Mecdi ile denbire yanımızdan Beçti, biraz ilerideki büyük ve çor güzel Apartımanın önünde durdu. Mecdi: — Ne güzel, ne şik otomobili değil mi?.. Buridandı. Bu sırada yanıma kadar iğimz otomobilin kapısı açıldı. İçin konuşa konuşa yürüyorduk. Bir- giyet şık bir otomobil den Genç bir kadın çıktı, Üzerinde gayet oan | Kimbilir ne kadar pahalı bir gör bu kadın arkadaşım Mecdiye tatlı bir da üzeme 1l8 selâm verdi, Ondan sonra Otomobilin önünde durduğu gözel, gık mâna girdi, Mecdinin yüzüne baktım, Kıpkırmızı oi- 8. Gülerek; — Ke 2.. dedim, birdenbire bir alıklaş- O koluma girdi, anlatmağa başladı: iii Azizim, dedi, bu kadının ismi Fatma- Ye benim çocukluk arkadaşımdır. Ne tiki da genç görünüyor değil mi? Hal- si benim yaşımdadır. Şaşılacak şey i?.. tu gzüzünde herkesin bir zevki vardır de- Güğümg, sLnanın yani biraz, evvel gör- eta 8 genç Kadinin en büyük zerki de Naz Da, arkadaşlarına nisbet vermek, 01- W hast ve gıpta hislerin! uyandırmak- | iz Heje bana nisbet, vermeğe bayılır. Aşağı ün Mn rİp tabiatlı çocukluk arkadaşi” Tina çilli hayatı bana ve bazı arkadaşia- Diabet vermekle geçmiştir. lde pek küçükken onunla ayni mahsl- i #miyana iki evde otururduk. E arı biribrine bakardı. O zamast biber tartlak bir kızdı. Derdi yünü bara arma eek, oyuncakları ile beni imren- Gerenege Pok çok ve bir çocuğu çıldırtacak Tini jk, güzel oyuncakları vardı. Örme saçia- Bözle,i VADA salıvermiş. Yatırınca iri mavi Mi, gin! Kapatan sarışın Mnge YEMİ yüzlü ayılar, üstüste yerleştiri- güzel bir köşk olan irili ufaklı tahta» ha glendiferler, kurşundan askerler, dü» n. ©€ de neler. Falına bütün bunla- bekler, bol tüy- bamgşanak benim nelerim var!,. diye cum- an bana gösterir, ağzımın suyunu aki- bir eda yalniz bir kır çocuğunun değil, &sk ye Çocuğunun da pek hoşuna gide- İçinde 'uncaklar vardı. Ben kendi cumbamın leri, ,, yaktan onları ne kadar hayran göz- ncak 5 ederdim. Fatma da oyuncaklarını bana PARA hisbet verebilmek, arsız BESE var» “Biasak benim nelerim var! . Senin 237.» diyebilmeği severdi. Onun bu Söylerken Adeta bayılacak derece- Şevk duyduğu göslerinden belli idi. Kız- a etrafına nisbet vermek aşıyordu. Masel ikimiz de sokatan geçen macun- Bee, ücün alırdık. Ben Kendiminkini de Per, bitirirdim. O saklar, biz müd- Bula Ara karşıma geçer, benim ağmmı irarak yutkunmaktarı boğazımı yara 3 hareketlerle, beni son derece imrendi- Ee ndire macununu yerdi, buçlarn nleri yeni elbiselerini, yeni yz i giyer giymez, yeni oyuncakları günde, bayram ala, aldığı muvl hu- samlı, siyah gaytanlı gözlüğü mi- bizim, Dürnunun üstünde İlk koştuğu yer buçlarır olurdu. Yeni elbiselerini. yeni pa- İçin Di — oyuncaklarını göstermek ; Gene «Bak, benim mavi gözlüğüme... Senin var mı? “ My, > CUK beni oyuncakları, yeni elbisele- imden çıldırtacaktı. Kihayot Kenç kız oldu. Bu huyundan var te aha, Onet gene eskiden olduğu gibi diğini biji, yatanın musikideni hoşlanma- ilirdim. Halbuki ben de musiki de- T. Meselâ bir konser olur.. Gitmek in ba yukl © ne yapar, yapar, kendisi buhur, konsere gider. Ertesi gü- biler “ bana; Belmeçiz, Gece konserde idim... Ben niçin Yabug "1 Adeta zevkinden değişir. Mez