Arkadaşları ona «Kütüphani faresi» derlerdi. Bütün hayatı Kitapları arasında geçerdi. Evinde büyük, zengin bir kütüp- hanesi vardı, Bazan gözleri aş ei , a kadar okur. dinde “bek yorgunluk hissedince kütüp- hanesinin önündeki geniş balkonn çıkar, açılır kapanır iskemlesine uzanırdı. Haya- tında bir kadın macerası var mı idi? Bu- nu hiç kimse bilmezdi. Fakat onu bir ka- dınla böraber gören, hakkında bir dediko du işiten olmamıştı. Zaten Ziya kadınları, kütüphanesindeki en ağır, en müğlâk, en karışık bile çok daha güç anlaşılır, mânasına eri- gilmez mahlüklar addederdi. Kadınlar onun için birer bilmece idiler. Ziya da bilmece ile uğraşmazdı. Kütüphane balkonunun tam karşısında bir sürü yeni, kübik apartımanlar vardı. Ziya ne zaman balkonuna çıksa sağ taraf- taki ın penceresinde genç bir apartmanı kadın görürdü. Sicak yaz günlerinde ba- zan bu genç kadını pek dekolte bir vazi- yette gördüğü de oluyordu. Lâkiş Ziyanın genç kadını görmesile beraber başını öts- ki tarafa çevirmesi bir olurdu. Diyorum ya Ziya bilmece ile uğraşmağı pek sevmezdi. O günü gene okumaktan gözleri kacın- calanmıştı. Biraz balkonun çıkıp hava ni- mak istedi. Balkona adımını atar atmaz karşıdaki genç kadını gördü. Komşusu penceresini açmış, hafifçe dışarıya sark- mışta. Güneş ışığı altında sarı saçları işl aşıl yanıyordu. Genç kadın bir an başını kaldırdı. Ziyayı görünce hemen içeri şe- kildi. Pencereyi, âdeta hiddetle, hızla ka- © patla, Perdeyi de sşağı çekti, Ziya onun bu hareketine şaşmıştı. Genç kadın şimdiye kadar onu balkonda gördü- ğü zamanlarda hiç böyle bir gey yapmua- mıştı. Bu neden icap ediyordu? Kendisi onu rahatsı zedecek bir şey mi yapmıştı?.. ta Ziya gitti. Kapıyı saçtı. Hir- © metçi kıyafetinde bir kiz gelmişti. Elinde © kocaman bir çiçek buketi ile bir de zaf — yırtılmış bir mektup tutuyordu. Hizmetçi kız alaycı bir gülümseme ile: Gönderenin ismini söylemedi. Biz de ne bilelim aldık. Lâkin bizim bayan mektubu o okuyunca bunları sizin gi an» — Oladı. işte şimdi de iade ediyor, — Canım bunda bir yanlışlık var... Ben #izin bayana çiçek filân göndermedim ki. Hizmetçi kız; — Zalen bizim bayan bana tembih et- ç omişti, demişti ki: «Şimdi sen çiçekleri gö- o türdüğün zaman o inkâr edecek. ben göndermedim diyecek, sen aldırma. çiçek- ç leri bırak, gele. Buyurumüz çiçeklerinizi — de, mektuplarınızı da... © Genç kız bunları söyliyerek mektupla çi çek bukelini şaşkınlıktan aptallaşan Ziya- mın eline sıkıştırınca merdivenleri ikişer — İkişer atlıyarak aşağı indi. Ziya çiçeklerle mektup elinde içeriye “girdi. Bütün hayatında başına hiç böyle Dir macera gelmemşiti. Şimdi bu kocaman « buketi he yapacaktı. Hem de ne güzel, ne ç mefis, ne kokulu çiçeklerdi. Ziya da aksi Bibi çiçeği çok severdi, Genç adam gülümsedi: »- Hakiki sahibi çıkıncaya kadar bu gü- ei çiçekleri susuz birakmak günüh olur. li. Onları büyük - vazoya koydu. Bundan © sonra çiçekleri kimin gönderdiğini öğren- mek için hizmetçi kızın eline tutuşturduğu rim zarfından çıkardı. Okumağa baş- Bu bir erkek tarafından yazılmış, zın pek yakınında oturan bir Aşığınız.» Ziya gülümsedi, Genç kadın bü cümle- yi okuyunca Kendisini meçiul âşığı san- mişt. Mektupta genç kadına ne diller dö- külmüyordu. Hele şu cümleleri okurken Ziya kahka- halarını zaptedemedi: «Çiçeklerim benden çok bahtiyar. Şimdi bu satırları yazarken © çiçeklerin saade- Wi düşünüyorum. Sizin güzel çehreniz bir an işin onlara yaklaşacak, biçimli burnu- nuz onları koklayacak. Bu karanfiller di- ze bu kadar yakın olacaklar. Belki de burnunuzun ucu onlara değecek... Benna sıl anların saadetine İmrenmiyeyim?