24 Aralık 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

24 Aralık 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Bundan on beş sene evvel, Pariste, ga- rip bir pansiyonda o . Komgu- her milliyetten ağamlardı: Çini- ler, Slâvlar, İspanyollar, İtalyanlar... Ba- zan kulağa bir gitar sesi çalınır, bazan genzi bir afyon kokusu okşardı. Odam, Alman zannettiğim bir kadının- kinin yanındaydı, Uzun boylu, ince en- damlı, saçları açık sarı, elleri gayet ince, tırnakları pek manlikürlü, 'eibiğeleri eski, yaşı hayli ilerlemiş olan bu'Kadının adı madam Durkelm'di. Ancak gece yarısı yat- mağn gelirdi. Bir kış akşamı saat doküza doğru, bir yanık kokusu duydum. Kilaplarımın üye- rine eğilmiş başımı kaldırarak kapımı aç- tığım sırada: — Yangin var! - diyo bir ses işittim. Hakikaten de etrafi müthiş bi? duman bürümüştü. Adamlar sağa sola koşuşuyor- lardı. İtfaiyeciler de geldii Ateş madam Durkekm'in odasını sarmak! üzereydi. Yarım saat kadar süren bir Çalışmadan sonra felâketin önüne geçlidi. On buçuğa doğru, ev, gene eski sakin Balini aldı. in, Komşumun birdenbire , gece yarısı koridordan edi sırada kar- şısına çıktım. — Affedersiniz, madam! - dedim. - Bu- gün uğradığımız kazıdan haberiniz var mı? Komşunuz az daha bütün evi yakıyor- du. Sizin odanızda da ufak tefek tahribat var. Fakat ehemmiyetli Kapısının eşiğinde sapesni kesildi. Bayı- lacak gibi oldu. Hiç bir şeye dikkat et- meksizin hemen Koşup 'yatağının başı Ucundaki gürden eski bir gartföy çıkardı. İçindekilerin durduğunu Oh, çok şükür! - diye Fab it bir mefes aldı. Sonra bana döndü: — Hayir, zannettiğiniz gibi değil... Bun- lari gençliğimden kalma hatıralı mektup- lar zannetmeyiniz.. Portföyümdeki evrak bütün hüviyetimi medyun ,olduğum güzel Viyana sarayının hatıralarıdır.. Tarihe İntikal edecek bir dramın vesikaları Küğu uzattı, Zarfın üzerinde Avusturya Rünedanının. damrasnı gördüm. — Bunlar, imparaleriğe Elisabeth'in mektuplarıdır. Facla esnasında ben kendi- sinin nedimesiydim. Dimağımda mabud dram birdenbire can- lanıverdi: o Sakin göl, İmparatoriçenin mukadderat tarafından tayin edilen ölü- mü. Demek ki kendisini yakından tanıdı- maz? - diye sordum. — Evet. Benide pek severdi. O za- Manlar henüz on sekiz yaşındaydım. Bu kadınla uzun uzadıya görüşmek ar- zusunu hissediyordum. — Madam! - dedim. -Bemaverim kaynı- yor. Sizin de odanız bu gece oturulacak vaziyette değil galiba... Lütfen benimle bir çay içer misiniz? — Peki! Maalmemnuniye.. - deyip yü- rüdü. Oturması için bir koltuk gösterdim, Ya- Ban kar, tâpa lâpa, camlara çarpıyordu. — Zavalh Avusturya. - diyerek lâf açtım. ». — Dram esnasında Avusturya toriçesile beraberdim! - diye göze başla dı. - Gölün üzerinde beraberce dülaşıyor- duk. Birdenbire majeste satardı. Ufkun bir poktasını göstererek: «Geliyorlar!» dedi. Kırmızı gagalı yedi karga görünüyordu. Gaklıyarak, başımızın geçtiler. «Cidden korkunç bir «Birdenbire imparatoriçeyi asabi bir buh- ran kapladı. Hemen dönmek istiyordu. Yalnız