POLİTİKA Avrupada yeni bir harp Avrupada başlıyan harp, iktisadi cihetten değilse bile siyasi ve askeri noktadan mevzii ve bu kıtanın şimali garbisine münhasır kalacak gibi görü- nüyordu. Ora Avrupada ve Balkanlarda hiç bir taraf harbin yayılmasma ta- raftar bulunmuyordu. Avrupanın şarkında İse Almanya Lehistanın büyük bir kısmını zapt ve işgal etmek ile iktifa etmiş göründüğünden ve Sovyetler Birliiğ de Raltığın cenubundaki üç hükümetin başlıca harp ve hava liman- larını v sevkülceyş noktalarına yerişmekten daha ileri gitmek ihtiyat kuvvetlerini terhis ederek isbat etmiş bulunduğundan hiç olmazsa bu kış Avrupanın bu tarafında harp olmiyacağı ümid ediliyordu. Fakat Finlândiya ile Sovyetler Birliği arasındaki gecimsizlik birdenbire gayet tehlikeli bir gerginlik halini alması bu ümidleri suya düşürmüştür. Sov- yet hükümeti Moskovaya davet elliği Finlândiya murahhaslarına vaktile Es- tonya ve Letonya hükümetlerine kabul ettirdiği tekliflere benzer talebler der- meyan etmişti. Finlândiya bunlardan üçte ikisiçi kabul etmiş, üçte biri ken- disinin mülki tamamiyeti ve askeri emniyeti ile telif edemiyerek reddetmişti. Bu cümleden Finlândiya kışın donmuyan yegâne limanı olup ayni 24 manda Finlândiyanın hem Fin körfezi hem de Botni körfezi sahillerine hâkim bulunan Hango müstahkem mevkiinin Sovyetlere deniz üssü olarak terket- meği ve Finlâdiyanın Majinot hattınm bulunduğu Fin körfezi ile Ladoga gölü arasındaki berzahı terk ve tahliye etmekten imtina etmişti. Sovyet hükümeti berzahtaki Fin topçusumun Kısıl ordu kıtalarına ateş aç- tığını beyan ile Fin kuvvetlerinin 25 kilometre geri alınmasını istemişti, Fin- lândiya bunu Kızıl ordunun ayni mesafeye çekilmesi şartile kabul Sovyet hükümeti bu defa aradaki ademi tecavüz misakını feshederek Finlân- diyaya karşı askeri hareketle bulunmakta serbes olduğunu ilân etmiş ve ha- rekâta başlamıştır, Bu suretle Avrupa da yeni bir harbe girmiş oluyor. ii Meşhur Misir kraliçesi Kleopatranın Ro- mada kendisine kayserlerin yaptırmış ol- duğu muhteşem kâşanenin harabesi bulur- muştu. Şimdi Kieopatranın bir kızı bulun- duğu hakikati meydana çıkmıştır. Kleopatra Sezar ile Entonyostan üç cr- kek çocuğu olduğunu tarih kaydeder. Fa- kat bunlar bir gün Misir tahtına varislik davasında bulunmamaları için öldörülmüş- derdi. Kleopatranın bir de kızı olmuştur. Romalılar bu kzı ayaklarına zincir vura- rak on sene Romada caddeleri gezdirmişler- dir. Yirmi yuşına geldikten sonra şimdiki ea NELER SEBYep Kleopatranın bir kızı olduğu meydana çıktı istemediğini etmişti. AKŞAM Senegalin bulunduğu Mavritnanyanın zen- ei hükümdarile evlenmiştir. Kızın adi Kleopatra Selene idi Kız anne- sinin ve Misırın intikamını unutmadığın- dan zenci hükümdardan olan yegâne 9ğ- iuna Batlimyos ismini vermiş ve büyüdük- ten sonra Romadan intikam almasını © Mısıra hükümdar olmasını telkin etmiştir. Gencin hal ve tavrı Roma ipmaratorları t- rafından şüpheli göründüğünden validsai- nin plânlarını tahakkuk ettirmeğe imkâr, bulamaması için öldürülmüştür. Pakat Ro- ma, Kleopatranın kızı dünyadan çekilince « ye kadar bir türlü müsterih olamamıştır. Harpten zarar görenler Harp şimdiye kadar Kazançları çok yük- sek olup herkesin gıptasmı celbeden ak- irislere ve balet