.SOZUN GELİŞİ İnsanlar ateşle fazla oynadılar izde kibrit istihsali artıyormuş. İhtiyaç fuzla olduğu için seneden 56 neye daha çok kibrit çıkarmağa başamışık. Hemen her insanın ce binde bir kutu bulunan ve sıksık ateşlediğimiz şu kibrit denilen alek âde matahın medeniyet âleminde işgal ettiği mevkii hiç düşündünüz mt? Bir gazetede okuduğuma göre, yalnız Avrupalılar, günde takriben dört Wilyar kibrit yakıyorlarmış. Bu kibritler için 800,000 metre murabbaı odun ve 120,000 kilo fosfor sarfediliyor. Gazete, istatistiklerin © haber verdiği bu heticeden sonra yazıya şöyle bir küçük hesap ilâve etmektedir. Bu kib- titleri kutunun kenarına sürüp yakmak için üç saniyelik bir zaman İzm olduğunu kabul edersek, Avrupaldar, bir adamın tek başına ancak Sene, 6 ay, 15 gün ve 6 satte yakabileceği kibriti bir günde yakmaktadırlar. , İnsanların ateşle oynamayı ne derece itiyat haline getirdikleri şu kib. tit İstatistiğinden vazih surette anlaşılıyor. Hakikaten beşeriyetin ateşle en fazla senli benli olduğu bir devirde yaşıyoruz. Ateşle medeniyet arasında sıkı bir münasebet yardır. İnsanlar yer yüzünde, tabiatin öldürücü kuvvetlerine karşı her türlü müdafaa vasıtalarından mahrum, âciz birer mahlük halinde Ysarlarken nasılsa keşfettikleri ateş sâyesinde canlandılar, Onu iyi kul Mhmasını öğrendikleri nisbette kuvvetlendiler, Nihayet yenemiyecekleri hiç bir Mâni kalmadı. Yirminei asır medeniyeti ateşin eseridir. Fakat ateşle senli benli olan insanlar, evvelâ beşeriyet için o yaşatıcı bir Vasıta olarak kullandıkları ve mahsullerini bol bol topladıkları bu maddenin ürücü hassalarını da inkişaf ettirmekte gecikmediler. Medeniyetin o deva- ki, hi Vetmek kabil oldu. Pakat bizde pü, bu tp yük anneler, ateşle hiç bir faydası olmıyan öyle çeşit çeşit ateşli vasıtalar da icad ettiler m emekle vücude getirilen bir medeniyet eserini onlarla bir anda mah- atalar sözü «Ateşle fazla oynamak iyi değildir.» diyor. - Bilirsiniz, hevesine kâpılan yaramaz çocukları oynamak tehlikeli huydan vazgeçirmek için, geceleyin uyurken yataklarını wlâ- üstlerini başlarını kirleteceklerini söyliyerek korkuturlar, Meğer büyük- d€ böyle korkutmak lâzımmış. Çünkü onlar da, ateşle oynıya oynıya işte tihayet sulhu berbad ettiler. GÜNÜN ANSİKLOPEDİSİ Şevket Rado 14.2 nci ve 148 inci maddeler ; Züzeteler, siki Kocasli mebusu Ballloğiu.nun ceza kanununda 143 n- tüy, 118 Inci maddelere temas eden cü- kül, Tİ Üzerinde tahakkümünü şiddet anmak Süretile tatis otmek veya içti- ala grey #iddet kullanarak ortadan bir paviyon açılmıştır. Reisicümhurumuz bu paviyona, Çocuk | Bireme kurunu reisi doktor Fuat Umay'a izatetle (Umay paviyonu) e bir seneden beş seneye kadap ağır hapiş cemasile cezalandırılır. Propaganda ıntlli hissiyalı sarsmak veya zayıflatmak için yapılırsa ceza altı aydan iki seneye kadar haplstir. Madde 148 — (Munddel 11/6/1936) Her kim bir yabancının hizmetinde veya onun İshinde çalışmak Üzere hükümetin olmaksızın memleket dahilinde ya henüz asker! mükellefiyete tâbi bulu nan kimseler varsa ceza üçte birden aşağı olmamak Üzere arttırılır. ismini vermişlerdir. Yukarda yeni periyon görünüyor. m