da bileti olduğu halde konsere gi- oy, :8for de bana: Tuzak içinde Tuzak No. 131 Bürhan ka Yürüy piya . Bir kaç adım Vet pek kil EMA verd, MrüP- Oğlunun, Onun hali Korsan- bebiyeç da teessüre kapılmasına 88 Yavaş sesle; yen var, evlâdım? - diye sord Y iye sordu. rucağın gözleri yaşlarla doldu. Annem ... Ablam da gitti. O Nereye gitti Bilmiyorum, — Dönecek mi? — Onu da bilmiyorum. a, HâYdi evlldim, beni annenin Yanına götür. ç değ ağir Cevap vermedi. Fakat eve Yet Yürüdü. Orada, Kaptan, ge- Pervin bir manzarayla karşılaştı. Bai her seferki gibi yatağında de- » Bir şezlonga uzanmıştı. Yan V& çıplaktı. Başını yastıklara de- May. Saçları karmakanışıktı. Güç- e alıyordu. Âdeta kadavra ydı. Buna dan onu tanıdı. ie dün $ olmasına rağmen... Gençliğinin taze ve güzel Pervin ie » Lâkin gel gelelim bile bu- | örünlür. Ben onun en iyi çocukluk arkada- şıyımdır. Benim yapamadığım şeyleri yap- Mak, ele geçiremediğim şöylere sahip ol- mak!,. İşte o bunun için yaşar. Sirf arkadaşlarına, bana nisbet vermek için hiç sevmediği Yikin son derecede zen- bir adamla evlendi. Halbuki öyle lükse, iyi yaşamağa #Uân merakı yoktur. O zen» ginliği, herşeyi, etrafına, arkadaşlarına © oski arsız çocuk odasile «Bak benim kür- küm var, bak benim mücevherlerim var, bak benim otomoblllm var, benim şoförüm yar, benim apartımanlarım var.» diyebil- mek işin isterdi. Evlendikten, bol para ile | oynamağa başladıktan sonra büsbütün işi azıttı. Artık İstediği gibi, hattâ istediğinden Alâ etrafındakilere nisbet veriyordu. Arkadaşlarını şık apartımanına çağırıyor, nefis oşyasını, yeni buz dolabını ve salresi- ni gösteriyordu. İlk gençlik zamanındanberi önünden geçerken daima içimden: «Ah şu er benim olsn, dediğim güzel köşkü de ko- casına satın aldırmıştı. Kırk yılda bir eline bir kitap aldığı hal- de evinde nefis bir kü:üpbane vücude ges tirmişti. Buradaki kitaplar hep benim iste- yip de çok pahalı oldukları için satın sla- madığım kitaplarla dolu idi. Bana kütüp- kanasinde bunları gösterirken: — Bak benim ne güzel kitaplarım var.. diyordu. Ağzımın suyu aktı. Fatma bun- ları ne kendi okuyor, ne de başkasına oku- tuyondu. Ö şik clldler arkadaşlarına: «Bak benim kitaplarıma..» demek içindi. Bir ara- bk kocasile seyahate çıktı. Dünya seysha- tine.. Halbuki seyahatten hiç hoşlanmazdı. Amma arkadaşlarına nisbet vermek lâzım... nda en sevdiğim şeyin seyahat ol- duğunu bildiği için her gittiği yerden ba- na bir kari gönderiyordu. Dünyanın dört bucağından, küçüklüğümden beri oralara gitmek için çıldırdığım, başımın içinde âde- ta birer masal şehri halinde yaşattığım en uzak memleketlerden onun gönderdiği kart- Jar; #ldım. Bunları ben! düşündüğü için mi yolluyordu? Ne gezex?... Beni çileden ak, bana nisbes vermek, «Bak ben berelere kadar gittim: demek için gönderi- yordu. Kendi kendime bir tek tesellim vardı. O benim yaşında idi, Fakat ben içimden eka- dınlar erkeklerden çabuk Ihtiyarlarlar..» di- yordum. Ondan daha genç kalacağımı düşü- nerek kendi kendime: «Ben de ona muha- faza ettiğim gençliğimle nisbet veririm.» di- yordum. Halbuki işte bugün o evvelâ bana, yeni al- dığı otomobili ile nisbet