüz, üs- tün körü bir tedkikten sonra dudak büker- di; — Bilmem... Ben onun güzelliğinden pek birşey anlamadım!... Arkadaşları, esmer, sarışın, kumral, yeşil gözlü, mavi gözlü, siyah gözlü, uzun boylu, tombul, zayıf, ba- lık etinde yüzlerce kadın hakkında onun fikrini sormuşlardı. Lâkin nafile onun hiç bir kadın için: «Güzel. Beğendim!: dedi- Bi duyulmamıştı, Böyle Hiç bir kadını be- genmediği için de onun ciddi biz macerası da olmamıştı. Hamdi masamıza oturunga arkadaşları hemen başladılar: — Vah Hamdiciğim... Bu senin halin ne Olarak?... «Armudun sapı var, üzümün çö- pü var, diyerek ve hiç bir güzeli beğenmi- yerek, Aynaros papazları gibi yaşaman doğ- ru mu ya? Hamdi güldü — Ne yapayım?.. dedi, meşhur sözdür: «Her gönülde bir aslan yatar... derler, Ben de şimdiye kadar aradığım kadına rüaslâ- adım... Yanında oturan Enver alaz etti: — »Aradığım kadın!».. Güzel roman is- mi.. Ara Hamdiciğim ara bakalım... Ara- yan mevlâsını bulurmuş... Lâkin sen bu gidişle çok ararsın ve bulamazsın... Biz böyle konuşurken (biraz ilerimizdeki masada orla yazlı bir erkekle; iki kadın otu- ruyordu. Kadınlardan biri daha genç, es- men iri iri siyah gözlü, tırmaklarından du- daklarına kadar biraz fazla boyalı çok şık ve güzeldi. Ötekisi kumral ve birüz daha yaşlı bir kadındı. Bir aralık Hamdinin gözü 0 masaya İliş- ti, Lâkin fazla dikkat etmeğe filân lüzum görmedi. Kadınlara şöyle bir baktı. Geçti, Bir müddet sonra flerimizdeki masada oturanlar biraz yüksek öösle Kkonuşmağa başladılar. İki kadından, esmer, şık, güzel ve daha genç olanı karşındaki orta yaşlı erkeğe: — Enişte... Bırak şimdi bi numaraları... Moruk fona halde kızmış... Almış fitili. aKırk papeli almadan senedi gerl ver- mem. diyor, Bunları işitince hepimizinigözleri hay- retten Taltaşı kadar açılmıştı. Bu külhan beyi ağzı 116 konuşan, karşımızdaki şık, za- EL, genç ve güzel kadın mıydı)... Şaşkın şa9- kın Diribirimize baktık, İçimizden Rıfkı gü- Tümsedi: — Bu kadın eski «Çeşmemeydanlı.lardan galiba... Bu sırada gözümüz yanımızda Oturan Hamdiye ilişmişti. Garip şey... Külhan beyi mizi ile konuşan esmer genç kadına derin gerin, hayran hayran bakıyordu. Hattâ o kadar dalmıştı ki, onu dürterek kendisi- ne getirdik: — Ne 6 Hamdi? dedik, Bu değme omuz- daşlara parmak isırtacak şekilde konuşan bu kadını nasıl buldun bakalım”... Hamdi dalgın, gözleri hâlâ genç kadının üstünde olduğu halde cevap verdi: — Güzel kadın!... Çekici kadın!... Entere- san kadın!.. Onun bu sözleri üzerine hepimizin hay- reti bir kat daha katmerleşmişti. Hamdinin bu tulumbacı ağızlı kadını beğenmesine im- kân var mıydı? Eğer Hamdi garabet me- Kaklışı insanlardan olsaydı içimizden; «Böyle konuşan bir kadın beğenilir mi? Ga“ rabet olsun diye beğenmiş gibi görünüyotu der geçerdik... Lâkin Hamdi katiyen böyle bir çocuk değildi. Herkesten aykiri görün- Esrarlı mekten nefret ederdi. O halde hakikaten bu esmer kadını