A e Finlândiyanın yeni elçisi Partinin kurduğu kız talebe Yonu, Ankaraya gitti yurdu pazartesi günü açılıyor Amg diyanm yeni Ankara elçisi baron Güm Halk Partisinin Eminönü kükaya“ ailesi, dün akşamki ekspredle An- | Halkevi yanımdaki sokakta Geri Saraylar bap Mtünda harap oldğunu, Eka Kavel Yurdu pazartesi günü saat 18 de Cümhu- aş örMiyenin asia sarsılmadığını, ieab eder | riyet Halk Partisi vilâyet idare heyeti relal ta erin yeniden silâha sarılmağa ha- | B. Tevfik Fikret Sılay tarafından meraslm- işi oduklarını gazetecilere beyan 0ö- le ağılacaktır. Valinin te! Kavgadan sonra | Kırdı Dün; Edirnekapıda Sultan mahallesinde ği Şir mefazatinde vali yerini garip bir vaka olmuştur. Bu semtie oturan Blk halde LEME Mehmed isminde biri bundan üç ay kadar X Möniümdeki yaşı Ağ2dhamede Ak | evvel; ayni mahallede oturan Mehmed Ali data yana Meeks. göğENe e isminde bir kundura boyacısını dövmüş ve Mir. Darülkceseyi tettiş iki dişini de eni O zamandanberi e em e | Ayna Gr taner lan Salan bir bina yapılacaktır. sının içine saklanmıştır. ii U Kapalıçarşının tamiri pa Sokak genini ME bu taşi Dalıçamadaki emlâk, ayrı ayrı Kimse- | açık kapıdan içeri kaymış Mehmed Alinin tasarrufu altanda bulunduğu halde | elinde tabanca ile durduğunu görmüştür, balik Dr çatı altnda olduğundan mal Mickmod, pusuya düştüğünü anlayınca bire den geri dönmek istemiş, fakal bu sırada Mehmed AN de silâhmı ateş etmiş, bir ta raftan da kaçımağa başlamıştır. Mehmed, gevlik bir hareketle kurşundan kurtulmuğ, kurşun, çaml duvarına girip saplanmışlar, Ax sonra hüdise tahkikatına zabıta öl koy- muştur. Mehmed Ali her tarafta aranmak» tadır ILK SEFER Yazan: REFİK HALİD agiz Bizim nesil bir azda inkılâp Karacaahmedinin imamlığında bulunmuştur; kaç devir gömdük ve kaç inkılâbın telkinciliğini yaptık! sile, parâyı saydımız mi düdüğü çö lardınız. Amma, diyeceksiniz ki: «Gi- rerken bizim polis ne yapardı, çıkar ken de vardığınız memleketin zabıta» sı?» bir şeycikler yapmazdı; sanki Haydarpaşa vapuruna giriyor veya Üsküdar vapurundan çıkıyormuşsu- nuz gibi uzakta durur, seyrederdi. Pire'de böyle oldu, Napoli'de keza... (O İtalya ki şimdi, vizeleri yapık viriyor, helva desen de anlamiyor, halya desen del) Pasaportsuzluğuma, tibildir ki Marsilya'da hiç aldırma- dılar, Pariste sormadılar; İngiltereye geçtim, dönüşle yedi devetin, Alman- ya da dahil, hududlarımı aştım, diyar diyar gezdim, tozdum, yattım, kalk- tım, ufak tefek maceralar bile ge- çirdim, hiç birinde; «Nesin? Hani ve sikan?» nevinden bir sorgu İle karşı- taşmadım. Bu, böyle olunca, tabiidir ki para hürriyeti de mevcuddu: İstersen ke merine altın diz, cebine banknot dol- dur veya cüzdanına çek istifle... Dö- viz kelimesi henüz mânasını kimse nin bilmediği mefhumlardandı: <Şu kadardan fezia yanına para ali mazsın!» denilebilecek bir günün ge lebileceğini en imkânsız şeyleri düşü- nen deliler bile akıllarından geçire mezlerdi, Biz, yani frenkçeye vukufu olanlar o zaman dövizin yalnız ki mânasını bilirdik ki ikisi de keseye ve seyahate taallüik etmezdi: Karika- türlerin altına yazılan ibarelerin adı- na döviz denildiği gibi gene