verdi. Ondan son- ra kendisini de gördüm. Benim gibi kırkını geçtiği halda ancak otuzunda görünüyor de- gil mi?... Bana sAman ne de ihi sın, pek çökmüşsün... gibi nasıl baklı?.» Mecdi sustu. Sinirli bir tavırla tabakasını çıkardı, Bir slgara yaktı. Hikmet Feridun Es Abone ücretleri Türkiye SENELİK (o 1400 Kuruş (o 1700 kuruş SAYLIK O » 0 > SAYLIK © » >» JAYLIK Oi >» ————— — Posta Ittihadına dahil olmıyan ecnebi memleketler: Beneliği 3600, ait aylığı 1900, üç aylığı 1000 kuruştur. Ecnebi Öğle İkindi Akşam Yata ün ie Epa saT 1200 139 Nakleden : (Vâ » NüJ nerede bu nerede?... Seneler, matem, | hayat zorlukları zavallıyı mahvetmiş- ti. Gözleri çukura kaçmış, yanakla- nında derin çizgiler hasıl olmuştu. | solmuştu. Fakat hâlâ O... | i Kaptan: | — Şermin nerede? - diye ona da İ ye esile beraber — Dün gece hep ann e TAİ oturdu. Birkaç gündenberi hiç soka- ğa çıkmamış... Daima hastayla meş- — Öyleyse şimdi birdenbire meye çıktı? Ne dersiniz? — Vallahi bilmem ki, beyciğim... — Onu almağa mı geldiler? — Bir mektup getirdiler... Oku- yunca fenalaştı... Hemen hazırlanıp yola çıktı... Her halde bir şeyler olu- yor. — Demek nereye gittiğinin farkın- da, değilsin? Bahçıvanın karısı, aciz ifâde eden bir hareketle omuzlarını Kaldırdı. - — Onun farkında değilim amma, e YANİNA AAA BRIÇ rip “Kontrak Briç Meşhur Eller EL No. 37 4 R-5-3 VR g Re 4 R-10-5-0-7-4 Şark ve garp zonda Kâğıdı veren: Cenup DEKLARASİYON Cenup oo Garp Şimal Şark a Pas 74 Pas S.A Pas 38.A. Pas Pas Pas OYUN Kozcu: Cenup Oyun: 3 sanzatu Garp kupanın ikilisi ile oyunu açtı. Dam » Vale - 8 - 2 den çıkılacak en doğru. KÂğıd bü sonuncusudur. Kupayı yerin ruvası aj- dı. Birçok masalarda kozcu yerden bir kü- çük sinek geldi. Cenup dam ile aldı. Yere bir pika ile geçti. Valenin düşeceği ümldile yerden sinek ruvasını oynadı. Şark as Lie aldı, fakat yerdekileri. sağlamamak için sineğe de- vam etinedi, Kupa geldi, Yerde bir tek Tantre kaldığından cenup için sinekleri sağlamağı imkân kalmamıştır. Kozcu ne- tlee itibarile pikadan üç. kupadan Iki, ka- rodan İki ve sinekten bir lere alabildi. Mor- daki rantresizlik yüzünden oyunu çıkara- madı. KRİTİK Kozcu ilk levede kupa ruvasile yere geç- wgi zaman oradan boş bir sinek değil. ru- rayı oynamalı idi. Her ne kadar cenubun damı ruva üzerine düşerse de, bu tarz ha- reketle kozcu sinekleri sağlamağa müvaf- fak olur. Muhasım taraf sinekten Iki leve yapar, fakat şimalde daha iki ranire var- dır. Şark sinek ruvasını as ile alır ve kupa gelire cenup as ile alır. Bir pika ile yere geçer. Yerden sinek onlusunu oynar. Şark vale ile alır. Yerde geriye kalan, sinekler sağlanmış olur. Yerde de rantre olarak ka- To ruvası vardır. Hülâsa kozcu ön fazla kupadan İki, sinekten fk! leve verir ve oyu- nunu çıkarır. ....EEEEEEEEEEERAEEEEAEEAREAEKAEEAAEEEEEEN Çifçi yurddaş! Türkiye'de her yıl yetişen dört milyon ton buğday yüzde elli ar- tarsa, Iki milyon ton fazla buğday eder. İki milyon ton fazla buğday ne demektir bilir misin? 