İ k Bir tanıdığım vardır. Kendisi kürkçüdür. İşinin de erbabıdır. Çok iyi kürkler sntar. Bonra bu zatın bir hususiyeti da vardır. İki ayaklı bir hatıra küpü kulindedir. Ba- zen öyle garip hatıralarını anlatır ki, onu dinlerken hayretle ağzım iki karış açılır Lâkin tatlı tatlı hikâyeler anlatabilmesi için mutlaka keyfinin pek üstünde olması lâzım» dır. O günü fevkalâde neşell id. Yanyana Ga- Yatasuraydan Taksime doğru yürüyorduk. Bir aralık yanımızdan gayet cazibeli, şık. kürklü bir kadın geçti, Genç kadin yanım- daki zata tatlı bir gülümseme ile selâm ver di. Kürklü kadın biraz üraklaşınca kürkçü dönüp uzun uzun arkasından baktı. Ken- disine sordum: — Ne 0? Kürküne mi bakıyorsun? — Yone... Sırtındaki Kürkü ben verdim... Ben o kürkün hikâyesini bir bilsen.. — Anlat da öğrenelim!.. Cebinden tabakasını e bir sigara yaktı, anlatmağa — Efendim, bu genç Kadımi çok uzun 78- mandanberi tanırım. Kendisi hakkında çi- karılan bir çok dedikodular t& kulağıma ka- dar da gelmiştir. Onun için neler, neler söylerler. Fakat şurssi muhakkaktır ki, bir- ax macera seven bir kadındır. Likin bana ne? Müşterilerimin hususi hayatları hak- kında tahkikat, tedkikat yapacak değilim ya... Ben de onun için çıkarılan dedikodu- larla alâkadar bile olmuyorum. O her zaman bizim mağazaya gelir gider. Kâh bir yakn alır. kâh bir kürkün tamirini yaptırtır. Sö- zün kısası daimi müşterimdir. Bu mevsimin başında dükkinımda güzel bir kürk vardı. Bir gün bu genç kadın gel- di. Kürkü gördü. Pek beğendi. Üzerine gi- yip tecrübesini yaptı, Bu sefer daha ho- Şuna giti, Bundan sonra flatini sordu: — Başkası olsa 1000 derdim amma size bu k kürkü nihayet 900 liraya'bırakabilirim.. dedim, Biran durdu, düşündü. Güzel ince kaşla- rını çatlı. Zihninin içinde küçük bir hesap yaptığı anlaşılıyordu. Sonra büyük bir te- reddüdle: ! — Ben bu kürkü alacağım... Alacağım amma... dedi ve durumandı. Bonra da gü- Jerek ilâve etti: — Bir şartla... Acaba kürkü taksitle imi almak istiyecez- t1? Doğrusu ilk defa hatırıma bu gelmişti. Ona: "” — Buyrunuz, dedim, Sizi dinliyorum... — Şartım şu... Bu küfkü üç kişiye aldı- ! Benim hayret İçinde yüzüne baktığımı | görünce işi şakaya di maksadile: — Şey!.. dedi, arkadaşlarıma bir mu- | iplik yapmak istiyorum da... ! Benden cevap beklediğini görünce: | — Peki.. dedim, nasıl isterseniz... O bana izahat verdi: — Bu üç kişi ile tabil ayrı ayr geleceğiz, Biz de kürkün hakiki f#latinin üçte birini söylersiniz. Yani 300 lira dersiniz. Ben cv- velâ kürkü alır, eve götürürüm. Ondan #ons 7a tekrer size gönderirim. Tekrar gelip Xür- | kü yeniden üç yüz Uraya alırım. Ondan #0n- ra bu hareketi gene tekrar ederiz. Sizin eli- nize dokuz yüz lira geçtikten sonra kürk de benim olur. Uzun müddettenberi tanıştığımız için ba- na bu derece açılmakta hiç bir mahzur gör“ memişti. Ertesi günü dükkânımda otururken bak- | tım. Bu genç kadın geldi. Yanında da bir | erkek vardı. İçeriye girdikleri zaman Ka- | dın bana gizli bir işaret yaptı. Vaziyeti an- Tadım: Bir gün evvel giydiği kürkü çıkarttı, San- ki onu ilk defa görüyormuş gidi akı bir muayeneden geçirdi. Ondan sonra kürkü siydi. Büyük aynanın önünde canlı terzi man- po gibi