-» Ziya bunları okuduktan sonra yerinden kalktı, Çiçekleri kokladı. Kendi kendine: — Zavallı âşık!, diyordu, bilse Ki güzel bir erkek yüzü çiçeklerine yaklaşacık ve kocaman bir bürün karanfillerini koklayacak!.. Aca- ba o zaman bu güzel çiçekleri göndermeğe kalkışır muydı?. Ziya tekrar kitaplarını açtı, Fakat zilini hep bu garip macera ile dolu idi. Çiçekle- ri, mektubu, genç kadını düşünüyordu. Kalktı, yeniden balkona çıktı. Bu sefer bir müddet evvel genç kadının hizla ka- pattığı pencere açılmıştı. Fakat şimdi ora- da, kendisine çiçekleri ve mektubu getiren hizmetçi kız vardı. Bir aralık hizmetçi kıs çekildi. Genç kadın pencerenin önünde göründü. Lâkin Ziya ile göz göze geldikle- ri zaman delikanlının gözel komşusu ze- ne ayni hiddetle pencereyi kapattı. Perde- yi İndirdi. Onun bu tatlı hiddeti Ziyanın boşuna gitmişti. Aradan iki gün geçmişti. Ziyanın kapısı gene hızlı hızlı çalındı. De- Hikanlı gidip açtı. Bu sefer karşısında bal- kondan seyrettiği genç kadın duruyordu. Hiddet içinde idi. Elinde gene bir demet çiçek ve bir mektup vardı, gayet &inirii bir halde: — Utanmıyor musunuz six? dedi, ben evde yokken bizim aptal ahçı kadın bil miyerek gene sizin gönderdiğiniz bu çi- çeklerle mektubu almış.. Eve gelince kan tepeme sıçradı. Alınız mektubunuzu, alı- nız çiçeklerinizi!.. Genç kadın böyte söyliyerek çiçekleri ve mektubu Ziyanın kucağına attı ve bir ka- ime dinlemeden hızla merdivenlerden indi Ziya hayretler içinde idi, Fakat o hid- det ânımda genç kadın ne kada güzel, ner kadar cana yakındı. İçeri girdi. Gene çi- çekleri suya koydu. Kendi kendine: — Tuhaf bir vaziyet... diyordu, zavallı âşık güzel bir kadına gönderiyorum diya. bilmiyerek bena çiçekler gönderiyor. Tektar mektubu okudu. Bundan genç kadının güzellikleri göklere çıkarıyordu. Ziya bunları okurken: — Meçhul âşığın hakkı da var ya. de- di, hakikaten çok güzel kadın. Artık rahat çalışamıyordu. Hep gözünün önünde hiddetli güsel bir yüz vardı. Gene arasıra bâlkona çikiyordu. Fakat bu 86- fer genç kadın arlak eskisi gibi onu gö- rünce kaçmıyor, pencereleri huxia kapate mıyordu. Hatlâ bazan ona baktığı da olu- yordu. tarafından bir buket çiçek gönderdi. Ona çiçek yollamak biç aklından geçmezken bu hadise fikrini çelmişli. Çiçek büketini gönderdikten sonra her an kapının ça- içinde idi. Hattâ o günü balkona çıktığı v.— genç kadın ona bakıp gülümsemişti Ondan sonra bir çiçek, bir çiçek daha karşıdan selâmla- Türkiye Radyodifüzyon Postaları Dalga uzunluğu Türkiye Radyosu IMAtım, 182K6/5120Kw. T.A.O. 19.74 m. 15195 Kc/8. 20Kw. Ankara Radyosu T.A.P. 31.70 m. 9465 Ko/3. 0 KG Pazartesi 9/10/1939 TÜRKİYE SAATİLK 1230: Program ve memleke$ süat ayari, 1235: Ajans ve meteoroloji haberleri, 12,30: Türk müziği (PL), 1330 - 14: Müzik (Karı- şik program - PL). 