beğeniyordu. Hayretimiz biraz geçince Hamdiye sorduk: — Lâkin demin o kadına şöyle bir baktın ve hömen başını çevirdin. Fazla dikkat ef- meğke bile lüzum görmedin... Sonra bu ka- dın görlerinin önünde birdenbire nasıl gü- zellaşti?... Hamdi gülümsedi; - Belki garip bulacaksınız amma, dedi, konuşması hoşüma giti!, Şaşkınlıktan âdeta budalalaşmıştık: — Nasil? Konuşması mı? Olur şey değli yahu!.. Hamdi bize: — Azizim, diyordu, zevk meselesi bu... Baktık, hakikaten ciddi söylüyordu. Şim- di karşımızdaki masada oturan genç kadın cakalı bir tavırla sigara içiyordu. Nihayet ufalanı sigarasını İnce parmaklarının ve bo- yalı tırnaklarının garip bir bareketi İle oturduğu yerden denize doğru fırlattı. Si- garanın havada kavisler yaparak, döne dö- ne gidişini seyretti. Bütün bu hareketleri kaşarlanmış bir külhan bey tavırları ile ya pıyordu. Hamdi hayran: — Na tatlı bir külhan beylik!... diye mi- — Tatlı bir külhan beylik mi?.. Bu ta- Diri de ilk defa işitiyorum doğrusu... Hamdi kendisine söylenen sözleri dinie- miyordu bile.. İkide bir; — Bu kadın pek hoşuma gitti!... diyor- du. İçimizde ukalalığı ile meşhur olan Saip izahat verdi: — Çok kimselerde, insanın kendisinin bi- İs ürün saman farkında olmadığı ruh has- talıkları bulunurmuş... Hamdinin ki de öy- la.. Hem bir kısım erkekler çok mahcup kadınlardan hoşlanırlar. Bazı erkekler de böyle külhan bey tavırlı kadınları pek be- genirler, Hattâ küfreden kadınlardan pek hoşlanan, onların küfürlerini zevkle din- leyen erkekler bile vardır. Meselâ düre ka- dar erkekler üzerinde eimsi cazibesi pek kuvvetil bir tesir bırakan ainema artisti May West ân koyu külhan beylere taş çi- kartacak yaradılışta bir kadındır, onun kendi bulduğu bir bakım sunturlu kü- fürler bile varmış.. Lâkin birçok erkekler onun bu haline bayılırlardı. Zaten ondan sonra Amerikada bir takim kadınlar arasın- da «Tatlı külhan beylik, denilen birşey mo- da bile olmuştu ya... Sap ukalâlığını Düve etti — Eğer siz de benim gibi biraz tuhiyatla fazlara meşgul olsaydınız Hamdinin zev- Karşımızda, İki kadının ortasında otüran orta yaşlı adam birşeyler anlatıyordu. Lâ- kin esmer kadın dinlediklerine inamamış olacak ki, orta yaşlı adama: — Alma enişte. Atina be enişteriğim.. Atma öyle camlar kırılacak!.. dedi. Hamdi âdeta kondinden geçmiş onu din- Uyordu. Arada rada ağzından: — Harika!.. Harika!,. Fevkalâde kadın!, büsbütün arttırarak Sözleri dökülüyordu. Bu vakanın Üzerinden | Men. İkt ay geçmişti. Hamdi ne yapıp yapmış es- mer kadınla ahbap olmanın yolunu bulmuş- tu. Şimdi beraber yaşıyorlar... Hamdi gayet mesud, metresini methede ede bitiremiyor, bütün arkadaşlarına! — Azialm, diyor, görsen... Bir küfrediyor... Bayılıraın!... Böyle bir kadınla yaşamak sa adet doğrusu... Darısı eş dost başina... Tabii bu söz üzerine bütün arkadaşları da hemen: «Allah göstermesin!» deyip gö- çiyorlar. Kadınların garip mahlüklar ol- duğu söylenir