Ahmed Necdetin fena halde canı e. Yrodu. Sevgilisi Samiye fle aralarında kü çük bir ağız kavgası çıkmıştı, Genç kadının âdeti idi. Böyle kavgalardan sonra kendisi - > şöyle güzel bir hediye götürülmeyinci ünyada barışmazdı. Halbuki Necdetin iğ- Jeri hiç de iyi gitmiyordu. Kazancı yarı ja- Tıya inmişti. Sonra Ahmed Necdet yaşayış tarzından da pek o kadar memnun değildi. Bir kere hayatında eğlence yok denilecek derecede azdı. Bütçesinin darlığını göz önünde hu- lundürarak kendisine göre bir program /ap- muştı. Samiye ile buluşmıyacağı günlerin ak- şamları işinden çıktığı zamân arkadaşları- nın gittiği kahvehaneye uğrardı. Tavia m5 raklısı idi Bunun için kahvede en.iyi oyun- cularla karşılaşır, birkaç parti tavla oynar- dı. Bundan sonra evine gider; birar radyo dinler, gazetesini okur yatardı. Haftada bir gün de sinemaya giderdi. Daha ziyade âşıkane, güzel musikili “filimleri severdi. Geçen sene seyrettiği «Büyük vala» filmini o kadar beğenmişli ki, bütçesine haftada bir gün için sinema masrafı koyduğu hal- de üç gün ara ile bu filme iki kere gitmiş- $i. Sonra on beş günde bir kere de arkadaş- Har ile bir birahanede, üstü meze» tabak- Yarı ile dolu bir masanım başında oturup dört beş bardak bira içerdi. İşte hayatındaki bütün eğlence bundan ibaretti. Lâkin Ahmed Necdet bir bekâr adam için bu kadar eğlenceyi pek az bulu- yordu. Hele parasızlıktan son derece şikâ- yetçi idi. Aş sonuna kadar cebinde topu to- pu bütün bir ellilik liradan başka parası yoktu. Halbuki daha “3 vi ne kadar zaman vardı. İşte o günü Ahmed Mdcüelin canı bunun için çok sıkılıyor, kendi kendine söyleni- yordu: a — Eli lirahk kâğıdı bozdurmamak için bugüne kadar uğraştım. durdum. Lâkin artık bugün elli liralığı bozdurmağa mec- Bürum. Fakat haydi e Tg iğ fara3- delim. Bununla barışmet Samiyey» hediye mi alacağım? Yoksa-ay sonuna ka- dar idare mi edeceğini. Canım ben hayatı- mı herhalde tanzim etmeğe mecburum, Baj- ka kurtuluş çaresi yok.. Parasızlıktan aw istediğim gibi gezebiliyordum. Ne de eğle- nebiliyorum. Akşamları kahveye git, sigas ra dumanları arasında bir paket sigarasına tavla oyna, sonra eve dön, radyoyu aç, bir iki şarkı dinle, biraz “gazete oku, haydi tombala yatak... Bütün bunlar da eğlence mi sanki?.. Ha”- tada bir cumartesi günleri olacak da bir si- nemaya gideceğiz... On beş günden on bsş güne birkaç arkadaş toplanıp bir birahane. de, bir mafının başında dört, beş duble bi- ra içeceğiz... Oh babam oh... Ölme eşeğim ölme... Hele bugünlerde Samiye ile bozuş- mam da bütün bunların üzerine tüy dikti. Şimdi ona bir hediye götüreceğim. Evvelâ bana surat edecek. Sonra da hediyeyi beğ nince yumuşayacak. Lâkin kimbilir onun- la barışmak için ne kadar dulkavukluk yap mağa mecbür olacağım. Barıştıklan sonra da muhakkak bir gezinti. bir eğlence isti- Su başıma gelenler nedir ki. —wisğ Needet böyle söylenerek bir aşa- &ı bir yukarı dolaşıyordu Nihayet şapka- sanı aldı. Dışarı çıktı, Köşedeki büyük tü- tüncü dükkânına uğradı. Bir sigara "istedi. Elli tiralığı iç cebinden çıkarıp bozdurmak niyetinde ldi. Elini cebine attı. Birdenbire