Hilmi, arkadaşı Orhana; — Azizim, diyordu, benim evlene- ceğim kadın her halde biraz zengin olmalıdır, Ben hayatta parasız saadet “ ,olacağına kani değilim, Kendim beş parasızım... Alacağım kadın da zen- gin olmazsa ne yaparız? Meşhur söz- dür: «İki çıplak bir hamama yakışır» derler, “İki arkadaş böyle konuşarak vapu- Te girdiler, Güverteye çıktılar. Bir İs- kemleye oturdular, Vapurun kalkma- - sma beş dakika vardı. Bir aralık Hil- wi ile Orhanın tam karşılarındaki is- kemleye iki kadın oturdu. Bunlardan biri genç, güzeldi. Zarif giyinmişti. Öteki şişman, üst dudaği gayet hafif- ten bıyıklanmış, çok boyalı, çirkin bir kadındı, Hilminin gözleri iki kadından genç ve güzel olanına takıldı. Hattâ bir ara» lık arkadaşına fısıldadı: — Ne cana yakın şey, değil mi? Genç kadın da arasıra Hilmiye tat- lı tatlı bakıyordu. Vapur kalktıktan sonra iki kadın âralatında konuşmağa başladılar. Genç ve güzel olanı, şişmanına sordu: — Sizin apartıman Işi ne oldu? Şişman kadın memnun bir tavırla cevap verdi — Apartımanı bitirttik... Hattâ ta- Şındık bile... Çok güzel öldü... Yalnız #partımana bir isim koyacağım; te- reddüd içindeyim... Birkaç isim var. Fakat hiçbirini seçemiyorulu. Apartı- maânıma öyle bir isim koymak istiyo- rüm ki, tam yerinde olsun; Genç kadın sordu: — Meselâ ne gibi isimler düşünü- yorsunuz? — Aklıma gelen isimleri belki siz tuhaf bulacaksınız. Benim apartıma- nımın isminin ötekilerine benzeme- mesini istiyorum. Düşündüğüm isim- ler şu: «Kleopatranın sarayı)... Malüm ya, mektepte arkadaşlarım bana «Kleo- patras adını takmışlardı... Sonra apartımanının güzelliğini düşünerek aklıma «Yer yüzünde bir Cennet, adı da geliyor, Vakıa biraz acaip isimler amma ben beğeniyorum. Acaba bunlardan hangisini koya- yım?... «Kleopatranın sarayı daha hoşuma gidiyor... Hilmi, şişman kadının sözlerini bü. yük bir dikkatle dinliyordu. Kendi © kendine: «Demek bu şişman kadının apartımanı var... Hem de çok büyük bir apartıman olacak ki ismini Kleo- patranın sarayı koymak İstiyor...» diyordu. Genç adam, artık karşısındaki gü- gel kadına bakmıyordu bile... Gözleri hep ötekinde idi. Şişman, apartıman © sahibi kadında... Hilmi, senelerdenberi zengin bir kadınla evlenmek istiyordu. Halbuki talih onun karşısına hep kendisinden daha fakir kadınları çıkarmıştı. İşte “şimdi karşısında apartıman: olan bir kadın vardı, Ona o derece dalmıştı ki, şişman kadın da kendisile alâkadar olmağa © başladı. Arasıra Hilmiye bakıp gülüm- süyordu. Genç adam kendi kendine: «Ser. vet kuşu başıma konmak üzere...» di- yordu. Apartıman sahibi kâdırıla araların- daki göz ahbaplığı gittikçe ilerii- yordu. b Arkadaşı Orhan yavaşça Hilmiyi — dürterek; ASE Yemek salonlarına, yatak — Ne oluyor yahu?,.. dedi, âşık ol- mak için bula bula bu çirkin kadını mı buldun? Hilmi cevap verdi: —Pek o kadar çirkin değil... katli bak amma... Sonra di kim bilir ne büyük bir apartmanı var,.. Şayet onunin evlenirsem «Kleo- patranın saraylende yan gelip safa sü- receğim... Hem çirkin bile olsa - değil ya - ne lâzımgelir? İnsan yavaş yavaş çirkin bir kadına alışır. Birkaç sene sonra beraber yaşadığı kadının