döndükten sonra yanındakine u: Erkek. herhalde kürkün flatini düşün. mekte olacak ki, dalgın bir tavırla cevap verdi: — Yakıştı, yakıştı... Bundan sonra bana döndüler kürkün fi- etini sordular: — 300 Hra dedim. Tefrika No. 143 «Ne kadar ucuz!» gibi biribirlerinin yüz“ lerine baktılar. Herhalde bundan evvel bir- kaç kürkçüyü daha dolaşmışlar, kürk fat- leri hakkında bir fikir edi; şlerdi. Bir kö- ede sark! bana işitlirmek istemiyorlarmış gibi fısıl fısl birşeyler konuştuktan son- ra tekrar bana döndüler. Kürkün flatinin üçte birini söylediğim halde: — Bize birax ikrom edemez misiniz?.. sd sormazlar mı? 'Tabtl hemen cevrp veğ- — İmkânı yok efendim!... Üş yüz lirayı saydılar. Kürkü kendileri- ne tesihn eltim. Bu kadar güzel bir kürkü bu derece ucuza aldıklarından memnun, ve- dr ederek dışarı çıktılar, Lâkin beni de adam akıllı bir telâş aldı. Çünkü kürk bu suretle 300 liraya elimden çıkıp gitmiş olacaktı. Nitekim aradan biz bir buçuk saat geçtiği halde kürkten bir haber çıkmaymes beni epey bir telâş aldı. Fakat baktım, Bir müddet sonra bir kadın kürkü getirdi. Onu tekrar yerine koydum. Pek az sonra da genç kadın gene tatlı gü- lüşlle dükkâna geldi. Bu sefer yanında baş- ka bir adam vardı. Bir iki saat evvel kendisine sattığım küt- kü çıkarttırdı. Giydi, Gene büyük aynanm karşısında manken gibi döndü. Yanındaki- ne ayni suali sordu, Ayni kürkü gene 300 lt ruayn ikinci defa sattım. Bir müddet sonra kürk tekrar dükkâna gelmişti. 600 lirasını aldığım kürkü yerine yerleş- tirirkon sinirimden gülüyordum. Akşama doğru genç kadın şişman Adamla geldi. Kürkü çıkarttırdı. Giydi, ie gendi. Platini sordu. Tabii ben gene: — 300!.. dedim. Piati pek ucuz buldular. Aldılar, gittiler, Dedikoduları işittiğim membadan haber al- dım. Bu üş erkeğin hiç biri biribrini tanınıı- yormuş. Hepsi biribirinden habersiz üçer Yüz lira vererek kürkü genç kadına almış- lar Eski kürkçü sustu, Gülümsedi, Sonra da yavaşça kulağıma fısıldadı; —— İşin en garip tarafı neresi biliyor ma- sun ?... Şimdi bu üç kişinin hepsi ayrı ayrı kadını sokakta kürkü İle uzaktan gördükla- ri zaman içlerinden: «Bek! diyecekler. sır- tında benim aldığım kürk... Benim kürkü. mü giyiyor.» ve böylece övünecekler.. Dün- ya gariptir. Hikmet Feridun Es Va. 521 İlarehane: Babılli civarı Acımusluk sokak No. 13 70 1203 1428 1641 18,19 KÜÇÜK İLÂN okuyucularımız arasında EN SERİ, EN EMİN EN UCUZ vasıtadır. Alım salım, kira işlerin. de iş ve işçi bulmak için istifade ediniz! SEVİLEN KADIN Süzan beyhude yere ricada bulun- du, durdu. Ayrıldıkları sırada, Hati- ce, kardeşinin kulağına şu sözleri fısıldadı: — Tedavi edilmekte geciktim... Artık bundan sonra kurtulsam da fayda vermez... İnsanlıktan çıktım. Anne kız, evlerine döndüler, — Allahım... Bir kızımı bağışlar dın; sevdiğim erkeği de benden ayır- ma! - diye dua etti. ... Atlılar, saatlerdenberi dağ yoluna tırmanıyorlardı. , Daktor: — Bu seninkisi de akıl mı?.. - diye hiddetleniyordu. - Âlâ otomobil du- rurken beygirle gitmek iş mi sanki!... Bacaklarım koptu... Sünnet çocuğu- na döndüm. Seza alay ediyordu: — Spor, doktor, sporl... Biraz za- yıflarsınız, son moda olursunuz, daha iyi. — Yere batsın spor, yere