ya... Çok defa erkekler on- lara taş çıkartıyorlar... Z Hikmet Feridun Ea Hava kuvvetlerinin (aldığı ehemmiyeti göz önünde tutarak, Yuzuk AŞK ve MACERA ROMANI 'Tetrika No. 6 Nakleden: (Vâ - Nü) Arap: — Belki benim hetkesten ayrı ola- rak bildiğim başka Şöyler de vardır, hanımefendina... h Kis kis gülüyordu. Beyaz dişlerini gösteriyordu. Zaten ailenin çocukla. rile Hacının eski ahbaplığı vardı. On- lara vaktile Arap hikâyeleri anlatır. ken de böyle esrarengiz şekilde güler- di. Ferihanın, bu Hasiya karşı, ba- bası gibi itimadsızlığı yoktu. — Kuzum neler söylüyorsunuz?... Falcı mı oldunuz? — İhtimal... Belki de sihirbaz, — Sihirbazlığınızı benim lehime mi kullanacaksınız? Şâka edermiş gibi konuşuyordu. Fa» kat şu anda her kuvveti kendi lehine kullanmak arzusundaydı. —S lehinize... Tabii... Bilmez. “siniz, bunu ne kadar isterim, Eğer düşündüklerimi yapabilirsem, Cemil bey ayaklarınıza kapanacaktır. Ferihanın gözleri parladı. Ah... Cemil... Onun olabilse... Ona bağlanabilse... Esad içini çekti. — Benimle birleşen biri bulunsa... — Birleşen biri mi?... Kim meselâ? AOYO) ANKARA RADYOSU 15 Haziran Perşembe 1230 Program ve haberler, 1250 Türk müziği, 1330 Alafranga plâk, 18 Program ve alafranga plâk, 18,30 Caz orkestrası, 10,10 Türk müziği, 1945 Haberler, 20 Türk mü- ziği, 2030 Konuşma, 20,45 Türk müziği, 21,10 Bıhhat saati, 2130 radyo orkestrası, 22,20 Alafranga plâk, 2230) Ajans ve borsa ha- berleri. 2250 Alafranga plâk. ara ari 1 — Varaklar - Gösteriş kabilinden. 2 — Ulamılacak Şey, 3 — Keder - Kir izi 4 — İller. — Başına «D. gelirse büyük babadır - Lâhza - Erkek. 8 — Tahtezzemin, 1 — Ayak - Tersi çobandır. — Kendini hasta gibi göstererek, 9 — Tenavüi et - Bir erkek İsmi - Başi- na «İs gelirse israr demektir. 10 — Ince bir nevi kum - Otlak, Yukarıdan aşağı: 1 — Ana baba - Nida, 2 — Anne - Vücudden sızan mayi. 3 — Akelğerlerde, 4 — Üzüm ağacı - Tersi isimdir. 5 — Beyan edatı - Kayık gibi iki tarafa sallan. 8 — Gecelik cibisr. 7 — Deri 8 — Niçin acele ediyorsunuz. 9 — Bir cins tuzlu balıklar. 10 — Başına «B. gelirse acı bir sebze- dir - İki şeyin ortasında, Geçen bulmacamızın halli Soldan sağa: | — Yumurtlama, 2 — Omaca, Âri,3 — Gurubvakti, 4 — Umuz, Alan, 5 — Rif, Inedam, *B — Mizah, Tasa, 7 — Adeta, Ton, 8 — Maval, Alom, 9 — Ara, Yu, 10 — Kete, Piron, Yukarıdan aşağı: 1 — Yoğurmamak, 2 — Umumlldare, 2 — Marufzsvat, 4 — Ucuz. Ata, $ — Rab, male, 5 — Van, 7 — Lkalettayi, $ — Arkadaotur, 9 — Mitnasno, 10 — Afi, Ma, Bu gece nöbetçi eczaneler! Beyoğlu mıntakasında (o markezde: (Kanzuk), (Güneş), Taksimde: had), Şişlide: (Pertev), Galatada: (Yi- çopulo), Kasımpaşada: (Turan), Haş- köyde: (Hasköy), Eminönü muntaka- sında: Merkesde (Hüseyin Hüsnü), Kü: da: (Abdülkadir), Kumkapıda: (Hay- dar), Fatih muntakasında Şehzadeba- şında: (İbrahim Halil), Şehremininde: < (Kemal), Pe Recep), Kadıköyde: (Osman Hulüsi), Sarıyerde: (Nuri), Bü yükadada: (Şinasi Riza), Heybelide; (Halk), Eyüpte: (Hikmet) öszaneleri, LArnavutköy, Ortaköy ve Bebek ec- zaneleri her gece nöbetçidirler) Bu sirada hakikaten bir delikanlı yaklaşıruştı. Reverans yapıyordü. Zihni çök meşgul olan Feriha, bu gencin hattâ yüzüne bile bakmaksı- zın teklifi kabul etti. Birlikte yürüdüler. o Masume'nin Cemille beraber bulunduğu salona Kuzini, sevgilisine ne kadar da ya- kışıyordu. Yanyana kotiyyonlar da- Tefrika No. 91 — Hayır. Onun ânasi ölmüştür. O, büyü- düğü zaman, kendisine: «Sen küçükken, anan öldü!» diyeceksin... Kadın aşkı mı, vatan aşkı | mı üstün? Semerkand Ülemasından biri, İmada: «-—- Yurdunun selâmeti için herşeyi fe- daya mecbursun!... Vatan sevgisinden da- ha üstün sevgi yoktur.» Demişti, İmad da bunun farkında idi, O, yurdunu herşeyden fazla severdi. İşoyu da seviyordu, fakat, yurd sevgisile Işonun sev- gisi arasında büyük farklar vardı İmad, İşoyu, ana olduktan sonra daha çok sevme- &e başlamıştı. Zaten ana ile babayı biribi- rine bağlayan, çocuktan daha büyük bir kuvvet var mıydı? Meşhur İran şairlerin- den Safavi de: «Aşka bir isim vermek icap #dörse, çocuk, en uygundur. Dememiş miydi? İmad bütün bunları düşünerek, ç0- cuğuna fazla ve: — İşo, günün birinde yavrusunun hasr» #ine dayanamıyacak ve bizim yanımıza kâ- çıp gelecektir. Diyordu. Iş0 aaraydan kolayca kaçıp, İmadın yanına gelebilir miydi? Bunu şim- didan kimse bilemezdi. Muhakkak olan bir gey varsa, İşonun da, çocuğunu İmad ka» dar çok sevmesiydi. Çocuğunu çok #even ana, elbette günün birinde onu arıyacak, bulacaktı. Bir sabah İmadın onast telâşla oğlunun yanına geldi — Yarın sabah Semerkandı terkedejim, oğul! — Neden bu kadar telâş ediyorsun? Çünkü, sultan Mehmed birkaç çün sonra, şehre girip çıkacak yolcuları, kapi- larda muayene ettirecekmiş. — Merak etme, anacığım! Biz Buhara ka-| pısından çıkârken, onun memurları yü- zümüzü bile görmez. — Ya yörürse?.. — Kafileye karışacağız. Sen çocuğu baş- ka kadına vereceksin. Ben de kadın gibi, yüzümü örteceğim. Bizi kimse tanımıyacak. — Madem ki tehlike bu derece yaklaştı. Hemen yarın yola çıksak olmaz mü? , — Olmaz, anne! Bugün pazardır, Cuma- ya kadar Semerkandda kalmağa mecbu- ruz. Çünkü, cuma günü İşo, Hazreti Kası- min türbesini ziyarete gidecekmiş. — Sen inanma bu habere, oğul! Sultan Mehmed, hatunlarından hiç birimi saray- dan dışarıya çıkartıyor. — Benim duyduğum haber yalan olamaz, İşoyu cuma günü öğleden sonra Şahizin- de'de görünp konuşmak ve ota, kendisini Buharada bekliyeceğimi söylemek isterim, İhtiyar kadın fazla israr etmemekle be- raber, bu konuşmadan sonra içine bir şüp- he girdi: Acaba İmad hâlâ İşoyu — ondan ayrilamıyacak kadar — seviyor miydı? İmadın anası, dahâ on beş gün önce, Imad minimini yavrusunu severken; «— Ben, günün birinde senden de, anan- dan da, hattâ hepinizden çok sevdiğim anamdan da ayrılabilirim, Fakat, yurdum- dan uzaklaşamam.. Yurdumdan