kaldığımız zaman i#trablarını an- lattı, ner) tarihi hadise, bunu takip et- Allenin başina ne zaman” “bir felâket gelecekse, meşum karakuşlar, yedi tane olarak görünürmüş. Bunun dr efsanesi var. 4Biliyorsunuz ki, Habsburylar, asırlarca müddet Avrupada saltanat sürmekle, dev- lete nali olmakla beraber saadete kavuşa- madılar, Dalma bedbaht yaşamışlardır. «Sebebi, on ikinci asırdaki bir maceraya atfedilir. «Bu devirde Rodolphe von Habsburg is minde bir senyor Url, Sehwitx ve Un- terwalden'de hüküm sürüyordu. Gayet ha- şin, zalim bir tabiati vardı. Maiyetinden Arşaria Konunun karına göz Koyduğu ve kadın tarafından reddedildiği için Kon tu ölüme mahxüm etti. Adam, siyaset mey- danina cesaretle gitti ve tam öleceği sıra- du, guddar efendisine müthiş bir beddua- da bulundu: «-- Sana sadıktım! - dedi - Fakat sen beni öldürtlüyarsun. Öyle olsun! Amma, dinle: Ne kendin, ne de çocukların saadet yüzü görecek... Geyaları kan kırmızı yedi karga, çarpılacağınız cozanın haberelsi olacaktır. Yedi asır müddetle felâket için- de saltanat sürdükten sonra sukut çde- ceksiniz!.. «Bu beddua üzerine felâketler başladı. Yalnız son devirlerdekini sayayım: Alglon'un annesi Marie - Louise, bir sabah, Schön- brunn sarayından uzakta bulunuyordu. Gezip dolaştığı sirada, felâketi haber ve- ren hayvanları gördü. Şöyle haykırdığı meşhurdur: «— Kiveda ey gençlik, saadet ve hayat! «Prünsua “Jozef gençken tahta çıktı. Fakat dalma yedi karga korkusile yaşadı. «Maximilien imparatorluk hayaline dü- şüp de Meksikaya gittiği zaman, merasim alayı Viyananın Ring caddesinden geçi- yordu. Yedi karganın hayali semada be- lirdi. Karısı Charlotte bu hayvanların ken- di üzerine doğru ândiklerini farketti. Ams- rikadan, Maximilien'in cesedi getirildiği moşhurdur. «Böylece Meyerling faclasına kadar pa- liyoruz. Yedi karga orada da görünmüş- tür. Saray-Bosnada ve Karl'in ölümünde hep ayni hayvanlar asilerin üzerinde be- Brmişlir. Ocakta odunlar yanıyor, semaver fıkır diyordu. İhtiyar kadına bir fincan çay daha teklif ettim. Saate bakarak; Şimdi bir sinemada program dağıla- rak hayatımı kazanıyorum! - dedi. - Al lahtan ki işim geç başlıyor da bu saate kadar oturabiliyoruz... — Demk bu efsaneye nazaran artik Habsburgların tarihi bitâi? - diye sordum. — Hayır, bitmedi! - cevabım verdi, - Bu menfa. hayatında sürdüğümüz günlerin bir sonu vardır. Habsburkların kartalı, Avusturya sancakları üzerinde yine kana dını açacak. — Ne zaman? — Eski efsanelere nazaran üç kere ye- di sene geçtikten sonra, şeamet devri ar- tak bitecektir, 1918 den 1939 a kadar bu devir sonuna ermiş oluyor. i... Tene parator Otto önümüzdeki yıl tahtına kavu- şacaktır. Yedi karga urlık uğursuzluk çe- tremiyecektir. | Ferdinand. Reyna'dân Tercüme eden: (Hatice Süreyya) Gülhane müsamereleri Gülhanenin 959 - 049 senesi $ Tıbbi mü- sameresi 22/1. Kân./939 cuma günü Prof. Zeki Uralın reisliği altında izkiad etmiş ve: 1 — Prof. Burhaneddin Tugan kilye taşlarmın teşekkülleri nüsklerinin men'i ve tedavi prensipleri hakkında bir konfe- rans vermiş. 