frenkis- tanda bir allenin, bir şahsın, bir şe- hir veya devletin arması üstüne koyduğu cümleye de bu isim verilir. di; karşılığı #rümuz» idi. okudukları Anne d'Autriche'in; «Kiy- metim tacımda - değildir», Anne de Bretagne'in: «Kirlenmektense ölmek hayırlıdır., Marie de Medicis'nin: «Beyazlığım akışımdandır» gibi rü- muzlarını, bazı çiçek, dal, yaprak rü- muzlarile karıştırarak hoşça cümle- ler bulurlar ve hususi mektup kâğıd- larının bir kenarına Beyoğlu mai banlarında bastırıp aralarında kulla. nırlardı, Henüz kaç göç çağında ve Marcel Prövot'nun (Kadın mektup- ları) devrinde idik; erkek meclisle- rinden usak yaşayan bu Avrupa fi- kirli hanımlar, uzun, sıkıntılı günle- rini biribirlerine frenkçe mektup yas- makiz geçirirlerdi. Sımsıkı redin. gotlu uşaklar ve sımsıkı çarşaflı kal falar bir köşkten bir köşke, bir ko- naktan bir konağa seyrüsefer eder ler, 6 baygın renkli ve baygın kokulu zarfları taşır dururlardı. Döviz kullanma modesile beraber #simleri küçültmek modası da rağbet bulmuştu. Meselâ «Seniha yerine kısaca «Seni», «Feriha: ya ;«Feris, «Pewlhan» a «Peri» denirdi; bunları bir tesadüfle okurken içimde bir şey ivil ivil oynar, sırtımda bir ürperme acayip bir zevk de duyardım; bu he- nımlar bana dilimden ve dinimden de biras çakar, bazı âdetleri âdetle- göstermek meziyeti, hâlâ devam etti- gi için şimdi baş tesellimdir. Gurbet te bir korkum da bir gün gelip mem- İekete döndüğüm zaman beni avur- du avurduna çökmüş, beli bükülmüş, gözlerinin feri kaçmış ve yüzünde nur, pir kalmamış bir halde görme- leri ihtimali idi. Zavallı Lâstik Said bey, o çevik, zeki, kabına sığmaz gö zeteci ve edip, hürriyetin ilânında Yemenden pek mecalsiz, tüvansın dönmüştü; Bablâli yokuşuna tırma. nrken göstermişlerdi de İçim sızla” mıştı. İşte, yad ellerde fikrimden sa» wamadığım korkunç hayal, İslikbali- min tüyler ürpertici manzarası bu kabil bir şeydi; kendimi yarı kambur, yarı yatalak, gözlerinin akı sararmış ve pınarlarında beyaz tortular topak- lanmış, inliye püfliye o yokuşu çe karken tasavvur ederdim, dönüp ba» kanlar ve: — Ne hale gelmiş, hele şuna bak! Diyenler olurdu. Kulaklarım ağır işitmeğe başlamış olduğundan duy- mazdım amma hoş olmıyan bir söze maruz kaldığımı sezer, ayaklarımı sü- rüklemeğe çalışır, durur durur din- lenir, gene yürür, gene beklerdim, Hulâsa hayalimdeki bu düşkünü bü- tün teferrüatile yaşatarak ezilir, üzü- lürdüm. Bereket ki böyle olmadı; malüm yokuşa kolayca, seke seke tarmandığımı görenlerden bazısı - şü sırada Alman istilâsına uğrıyan Dw- nimarkanın makbul ve mebzul ve lâ- kin bizce mekruh bir hayvanına da benzeterek - velevki o«sapasağlam'» tavsifine bir de o teşbihi eklese, kork- tuğuma uğramadığımdan dolayı ge- ne iltifat görmüş kadar memnun olu yorum, bir kat daha çevikleşiyor, ke çileşiyorum! Ellisinden sonra kırk s6- kizinde göstermek, yani yarım asır- ik hayatta sadece iki küçük seneyi yabancı gözünden gizliyebilmek mr- ğerse ne mazhoriyet imiş... Asıl ikbal karnı hem tok, hem yok olmak sırrına ermektedir; yâni hem perhizsiz yiyebilmek, hem de yediği- ni göz önünde gezdirmemek, işte shhat budur! ... Yemekten sonra