aytilg- mami,» Dediğini duymuştu. Gerçi, Semerkandia Buhara, Harzem ilinin bir parçasıydı am- ma, İmad için Semerkand, bütün bir vatan demekti, Herşey burada kararlaştırılır, bu- rada yapılırdı. İmad, gözünü Semerkandda açmıştı, Gerçi, Semerkandda ondan daha Çok iğkence, ıztırap çeken hiç kimse yok- tu. O, doğruluğu, yararlığı yüzünden zin- danlara, cehennem kuyularına mı atalma- mıştı? Günlerce, haftalarca aç, susuz mu kalmamıştı? Imad, her ıztırabı Semerkand- da çektiği halde buradan neden aytılamı yordu? Tnadın anası çok düşündü! — Hoca Safavi istediği kadar: «Yurd sev- gisi, kadın #evğisinden kuvvetiidiri. diye dursun... İşte, oğlum meydanda. Yurdunu Bu kedite gözlü kız, belki de o sarı Ççıyani, böğenmemeğe başlamıştır...» Evi uzak yerde - olanlar yavaş ya- vaş dağılıyordu: “Ancak en samimiler ve en yakındakiler kalıyordu. Biraz #onra,.cl etek daha fazla çe- kilince, Ralf, boş zannettiği odalar- dan birine girdi. Orada azıcık başını dinliyecek, olup bitenlerin muhâse besini zihninde yapacaktı. Birdenbire karısile karşılaştı. Lâtife, kendisini bir divan üzerine bırakınıştı. Başı, yastıklar üzerinde, balmumu sarılığındaydı. Halinde öyle bir iztırab vardı ki, kocası ona ne hasta, ne de çocuk mu- amelesi edebildi. — Haydi yukarı çıkalım... bakalım, ne olmuş, ne var? Karısı öna meyus ve tatlı bakışlı gözlerini çevirdi. Avcının bıçağına hedef olmuş zavallı bir şikâra benzi- yordu. Şimdiye kadar bir dakika bile kocasına itiraz etmiş, karşı durmuş değildi. Raifin Lâtife üzerinde had- siz hududsuz bir nüfuzu vardı. Karısının kendisini müthiş bir Anlat şeyle itham ettiğini anladı. «— Her ne olursa olsun onu ikna edebilirim...» diye düşündü. Yazan: İSKENDER FANREDDİN İmadı arayan saray muhafızları kafilenin önünde giden kadınları bir yana çektiler, erkekleri, yabancıları ayırdılar” tehlikede gördüğü balde, İşonun yaşadığı kubbenin altındaki havayı teneffüs e ğ Yaşıyamıyacağını sanıyor ve Semerkand” dan ayrılamıyor. Hattâ, ben öyle sanıyo” rum ki, bhad, Işoyü, çocuğundan fazla #9“ viyor. Böyle olmasaydı, çocuğunu alıp der hal yola çıkardı. İmad, bugünlerde çocu” gunu bile görmez, sevmez oldu. İmadın anasi böyle düşünüyor, böyle söy“ leniyordu, amma, oğlunun neler düşündür © dünü bilmiyordu. Imad, gerçekten, Işoyü yurduna feda edemiyecek kadar zayıf ruhil i bir erkek miydi? ? Semerkand kapısından , o Çıkarken. İmadın anası, nihayet, oğlunu kanoır- muştı. Semerkandda kargaşalıklar başlar (Miş, İmad cumadan önce hareket edecek kervanle Buharaya gitmeğe mecbur kalmış» tı. Salı sabahı, İmadın anası torununu, ayni kervanla Bubaraya gidecek olan bir genç kadının kucağına vermişti. da başına © bir örtü örtmüş, yüzünü iyice kapamış, Ta“ jikler kılığına girerek kervana karışmıştı. Semerkand kapısından çıkıyorlardı. Şehir muhafızları, erkek yolcuları birer birer gözden geçirdiler. Kervan hareket etmişti. Tam bu sırada, saraydan gelen bir kaç