2 — Pro. Kemal Serav ta- rafından halip taşları ve inhilâtları hak- kında bir tebliğ yapılarak bunları aid vakalar gösterilmiş. 3 — Prof. Niyazi İs- met Gözcü farafından (Konjoktiva oku- M) de ender rasgelen bir (ipodermeld) vaka takdim edilmiş ve beşrihi marazi baş asistanı Dr. Ziya tarafından bü vakaya aid müstahzarlar a izahat verli- miş. 4 — Asabiye asistanı Dr. Selâhaddin tarafından malaryadan İleri gelen meso- cephal sipndrome) u takdim edilmiş. 5 — Röntgen baş asistanı Dr, Vasfi tarafından interesant flimler gösterilerek müsamere ye nihayet verilmiştir. Münakaşalar; Prof. Niyazi Göncü, Prof, Murat, Prof. LAL iş- tirâk etmişlerdir. Türkiye Radyodifüzyon Postaları . Dalga uzunluğu : Türkiye Radyosu iç z 1048 m. 182 Ke./8. 120 Kr Ankara Radyosu T.A. P, 31.7 m. 9465 Ke./5 20 K. W. TÜRKİYE SAATİLE Anhara radyosu 31.7 metre kısa dalga postasile her gün yapılmakta olan ecn dillerde haberler neşriyatı programı: z Birinel servis (İkinci servis İranca Saat 1209 Saat 170 Arapça ». 1215 » 174 Elence 1345 1845) “Türk müziği: Seçilmiş eserler, Ankara rad- yosu küme ses ve sar heyeti Idare eden: Mesud Cemil, 1330-1430 Müzik; Küçük orkestra (Şef: Necip aşkın), 1- Freler: Ay- ay-ay (serenad), 2- Gangiberger: Küçük Voplantı, 3- Bizet: Arlezyen sulti, 4- Mic- heli: İspanyol serenadı, 5- Franz Lehar: "Tarla kuşunun öttüğü yer, 6- Tschalkowky: Romans. 18 Program, 18,05 Memleket saat ayarı, ajans ve metsoroloji haberleri, 18,25 Mü- Radyo caz orkestrası, 19 Çocuk saati, 1940 Türk müziği: Halk türküleri İnebola- Ju Sarı Recep larafından, 1945 Türk mü- ziği: Çalanlar: Ruşen Kam, Reşat Erer, Refik Persan, Cevdet Kazan, 1 — Okuyan: Necmi Riza Ahiskan, 1- Nihavendi kebir Peşrevi, 2- Arif bey - Nihavent şarkı; (Şa- Tap iç gülteminde), 3- Rahmi bey - Niha- vent şarkı: (Saçlarına bağlanalı), 4- Re- şat Erer: Keman taksimi, 5- Nihavent gar- ki: (Çörülme zülfüne ey dilrüba), 6- Arif bey - Nihavent şarkı; (Söyle nedir baisi za- rın gönüli, 7- Nihavendi kebir saz sema- ti, 2— Okuyan: Melek Tokgöz, 1s Rahmi bey - Hisarpuselik şarkı: (Bir nevciyansın), 2- Rahmi bey - Hisarpuselik şarkı: «Dilde 3- Sel. Pmar - Karcıar O0s- artık kalmadı), şarkı: (Kalbimi ayağına atsam), 4- man Nihat - Kürdilihicazkâr şarkı: (Kaç yıl yüreğim sızladı), 20,30 Konuşma: (Türk tarihinden sabifeler), 2045 Türk müziği: Fasıl heyeti, 210 Semihn Cenap Berksoy tarafından şan resitali program: 1- Riç- hard S'rauss: sArladne auf Naxos» opera- sından Arladne'nin böyük aryası, 2- Jo- hannes Brabms: 4) Ninni, b) Demirci, 3- Hugo Wulf: a) Eski bir resim üzerine, b) Gizlilik, e) Pennada bir sevgilim var, 4- Franz Sehubert a) Margarete çıkrık başın- da, b) Serenad, 5- Cemal Reşid a) Çeşme, b) Ak koyun meler gelir, piyano ile refakat öden: Cemal Raşld, 22 Mefhleket saat aya- rı, Ajans haberleri, 22,15 Ajans spor ser- visi, 22.25 Müzik: Câzband (PL), 23,23-20,30 Yarınki program ve kapanış. Aklı