kan tepesine çıktı. Cebi bomboştu. “Telâş © Minde elini öteki cebine attı. Elli lira orada da yoktu. Ahmed Necdet deli olacakta. Onu hayatta en üzen şey para kaybelmekti, Hele bu kadar parasız bir zamanda bütün bir elli liralık kaybetmek!... Artık, âdeta astarlarinı yırtarcasına *l- İerini bir cebinden ötekine daldırıp daldı- Mame. Fakat elli liralık yok, yok, Ahmed Necdet: kesmiyordu. Muhakkak onu bir yerde dü- Şürmüş olacaktı. Kendi kendine o günü ne- tölere uğradığını düşünmeğe başladı. Sa- bahleyin teyzesine uğramış. biraz konuş- Tefrika No: 100 muştu. Hatlâ gayet iyi hafırlıyordu. Tey- zesinde iken bir adres yazmak için cüzda- nuri çıkarmıştı. Mutlaka o esnada elli Tlra- lık cüzdanın içinden kayıp düşmüştü. Bereket kl cebinde biraz ufaklık para var dı. Hemen bir tramvaya atladı. Teyzesinin evine gitti: Kapıdan girer girmez sordu: — Ben burada birşey düşürmüş miyim?.. Teynesi: — Hayır... dedi. — Hiç birşey düşürmemiş miyim?. — Hiç birşey düşünmedin. Bir şey mi kay- betmiştin Neecdet?.. Ahmed Necdet para kaybettiğini söyle- meğe utandı: — Evet, dedi. bir gdresi kaybetmiştim de, Mühim bir adresi. Teyzesinin evinden pek üzgün bir halde çıktı. Bundan sonra aklına çalıştığı yer geldi. Odacısı pek namuslu bir adamdı. Ei- li liralığı mutlaka orada düşürmüş olacak» tı, Eğer odacı parayı bulmussa mutlaka Xeo- disine verirdi. Hemen çalıştığı yere koştu. Fakat odacının birşeyden haberi yoktu. Her tarafı aradılar, lâkin elli liradan hiç bir esar göremediler. Ahmed Necdet kendisini tekrar sokağa attı, Artık burnundan düşen bin parça olacaktı. İçinden: «Paramı kay- betmeden evvel meğer ne kadar mesud bir insanmışım da saadetimin kıymetini bilmi- yormuşum... Öyle ya şimdi bu parayı kay» Detmemiş olsaydım benden daha bahtiyar bir Insan tasavvur edemezdim. Öyle ya, ne derdim, ne kasavetim vardı ki?.. Akşamları işimden çıkınca arkaduş- larımla buluşuyor, tavlanin başıma geçi- yordum. Ne Zevkii ve heyecanlı dakikalar geçiriyorum. Meselâ tavla üstadı diye ge- çinen rakiplerimden birini üst üste mar: #derek yenmek benim için ne kadar da vevk- Mi oluyordu. Sonra hiç bir gamsız, kasavet- six evlme dönüyor. radyomu açıyordum. Kâh alafranga parçalar dinliyordum. C. nım isteyince radyonun düğmesini . şöyl bir çeviriyordum. Gelsin Ümmü Gülsüm!.. Bu csnada da tatlı tatlı gazetemi okuyoc- dum. Hiç bir derdim olmadan yatağıma gi- riyordum. Şimdi elli liranın evlâd acısı gi- bi içime çöktüğü derdi ile gel do radyoyu, Ümmü Gülsümü dinle.. Sonra bu para kaybolmasaydı da Samiyeye şöyel bir he- diye alsaydım güzel sevgilimle barışsaydım ne saadetti. Böyle kavgalı bulunduğumuz günlerden sonra onunla barışmak np kadar #övkli, ne kadar tatlı oluyordu. Ah, ah ta- bil zamanda saadetimin kıymetini bilme- mişim. Bütün bunlardan başka bugün benim si- nema günümdü. Liracıklarım iç cebimde ol- saydı da onların sıcaklığını kalbimin Üs- tünde hissederek sinemaya gitseydim. güzel bir filmi tatl tath seyretseydim ne kadar mesud olacaktım. Hele yarın akşam da birahane gecesi idi. Onun da zevki bambaşka idi. Of of!.. Bın paramı kaybetmeden