batsın — Hem otomobil bizim yere kadar Nakleden : VWâ - Nü) gitmez ki... Birazdan patikalara sap- mak mecburiyetindeyiz... Asıl meoso- le o değil... Ben hastalanıyorum ga- oradan da gövdeme doğru bir ateş yükseliyor. Doktor: — Şaka yapma diyeceğim amma, nabzın da hakikaten fazla atıyor. « — Geri gitmek demek, bütün bu geçtiğimiz yolları yeniden katetmek- tir... Halbuki İki saat daha yol aldık mi, bir dam altı bulacağız... Sıcak çorba içeceğiz... — Haydi öyleyse, gayret... Bir müddet daha gittiler, Doktor, bir aralık, atını Rüştünün- künün yanına yaklaştırdı. Vehbinin Seza ile ilerde bir sohbete dalmasın- dan istifade ederek: — Aferin... - diye fısıldadı. - Hasta rolünü iyi oynuyorsun... Neredeyse beni bile kandıracaksın.., — Yalnız ben mi iyi oynuyorum... herifi kendine büsbütün yaklaştır. yüp klübü liglerden çıkarıldı İkinci küme klüplerinden Eyüp ile Şişli TTefrika; No, 133 arasında yapılan lig maçında hakem ta- rafından oyundan çıkarılan Ferdi ismin- de bir oyuncunun Jisansı olmadığı halde Eyüp klübü tarafından müsabakalara İş- tirak etiiridiği bir şikâyeti müteakip yar pılan tahkikattan anlaşılmıştır. Bilâhare yapılan tahkikat, derinleştirilin- ce Eyüp klübünün hakem tarafından oyun- nn çıkarılan bu oyuncunun İsmini sakla- yıp İsmail Öztop namında diğer bir Ysanslı o cena verilmesine sebep olduğu gi- bi bu ceza işinde beden terbiyesi teşkilâtı- yun bütün murahhaslarımı da, iğfal ettiği meydana çıktığından bölge başkanlığı *a- rafından cezaen Jig maçlarından fhrema karar verilmiş ve keyfiyet beden terbiyesi genel direktörlüğüne bildirilmiştir. Bu yüzden pazar günü yapılması icap eden Ortaköy - Eyüp maçı vapılmıyacak ve Ortaköy Mibü 1 bükün galip sayılacaktır, Askeri ii futbol - şampiyonası Askeri Hseler arasında tertip edilen mü- fettişlik kupası futbol maçlarma bü haf- ta yalnız Şeref stadında devam edilecek ve bu müsabakaların en mühim karşılaşma- si olan Kuleli - Bursa maçı yapılacaktır. Fener stadında yapılacağı evvelce ilân edilen Maltepe » Deniz Msesi maçı bu sta» dın geçen hafta yağmur altında yapılan maçlar dolayısile bozulmuş olması yüzün- den tehir . Bu karşılaşma önü- müzdeki hafta ortasında Şeref stadında yapılacaktır. Şampiyonu meydana çıkaracak olan Ku leli - Bursa maçı saat 9 da başlıyacaktır. Kuleli, Deniz ve Maltepeye olduğu gibi Sur sayı da mağlüp ettiği takdirde uskeri lise- ler futbol şampiyonu olacaktır. Gene askeri liseler arasında yapılmakta olan voleybol karşılaşmalarına da yarn Beyoğlu Halkevi salonlarında devam edile cektir. Futbolda olduğu gibi voleybolda da Kulellinn şampiyon çıkacağı tahmin edil- mektedir, Futbol teknik dersleri Beden terbiyes İstanbul futbol ajanlığın- dan: Beden terbiyesi toşkilâtina dakil klüp- lerdeki idmancıların futbol tekniklerini o)- gunlaştırmak gayesile $39-40 futbol prog“ ramına ithal edilen (futbol teknik dersle. rilne 8/12/9839 çarşamba akşamından İti- baren Beyoğlu Halkevi dersahanelerinde san 1730 da başlanacaktır. Milli futbol takımının eski solaçığı Mas- Mih Peyköğlu tarafından verilecek olan bu derslerde bütün sporcularımızın hazır bu- lunmaları lüzumu ehemmiyetle rica Olu- nur, Bölge kupa maçları Bu seneki Hg maçlarına