bozuk bir heroin satıcısı Heroln, esrar satinak ve kullanmak süç- larından mazmun Ali adinda biri yakala- narak asliye beşinci ceza mahkemesine ve- rilmiştir. Alinin muhakemesi neticesinde, kullandığı zehirlerden şuurunun bozulmuş olduğu anlaşıldığından Bakırköy. emrâz akliye bastanesinde tedavi altına alınma- sina karar verilmiş ve kendisi mevciden hastaneye sevkedilmiştir. Sarhoşun marifetleri Nuruosmaniye civarında oturan Meh- med adında biri gece sarhoş olarak evde karı Siranoşu bir odaya kilitleyip haka- ret ve ölümle tehdid elmek suplarındanı Sultanahmed üçüncü sulh ceza mahkeme- sine verilmiştir. Muhakeme sonunda suçu sabit olduğundan Mehmedin on gün müd- detle hapse konulmasına karar verilmiş. tir. Balyozla yaralandı Kersstecilerde bir mağazada çalışan Ce- mil ve Mehmed isimlerinde İki arkadaş bir örs üzerinde keser yapmaktalar iken Meh- medin vurduğu bir balyozla Cemli Jura- lanmış, polis tarafınan hastaneye kaldırıl- sniştar, 5 » Fransızca » Me » 300) Bulçarca » » 10 PAZAR 24/12/439 1230 Program ve memleket saat ayarı, | yagı 12 Ajans ve meteoroloji haberleri, 12,50 Tefrika No. 9 İSLÂM TARİHİNDE Türk kahramanları Yazan: İskender Fahreddin Selman, Tarık?a. bir mektup yazarak mücahidlerder yarısını umumi karargâha göndermişti Duvarlarda birçok eski resimler ve Kığtale hükümeti erkârının, bilhassa kral Rodri- kin mücessem tabloları. İsanın, Meryemin heykelleri ilk bakışta göze çarpıyordu. Tıpkı bir müzeye bebziyen bu odanin birkaç kapısı vardı. Selman odayı gözden geçirdikten sonra, odanin diğer kapılarını da açıp kapıyor, etrafı tedkik ediyordu. Bir aralık arkadaşlardan birinin sesini duydu: - Burnda bir genç kadın yatiyor, Sey» Selman bu sesin geldiği yere koştu. Fernandonun odasının yanındaki kapı ünde duran mücahidlerden biri ilâve et- — Ölü değil... Fakat, ölü gib yatıyor. Selman ve arkadaşları bü odaya girdik- leri zaman şaşırmışlardı. Geniş bir sedirin üstünde, yastığa başını dayamış horul bo- rul uyuyan ve şatonun içindeki gürültüle- rl duymamış gibi görünen bu kadında |) kimdi? Yaşı henüz yirmi beşinde bile yoktu. bel- Ki de daha gençti. Uzun siyah ve parlak saçları yaslığın üstüne dökülmüş, uzun kıvrık kirpiklerinin gölgesi yanaklarının üzerine yürümüştü. Bu kadar mütenasip ve güzel vücüdlü bir kadına Selman ilk de. İa raslıyordu. ” Hattâ - İddia editebilir ki -Tarık bile, İs- panyaya ayak bastığı gündenberi bu kadar güzel bir kadın görmemişti, Şatoda uyuyan kadın kimdi? Mücahidler, kızıl rahibin şatosunu ele geçirmişler ve kapısına nöbetçiler dikerek, bütün odaları tekrar birer birer araştırma» Za başlamışlardı. Selman, sedirde yatan ve bir türlü uyan- mıyan güzel kadını ayılımakia meşguldü. Şato sakinleri kaçtıkları halde bu güzel kadını burada -hem de tek başına- nasl ve neden bırakmışlardı? Solman merakından çaslıyordu. Mücahldlerden biri genç kadının şakak- larını uğuşturarak; — Korkma! - diye sesleniyordu - eğer yalandan uyuyorsan, emin ol ki, sana bir fenalık yapmıyacağız. Günlerini