aslı, haşvezirin emrile korvanı durdutarak? — İçinizde dir kaçak adam var, hepinizi arıyncağır. Diye bağırdılar. İmadın anası önden, İmad | da yabancı yolcularla beraber arkadan gi- diyordu. Saraydan gelen memurlar ve muhafızlar, İ İmadı arıyortardı, Kafilenin önünde giden kadınları bir yana çektiler, erkekleri ayır- dılar.. Yabancıları ayırdılar, İmadı herkes tanıyordu, Memurlar? — Aradığımız adam burada yok. Onu, daha önce yola çıkardınızcı haber verin. Dediler, Yolcular hap birden bağrıştılar: — imadın yütünü bile görmedik. Ester- seniz eşyamuzı, büyük denklerimizi de ara- yana, Memurlar oşzaları da aradılar, Denkleri #işlediler. İmadı bulamadılar. Bu sırada surların dibinde, at üstünde boynunu ve başını iyice sarmış, küçük cüsseli bir adam, memurlara talimat veriyordu: — İmad. bu yolcuların arasındadır. Şim- di de kadınları arayınız. Zira, onun kadın yolcularla görüştüğünü gören vardır. Memürlar duraladılar, Kadınlara kin el uzatabilirdi? Bunlardan birçoğu hoca, ule- ma karisıydı. Semrkandda bunların yüzü- nü bile tanıyan yokta, Peçeleri dizlerine Kü» dar sarkan kadınlar bu emri duyunca! — Geri döneriz... Yolumuza gitmeyiz. Yüzümüzü kocalarımızdan başka bir eri göremez. Diyerek ağlaşmağa başladılar. Surlam dibinden muhafızlara tailmat veren adam, vezir Nüsırdan başka biri değildi. Nüsira, İmadın kaçtığını haber verenler, sözlerine İnanan kimselerdi; onu görür gör mez tarımışlardı. Memurlar kadınların peçelerini, zorla ağ- mağa savaşırken bu kadınlardan iri boylu ve çevik yürüyüşlü biri ileri atilarıak yü- gündeki peçeyi yırttı: “ İşe... Aradığınız adam benim: Ne is tiyorsunuz benden? Muhafızlar birdenbire İmadı karşıların- dü görünce şaşırdılar ve: — Vetite yanlış haber yermemişler. Haz retin bizi sikiştirmakla hakkı varmış. Söylenerek, İmadı yakaladılar. Memur- lar, öndeki kafileye ve kadınlara yol ver- mişti. İmad yakalandıktan sonra, kafile yo luna devam etti. İmad, memurlara: — Beni yakalatan kimdir? Diye soruyordu. Memüurlardan biri cerap verdi: (Arkası var) min edeceğim... Buna eminol.. Gel... İztarabını anlat... Bânâ itimad et... Kadın cevap vermedi. Erkek onu elinden tuttu. Merği- venlere doğru yürüttü. Yumuşak halılar üzerinden yürü- düler. Musikinin hâlâ sizmakta ol-* duğu salonlardan uzaklaştılar, Zaten artık gün ağarıyondu, Yukarı katta, kendi dairelerine geçtiler. — Beni nereye götürüyorsun, Lâti- 12... Masume'ye yaptırtığımız yeni daireye mi? Kadın, başile: «— Eveti» işareti yaptı. Elini bir odanın tokmağına götür. dü. Son zamanlara kadar Mâsume ey- de küçük bir çocuk odası işgal eder- ken, annesile babası onun artık bü- yüdüğünü, evlenmek üzere olduğunu düşünerek evlâdları için birkaç oda- dan mürekkep müstakil bir bölük yaptırmışlar ve döşetmişlerdi. Mimar da, döşemeciler de on sekizinei yıldö- bümünde her şeyi tamamılamak için çok çalıştılarsa da, iş bitmemiş, yarıda kalmıştı. İl Gl ye a flemene eşle > 2