Xızlarına da dokunmuştur. İngüterenin en meşhur vazyete kumpan- yasının çok seçme ve güze! olan otuz kım bunların arasındadır. Kumpanyann en büyük sermayesi olan altmış düzgün ba- cağın sahibi olan bu kızlardan her biri şimdi haftada üç sterlin on gilin ücret almaktadırlar Ki santine iki şilin isabe «diyor. Tiyatrodaki aktrislere de aynı üc- ret veriliyor. | Kızların mesken ve yemeklen başka gü- selliklerini muhafaza için hususi bir çok masrafları bulunduğundan bu para yetiş- miyor. Bunların mesleki birliği haftada asgari beş sterlin 10 ye verilmesi - için raği Yıp bilâkis çoğalmışlır. le olduğu halde sanatkâr kızlara ve trislere daha az Ücret verilmesine bir na verilmemektedir. Maynlerin balıklara zararları Şimdiki harpte deniz altında en tahrib- kâr siâhların kullanılmakta olmasi yalnız bitarafların ticaret gemilerini ve tebaasın' değli balıkları da rahat bırakmamış ve hayatlarını tehlikede bırakmıştır. Şimal denizinin sahillerine dalgalar bir çok ge- imi enkan ve patlamamış torpiller Me be- hir balina vardır. Balığın karnı parçalan- dığına göre bir mayne çarparak bu felâ- kete uğradığına hükmedilmiştir, Umumi meclis dün müzakeresini bitirdi Men'i israf talimatnamesinde tadilât yapılması kabul edildi Umumi meclis dün ikinci rels vekil B Paruk Derelinin relsliği altında otoplan- mıştır. Vefat eden Çatalca âzası B. Hayri Uğurun yerine Daimi encümene bir Âza Antihabı hakkında riyaset makamının *e7- keresi okundu. Riyaset divanından gelen bazi komisyonlara âza intihabı hakkında- ki mazbatalar kabul edildikten sonra Be- lediyece kaldırılacak ve Bakırköy kazasın- dan Üsküdar, Kadıköy, Beyoğlu ve Beşik- taş kazalarındak! mezarlıklara nakledile- cek esnazeler için ayrca 300 kuruş alın- ması hakkındaki mazbata kabul edildi. Mahlut yağlar hakkındaki tallmatname- nin bir maddesinin tadili hakkındaki ik- tsad ve sıhhiye encilmenleri mazbatalırı okundu. Küçük bir münakaşadan sonra mahiut yağlar Hakkındaki: hükümlerin margarin yağları hakkındaki hükümlere de teşmili muvafile görüldü. Bundan sonra âzadan B. Fuad Fazlının menlisraf talinatnamesinin tadii etra- fındakt takrir! Üzere kavanin, mülkiye ve iktisad encümenlerinin müşterek mazba- taları okundu. Encümen, kanunu medeni nikâhlarda erkeğin kadına (mihir) verilmesi keyfiyetini kaldırdığından eski talimatna mede de bu maddeye ald fıkranın kaldı- rılmasını ve «bu vesile ile umumi salon- larda balo, çay vesaire ziyafeti verilmiye- cektir. Fıkrasının yerine: «Düğün oir günden ziysde devam etmiyecek, bir gün- den #iyade çalgı çaldırılmıyacak ve hiç bir suretle çengi oynatılmıyacaktır.. Suretin- de tadilini teklif ediyordu. B. Fuad Fazlının teklifi üzerine yukarı» daki kayıtla beraber düğün alaylarında «beş arabadan farla bulunmaz». kaydının hnm takririnin riyaset makamına verii- mesi hakkındaki mülkiye eneümeni maz. batam kabul edildi, celse Vali B, LüMI Kırdarın relsliği altında Jskelelerine yeniden kamyon ve kamyonet kâydedilmemesi hakkındaki mazbata ka» bu! edildi. Ve bunu müteakib merhum EB, Hayri Uğurdan inhtlâl den daimi enci- mene bir âza seçilmesi için gizli reyle İnti- hab yapıldı. Tasnif neticesinde Sivri âza- sından B. Asım 33, Çatalca âzaşından B. Hüsnü 1$ ve Kartal âzasından B. Şerefed- din 12 rey