evvel ne kadar me- sudmuşum meğerse... Ne kadar mesudmu- şum!... Ahmed Necdet içinden bunları söyliye. rek evine geldi. Bir aralık gözüne askıda duran öteki elbiseleri ilişti. Heyecanla eli- ni öbür ceketinin cebine daldırdı. Elli Jira- vk orada idi. Sevincinden az daha oynıyacaktı, O günü hakikaten son derecede mesud olduğunu hissetti. Hayatından şikâyet ctmek şöyle dursun, bilâkiş fevkalâde memnundu, Bir paranın kaybolup tekrar bulunması onu birkaç saat içinde âdeta bambaşka bir in- #an yapmıştı. Lâkin aradan üç dört gün geçince yeniden mızmızlanmağa, yaşayı- şindan şikâyz; etmeğe başladı. Zaten İnsanlar böyledir... Saadetin içinde oldukları zaman onun farkına varmaşlar, Hiç yoktan şeylerle hayatı kendilerine zehir ederler, Pakaf bir gün sündetlen uzaklağın- ca işi anlarlar. Hikmet Feridun Es Gaz ocağı parladı Dün, Bebekte Cevdetpaşa caddesi 128 numaralı evde B. Ali İffetin zevcesi bayan Betül, benzin ile gazocâğı yakmak İster- ken birdenbire ocak parlamış, bu yüzden elleri, kolları ve vücudünün diğer muhte- 1f yerleri yanmıştır. Yaralı, Şişli Şifa Yur- duna kaldırılmıştır. SEViLEN KADIN — Ah, hâlâ sahtekârlıkta devam ediyorsunz? “O mektuplar benim ve onun el yazılarile yazılmış değillerdi. Anlamamış gibi davranarak: — Ya neydiler? — Sahte!... Taklid... El yazıları. Reddederim. mızı taklid ettiniz. — Katiyen yalan... — Sakin buna cüret. etmeyin... Elimde vesika var... Evvelâ şu şarabı benimi elimden içiniz bakayım... Hay- di haydi... Dikin.., Sonuna kadar... Doktor, bu emre de çarnaçar itaat edip bardağı dikti. Birdenbire Cemil $u suali sordu: — Söyleyin bakayım: Kimin ada- muydınız?... Necile ile beni birbirimiz- , den ayırmak istiyen Mihrinur hanım efendinin mi, yoksa paralara konmak istiyen Vehbi beyin mi?... Kimin?... — Fakat efendim... «—- Görüyorsunuz, pençemden kur. tulamıyacaksınız, doktor... Kabada- yılık yine sizde kalsın... Herşeyi itiraf ediniz... Doktor artık cevapları gevelemenin © faydasızlığını anladı. Nakleden : (Wâ Nü) — İkisi de... - cevabını verdi, — Demek ki siz beni, benim sââds- timi para mukabilinde sattınız. — Madem ki hakikati olduğu gibi söyliyecekmişim. .. Eveti — Para yüzünden yuva bozdunz... Anneyi, babayı evlâdlarından mah- rum bıraktınız. Çok birşey verdiler mi bari? — Şikâyet etmiyecek miktarda. -— Aferini... Bu seferki cevabm doğru... Tahkikatta bulundum; Mih» cek bir kılığınız bile yokmuş, adetâ sürünüyormuşsunuz! — Sürünmüyordum amma... — Onun gibi birşey... Şimdi ise, işleriniz tıkırında... Paşalar gibisi- niz... Kaç bin liranız var?... Yirmi bin, otuz bin, kırk bin?... Daha çi- kayım mı? Doktor yutkundu, Cevap vermedi. Cemil, devamla: — Bana çok zarar verdiniz. Fakat Vehbi beye iyilik ettiniz... Şayed siz Fenerbahçe - Beşiktaş Bugün karşılaşıyor Lig maçlarının mühim karşılaşmaların- dah biri olan Beşiktaş -Fenerbahçe maçı bügün Kadıköy stadında yapılacaktır. Gala- tasaray karşısında muvaffakıyetii bir oyun çıkaramıyan Fenerliler Beşiktaşın Kolaylık- la on İki gol attığı 'Topkapıyı geçen hafta 4-1 gibi Boşiklaşı nazaran çök az bir sayı fatkile mağlüp