18: Program, 18,05: Memleket santi a; rı, ajans ve meteoroloji haberleri, 18, Müzik ( ma, 19,15: Türk müziği: Çalanlar: Vesiha, Ruşen Kam, Cevdet Kozan. Reşad Erer, 1 — Okuyan: Melek Tokgöz. 1 — Kürdlü- hicazkâr pşrevi, 2 — Kemani Sahak - Kürdilihicazkâr şarkı: (Çılgınca seviştik), 3 — Bedriye Hoşgör - Kürdilihlearkâr şar- kı: (Kararan sularda), 4 — Nefise - Kür- dilihicazkâr şarkı: (Sverim ber güzeli), 5 — Osman Nihal - Kürdilihicazkâr şarkı; (Gözümden gitmiyor), 2 — Okuyan: Sadi Hoşsase, | — Zeki Ari? - Arak şarkı: (Miz. rabı bırak), 2 — Salâhaddin Piınsr - Hüxsam şarkı: (Bilmem niye sinemdeki yare), 3 — Udi Hasan - Hüzzam şarkı: (Akşam uyuyorken?, 4 — Sadeddin Kaynak - Hüzzam şarkı: (Ersurumda bağ olmaz), 3 — Okuyan: Radife Nydik. 1 — Haşim bey - Bestenigâr şarkı: (Kaçma mecburun- dan ey ahu), 27 — Hüsnü - Benstenigir şar- kı: (Çok sürmedi geçti), 3 —Eviç şarkı: (Şahana gözler şahane), 4 — Halk türkü- sü: (Haticem saçlarını taramış), 5 — Halk türküsü: (Ekin ektim çöllere), 20,15: Ko- nuşma, 2030: Türk müziği (Fasli heyeti), 2115: Müzik (Küçük Orkestra: Şef Nelp Aşkın): 1 — Beethoven: Patetik sonatı'nın adacio kantabilesi, 2 — Emmerich Kal- man: Faşingsfe potpuri'ri, 3 —Jos. Gung'l: Midropaten (Vals), 4 — Humphrles: Ma- zinin hülyaları, $ — Erich Rineg: Bir za- manlar bir Çigan vardı (Çigan entermezo- su), 6 — J. Sirauss; Binbir gece, 7 — Berger: Manon (Vals Boston), 22: Ajanı, ziraat, esham - tahvilât, kambiyo - nukud borsası (fiat), 2220: Müzik (Küçük Or- kestra - Yukarıdaki programın devamı), 22.35: Müzik (Cazband - PL), 23,25 - 2330: Yarınki program ve kapanış. Dr. Ihsan Sami BAKTERİYOLOJI Wi amülleri) kan kürviyatı sayılması, tifo “üe sima hastalıkları teşhisi, idrar, balgam cerahat, kazurat ve su tahli- du, fakat ısrarını görünce alâkanın eiddi- yetini anladım... Ne iyi oldu da o çiçekleri gönderdin. Fakat ilk gönderdiğin iki bu- ket çok güzeldi Ziya... Ziya buna: — Ne yapayım sevgilim, diyordu, sonra giçekçiyi değiştirdim!... Hikmet Feridun Es Tefrika No. 85 Manâur hayretle efendisinin yüzüne ba- kıyordu. Gerçek reisin oğlu çok akıllı bir gençli. söylediği sözler hiç de mânasız dö- Eildi. En akılı bilginler bile onun kadar düzgün konuşamazlardı. O, kendisine de- Mi diyenleri dost sanıyordu. Hiç kimseye kız- miyordu. Yolda, çocukluk arkadaşlarından birine rasladı: Mecnun, nereye gidiyorsun? Çoktanberi görünmüyordun. dağda mıydın gene?.. (Can) bey sokağın ortasında durdu. Arkadaşına gülerek cevap verdi: Bir ay oldu dağdan şehre ineli, Sizi değil, beni ben görmez oldum. Kalbimi yaktı bir meleğin eli, Ayağın tozuna yüz sürmez oldum. Can beyin arkadaşı dudağını bükerek yü- rüdü, Mansur: — Niğin konuşmadınız arkadaşınızla..? Diye sordu. (Gan) kölesine de güldü. — İnsanlar beni nden anlamaz öl- muşlar, Mansur! Herkes değişmiş. Yüzüm- den, yüreğimdeki aleşin alevlerini görmi- yen bu körlerle ben nasıl konuşabilirim? (Can) bey bir kumaşçı dükkânının önün“ de durmuştu. Dükkân sahibi, reisin oğ- Junu tanıdı: — Şamdan çok zarif kumüşlarımız geli, Bunlar ancak size lâyıktır. Diyerek tezgâhtan top top kumaşlar in- dirdi, (Can) ın önüne serdi, Reisin oğlu kumaşlara alıcı gözile bak- mıyordu. Gözleri, insanı çekici