İsans işlerini ik. mz edemedikleri için iştirak edemiyen ye- di klüp arasında bölgn başkanlığı tarafin dan tertip edilen kupa maçlarına pazar gü- nü Bakırköy sahasında başlanacaktır, Tik maç Akınspor ile Arnavutköy arasın- da yapılacak v8 bu karşılaşmayı Bahaeddin Uluöz idare edecektir. Günün ikinci ma- çını Halımoğlu ile Rumelihismr klüpleri yapacaklar ve bu maçı Necdet Gozan idarş edecektir, Kış sporları Dağcılık, yörüyücülük ve kış spotları klubü, her seneki gibi kayak ve kış spor- ları hazırlığına başlamıştır. Bu sporlarla meşgul olmak istiyen bülün amatörlerin maldmat almsk Üzere her gün saat 1720 arasında kulübe mürâcast etmeleri bildirii- mektedir, 4 a Eminönü Halkevinden: Evimiz Temsil Şubesi, 2 Birincikânun 939 Cumartesi akşamı saat (20,30) da Cağnloğ- landaki merkez salonunmuzda (Ateş) pi- yesini ve (Zornikâh) komedisini temsil edecektir. Gelmek arzu edenlerin davoti- yelerini Ev Bürosundan olmaları rica olu- nur, dı... Cemilin arzularını tıpatıp yeri- ne getiriyoruz... Bir müddet daha gittiler... Ortalı- ğı o meşhur dağ sisleri basıyordu... Kalın bir tabakanın içinden geçtiler, Sonra hava tekrar açtı... Tablat de rollerin iyi oynanmasına yatdım edi- yor gibiydi. Rüştü, birdenbire! — Durun çocuklar, durun!... . Em- rini verdi, Kafile durdu. Vehbi, Seza ile daldığı tatlı konuş- mayı yarı keserek sordu; «— Yine ne oldu? Kadri Ahmed: — Ne olacak?,.. Yolumuzu kaybet- Vehbi, böyle hadiselere ehemmiyet verenlerden değildi, Ata hinmek me. lekesine sahip olduğundan yorulma- mıştı. Daha saatlerce gidebilirdi. Ya. nında Seza gibi hoşuna giden bir ka- dın vardı, Elbette barınacak bir yer bulurlardı. Sırtı pekti. Karınlarını doyuracak nevaleleri vardı, Arka ce- bini yokladı, Her hangi bir tehlikeye karşı tabancası da orada... Cesurdu... Biç bir şeyden ürkmezdi! Doktor, kocamay mendilile terini siliyordu. Fena halde sıkılmışa ben- giyordu. — Dağların butarafındada bir köy, bir kulübe bulunmuyor, yahu... Yazan: İskender Fahreddin Sünnur, dağda Mansur'a Seyid Ahmed'in Can beyi şehre indirmek istediğini anlattı Mecnun #irtini bir kayaya dayıyarak gül- dü; — Bu saydığın yemekleri midesine düş- kün insanlar ârar. Benim canım av eti çek- tiği zaman derhal bir kuş yahud bir ceylân vurmak elimdedir. zaman bürü- da ateş yakar, kızartir yerim, Lâkin, şim- di yuvalarına dönen ve yavrucaklarına ka» vuşan şu şirin, masum kuşcağızları - mids- mi dolduracağım diye- nasıl öldürebilirim? Bünnur alaycı bir tavırla sordu: — Onlarlar da mi anlaştınız yoksa?.. — Şüphesiz. Ben onlara kıymamağa söz verdim. Buna karşılık onlar da bana her #a- bah hazin nağmelerle ninniler söyler, hep birden cıvıldaşırlar. Onları dinliyerek ken» dimden geçerim. Kuşlar kadar İyiliği unut- mıyan hiç bir mahlük yoktur. Ben kuşları, inan dan fazla severim. Onlardan birinin kanadını kanatmıştır bir gün, Ya- rasını İyi edinceye kadar ağladım. — Bu göz yaşlarınızı ne ile ödediler? — Bu iyiliğimi unuttu mu sanıyorsun. yarası iyileşip uçmağa başladığı zaman, iz hatırladığı şey ben oldum. Derhal yattığım yere geldi. Ben 0 #ira- da uyuyordum. Kulağımda Leylânın sesini duyar gibi oldum, tatlı bir esneyişle uyan- şarkılar söylemeğe gelmişti. Saatlerce