aldıklarından 33 rey ekseriyet- le B. Azımın daimi encümene İntihab edil- diği anlaşıldı. Vali, teşrinisani içtimaının nihayet bul- duğunu ve âzaya muvaffakiyet temenni ettiğini söyliyerek iştiman nihayet verdi, “Çiydem ve madimak,, HABBE “KUBBE :;:; İğ yan EF FİK HALİD — Anadoluda demiryolu hulyası — Kuduz ve apandisit korkusu — Hekimsiz ve ilâçsız kasabalar Karların yerleri örttüğü bir gü- beşli gündü, dört, beş aydır kiş uyku- suna yatıp pinekliyen sessiz sokak- Jarı hep bir ağızdan türkü söyliyen bir çocuk neşesidir doldurdu. Baktım, yamalı hırkalı, paçaları uzun don- Tu, sarkık entarili, kalıbsız, ibiksiz ve bittabi püskülsüz fesli bir sürü süb- yan, ellerinde tuttukları değneklere seyrek seyrek, turfanda kiraz gibi beyaz çiçekler sarmışlar, acayip ma filer söyliyerek kapı kapi dolaşıyor- lar, hediye topluyorlar. Soğuktan yüzleri kıpkırmızı, gözleri yaşlı, içle- ri katılmış, güya sevinçtedirler. —ı Nedir bu? diye bizim ahçı kadı- na sordum. — Çiydem çıktı! dedi ve kardan temizlenmiş bahçe kaldırımlarında neşeli tıkırdılarla takunyalarını çe In çala ve salına sallana sokağa, sey- rine fırladı. Çiydem, karın altından ilk güneşle fırlayıp âçılan kokusuz, benzi uçuk bir çiçekti; belki çiçekleş- miş bir mantardı, yaprağı yoktu. Fs- kat toprağın İlk tebessümü, baharın müjdecisi olduğundan açılışı bir bay- ram gibi kutlanıyordu. Çiydemin arkasından «madimak» çıktı; bir nevi çesnisiz yabani ot... Bütün kasaba balkı günlerce bunu pişirdi, yedi. Herkes için, bahar za- manı, İle kerecik olsun madimak ye- mek şart imiş. Tabii, eski zamanlarda, zerzevat ekilmediği ve bulunmadığı Kara kışlardan sonra halk, çayırları kaplıyan bu ilk yeşilliğe sıhhi bir ih- Uyaçla can atarmış; âdet oradan kal- miş. Demek ki artık kıştan kurtuluyor- duk; bu, bir sarnıçtan çıkış kadar keyifli oldu; kendimi kırlara attım; yüzümde, henüz karları tamamile erimemiş civar dağlardan esen soğuk rüzgârların kızıllığı, sırtımda kızı mağa başlamış ova güneşinin elbise altından derimi karıncalandıran hoş yükü, dere, tepe uzun gezintiler ya- pıyordum. Nihayet kasabada Oturü- madım; baharın keyfini sürmek için bana, eşraftan biri köyündeki köş- künü açtı, oraya taşındım, (Memle- ket hikâyeleri) min çoğu mevzuu bu- rada hazırlanmıştır. Bulunduğum Kasaba, o zamanlarda vilâyet merkezi olan Ankaraya, diğer taraftan denize, yani Samsuna bo. zuk şöselerden birer haftalık mesafe- de idi. Git git, yat kalk, oku üfle, yol bir türlü bitip tükenmezdi. Nitekim icab etmiş, Ankaraya gidip gelmiş. tim, çektiğimi ben bilirim. Kendi kendime gezer dolasır, oturur, kalkar düşünürdüm: Anadolunun dört tara- fına kol salmış bir demiryol şebeke- si... Erzurum, diyorsunuz, Diyarbekir diyorsunuz, Samsun, Zonguldak di- yorsunuz, istediğiniz yerden binip gi- diveriyorsunuz. Ama öyle, tren ge- celeri şurada, burada mola vererek, otele, hamama, kahveye inip yatarak, eski çağ tarzında bir seyahat değil, yataklı vagonlarla ve sürat katarlari- le bir yirminci asır yolculuğu... Bu gaye bana, ne benim, he de torunla- rımın erişemiyeceği, keyfini süremi- yeceği bir ham hayal gibi görünürdü; kızardım, utanırdım; ümidimi keser, utar tutar, sonra yelse kapılız, doğ. duğuma doğacağıma pişman olur. dum. Bu yol, tren, nakil vasıtası