tatlı renk- ler üzerinde bir müddet durdu: — Ne muldu bunları alanlara. Diyerek başını salladı ve elini, bir ke- narda atılmış ve beyaz İplikten yapılmış olan bez yığınına uzattı: — Bundan bana üç arşmı verir misin? Dükkâncı hayretle delikanlıya baktı: — Bu, kefenlik bezdir, aslanım! Cenaze- niz varsa, üç arşın yetmez. — Ya kaç arşın almalı? — En aşağı sekiz arşın. — Pekâlâ, Ver öyleyse sekiz arşın, Mansur şaşaladı: — Kefenlik bezi alıp ne yapacaksınız, velinimetim? (Can) elini kölesine uzatfa; — Ben karışma benim alışverişime! Dükkâncı bezi kesti, bir paket yapıp uşa- Bina uzattı. Can bey kumaşçınin parasını verdi, dükkândan ayrıldılar. Mansur merakından ne söyliyeceğini, na yapacağını bilmiyordu. Araba relsin oğlu ölmeğe mi Bazırlaru- yördu? (Can) kölesine döndü: — Neden merak ediyorsun, Mansur? das di. Bir insanın her şeyden önce yeryü- zünde sekiz arşın kefenlik beze ve üç arşın boyunda bir çukura ihtiyacı vardır. Ya- nn öldüğün zaman, sarınacak kefenin ve içine gömülecek mezarın var mı? — Bunu şimdiye kadar düşünmemiştim, — Ben düşünmeğe mecburum, Mansur! Mezarımı dağda hazırlamıştım. Bir eksi- gim vardı, şimdi onu da tamamladım. — Dağda öleceğinizi ve hazırladığınız mezara gömüleceğinizi nereden biliyor. sunuz? — Bu, benim olim.dedir. Ben istediğim za- man ve istediğim yerde öleceğim. — Babapuz ve ananıx bırakırsa. — İnsana ölüm yaklaşınca bütün dost- ları uzaklaşır. ve ölecek Insan ecel ile başbaşa kalır, Mansur! — Dostları uzaklaşabilir. Fakat, ana ba- ba, insana dosttan daha yakın kimselerdir. > Yanıyorsun! Onlar da yavrularım ellerile ölümün kucağına atarlar, Evlâdia- rile beraber ölen bir ana, bâba gördün mü sen? Ölümü görünce, onlar da ötekiler Bibi geriye çekilirler ve çocuklarını ölümün de bırakıp, aczin ve meskenetin İfadesi olan göz yaşlarile kendilerini te- Tr. ie! ka No.94 SEViLEN KADIN Sokağın ağzında, Ragıp durmuş; . onlara dikkatle bakıyordu. Uzunca boylu, siyah saçlı, şık ve orta yaşlı — bir kadın, terzihaneden çıkar çıkmaz “Onu farketmişti. Belli ki delikanlının tipi onun hoşuna gitmiş olacaktı. Fakat gen adam onun nazarlarına - maruz kalınca kızardı; önüne baktı. © Kadı da, Ragıbın bu toyluğuna kız- , mış gibi istihfafla ve yan güzle onu süzdü. Hatta bir hayli ilerledikten sonra da geri dönüp ona baklı, — Bu kadın Sezadı. © Tam o sıradâ, mütevazi tuvaletli fakat pek zarif, gayet cazip bir genç kız, deminki kız kümesinin arkasın- .dan yalnız dışarı çıktı. oYaklaştık- ça eibisesinin sade şıklığı dikkate o çarpıyordu. “Hızlı hızlı yürümeğe başladı. Bİ- zim Ragıp da onun peşine düştü. Seza, durmuş, hayretle bakıyordu. erakı uyanmıştı. O tarafa doğru yürüdü. Hem yürüyor, hem de genç- erin harekâtını takip ediyordu. © Ragıp, çok geçmeden genç kıza Nakleden : ( Vâ - Nü) kr RR, MEME — Süzan hanım! - dedi. Kiz, döndü. — Süzan hanım... Unutmadınış ya... Bana vaildde bulunmuştunüz. — Biliyorum... Unutmadım... Fa- kat belki de hata ediyoruz... Şayet bizi görürlerse... — Kolüma giriniz... Bize kim dik- kat edecek? Süzan, söyleneni yaptı. Sokuldu. En iyi usul buydu, Kim görecek? Kim tanıyacak?... Bir müddet yürüdüler, Ragıp: — Ne güzelsiniz, Süzan... Ne şık. — Sizin yanınızda olacağım için