başı ucundan ayrılmadan şakıdı. Öttü. Yo- rulmadı. Eğer onu tutup okşemasaydım, kimbilir daha ne kadar çok şskıyacaktı bazı ucumda. Sünnur yavaş yavaş (Can) beyin tesiri altında kalmağa, onu sevmeğe baş- lamıştı. Kendi kendine: — Çölde, şehirlerde gezdim, dolaştım. Bu- nâ benzer bir insan görmedim. Ne ince ruh» lu, ne derin düşünüşlü, ne merhametli bir erkek. Onu İyi ki şehre indirmemişler. Mu- bakkak ki, zavallıya bir fenalık yapacak- Jardı, Ben de bu fenalığa âlet olacaktım. Diyor ve (Can) beyi “perişan kılığına rağ- men- çok heyecanlı ve bilhassa götlerini çok ateşli buluyordu. Ortalık kararmağa başlamıştı. Dağ mahlükları birer ikişer <işlerinden evlerine dönen insanlar gibi- yuvalarını dönüyorlardı. Gökyüzü yıldızlıktı. Sünnur geceyi dağda nasıl geçireceğini düşünüyordu. Mecnun güvercinlerle konuşuyor — İşte Den gimdi uykudan uyanıyorum. Dünya siyah örtüsüne börünmüş, Gökyü- zünde Fıratın incileri parıldıyor. Güneşin ya harareti kayboldu. Kuşlar yuvala- rına çeklimiş. Aslanlar birer birer döndü- ler ve eşlerile buluşarak, yavrularını do- yurduktar sonra, biribirlerine sanlip yattı- lar, Ağaçlar uykuda.. kır çiçekleri uykuda. kayalar bile derin bir sessizlik içinde uyu- yor. Şurada dolaşan birkaç güvercin var. Yerden bir küçük taş alıp güvercinlerin bulunduğu dala attı: -— Onların bana bir diyecekleri olsa 73- rek. Yanımda yabancı gördüler, sokulamı- yorlar. üvercinler kanadlarını hafifçe açıp ka- pıyarak daldan dala geçtiler, yerlerini de- Taşttrdiler.. fakat gene cıvıldaşıyorlar, uyu- mak için yuvalarına gitmiyorlar. Sünnur, Mansurun gösterdiği bir kaya dibine sinmiş, etrafı tecessüs ediyor, Mansur bir aralık sordu; — Seni neden bıraktılar burada? » Ben! de kendilerile birlikle kaçtı san- mışlardır. Aslanlardan korkup gittiler. Ya- rın tekmr aramağa gelecekleri muhakkak- — Yeni evlenmiş olmalı?... — Ben onu tanır mısın? Âlemin gezdiği gibi gezecek yerde, böyle orijinalliğe kalkanın cezası bu- dur... Şimdi ne yapacağız)... Rüştü de fena hastalanıyor... Nereye düşer. sek kafayı vurup yatacak. Vehbi, içinden: «— İsabet! - diye düşlindü. - Şu musallattan kurtuluruz...» Bir müddet yürüdüler, İn cin gö- rünmüyordu. Kulağı en delik olen, yine hastay- mış. Elile bir dönemeci göstererek: — Dinleyin! - — Biri geliyor... Talihimiz varmış.. Sislerin gölgesinde, bir süvarinin — Neredeyiz kuzum, aslanım? . di- ye sordu, — Ay... Yolunuzu mu kaybettiniz yoksa?... — Öyle ya... — Peki amma, Rüştü bey yanınız. da... Nasıl olur? Rüştü: — Hastayım... Dünyanm farkında değilim... « diye «ağrıyan» başını iki elile sıktı. : nim limen iğrenme mlm İİ ge ne ml mmlik hş Sri memlimmelsiğ inin bn şiğinmeisiğimannzz) Tanımaz miyim? Rels ölmeden sık sık saraya gelirdi. — Bvet, Yeni evlendi. — Kimin kiztsın sen? — Göçebe çöl relslerinden birinin kızı- yım, — Araplar Türklere kız vermezler, Nasıl oldu da baban seni Tanere verdi? — Taner beni kaçırdı. Babamın haberi yoktur. — Taner cesur bir delikanlıdır. Ben on- dan hiç bir fenalık görmedim. Karısını dağ- (Can) beyin kölesi Sünnurun yanına, yaks ç glyd, bana olsun hakikati söyle Ta mer seni buraya niçin getirdi! si bödiklerini Mts çekin- — ee bir maksadin