100 Milyon fazla Türk lirası de- mektir. Bu misali sana (Damla, damla göl olur) diyen atalar sözünün büyük mânasını canlandırmak için söyledik. (Tane, tane ton olur. Tonlar altan olur!) Bunu unutmu; Daha fazla ek ve daha fazla biç! Ulusal ekonomi ve arttırma kurumu çıldırmış gibiydi, onun farkındayım... Kaptan da, endişe edilecek bazı Şeyler cereyan ettiğini hissediyordu. Dün rasladığı o garip adam her kim- se bunları hep o tertipliyordu, Ken- disine gönderilen mektup... Alelâ- cele İstanbula çağırılması... Kolon- beylerin evindeki randevu Sonra o âcayip mülâkat... Ufak tefek ad&- mın Şermine âid bütün tafsilâtı bil- mesi... Bütün bunlar onu korkutu- yordu. Düşünürken, ayni zamanda, güzle- rini Pervine dikmişti. Yaklaşarak: Pervin!... Pervini... - diye ses- lendi. Can çekişen kadın başını çevirdi. Muhatabını tanımak Ister gibi gözle- rini açtı. Kaptan: — Pervin! - diye tekrarladı. Ölüm soğukluğle donan elini avuçları içine aldı. Yanında diz çök- müştü. — Bana bak, Pervin!... Beni tanı- muyormusun? Zekâsından, iradesinden bir şey nefhetmek istiyor gibiydi. Mürüvvet de, annesinin öte tara- fında diz çökmüştü. O da: — Anne!... Anne!... - diye sesleni- yordu. Bahçıvanla karısı, bu manzaradan i La . <A Tefrika; No, 39 TÜRKÂN HÂTUN Yazan: İSKENDER FAHREDDİN Sabah erkenden askerile beraber dağa çıkan Türkân Hatun akşam olduğu halde henüz karargâha dönmemişti Bulten Mehmed, vezir Nâsırı hiç sevmez- di. Fakat, bu sözlerine inanmamakla bera- ber, annesinin harpten gelmesini bekledi. Nâsırı affetti, Türkân hatun, düşmanla nasıl çarpıştı? Sultan Mehmed, Semerkandda bocalarla uğraşadursun ... Biz gelelim Türkân sultana: Kiş bastırmıştı. Harsemlilerden bir kısmı çadırda, fakat birçoğu açıkta ağaçlar al- tında geceliyordu. Fars prensi, sultan Meh- mede verdiği kaleleri tekrar ve zorla zapi- ederek Harzemlilere karşı koymuştu. Tür- kün hatun, ordusile beraber, kale önünde konakiamiştı. Kale müdaflleri arasında prens «Saad» in de bulunduğu söyleniyer- du, Zaten valide sultarın bütün emeli, Fars prensin! esir almaktı, Prens Saad Ikirci defa Harzemlilerin eli- ne esir düşmemek için, kalenin arkasında- ki dağlığa giden kapının altırı kazdırıp giz- İ bir yol hazırtatmıştı. Kale sukut ederse, Fars prensi bu gizli yoldan kaçacaktı Türkân hatun, kale içinde olup bitenleri vaktinde haber almıştı. Yeriilerden biri pax Ta De Türkân hatuna bütün bildiklerini an- Tatmıştı Valide sultanın bütün maksadı arka yolu kesmek ve prens Saad'in kaçmasına MANİ | olmaktı. Harzemliler kaleye sokulamiyorlardı. Ka- Je müdafileri meşinli ok atmakta mahir ok- çulardı. Yayları genişti.. Gerdikleri zaman, karşı tarafa düşen oklar, Herzemlilerin ok menzilini aşıyordu. Farslıların attığı meşir.- 1 oklar da Türkân hatunun askerlerini ted- hiş ediyordu. Bu okların arkusına Farslizr küçük ve müselles bir meşin parça takar- Tardı, Bu oklar giderken korkunç bir İni ikarırdı. gı li, İki tarafın da ok yağmuru sabahtan ak- şama kadar devam ederdi. Türkân hatun, kale önüne geldiği yirmi sekiz gündenberi durmadan, dinlenmeden harp ediyor, fakat kalenin dibine yaklaşmağa muvaffak olamı- yordu. Son günlerde uykusu kaçan ve ızlırabı artan Türkân hatun bu kaleyi tekrar ele geçirmeden dönmemeğe and içmişti. Vall- de sultan azminden geri dönemezdi. Maiye- tindeki askerlerin maneviyatı da sarsılma miştı. Böyle olmakla beraber, geldikleri gündenberi bir karış İleriye gidememişler, Kaleye yaklaşmak istedikçe fazla teletat ve- rerek pöskürtülmüşlerdi. “Türkân hatun, oğlu sultan Mehmedin or- dusile Bağdad seferinden döndüğünü yoleu- lardan haber almıştı Türkân hatunun bir ümüdi Mehmedin ardusile gelmesi, Sultanı Mehmed, Bağdada gitmeden, bu vardı: Sultan kuleyi bir hafta içinde Böylendiğine göre Mehmed bu kaleye dağ- lık araziden hücum etmişti. Oysa ki, Türkân hatunun yanındaki 2x bitler, kalenin Üç cephesi önünde tutuna- Tak, mütemadiyen burelara hücum edip, boş yere zaylat veriyorlar ve dördüncü cepheye hücum etmek istemiyorlardı. Dağlık arazi görünüşte çok sarp kayalıklarla çevrilmiş- *. Harzemliler kaleye bu cepheden hücum etmeyi hiç bir zaman düşünmemişlerdi. O gün, Türkân hatun: — Kalenin duğ kapısına hücum edeve- | gı. , Dediysa de, zabitler her zamanki gibi ma- | nl olmak istediler; . — Boş yere kan dökeceğiz. Oralardan kuş bile uçamaz. Dediler. Türkân hatun kumandanları din- lemedi. — Ben dağa çıkıyorum.. İsteyen benimle gelsin. Korkaklar, surların önünde bekle- sinler. ' Diye bağırdı. ve beşyüzü bulmayan bir yedal kafilesile kalenin arka yolunu tuta- rak dağa tırmanmağa başladı. Türkân sultanın kumandanları hiç de korkak kimseler değilerdi. Fakat onlar, dağ- lık arazide muvaffakıyetli bir hareket ya- pılacağıma inanmıyorlardı. Bir cepheyi vurmağa giderken, diğer cep“ heleri boş bırakmanın o günkü harp bil- ginlerine uygun düşmiyeceğini söyliyerek, kale önünden ayrılmak istemeyen kuman- danlar, Türkân hatunun dağda öleceğinden ve sağ olarak dönmiyeceğinden emin bulu muyorlardı. Türkân hutun harbe sik defa gitmiş de- gildi. Onun oğlu ile birkaç kere Fars ve Irak ine seferi vardı. Zeki anlayışlı, uzağı görüşleri kuvvetli olduğu kadar da cesur ve ölümden yılmaz bir kadın olan valide sultan kalenin dağ kapısına boş yere hü- cum etmiyordu. Elbette onun da bildiği ve güvendiği kizli birşey vardı. Karargühta ka- lan kumandanlardan biri: Bi, düşmanla çarpıştığı görülmemiştir. Bahusus ki, Tür- kân hatun yaşlı, hastalıklı bir kad Yayiâda bile barınamıyor.. Dizlerir rabından geceleri sabaha kadar iyor. Dağda barınacak bir yer bulamıyacak. Bel- ki de üstelik vahşi hayvanlarla karşılaşa- cak. Diyor ve Türkün hatunun bu gidişinden vfak bir muvaffakıyet bile ummuyordu. Diğer üç cephede ok yağmaru, hergünkü gibi, sabahtan akşama kadar devam erkenden Güğu çıkan Türkü si peşinden giden askerler #am olduğu halde- henüz karsrgâha dönme- mişlerdi. * “Türkân hatun, kalenin arkanudan, bin müşkülâtla dağa çıklıktan sonra maiyetin- Erkilere sordu: — Benimle befaber buraya geldiğine piş- man olan var mi? . Hepsi birden: — Hayır, sultanım! - diye bağrıştılar - Biz istediğiniz yerde ve'istediğiniz zaman ül- meğe hazırız. Türkân hatun bü cevaptan memnun ol- muştu. Bir ağacın dibinde oturmuş, tepe- den kalenin içini seyrediyordu. Türkân hatun İlk keşfini yaptı ve 5 le güldü — Koç Yiğitlerim şimdi bir sıçrayışta bu zayıf kapıyı aşacaklar. Zira düşman öbür cephelere ehemmiyet verdi; 1, dağ ka- Pisıni tahikim etmemiş görünüyor Zabitlerden biri: — Hücuma hepimiz hazırı?, sultanım! Fa- akt, müsaade edilir? de bu geceyi dağda ge- çirelim. Ay ışığı altında dağ kapısına kadar sokulup -hücumdan önce- etrafı tarassud edelim. Yollsrı. hendekleri yakından gis. Bo, Hücümu yarın yaparız Diyordu. Herkes o geceyi dağda grçirme- e taraftardı. Türkân hatun bunu görünce, dağda kalmayı teklif eden zabite — Hakkın var, dedi, bu gece etrafı iyice keşif ve tarassud edelim. Yarın sabah er- kenden kapıya hücum ederiz. Hava kararıncaya kadar dağda dolaştılar, Ağaçlardan taze yemiş toplayıp Türkân batuna ikram ettiler ve bir ağaç altinda kendisini yatınp -vahşi hayvanat rahstiz elmesin diye- elrafında nöbet beklediler. Türkân batun gece yarısı uyanmıştı, Gö- süne uyku girmiyordu. Beş bin kişilik bir ordu ile sardığı bu kaleye ertesi sabah beğ» yüz kişi ile nasıl Kürüm edeceğini düşünü- yordu. Valide sultanın baş ucunda duran zabit- ler arasında biri vardı: Aslan bey, Bu adam, şehzade Giyaseddinin kayınbabası idi, Se- iğ meğe hazırlanırken, Türkân hatunun Fars İline sefere çıklığını görünce, o da orduya katılarak yola -çıkımış, buraya kadar gel- mmlişti, (Arkası var) heyecana uğramışlar; kapının yanın- | beni bir kere alnımdan öp... Seni da duruyorlardı. Tam bü sırada garip bir mâctra zuhur etti, Hayatta yegâne sevdiği bu adamın sesini işitince kadının rü» hunda bir sarsıntı olmuştu. Ölü di- mağı bir an dirilir gibi oldu. Gözle- rinde bir zekâ ışığı uyandı. Âdeta tapınır gibi bir sesle: — Sizmisiniz, beyefendi?... han beyefendi... - dedi. — Evet... Benim... Seni arıyor. dum... Hem de ne kadar zamandır... İşte buldum, buluştuk... Anlat ba. kalım... Onu anlat — Şermini mi? — Evet... Şermini!... — Ah, o ne iyi kız, bilmezsiniz... Melek! Melek!... Benden rica ede- rim, Burhan bey... Onu affet... Ba- na bağışla... Kusuruma bakma, bey- eiğim... Sana ilk defa olarak hayatta sen diye hitap ediyorum... Sesi gitgide zayıflıyordu. — Melek gibi iızdır Şermin... Onun ne kabahati olacak zaten... Affet gitsin... — Ettim. — Onu da, şu küçük yavrum Mü- rTüvveti de hayatta himaye edecek- sin, değil mi2... | — Evet... Merak etme... İşte ye | min ediyorum ki himaye edeceğim... — Şayet rahat ölmemi istiyorsan Bur- çok sevdim beyciğim!... Fakat söyle- meğe cesaret edemedim... Allaha 15- marladık... Hakkın; helâl et... Erkek, ölen kadının alnına dudak- Jarını değdirdi. Pervinin yüzünde bir saadet İfadesi belirdi. Kaptan, kadının dudaklarından, nefes alır gibi, ancak anlaşılır bit ses işitti: — Şermin... Mürüvvet... Burhan... Bu sözleri söyledikten sonra göz- leri birdenbire camlaşıverdi... Öl müştü. Pervin, kaptanın yanında ruhunu teslim ettiği sırada Altıncı dairenin önünü büyük bir kalabalık kapla- mıştı. Otomobiller, sira sıra duruyor, Adeta tramvayların geçmesine mâni oluyordu. Büyük bir evlenme merasi- mi olduğu belliydi. Otomobillerin arasında gayet şık, yeni bir marka vardı. Bunu büyük babası o gün için Belkıse hediye al muşta. Zarif elbisesile gelin hanim merdi- venlerden çıkmağa başlayınca ehali: — İşte bu... İşte bu... - diye mink dandı. — Çok güzel kiz doğrusu... — Damad da öyle... — Biribirlerine pek yakışıyorlar, (Arkası var)