edebildiler. Lig maçları bay- Byalı henüz iki hafta olduğundan takımlar hakkında esaslı bir malümat edinmek ka- bil olmamakla beraber bu iki hafta zarfin- da alınan derecelere bakarsak sarı lâciverd- Hileri Beşiktaşa nazaran henüz İstikrar ta- min edememiş vaziyette görmekteyiz. Mubacim hattının en sürükleyici eleman- larından olan Fikret takımın müdafaasını kuvvetlendirmek için iki oyundur haf hat- tında oyratılıyor. Bu tabiye filvaki müda- faanın lehine olmakla berâber muhacim hattında bu ayarda bir oyuncu bulunama- ması yüzünden aksaklık tevlid etmekte, do- layısile takımını galebe ihtimallerini azal - maktadır. Bugünkü maçta: Fener takımında bazı tadilât yapılıyağı söylendiğinden Fikretin gene muhacım hattında oynatılması ihti- mal dabilirie girmektedir. Diğer taraftan bu sene lig maçlarına iyi ve şanslı bir şekilde baylıyin Beşiktaşlıla- rın geçen hafta İstanbulsporun genç takı- müna karşt galibiyeti çok zorla elde ettik- lerini de düşüninek lâzımdır, Maamafih bu maçla takımın en kıymetli oyuncusu Hak- kının bulunmayışının büyük dahli oldu- Bu inkâr edilemez. Çünkü Hakkı başlı ba- Şina Beşiklaş takımına müessirlik aşılayan bir elemandır. Bu maç için şehrimize gel- diğini duyduğumuz Hakkının antrehemansız bulunduğu muhakkaktır. Bu bakımdan "e- nerlileri gerek saha ve gerek antrencnan cihetinden avantajlı görmek icap etmekte- dir. Şinir ve asabın mühim rol oynyacağı bu maçta her iki takıma sakin ve temiz bir oyun tavsiye ederiz. Atletlerimiz dün geldi 10 uncu Balkan oyunlarına iştirak için Atinaya giden atlet kafilemiz dün gelmiş ve rıhtımda spar teşekkülleririe mensup büyük bir kalabalık tarafından karşılan» muştır. Kendilerile görüştüğümüz atletler, bu ve. ne müsabakaların büyük bir talihsizlik için- de geçmesine ve bazı atletlerin hastalık ve sakatlık dolayısile umulan dereceleri tuta- mamalarına rağmen Rumenleri geçerek üçüncülük derecetini Kazanmamızdan 49- layı fazla memnun olduklarını söylemekts- dirler Mektepler arasında yapıla- cak müsabakalar Geçen sene olduğu gibi bu sene de mek- tspier arasında spor müsabakaları yapıl- ması tekavrür ettiğinden £ müdürlüm Bü tarafından şehrimiz ildelerine bu hare- ketler için hazırlık yapılması bildirilmiştir. Maarif vekâletinin mekteplerde yapılma- sanı arzu ettiği spor hareketlerinden ati:- tizm, voleybol, futbol ve kır koşuları için komiteler kurulacaktır. Haber aldığımıza göre futbol komitesine beden terbiyesi öğ- retmenlerinden Vahyi, Ferhad. Hamdi, ai- letizm komitesine İbrahim Hakkı, Şehime, Adalet. neşriyat komitesine Sami Karayel seçlleceklerdir. Mektepitler arasındaki futbol ve voleybol maçlarına cümhuriyet bayramından sen- ra başlanacak ve müsabakalar bir devreli lig usulü yapılacaktır. Beden terbiyesi öğ- retmenlerinin işlirakile yapılacak ilk top- lantı önümüzdeki salı günü olacaktır. Demirspor şehrimize davet edildi Fenerbahçe &por Kulübü tarafından teşrinlevvel Cümhuriyet bayramında iki maç yapmak üzere Ankara Demrispor klü- bü şehrimize davet edilmiştir. Demirspor klübü ilk maçını Fenerbahçe ile yapacak ve alınacak dereceye göre ikin- ci