gelmediğimize emin olabilirsin, Mansur! Seyid Ahmed Tanere emir vermiş, kabile başsız kaldığı için, (Can) beyi bekliyormuş, Onu dağdan in- dirmek istiyordu. Buraya gelirken ben de yalvardım, Taner beni de buraya gelirmeke te mahzur görmedi. Zaten biz çöllüler hay- vana binmesini iyi biliriz. Hep birlikte yo- Ja çıklık, — Demek Tanere (Can) beyin şohre in- dirilmesi için emir veren Seyid Ahmetâir, öyle mi? — Tanerden böyle duydum. Mansur yumruklarını sıkarak bağırdı! — O alçak herif, bu kabilenin başında kaldıkça Yirat boylarında bundan sönra buzur ve rahat yoktur, Seyid Ahmed -emi- nim ki- (Can) beyi öldürmek için şehre in“ direcekti, Zira, sarayda (Can) beyin sadık iki adami vardı; Biri bendim. Ötek! de Fat- ma idi, Seyid Ahmed ilk fırsatta Fatmanm başını kestirdi. Beni de cellâda verecekti, kimseye görünmeden kaçlım, velinimetis min yanına geldim. İşkence ve korku için- Ge sarayda yaşamaktansa, büyük bir em- niyet ve huzurla dağda vakit geçirmek el- bette daha hayırlıdır. Can beyle Seyid Ahmedin arası açık demek... Öyle mi? — Şüphesiz, Böyle olmasaydı, (Can) be- yin koşar mıydı? Seyid Ahmedin maksadı vellahtımızı ortadan kaldırıp Ur- manın neslini söndürmek ve yerine kendi- si geçmekti, Bunu herkes bilir. Sen duyma» dın mu? Bünnuür, (Can) beyin kölesinin sözlerini dikkatle dinilyordu. Birdenhire ağaç dalla- rından yere inen güvercinler (Can) beyin yanına sokuldular, Mansur, Sünnura seslendi! — Dikkat et.. bu sahneyi her zaman gö- remezsin! (Can) bey şimdi güyereinlerle konuşacak... (Can) bey güvercinlerden birine sordu: — Bugün rızkını nerden temin ettin? Karnın tok mu? Yavrularını doyurabildin mi? Beyaz kanadlı güvercin çırpındı ve ka- nadlarını taşlara vurarak olduğu yerde bir kaç kere döndü. (Can) bey kuşların hareketlerini anlıyore muş gibi gülümsedi — Demek ki karnın aç. bugün yiyecek to- darik edememişsin! Yavrucaklarını da do- yaramadın, öyle mi? Ayni güvercin tekrar çırpındı, (Can) bey kölesine: — Mansur, dedi, bu hayvancıklar bugün Aç kalmışlar. mağarada yiyecek birşey var. sa onların ağzına ativeri Mansur derhal mağaraya koştu. Ve biraz sonra, şehirden gelirken getir- miş olduğu kuru bir et parçasını elinde sale yarak döndü, — Kuru eti güverelnler çok severler, e Eti parçaladı, güvercinlerin önüne (Arkası var) Vehbi: — O senelerdenberi İstanbulda ya» şıyor... Buralarını unutmuş olacak...» dedi, Doktor; — Hem de cidden pek hastalandı... Kendinde değil... Şimdi sen şunu bu- nu bırak, delikanlı... Bizi yola xoya- bilir misin? — Memnuniyetle... Nereye gitmek istiyorsunuz? — Rüştü beyin ağılma... — Amma yaptınız ha... Yanlış ta- rafa gelmişsiniz... Gece basar, vara mazsınız... Buraya beş saat çeker... Rüştü: — Ah... Affedersiniz... Vallahi pek mahcubum... » diyordu. - Fakat ha limi görüyorsunuz... Seza: — Zarar yok efendim... Ne çi- kar?... - dedi, - Fakat buralarda ba- nınacak bir yer yok mu?... Bir otel filân... — Ne diyorsunuz, hanımefendi... Otel!... Ne oteli?,.. — Köy filân? — Oda yok... En yakın yer, Doruk hanıdır., Eskiden kalmış bir bina... Keşiş dağını aşan kara yolcuları ko- narmış... Şimdi de kullanılıyor am- ma... Niçin olduğunu söyliyeyim mi, Rüştü bev? (Akasi var),