ihtiya- cını İstanbulda o kadar hissetmemiş- tim; roemleketin göbeğine düşün. ce korkunç bir ehemmiyet almış, uy- kularımı kaçırmağa başlamıştı. Hem, öyle, zannettiğiniz gibi bu düşünce ve korku, yalnız bir ideal olarak değil, hayati bir menfaate taalluk etmek hasebile de zihnimi kurcalar durur. du: Bir kuduz köpek tarafından ısınıl. dınız mı İstanbuldaki serum tedavi. hanesine vaktinde yetişebilecek*misi. niz, yoksa İzmiti boylamadan göz. leriniz çeşimhanelerinden ağzınız salya ve köpük içinde, hırlı- yarak ve haykırarak yanınızdakilere saldırmağa başlıyacak musınız? Sürgünlerin, merkezden sormadan, bulundukları yerlerdeki en büyük mülkiye memuru emrile İstanbula i cuttur. ancak böyle bir illet ihtimali mevcud ise gönderilmelerine mejağ vardı. Bu müsaade insani bir duygu ile ve- rilmişti, takdire lâyıktı; ölümlerden yalnız öylesine hükümet, elini kolu. nu bağlayıp seyirci kalmağa razı ola- mıyordu. Âlâ, fakat yol? Bilhassa O kudüz köpek ya suratınızden kaptı, ehirini başınıza yakın bir yerden vü- cudünüze soktu ise... O zaman, serum daha çabuk imdada yetişmelidir, zi- ra kudurmak müddeti yaranın kafa- ya yakınlığı nisbetinde azalmıştır. Şimdi tamamen aklımda kalmadı am- ma elime geçen bir kitap bu müdde- ti «yirmi dört saatlen itibaren bir kaç ay» olarak kaydediyordu galiba... Haydi, diyelim, yolda atlar, araba, arabacı bir ârızaya uğramadı; karşı- mıza eşkıya, sel, köprü yikilması gibi bir belâ da çıkmadı, haftasına Anka- raya vardık. Acaba tren bulabilecek miyiz; bulduk, bu tren kaç günde İs- tanbula varacak? Zira harp içindeyiz. trenler bir tarifeye tâbi olarak mun- tazam saatlerde kalkmıyor, kalkmış olsa da lokomotif odun ile işlediği ve ikide bir sakatlandığı için vollarda saatlerce, bazan günleree duruyor. Siz, şimdi, kendinizi, kanınızda ku- duz mikrobile böyle bir trenin yolcu. su farzediniz! Neler duymaz, ne fena ihtimaller düşünmez, nasıl sabırsız. lanır, renkten renge girerek, sararıp kızararak nasıl çıldırmaz, hattâ nasıl kudurmazsınız? Bakıyorsunuz, tren, bir yokuş başında «hoh hoh! Pof pofl> diye inliye inliye ağırlaşıyor, duruyor, kırık camlı pencereden başınızı uza- tıyorsunuz, soruyorsunuz; — Odun bitti; istim tükendi; ka- zan delindi; manivelâ kırıldı; merda- ne çatladı! gibi bir cevap alıyorsu- nuz, çöküveriyorsunuz, Artık kudu. zun bildiğiniz ve bilmediğiniz bütün alâimini duymaya başlamışsınızdır. Gözleriniz mi kararmıyor, dizleriniz mi titremiyor; başınız mı dönmüyor, bileğiniz mi sizlamıyor? Soğuk soğuk ter dökmeden tutunuz dişlerinizin zangırtısına, çene kemiklerinizin ça- tırdısına, salyanızın artıp dudakları- nızın kenarından sizmasma veya di- Tinizin kuruyup damağınıza yapış- masına kadar bütün ârızalar mev. Hatta sudan ürkmeniz bile GÜNÜN ANSİKLOPEDİSİ mümkündür... Ne azap yarabbi! Dediğim senelerde kuduz değil, meselâ bir apandisit de Anadolu or- tasında kalmış bir adam için ölüm sayılabilirdi. Hastane yoktu; olan yerde ise operatör bulunmaz, opera tör raslasa &lât ve edevat elde edile. mezdi, İkamete memur edildiğim ka- sabada İse, çoğu defa kazalara meş- hud cürümler için gidip günlerce dö- nemiyen bir tek doktor vardı. Yine tek olan eczanede ise eski aktar dük- kânlarındaki kadar bile ilâç kalma- mış, camekânlarda