çirkin- liği kendisine tabii gelmeğe başlar. Güzellik te böyle değil midir? İki arkadaş konuşurlarken vapur iskeleye yanaşmıştı. Hep beraber kali- tılar. Apartımanlı kadın, Hilminin ya- nından geçerken ona dik dik baktı ve gülümsedi. Bunun üzerine Hilmi, Or- hana: — Kardeşim, dedi, beni mazur gör... Senden ayrılmağa mecburum. Görüyorsun ya... Ne kadar davet edi- ci bir bakışla beni süzdü. Bu bir İs- tikbal meselesidir. Sen de takdir eder- sin ya... Orhan gülümsedi: — Haydi bakalım, dedi, talihin açık olsun amma para uğrunda büyük bir fedakârlığa katlanıyorsun Hilmi, arkadaşından ayrıldı. Orhan o günden sonra Hilmiyi tamam iki ay görmedi. Gçen gün biribirlerine ras- ladılar. Orhan sordu: — Vay Hilmiciğim... Ns haber? Kleopatranın apartımanına Laşındın mı?... Hilmi içini çekti: — Birak efendim A ei dedi, başıma gelenleri <0 günü senden ayrıldım. Apartıman sâ- hibi kadın da biraz sonra arkadaşının elini sıktı ve ayrıldı. Hemen peşine düştüm. O gitti, ben gitlim. Arasıra dönüp bana bakıyor ve gülümsüyor. du. Ahbap olmamız hiç zor olmadı. Fakat yakından hakikaten tahammül edilmiyecek derecede çirkindi. Fakat gene onun etrafında pervaneler gibi dönüyordum, O günden sonra birkaç kere buluştuk. Ben sözü dönüp dolaştırıp apartı- | man meselesine getiriyordum. O; — Evet, dedi, bir apartımanım var... Sizi bir gün oraya davet ede- ceğim... Nihayet bir gün beni meşhur «Kleo- patranın sarayıs na davet etti, Bana adres verdiği yerde eKleo- patranın sarayı» adına uygun büyük İ “bir bina arıyordum. Fakat gözüme ili- şen büyük apartımanlardan hiçbiri. nin adı <Kleopatranın sarayı; değil- di. Bir de baktım, !ki katlı, yeni tamir edilmiş küçük, dapdaracık bir bina... Üstünde bir isim: «Kleopatranın sara- yiz... Kapıyı çaldım. Şişman kadın açtı. Beni gülerek içeriye aldı, Apartımanı hakkında izahat veriyordu: — Burası eski bir evdi... Yukarıda iki, aşağıda iki odası vardı, Ben bura- yı apartıman şekline koydum. Yani aşağı katı ayırdım. 15 liraya kiraya verdim. Yukarıda da kendim oturu- yorum... Ne yapayım?... Fakat çok | rütubetli diye aşağı katın kiracıları daha taşındıklarının haftasında çik- tılar, Odaya kimse de taşınmıyor... O da başka mesele...» Demez mi? Şimdi gördün mü sen Kleopatranın sarayını... Şu apartı. manlara garip garip isimler koymak ne fena şey... Ben de isme aldandım. | işte... PTA TABLETİ ve ban- Hikmet Feridun Es > yo odalarına, mutfaklara, üplesa Rİ nelere, kahvlere, gazinolara, lo kantalara, eşya depolarına asmakla Sinek, Sivri sinek, Güveler ve diğer haşaratı uzaklaştır- mak kabil olur. Temas suretile mücadele ve imhası lâzım gelen GÜVELERİN SÜRFE. LERİ, KARINCALARI ve MAMAM BÖCEKLERİNİN İMHASI İÇİN ve kürklere, elbiselere, çamaşırlara, halılara, dolap çekmelerine ve sandık. içinde satılan ss: KUTU KRİSTALİZE ASEPTAYI ürkiye Radyodifüzyon Postaları Dalga uzunluğu 148m, 182Ke/510Ew. Türkiye Radyosu TAG. 1974m, 15195 Kc/s. Ew. Ankara Radyosu TAP. 70m. Bö5Ke/s KO SAATİLE Salı 15/8/939 1220: Program, 1245: Türk müziği; I — Rast peşrevi, 2 — Lemi - Rast gar- kı - Sazın gibi sinem dahi, 3 — Lemi - Nihavend şarkı - Bir gül çıkarırdım, 4 — Kemençe taksimi, 5 — Reşad Erer - Ni- havend şarkı - Aşkınla ben ey mevcivan, $ — Osman Nihad - Hicaskâr şarkı - Eİ- lere uzaktan bak, 7 — Saz semaisi, 13: Memleket sant ayarı, ajans ve meteörü- 10ji haberleri, 13,15 - 14: Müzik (Karışık program - PL), 19: Program, 1905: Müzik (Dans mü- ziği - PL), 1940: Türk müziği Cİncesax fas), 2015: Konuşma, 2030: Memleket saat ayarı, ajans ve meteoroloji haberleri, 2050: 'Türk müzigi (Klâsik eserlerden mü- teşekkil program), 2130: Konüşmu (Ve- rem hakında - Doktor Muhit Tümerkan tarafından), 2145: Neşeli plâklar - R. 2150: Müzik (Bir operanın takdimi) Pi, 23: Son ajans habörleri, ziraat, esham, tahvilât, kambiyo - nukud borsası (flat), 2820: Müzik (Cazband - Pİ), 28,55 - 26 Yarınki program. Avrupa radyoları programı Saat 20 de 40 hafif muzika — Hamburg 20 zika — Lelpzig 20 hafif muzi- kâ — Münih 20 orkeslra Prag 20,50 orkestra — Bükreş 2035 piyano — Hi- versüm II 20,35 askeri muzikü. Saat 31 de Berlin 21,15 dans — Bteslav, Danzig, Leipzig 21,15 karışık muzika — Hamburg 2115 dans — Kolonya 2130 dans — Prag 2135 orkestra — Athlone 21 orkestra — Bari 2115 Yunanca neşriyat — Bero- münster 2150 Lortziog'in «Büyük âmiral, operası Psşle 21,55 opera konseri — Hilversum II 2155 hafif muzika — La- Wbach 2145 orkestra — Limages 31 kon- ser — Sı 1 2135 askeri müslka, Saat 22 de Stuttgart 22,15 hafif muzika ve dans Viyana 2230 piyano — Bükreş 22.15 dans, 230 Rumen muzikası — Florans 22 ope- re muzikası Milano 22 Verdi'nin «Othellos operası — Reval 22 orkestra — Roma 32 askeri muzika, Saat 23 de Berlin 2335 -1 eğlenceli muzika — Breslav, Prankfurt, Kolonya, Viyana 2340 - 1 dans — Hamburg 2340 piyano — Könlgsberg 2130 piyano — Lalpzig, Münih 20 - 1 hafif muzika — Stutigart 2333 sira — Belerad 23.15 dans — Bükreş 15 Rumen muzlkası Fiorans dans — Laibach 2315 könser — 2340 salon muzikaaı, Saat 24 den itibaren Prag 24 Çek muzikası Peşta 2420 çingene çalgısı — Londra 24,10 dans — Breslav, Kolonya, Stuttgart ve Viyana 4-1 orkestra ve askeri muzika. Roma, sağa: 1 — Kasaplık cildi, 2 — Hâbeşistanın merkezi. 3 — Boğaziçinde bir iskele. 4 — Sopa - Kudüsün İskelesi. 5 — Tersi tardet demektir - Tehasür edatı - Kemale ermemiş. 6 — Lâhza - Bedeli icar. 7 — Oltmesino mâni olmak. 8 — Alçak - Kırmızı 9 — Düzeltme - Çorabın içinde saklıdın 10 — Usera katargühı, Yukardan aşağı; 1 — Ahmaklık, 2 — Ampül mucidi - Hubub et. 3 — Ustanın yamağı - Familya. 4 — Şart edatı - Kıymetli bir taş, 5 —Limanımıza işliyon bir Romanya va- puru - Hicabın başı, 6 — Tersi tanedir - Karpuzun başı. 7 — Bir erkek ismi - Zor değil 8 — Bir peygamber ismi - Tenavül et, 9 — Şöhret - Fasılalar. İ 40 — Mütabakat etmek - Beyan odalı, Geçen bulmacamızın halli Soldan sağa: 1 — Süpürge, Pi, 2 — Üzüm, Erkek,3 — Terim, Kari, 4 — Rütep, Lip, Sataşa, 5 — Anmak, Umar, 7 , Hinç, 8 — Se, Bnbaşda, 9 — Okul, Af, II, 10 — Lirik, Arı, Yukardan aşağı: 1 — Süt, Balsol, 2 — Üzerindeki, $ — 4 — Ümit, Ameli, 5 — — Ge, Pa, Ba, 7 — Erk, Tuhaf, , 9 — Perlşandar, 10 — hayvanlardan - birinin Yer değiştirecek kiracılara tavsiye! Akşam'ın KÜÇÜK İLÂNLA. RP'n dikkatle okursanız kendi. nize