müsabakanın hangi takımla olacağı ta- yin edilecektir. araya girmeseydiniz, Necile ham efendiyi âalamazdı. — Şüphesiz, — Demek ki, on binlerle liranın bir kısmını ona medyunsunuz! Diğer kıs- mini ise, Mihrinur hanım efendiye... O size hizmetinize karşılık ücret ver. mekle kalmadı. Evlâdlarımızın büyü- tülmesi için de para ayırıp teslim etti. Siz onları sulistimal ettiniz. Doktorun gözleri faltaşı gibi açıl dı: — Siz, kuzum, falcı mı, yoksa büyü- cü müsünüz?... Nereden biliyorsunuz? — Talihim yavermiş. Mesud bir tesadüf elime vesikalar geçirdi. Lidı- hesabını verin. Doktor ilk defa olarak muvazenesi- nİ kaybederek yerinden fırlamak is- tedi: — Siz mustanfik misiniz, kuzum?... Ne karışıyorsunuz bana? Cemal adeta kükredi: — Seni istintaka, müstantikten bi- | le daha fazla hakkım var. — Ne hakkı imiş bu? — «En kuvvetlis nin hakkı!... Şu- rada, kuvvetle size herşeyi yaptırabi- Tirim.. Boğazınızı sıktırıp köpek gibi gebertsem kimsenin haberi olmaz, Kadri Ahmed omuz silkti; — Ne yaparsanız - yapınız... söyletebilecek misiniz bakayım. , — İstemezseniz konuşmavınız... Beni | kırmasaydı, Tefrika No. 90 Yazan: İskender Fahreddin Bir adam pencereden: “Ben Can beyin kölesiyim sakın korkayım demeyin!,, Diyerek tasın içine baktı. Cuan: — Senin kalbin temizdir, dedi, dikkat edersen, onun şimdi nerede ve nasl yaşa- dığını görürsün! Leylâ: — Görüyorum, diye bağırdı, bir kayanm kenarında zenci bir adamla görüşüyor. De- mek hâlâ dağlarda yaşıyor. halbuki Ur'dan gelenler onun tabutunun şehirden mezariı- da götürüldüğünü söylemişlerdi. Hepsi va- lanmış. Hepsi uydurma. Hatice merakından çıldırıyordu. Tasın için bakıyor, fakat bir göy göremiyordu, Bir aralık dayanamadı; » Beh neden göremiyorum, Cuan? Be- nim gözlerim kör mü yoksu?. Cuan sakalını kaşıyarak gülümsedi: Onlar biribirlerine o kadar sikı ve çö- zülmez bağlarla bağlanmışlar ki.. biribirle- rini her zaman ve her yerde görebilirler, Güvercinin eiğerine onların adlarını yaş mıştım Tanrı ancak İkisini biribirine gös- terdi. Ben onlardan çok uzak bir yabancısı! Dünyayı görmiyen bir körden elbette far- kın yoktur! Hatlcenin canı sıkiidı, fakat sihirbara, -LaAylâ meyus olmasın diye- cevap verme di. Leylâ sevinç ve neşe içinde çırpınıyor va: — Bugün bana bir mucize daha göster- din, Cuan! Dile benden ne dilersin Diyordu. Cnan: — Size Tanrıdan sağlık dilerim, dedi, baş- ka bir âlleğim yoktur. (Cani beyin ölümü. ne bön 'de kederlenmiştim. Yaşadığım go- rünce sevindim. İrşallah yakında biribiri- nize kavuşursunuz. Leylâ kolundaki altın bileziklerden biri- ni sihirbaza verdi: Bu hediyemi al, Cuan! Ben kanaatkâr bir adamsın. Biçak bileyerek hayatını ka- zanan senin gibi bir ihtiyara yardım ?