aç.. ve bi- 26 Formandonun nereye kaçtığını, yahud bu şatoda nereye gizlendiğini söyle! Uyuyan ihsan, uyanık insanla konuşur mu hiç? Güzel kadın gözlerini bile kırpmıyordu. Selman, genç kadını kucakladı. Başını, kollarını sarstı, Nefesini dinledi. Fakat, baygın. rengi de sap- Güzel kadının korkudan bayıldığı muh- temeldi, Fakat, papas Fernandonun kadın düş- manı olduğunu herkes bilirdi. Böyle güzel bir kadının kızıl şatoda ne işi vardı? Akıncılardan biri: - Hiç şüphe yok ki, bu da bir tuzaktır. Diyordu, Mücahidler merak ve heyecan içinde.. hepsi de bu güzel kadını ayıltma- Ea, konuşturmağa çalışıyordu. Selman, baygın kadınla fazla uğraşarak vakit kaybetmek istemedi. Oda kapısının önüne iki nöbetçi dikerek, tekrar alt kata indi, Selman ve arkadaşları, şatonun Semin katından papasın ve adamlarının nereye ve nasıl kaçtıklarını anlamak için, gizli yol ve kapıları aramağa koyuldular, Selman, Fatnin ile şatoyu bir gece taras- suda geldiği zaman buradaki cellâdları ve mis muhafızlarını gözile görmemiş olsay- «Papas belki de buradar yalnız yaşıyor.» Sd geçecekti. Bu sırada, zemin katında yatan müslü- iman esirler birer ikişer canlanıp kalkıyor- du. Herkese yeni bir gayret gelmişti. Gürlerdenberi bin türlü işkence ve ıztırap içinde ve yar: ölü bir halde yaşıyan esirler, dindaşlarının kızıl şatoya hâkim oldukları- Bi görünce, daha çok sevinerek, biribirlerine dayana dayana şatodan dışarıya çıkmağa başladılar. Şatonun önünde muvakkat bir karargâh kurmuşlardı. Mücehidlerin bir kısını buruda bekliyor» a. Mücahidler şatonun zemin katını araş- türirken, yer altında bir taş kapak bulmuş» Jardı. Bunlardan birkaçı taşa osursldılar.. k kolaylıkla açıldı. , bir küçük taş merdiven. Mücahidler ilk önce burasını küçük bit mahzen sanmışlardı. Araplardan biri hay» — Dikkat ödelim, Belki de Fernado bu- raya saklanmıştır. Merdivenden meşalelerle indikleri saman, yeraltında kazılmış derin ve uzun bir yol ile karşılaşan muharipler derhal Selmana haber verdiler. Selman, yer altında gizli bir yol keşle- dildiğine hiç de hayret etmemişti. O bünu göztle görmüş gibi biliyor ve bekliyordu. Selman sevinçle: — Yola bakın, dedi, hangi istikamete doğru gidiyor? Mücahidlerden biri cevap verdi: — İşbiliye kalesine dağru uzanıyor... — Yarık. Alçakları kaçırdık, Demek ki, burada askersiz oturuşlarının sebebi bu 4miş. Selman bu haberi aldığı zaman, tekrar genç kadının yanına gitmiş bulunuyordu. Bu sirada birkaç mücahid odaya girerek; — Bize müsaade ediniz. meşalelerle bu gizli yola ineceğiz. Dediler, Selman itiraz elmedi: — Poki, Fena olmaz, dedi, Lâkin, bu teh- Hkeli bir yoldur. Şimdilik on kişiden faz- Ja girmesin. Diğerleri yolun ağzında bekle Mücahdiler gizli yolda tertibat alarak, fasılalı gözcülerin tecessüsü altında yola düzüldüler, Barası bir İnsanın serbesce yü- rüyebileceği şekilde kazılmış bir yoldu. Yü- Tüdükçe genişlediğine bakılırsa. Bu yol, İş“ biliyeden kazılmağa başlanarak, buraya ge- Hneeye kadar daralmıştı. Acaba