en elverişli yurdu yorulma. dan bulabilirsiniz, LEYLÂ ie MECNUN Tefrika No. 32 Yazan: İskender Fahreddin Gökten mi indi bu Türkler?... Biz Halifenin askerlerile cenk etmeğe gelmiştik Asilerin huruç hareketi.. Ertesi sabah gün doğmadan batı cephesinde faaliyet başlamıştı. İhti- lâleiler mukavemet görmeden şehir- den çıkıyordu. Bu sırada 'Türk kabilesi reisini gör- mek üzere bir atlının geldiğini Ur- man'a haber verdiler. Urman, kendi kabilesinden gelen muhariplerle bir çadırda oturuyordu. Reis, Firattan gelen atlıyı uzaktan görünce tanıdı. Ortalık yeni aydınla- niyordu. Reis hirdebire telâşa düştü: — Ne var, Duran? Seni kim gön- derdi buraya? ” Duran elindeki bohçayı reise uzattı; — Karınız gönderdi. Çamaşırları- nizi unutmuşsunuz. Arkanızdan yola çıktım. Yolunuzu kaybettim... Gün lerce yollarda kaldım. Araya araya, sora sora Bağdada kadar geldim. Rels karısının gösterdiği alâkadan İ memnun olmakla beraber, bohçanın içinde gizli bir şey olduğunu tahmin etmedi. Bohçayı aldı, kendi eşyası arasına koydu. — Teşekkür edrelim, yollarda bir | hayli zahmet çekmişsindir. Fakat, burada seni dinlendirecek bir yerimiz yok. Bugün ibtilğicilerle büyük bir cenk yapmağa hazırlandık. Kılıcın bilenmi sen de yurddaşlarının ara» . Cesaret ve meharelini göster, Cenge takatin yoksa, geriye | çekilip harbin sonunu beklersin! Duran, reisin yanından Aâyrılma- mak için, onunla beraber harbe gir- meğe karar vermişti. Çok yorgun ol- masına rağmen: — Dinlenmeğe ihtiyacım yok, de di, buraya kadar geli yanınızdan ayrılıp geriye çekilmek, benim gibi on kere cenk meydanında döğüşmüs bir muharibe yaraşır mı? — Öyleyse sen de şuradaki yiğit- lere katıl. Bugün Bağdad surla önünde İslihimizi deniyeceğiz. Duran çadırdan çıktı. Relsin ya- nında kaldığına seviniyordu. Cenk- te muzaffer de olsalar, mağiüp ta olsalar, Duran ne yapıp yapacak rel- sin canma Kıyacaktı. O, Firattan | Bağdada kadar bu maksada gel mişti. Seyid Ahmedin sözleri hâlâ kulaklarında çınlıyordu. «Aklını ba- | Şina *opla, Duran! Sen kabilenin en cesur yiğitlerinden birisin! Reisi öl- dürüp dönersen, onun yerine ben reis olacağım. Sen de vezirim olur- sun!» Duran, Seyid Ahmed gibi enirika- cı bir adam değildi. Saftı, herkesin lâfına inanırdı. Seyid Ahmed onu çok kolay avlamıştı. Duran'n en zayıf tarafı, yaşı ierledikçe yeni ihtiraslara kapılmasıydı. Seyid Ahmed bunu herkesten önce keşfetmiş, ve bu İşi gizlice ona havale etmişti. Duran, kabilenin reisini öldürecek olursa, hem zengin, hem de kabile ârasında nüfuz ve mevki sahibi bir adam olacaktı, Duran iri boylu, gösterişli bir adamdı, Yolda gelirken hem bölinde- ki kılıcını, hem de hançerini bile- mişti. O, icabında reisi zehirliyerek ödlürmek için yanına zehir bile ak muşta. Duran'ı gören Türk döğüşçüleri başına topalştılar: — Yalnız mı geldin yurddan bura- ya kâdar? -- Evet. Hayvanımla beraber gel- dim. — Ne var, ne yok yurdumuzda? — Her şey yerli yerinde, Aileleriniz harpten muzâffer olarak dönmenize dua ederek yolunuzu bekliyorlar, Yiğitler hep bir ağızdan bağrış- tılar; — Âsileri dağıtmadan bir yere dön- miyeceğiz. Halifeye Türklerin, cenk meydanında nasıl çarpıştıklarını an- latacağız. — Halife de burada mı? — Heyır. Vekili burada, — Kimdir 0?..., uiharis... — İsmini duymuştum. Değerli bir kumandandır... Duran yurddaşlarile konuşurken, Elharsi, Urman'a şu emri gönder- mişti: «Âsiler içimize doğru yürüyorlar. Güneş yükselmeden harekele geçmek zamânı gelmiştir. Hazır oll» Urman, kumandanın emrini alır almaz çadırdan dışarıya çıktı. Yük- sekçe, fâkat düşmana görünmiyen bir noktada duruyorlardı. Türklerin reisi, âsileri biraz daha içeriye çek- mek İçin ortalığın tamamile aydın- lanmasını bekliyordu. Ufukta kızıl gölgeler belirmişti. Urman'ın arkadaşları sordular: — Yürüyelim mi? Urman düşmanı uzaktan takip edi- yordu. — Biraz daha bekliyeceğiz, dedi, hemen şimdi harekete geçersek fazla zayiat vermiş oluruz. Urman vaziyeli çok iyi görüyordu. Âsilerin başımda acaba kim vardı? Bu belli değildi, Urman: — Kim olursa olsun. Hepsini esir muharipleri kum yığınlar. nin arkasında sinmişlerdi. Elharis ikinci bir haber daha gön- derdi: «Urman, ne duruyorsun? Düşman kalbimizin üzerinde yürüyor, Bizi içi mizden mi vurduracaksın?» Biharis boşuna telâş ediyor ve âsi- ler şehirden uzaklaştıkça halifenin ordusunu içinden vuracak sarıyordulk. Urman, âsllerin huruç hareketini önlemek zamanı geldiğini görmüştü. | Kumandana; #Düşmanın âkibetini biraz sonra gözlerinizle göreceksiniz! o Elimize geçenleri esir mi alalım, yoksa kılıç- tan mı geçirelim?e Diye sordu. Elbharis, Urman'a: «Kılıçtan geçiriniz. Şeyh Mehme- de raslarsanız, onu esir almağa ça- İişınız.» Cevabını verdi X r birdenbire, kurdukları pusudan çıktılar. Ve dar bir sahaya giren âsileri önlemekle beraber, ete raftan da halka halinde çevirmeğe başladılar, Âsiler neye uğradıklarını şaşırarak geri dönmek istedielrse de muvaf- fak olamadılar. Türk cengâverleri, âsileri dört çevreden kuşatarak kılıç- atn geçiriyor ve ileri gelenlerini ya. kalayıp karagâha gönderiyorlardı. İhtilâleiler o kadar şaşırmış ve ser. semlemişlerdi ki... Dört çevreden bir den sarıldığını görünce: — Gökten mi indi bu Türkler?... Biz Halifenin askerlerile cenk etme- ge gelmiştik. Diye bağrışarak Türklerin kılıcı ak tında can veriyorlardı. Bü sırada Duran, rlesin yanından ayrılmıyor ve kavga arasında klmse- ye sezdirmeden öldürmek için fırsat arıyordu. rman öyle kahramanca döğüşü- yor, Karşısına çıkan düşmanı bir vu- rTuşta öyle yere eriyordu ki... Bir aralık Duran bile - relsi vurmak üze- re kaldırdığı kılıcını düşmanın Üze- rine savurmağa mecbur olmuştu. Kendi kendine: — Böyle merd ve cesur bir kahra» mana da kıyılır mı ya? Diye söyleniyordu. Cenk meydanı mahşer yerine ben ziyordu. Urman'ın gür sesi gök gü- rültüsü gibi yükseliyor ve kulaktan kulağa yayılıyordu. Bağdad önlerin- de o güne kadar bu derece kanlı ve heyecanlı bir muharebe olmamıştı. Duran bir kaç Asinin başını yere düşürünce heyecana geldi: — Hele şimdi reise yardım eds- yim... Vazifemi yapayım da, diyordu, ordumuz üstün geldikten ve düşma- nı yendikten sonra, ben de İş başı- na geçerim. Duran, Arapları sevmezdi. Hârbe girince eski kini uyanmış ve Türkler cenkte üstün gelince Durann da railli duyguları kabarmıştı.