$- mek borcumdur. Başka bir isteğin varsa, sıkılma, söyle! Elimden geleni yapmağa hü sarım. Sihirbaz tasm üstünü bir bezle örttü. Ve Leylânın omuzunu okşıyarak: — Bağin daralınca bana gel, yavrum! de- di - Ben de senden, elimden gelen yardımı esirgemiyaceğim. Birşeye ihtiyacım yok. Bu bileziği satarsam, benim iki aylık mai- getimi temin eder, İyiliğine teşekkür ede- rim, Leylâ kapıdan çıkarken, Ouan ilâve ef- vi Sakın bu dedikodulara inanıp rahatı- nı bozma ve noşeni Kaçırma! Eloğlu, fazla mesud insanları dalma kıskanır ve onla- rın saadetini bozmak için bin türlü yalan ve iftiralar uydurmaktan çekinmez, Kendi- ni bu yalan ve iftiralara kaptırıp boş yerse üzülme sakın Can Beyden gelen mektup ve bir tutam saç.. Leylânın tereddüdü kalmamıştı: — Tanrı onu bana bağışladı. (Can) yaşı- yor. Diye seviniyordu. Cuan'ın sözlerine inan» mıyan Hatice arasıra Leylânın ümidlerini Leylünın neşesi kaçmıyacaktı. Hatise: —Ben Cuanın sözlerine inanmam, diyor du, o şeytan büyücünün biridir. ları aldatmakta çok mahirdir, Hele senin gidi zavalirları teshir etmekte o kadar büyük meharet gösterir ki.. Leylâ arkadaşının sözlerini masal gibi dinliyor ve kalbini kırmamak Için: — Benim ona inanmağa ve kendimi böy- lece teselliye ihtiyacım var, Hatice! Sen ne dersen de, Ben (Can)in yaşadığına inanı- yorum, çünkü ben de yaşıyorum. Eğer o öl- seydi, ben yaşar mıydım? Gibi cevaplarla Hatlceyi susturuyordu O akşam Leylim» odasında İkt arkadaş yemek yiyorlardı. Hava kararmıştı. Birden- bire odanın penceresinde bir başın gölgesi göründü. Geceler kadar karanlık bir insan Ben sizin yerinize anlatayım da bakın biliyor mıyım? Bu parayı çocuklara verecek yerde kendiniz için alıkoydu- nuz. Mihrinur hanım efendi de sulis- timalinizi hissetmeğe başladı. Sizi Aci-| bademdeki köşke çağırtıp ağzınızı aradı. Bütün bunları gaipten bir ses bana haber veriyor... Siz de caniyane bir plân tatbik ettiniz. Geceleyin Acıbademdeki köşkü yaktınız. Doğru mu? — Doğru. — Mihrinur hanım efendinin para- sını geri istiyeceğini biliyordunuz... Halbuki bu küçük servetin sahibi ol- mak istediniz... Cemil, gözlerini dikmiş, doktora bakıyordu. Sanki beyninin içinden ge- çenleri ökumak istiyordu, Ağır ağır: — Görmüş gibi biliyorum! - dedi Evvelâ Mihrinur hanım efendi ile kal- fasını öldürünüz. Sinra çifte cinaye- | tinizi örtmek üzere köşke ateş verdi- | niz: Böylelikle herkesin bu vakayı kaza zannetmesini istediniz. (o İtiraf ediyor musunuz? . Asabi asabi, doktor, elini kaldırdı: — Hayır, hayır! Fakat: « — Sen ne biçim adamsın? Bun- ları nereden biliyorsun?» der gibi bir hali vardı. — Otuz bini, kır bini hayli geçtiği ni tahmin ettiğim setvetinizin men- diyordu çehresi inci gibi beyaz dişlerini göstererek gülüyordu. Leylâ birdenbire korktu. Acaba Ömerin adamlarından biri miydi bu? Hatice, — İmdad... Diye bağırmak istedi. Pencereden başını uzatan adam: — Ben (Can) beyin kölesiyim.. korkma- yın. Diyordu. ikn arkadaş birdenbire şaşırdılar ve hay- retle biribirlerine bakıştılar, Pencereden başını uzatan adam, gerçek, (Canjın kölesi Mansurdan başka biri de- gildi. — Size (Can) beyden mektup getirdim. Diyerek, koynundan çıkardığı «namesyi Loylâya uzattı. Leylâ pencereye atılarak zenci kölenin gözlerinin içine baktı: (Can) yaşıyor, değil mi? — Evet sultanım, yağıyor. Belki öldüğü- nü duyup üzülmüşsünüzdür diye bu mek bu size gönderdi. Bunu okursanız hakika- tl anlar ve müsterih olursunuz. Leylâ meztubu eline aldığı halde gözle- rini zencinin gözlerinden