mahcup kalmayasınız diye çalıştım. — Nasıl? — Beraber gezmeğe gitmemizi is- temiştiniz ya... Havaların güzelliğin- den istifade etmemizi söylemiştiniz... Ben de bütün gün çalıştım. — Daha doğrusu bütün gece... — Ne ehemmiyeti var?... Geceleri — Ben dayanıklıyım... Ne güçlükler- le karşılaştım hayatta... - Şimdi ne kadar ferahta olduğumu bilseniz... gece yarıları tehlikeli yollardan geç- mek mecburiyetinde değilim! o nef. ret ettiğim adamlarla karşılaşmıyo. Delikanlının koluna gayri ihtiyari, itimadla yaslanarak: — ... Ve sonra, sizin gibi Iyi bir komşum olduğu için cidden memnun ve bahtiyarım... - dedi. - Sizinle tat lı tatlı konuşuyoruz... Kitabınızın sa- hifelerini karıştırmanızi balkondan işitiyorum,.. Bazan de kâğıtlar üze- rine iğilmiş bir şeyler yazıyorsunuz... Görmesem bile bunları tahmin edi- yorum. Kendi kendime diyorum ki: «Annesine ve hemşirelerine mektüp yazıyor!...» Arlık yalnız değilmişim kanaatine varıyorum, «Beni şuracık- ta, yakında biri düşünüyor!ls odiyo- Tum... Fakat bu hal neye varacak?... Günün birinde teessüfle biribirimiz- den ayrılacak değil miyiz? Mukavemet €dilmez bir rüzgüra yakalanmış zavallı bir serçe yavrusu gibi omuzlarını kaldırdı. , — Adam sen de... Ne olursa ol. sun... İyi günler geçiriyorüz ya... Bu da kâfi... Sözü değiştirmek ister gibi; — Nereye gidiyoruz? — Nereye isterseniz... Sokaklarda gelişigüzel yürüyorlardı. Muayyen hedefleri yoktu, İstikamet. leri malüm değildi. Ehemmiyetli olan, beraber bulunmalarıydı. Yürüyor. lardı, Kalbleri beraber çarpıyordu. Bunu da hissediyorlardı. Erkek, sarhoş gibiydi. Sözü yine genç kız aldı: — Bana kendinizi anlatınız... Ha- yat Ohakkindaki (tasavvurlarımızı. emellerinizi söyleyiniz. Herhalde büyük gayeleriniz olacak... Erkeksi- niz... Hayat için de hazırlanmış bu- lunuyorsunuz... Böyle şeyler sizin hakkınızdır... Halbuki bizler... Be- nim için hiçbir İstikbal yoktur... Be- ni artık öğrendiniz... Böyle başla- dım, böyle kalacağım... Ayda altmış Mira, yetmiş lira, haydi, haydi yüz lira... Bunun içinde -çalışda çalış- Yuvarlanıp duracağım... o Piyango çıkmadığı takdirde hep böyle sürüp gidecek... Siz büyük bir avukat olmak istiyorsunuz, değil mi? — İnşallah... Eğer istidadım vyar- — Vardır elbet... Cevheriniz oldu- Zu anlaşılıyor... Cesaretle, sebatla | emelinize erişirsiniz... O zaman çok Yazan: İskender Fahreddin Ben Yıkıkkalede Leylâ ile buluştuğum zaman ona insan eli değmemiş kır çiçekleri verirdim selliye çalışırlar. İnsan oğlu kendi yavrü- sunu bir akrep kadar bile koruyamaz. « İnsan, akrebe benzer mi, velinimetim? — Ona benzeseydi. her şeyden önce sar dakati öğrenirdi. Akrep eşini kaybettiği zaman, kendi kuyruğile kendini zehirleyip öldürür, İnsan oğlu eşini kaybederse, hir tane daha, birkaç lane daha alır. Yavru» sunu kaybederse, bir daha, birkaç tane da- ha doğurur. Ve bunun içindir ki, insan Oğ- lw yekdiğerine uzun müddet sadık ve bağlı kalamaz, Mansur! O halde sizde uzun müddet Leylâni- 23 bağlı kalamıyacaksınız! Annenizin 1$- rarin söylediği gibi, si de günün birinde onu unutup başkasını seveceksiniz! (Can) bey düşünmeğe başladı.. Yavaş yavaş yürüyordu. — Çarşıyı bir ay evvelkinden daha tat- sız buldum, Mansur! Insanlar