yeraltı yolu kalenin içinde mi ni- hayet buluyordu? Şüphesiz Ki, böyle ola- caktı, Bunu başka türlü düşünmek mâna- sz olurdu. Fernandonun o güne kadar bu şatoda ser« besce nasl ve heye güvenerek olurduğu an- , Selman, 'Tarıkn bir yaza- rak, müeuhidlerden yarısını kararrâha göndermişti. Şatonun etrafını ve içini saran muharip- Jer şimdilik burasını muhafaza etmek için çoktu bile. Ancak bu işin sonu nereye va- racağını düşünen Selman: — Belki bir taraftan ani bir hücuma uğ- TAKI. Endişesile ihtiyatlı hareket etmeğe meo- bur olmuştu. Böyle gizli yollar yapmakta meharet gös- teren İspanyolların herhangi bir yerden ge- ce baskınına uğramaları ihtimali dalma göz önünde tutuluyordu. O gün, bir müddet sonra, yeraltı yolundan giden gözcüler geri döndüler, — Yolün ortaşında taşlarla örülmüş ka- Jan bir duvar var, Bu duvarı aşamadık, de- diler, Selman, yeraltında tehlikeli bir macera- ya niyetinde değildi. Zaten bu ka- dar dar ve karanlık bir yoldan - sonu kale içine dayansa bile- asker sevkine imkân yoktu, Yolun ötebaşında düşmanın büyük kuvvetleri yardı. Selman ve arkadaşları o geceyi bu öytür- engiz şatoda geçirmeğe karar verdiler. (Arkası var) Tuzak içinde Tuzak 'Tefrika No. 16 Nakleden : (Vâ - Nü) — Peki sonra? - diye sordu. — Ne demek istiyorsunuz? — Sonrâsını “düşünmüyor musu- nuz ki, sizi kanunlar, bir adamla bir çocuğu öldürdünüz diye mahküm edebilir... İhtimal, benide Celâlin yanına göndermek bir dereceye ka- dar hakkınızdır... Fakat zavallı ma- s#umdan ne istiyorsunuz? Kaptan, istihfafla dudağını büktü. — Yanılıyorsunuz: Kanunlar be- nimle hesaplaşamaz. — Niçin? — Beni iyi dinleyin... Hayatima Kıymet vermiyorum... Şimdiye kadar önümde fevkalâde güzel bir istikbal açık duruyordu: Şerefliydim, zengin- dim, âşıktım, kuvvetliydim, cesur- dum... Maddi, manevi hasletlerim vardı... Halbuki siz, benim her şeyi- mi düşüncesizce, ahmakça, alçakça mahvettiniz... Şerefim, cesaretim, Aş- kım kalmadı... İntikamım tamam. landıktan sonra icap ederse kendimi de rekibim haline getireceğim: Öle. ceğim... Dünyada hiç bir şeyden kor- kum yok... Halbuki siz yapyalnız kalacaksınız... Vicdan azabı içinde kıvranacaksınızl... Anladınız m1? — Maalesef çok iyi anladım. — Nerede kızınız? — Hayatına kıymıyacağızına dair yemin ediniz. — Ediyorum. — Evlâdımı yim bae miyim? — İleride... nızın hayatını kurtaracaksınız! Hidayet ölü gibi sapsarıydı. Nefes alamıyordu, Erkek, kadını bir kavra- yışta, yatağa yatırdı. Omuzlarından silkti: — Söyle. Kulağını biçarenin ağzına daya mış esöylel» diye zorluyordu. Nihayet Hidayet: — Kızım Giırgırcı Galipte,.. - diye itiraf etti, — Penhir köyünde mi?.., — Evet... — Zaten şüpheleniyordum. a ÇE. — Fakat zalimliği son haddine yardırmıyacaksınız... Arada sirada göreceğim yavrumu, deği mi? — Söyledim ya... İhtimal... Her halde omu öldürecek değilim... Söz verdim... Esasen masum kanile elle- fimi kirletemem... Bu cümleleri gayet haşin bir târz- da söylemişti. Kadın kendini yastık- ların