ayıramıyor: — Ondan kaç saat evvel ayrıldın? Diye soruyordu. Mansur: — Üç saat oldu, sultanım — Demek üç suat önce, bu gözlerin öcü gördü. öyle mi? — Evet, sultanım? — Onu üç sant önce gören gözlerine ne- den dikkatle baktığımı anlıyor musun, Man- sur? Sana baktıkça onu götür gibi oluyo- rum. Haticenin dili tutulmuş gibi, bir köşeye büzzülüp sinmişti. Ağzımı açıp bir söz 3öy- Myemiyordu. Leylâ mektubu bir gül gibi kokladı: — Onun kokusunu hissediyorum... Tan- rim, bana bu saadeti gösterdiğin için, »8- hin talihif kullarından biri olduğuma ina- mıyorum. Sevinçten dizlerinin bağı çözülmüştü. Mektubu bir türlü okuyamıyordu. Mansur pencerenin önünde daha fazla duramadı. — Ben gidiyorum, dedi, kimseye görün- meden buradan uzaklaşmalıyım. -- Benden cevap bekliyor, değil mi? — Evet; bekliyor amma, behim fazla dur- mağa vaktim Yok. Leylâ başından bir #utam saç kopardı: — (Can'a sellim söyle ve bu hediyemi ona ver. Umarım ki, herşeyden fazla makbule geçecektir. Onu unutmadım ve unutmıya» çcağım. Mektubunu okuduktan sonra. ben de fırsat ve imkân bulursam csvap gönde» ririm. Mansur, Leylârın saçlarını bir mendile sararak koynuna koydu ve pencteden ay- rüdi Leylânın kalbi koparcasına çarpıyordu. Mecnunun mektubunu heyecanla okuma» Ba başladı: «Cammdan çok sevdiğim Leylâcığım! «Babamın gösterdiği tazyik ve işkenceye tahammül edemiyerek, göçen gün yalandan öldüm, Bütün Ur ahalisi beni öldü sana- rak, tabutumun peşinden mezara kadar yel- diler ve arkamdan göz yaşı dökerek lerce ağladılar. Maksadım babamın elinden kurtulmak ve mesud günler geçirdiğimiz dağdaki yuvama kavuşmaktı, Tanrı benli korudu, emelime muvaffak oldum. Şimdi, günlerce başbaşa yaşadığımız dağların koy- nunda hür ve serbes dolaşıyorum. Bu kor- kunç ve tehlikeli tecrübe benim için pek de faydasız olmadı. Arkamdan bütün Ur halkının ağladığını gördüm ve kendi ken- dime, Tanrı kadar, beni yeryüzündeki in- sanlar da seviyormuş diyerek müteselli ol» dum. Bazı insanlar vardır ki, öldükleri za- man arkaşından anası babası ve karısı bile ağlamaz. CArkasi var) ş6i budur. — Nasıl isterseniz öyle düşünün... İstediğinizi kondurun. Fakat ben in- kâr ediyorum... Hayır! Hayır! Hayır — Ah siz ne insansınız, ne insan... Ne fesndsınız!... Tabii bu bekiketi de benden saklamak istiyeceksiniz, Çün- kü vaktile yüzümüze gülerek ve z0- vallı Necileciğe tabasbuslar ederek, mürailiklerin en büyüğünü yaptınız. Sevgilime benim onu hiç sevmediği- me inandırdınız... Habasetlerinize pa» yan yoktur: Yazı sahtekârlığı, kas- den yangın çıkarmak, İki kişinin ka- tilliği, hırsızlık, saçı bitmedik yavru- ların paralarına konmak... Bütün bunlara karşılık, sizi şurada köpek gibi gebertmek lâzımdır. Fakat affet- meğe hazırım. — Eksik olmayın. Çok iyi kalbiisi- niz. — Fakat iki şartım var. — Nedir? — Şimdi hemen, kızlarımın nere- de olduklarını bana söyliyeceksiniz. — Pekâlâ... Birinci şartı anladık... İkincisi? — Vehbi beyle sıkı münasebetiniz var mı? — Arada sırada görüşürüz. — Münasebetlerini, itiyadlarını, bir kelimeyle hayatını biliyor musunuz? — Şöyle böyle... Kısmen... (Arkası var)