gibi, pazad yerleri de değişiyor. Hele şu sakıcıların böşyere yaptığı gürültüye bak. Böylelikle mallarını süreceklerini sanıyorlar? İhtiys cı olan, aradığını bulur. Ne diye telâş edi- yorlar? Hiç kimsenin malı elinde kalmaz. ve hiç kimse nasibinden fazla bir şey ala- maz. Ne kadar çirpınsalar, ne kadar bâ- gırıp çağırsalar, rızıklarına fazla olarak bir buğday tanesi bile ilâve edemezler. Mansur, biraz önce sorduğu şeylere ce- vap alamayınca susmuştu. Çarşının tam ortasından geçiyorlardı. Can bey belki de o gün son defa olarak Ur çarşısını geziyordu. Küçük bir mücev- herat dükkânının önünden geçerken için. çekti: — Ben buraya iki kere gelmiştim, Man sur! Niyetim Leylâya bir hediye almaktı. — Alabildiniz mi? — Hayır, — Paranız mu yoktu? — Bilâkis cebim altan doluydu. Fakta, dükkânın önünde saatlerce durdum, do- laştım. Ona lâyık bir mücevher seçeme- © dim. Mansur dükkâna şöyle bir göz attı: — Şu iki mavi boncukla süslenmiş altın bilezik ne kadar güzel... Şu zarif nakışlar- la işlenmiş halbal'ler ne kadar göz ka- maştırıcı... Şu altın kanatlı sarı kelebeğe bakınız! Bunlardan birini sevgilinize lâyık görmüyor musunuz? — Hayır, Mansur! Hayır... Bunların hep» si insan elile yapılmış şeyler. Onların kiys metli olduğunu biz söylüyoruz ve kendi söy- lediğimize inagıyoruz. Ben öyle bir hedi- ye almak istiyorum ki onu insan eli şap- mamış ve üzerinde İnsan gözünün İzleri kalmamış olsun. Mansur dayanamadı: — Kır çiçekleri toplayıp götürseydiniz, aslanım! ye (Can) bey uşağının omuzunu ok- şadı: — Sen, babamdan daha ince ruhlu ve duygulu bir insansın, Mansur! Gerçek, bon de OYıkıkkale) de onunla buluştuğum za- man kendisine insan cli değmemiş kır çi- çekleri verirdim. — Memnun olur muydu? — Şüphesiz. o kadar memnun olurdu ki, hir altın bilezik aldığımı söylediğim 20- man bana gücenmişti bile, — Cehinizdeki altınları ne yapardınız? — Onunla beraber, dağların yamaçla- rından geçen fakir çoban çocuklarına verir ve onların sevincini büyük bir hazla seys rederdik. —Oda memnun olur muydu bunları seyretmekten... e Mansur? Memnun olur muydu demek de lâf mı? bir kere, ömründe bir defa hile in görme. miş bir fakir çoban çocuğunun sevincini tp tmek... Laylânın en büyük zevki bu Çarşıdan dönüyorlardı. (Arkası var) para kazanacaksınız, değil bi? — Muvaffak olursam... — Mesleğinizde muvaffak olup da kendinize mevki yapınca, iyi ve zen. gin bir ailenin kızile evlenirsiniz... Erkek, yalvarır gibi: — Süzan! - dedi. — Söyleyin, ruhunuzu ve düşün. celerinizi bana samimiyetle açın... Zira ben sizin yakın dostunuzum.,, İki arkadaşız sizinle... 'Tesadüfün lütfen birleştirdiği iki iyi komşu- tikbal açık... Benimse değil... Bahtı. ızın açık olacağını umuyorum ve böyle olmasını diliyorum. Fakat kendi istikbalimin pek parlak olma. yacağını sanıyorum ve bunu pek ta- bit buluyorum, İşte vaziyet böyle... Anlatın haydi... Söylediğim gibi, ev- leneceksiniz, değil mi? — Peki siz, Süzan? — Benim böyle bir niyetim yok. — Niçin? — Anlatamam,.. Hislerimi cümle haline getiremiyorum, Fakat bunun | böyle olacağını ve olması lâzım gel- diğini seziyorum. Allesiz, kimsesiz, bırakılmış, parasız ve ümidsiz bir kızım ben... Hakikati niçin gizleme “? , (Arkası var)