meslekdaş iki yeni ahbap güverteye çıktık; bir aşa- ğı, bir yukarı (tabire bakmayınız, vâ- pur güvertesinin İnişi, yokuşu ol mazi) dolaşıyorduk, karşıdan genç, güzel bir kadın göründü, yürüdü, yü- rüdü, yanımızdan tam geçerken mösyö Birteh hemen başından kaske- tini çıkardı, ancâk gene umumi harp- ten evvel görebildiğimiz kadına hür- metli, âdeta mübalâğalı, coşkun bir hareketle selâm verdi. Kadın hafifçe baş ise «küçük Leylâcığım: mânasına ge Mirdi. Ayrıca etrafta, hazzettiklerine de uydurma lâkablar takarlardı: Bo- bo, Bibi, Nano, İfi, falan kabilinden... Dadının boynuna ah benim «Lolo- kuml? diye sanlırlardı; kırk yıllık «Canfeda» kalf& Lölok olur, çıkardı! Fakat, doğrusu, bu zar&rsız züp- pelikleri haricinde pek zarif, pek ter biyeli, bilhassa gayet edepli, hayal mahlüklardı; billür kavanoz içindeki süslü Japon balıkları gibi dar muhit- lerinde koket, mütevekkil ve hulyalı, bir hânım harımcık, uslu puslu, ter“ temiz yaşarlardı ki... Hattâ bana öy- b geliyor ki bu uzak hatıralarım Türkiyeye aid bile değildir. Sanki küçük yaşımda bir başka ülkeye git- miştim, onları bir müstemleke deko- ru içinde görmüştüm; Garplılaşma» ğa özenen Siam ve Annam kadınları idiler; ayrı bir renkleri, kokuları, çocuksu bir şuurları vardı; oyun- caklı, oyalı birer mensur şiir idiler, Boğasiçindeki bilmem hangi sulta- nın sarnuvo> yalısı gibi şimdi, bazan, içlerinden birleile karşılaşınca, yor. gun yüzlerinde bir inkılâb tarihi oku- yorum ve hatıralarımın yükü altında bunalıyorum. Bizim nesil, biraz da inkilâb Karacaahmedinin imamlığın- da bulunmuştur; kaç devir gömdük ve kaç inkılâbın telkineiliğini yaptık. Yalnız bu canezelerde şu fark var dır: Ölen için imam: «Merhumu na- sıl bilirsiniz?s diye sorunca comsat hepsi bir ağızdan: «Fona biliriz» ce vabını verir; «iyi bilirizle diyene, böy- le cesuruna rasgelemezsiniz! nimle konuşmağa başlıyan kendisini tanıttı: Le Monde İllustr& muharrirlerinden mösyö Thâodöre Birteh... Bir ecnebi için adamakıllı denecek derecede türkçe bilişine hay» ret ettiğimi söyleyince mânalı mânalı gülümsedi. Tanıtmak sırası bana gel mişti; İsmimi verdim ve ilâve ettim: — (Son Havadis) gazetesi sahibi! Başında «son» kelimesinin bulun. bile tek nüshası yoktur. Hoş, ne sik- yasi, ne edebi en ufak bir kıymeti ok duğuna kani değilim. İçinde Yakup liğından dolayı değil, idare işini bir ehilsize bıraktığımdan dolayı yürü- yemedi, Ben de baktım ki paramı ne- tice çıkmaz bir iş peşinde üzüntü ve a (Öldüren kim?) serlâv- le dilimize çevirdiği Claude Farröre'in «L'homme gul assasınas- S da onuncu tefrikasında kesildi, kaldı, Fakat seyahat arkadaşıma bu lüzumsuz İzahatı vermedim ve gazete benim gıyabımda da çıkıyormuş gibi göründüm. Adamcağız o ufak tefek, tüysüz tüssüz gazete sahibini - baştaki sıfat- lâr gaşeteye de yükışıyor! - her hal- de biraz garipsemiştir. Yaşım henüz yirmi iki var, yok; biraz da ufak gös- teriyorum. Halbuki o zaman hiç de hoşuma gitmiyen bu yaştan aşağı mehgene gibi sıkıştırdığını duyuyor, henüz uzaklarında bulunduğum frenk gilerine karşı, hemen geri dönmeği isteten bir ürkme, derin bir yabanci» lık, battâ adavet hissediyordum.