dizili kâyanozlar boşalmış, Kepenkler örtülmüştü. Pek lüzum olursa, gidilir, eczacıya bir ilâcın olup olmadığı evinden sorulurdu- Ekseriya rakı çekmek, yağ basmak, tavuk yolmak gibi işlerle meşgul bu- Tünan bu adam, rahatsız edildiğine kızarak mutfaktan haykırırdı: — Yok, kalmadı! Tanınmış birisi iseniz sızlanırdı; — On keredir yazıyoruz, telgraf çe- kiyoruz, cevap gelmiyor, şaştık bu ! Eczacı rum cemaatine mensup ol duğu için son cümlesindeki «şs leri, uzun mektep tahsiline, şahadetname- sine rağmen «ss telâffuz ederdi; ben de, ayrıca bu <İse sasardıma| İşte Anadolu o zamanlar böyle idi, Çin ile Tibet hududlarında kuş uç- maz, kervan güçmez, yılan barsağını sürümez bir ucra, yabani, yolsuz ve talihsiz allahlık bir ülkeydi. Ve biz kelden köseye yardım m olur, yel kayadan ne alır, İki çıplak bir hamsma yakışır gibi atalar sözü ne aldırmıyarak cihân harbine bu şekilde, bu techizatsızlıkla girmiştik; anamızdan emdiğimiz süt, kan olarak burnumuzdan gelmişti. Şimdi, yine bir cihan harbi karşı- sındayız; içinde de olabiliriz; fakat bu harb bizi eskisine nazaran ne ka- dar başka bir vaziyette, ne derece de- gişmiş buluyor... Yirmi sene evvelini düsünür, bu- gün ile karşılaştırırken kendimi dün- yaya İkinci gelişi idrak etmiş bir fenomen mevkiinde görüyor, yaşım- dakilere rasgelince, şaşkınlığa uğra- yarak; — Vay, siz de mi tekrar dirildiniz? Diyeceğim geliyor. Tuna üzerinde serbes liman yapılması mevzuu bahsedilen bir şehir BRATISLAVA Fransızca Le Temps gazetesi, eski Çe- koslovakyaya mid bir şehir olan Bratisla- va'nın bir serbes liman haline getirilerek Sovyet Rusyanın da istifadesine konula” Diğer adı Presbourg olan bu şehir Ce- Macaristanına aittir. Şimdi ın merkezidir. Tuna ürerindedir. 100,000 nüfusu vardır. Mensucat sanayii, İd ça karamel ee Olvarda çelikli ve kükürt- i le ar yabud Tarihi a um, Precista- burgum, yahud İztropolis olan bu şehir, Tunayı müdafaa eden kalelerden biriydi. 1784 e kadar Macaristanın payltahtı ol- da inşa edilen güzel kiliseler vardır. Maca kralları buralarda taç giyerlerdi. Tacom giydikten sonra, kral, yalın kılıç, «Kral tepesi: denen yerden geçerdi ki, şimdi zi- yaretgâhtır. Zi ——————— — ——nmM maa aa an Hollandaya girmek istiyen Alman komünistler yakalandılar Amsterdam 30 (A.A.) — Polis, giz- lice Hollanda toprağına girmiş bulu- Berlin 30 (A.A) —D.N. B. ajansı- nın Moskovadan aldığı malümata gö- re, Rus - Japon ticari müzakereleri ge- lecek ikinci kânunda Moskovada baş- uyacaktır. Önümüzdeki ikinci kânun- da munkazi olacak balıkçılık anlaşma. sı bir sene daha uzatılacaktır, Bu hu- susta müzakereler, ticari müzakereler den ayrı olarak, ağlebi ihtimal ikinci 'künunda ve Moskovada başlıyacaktır. Amerikanın Clevland kalmıştır. sizlerden mürekkep bir grup, tahsisa. tın dağıtılmakta olduğu büroya ve za. hire mağazalarına hücüm etmiştir. Zabıta süratle müdahalede bulün- muş, birçok tevkifat yapmış ve assyi- şi iade etmiştir. Arbedeler esnasında 8 kadin le Sardunyada iki kipi kurşuna dizildi Calglinri (Sardunya) 80 (A.A) — Bu sabah, cinayet mahkemesi tara fından verilmiş olan iki idam kararı infaz edilmiştir. Casusluk maksadile insan telefine sebebiyet vermiş olmak» Ja ittiham edilmiş olan bu iki kişi, kur- şuna dizilmiştir.