üzerine bıraktı. Gözleri tavana âlkilmiş, yürekler acısı, bir hal al miştı. Erkek birkaç saniye tereddüd etti. Karısına, acaba kalb sektesinden öl dü mü diye baktı. Bunca zamandır sevdiği, hele ayri- uk aylarında o derece özlediği Hida- yetle şimdi işte yanyanaydı. Heyecandan sapsarı kesilen, ağla- maktan 'gözleri şişen bu sevgili ka- dının güzelliği huzurunda yaptığı ha- şin hareketlerden bir an pişman ol- du. Fakat bu, ancak bir an süren bir histi, Gurur ve azameti galebe çaldı. Merhametini boğup susturdu Böyle yumuşaklıkların sırası değildi. Kadının ölmediğine itimad hasıl edince doğruldu. Yarı baygın yatan zavallının üzerine yorganı çekti. Yatağa bir kere daha eğilerek sey- gilisinin yüzünü seyretti, Bu dudakları öpmemek için nefsi. ni zor zaptediyordu. Kendi kendine «— Allaha ısmarladık, Hidayeti... İhtimal bir daha görüşmemek Üze- re.» Sonra, balkondan cesedi aldı; sırtı na vurdu. Kapıları aça kapaya ka- lenin dışına çıktı. Balıkçı Kara Yu- sufun sandalına yaklaştı. Şişe dolusu rakıyı içmek yüzünden herif Yemliha uykusuna dalmış bu- Tunuyordu. Korsanoğlu, cenazeyi kayığa yük- lerken: — İyice sızdın mı? - diye balıkçıyı ayağlle dürttü. Adam cevap vermedi bile... Hattâ homurdanmadı... O derece kendin- Kaptan, ipi çözdü. Yelkeni açtı. den geçmişti. Tekne tekrar dalgalar ortasında çal- kanmağa başladı. Çok geçmeden kayık hayli İlerlemiş bulunuyordu. Gecenin sisleri arasın. da silüeti görünen kaleye, Burhan bir kere daha baktı. Epeyce açıkta bulunuyordu. Bahriyeli, cesedi çuya- la koydu. Başına ve ayağına taşlar bağladı ve denize saldı. Mutekid bir adam olduğu için eli ni açtı. Üç ihlâs bir fatiha okudu. Sonra, tekneyi sâhllin bir noktası- na doğru yürüttü. Bir kumluğa baş. tankara etti, Burun tarafında hâlâ uyuyan sarhoş balıkçıyı: o vaziyette bırakarak kendi karaya atladı, Kum- lar ve kayalar birbirine karışmıştı. Kaptan, hoplayarak, sıçrayarak, bir yarın üzerine çıktı. 'T& uzakta Penhir denen köy gö- rünüyordu. Bu uçta ise, ötekilerden ayrı olarak bir balıkçı kulubesi göze çarpıyordu, Ne münzevi bir hali vardı. Sahibi olan Gırgırcı Galip henüz gelmemişti, belii ...Zira, kayığı orta- da görünmüyordu. Bu adam, namuslu, muntazam, fakat hayatta Lek başına kalmış bir biçareydi. Annesi, babası, kardeşleri, hulâsa kimsesi yoktu. Kendi gibi metrük bir kızcağız bulmuş; Feride ismindeki bu zavallı ile evlenmişti. Senelerdir burada, Penhir'in köşeci- Binde ömür sürüyorlardı. Kalenin kendilerine bir ço- cuk emanet edelidenberi, kendileri. nin iki öz evlâdlarile beraber üçüncü. bir yavruya da bakıyorlardı. Bu s9 nuncusunun ayağı cidden uğurlu gek mişti: Zira, gene kale bekçisi, bol pü- ra getirmiş; eşya almışlar, ahırlarına bir tane de sütlü inek bağlamışlardır. İşleri işti! Kaptan, karanlıkta yürüye yürüye kulubeye yaklaştı. İçeride hiç ışık görünmüyordu. Balıkçının henüz işte olduğunu tahmin etti. Fakat gene de kapıyı vurdu. İçeriden bir kadın sesi: (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: