Cevdet tramvaydan indi, Düşüne yölüne Beyazıd havuzuna doğru Emeğe başladı. Saate baktı, Ken- &erdine mırıldandı: © — Çok erken gelmişim... Daha ya- Saatten fazla zamanım var... Bugün Cevdetin en dalgın günle- tinden, biriydi. İki ay evvel zengin Wkadaşlarından biri Cevdete: ye , Kardeşim, demişti, ben sayfiye- ta, inacağım. Beyoğlundaki üpar- anıkmı, eşyasile beraber bomboş rakacağım. Halbuki sen oturduğun Kasiyona para veriyorsun. İstersen dh ben sayfiyede iken apartımanım- Mo Eşyam; telefonum, her şeyim, #eyim emrine âmade... aa adayının bu teklifi Cevdetin pek a gitmişti. Zaten ne kadar 78 Mandanberi para sıkıntısı çektiği için Konunun kirasını bin bir müş- tla veriyordu. Derhal zengin ar- aşının apartımanına yerleşti. Ar- A yandan pek memnundu. O X kira verdiği pansiyon odasile, li içinde yaşadığı şü şık aparti- biribirlerile mukayes? edilmiye- derecede farklı idi, du, hassa şık bir masanın üzerinde ni YAN beyaz renkteki telefon makins- Cevdetin pek hoşuna gitmişti. Çi: ği ilk gençlik senelerindenberi ü e bir telefanu olmasını pek is- Mİ. İşte şimdi - muvakkat bile ok * Oturduğu apartımanda bir tele- tn vardı, Arkadaşının apartımanına yerleş» a ikinci günü idi. Cevdetin ak- “telefonla bir muziplik yapmak te si Hemen telefonu açtı, Mektep- düş kendisine verilen nunsrayı karı dü, Bu numaradaki bütün ra- Me göre telefon makinesinin Tüy küçük yuvarlağı çevirmeğe P il, e müddet sönra telefonda tatlı kadin sesi: tara, Allo... Kimi arıyorsunuz? diye Yordu, Li l bütün cesaretini b verdi: Kimi arıyacağım efendim?. si- topladı. — a. — Siz kimsiniz rica ederim? > Güzel sesinizi dinlemek arzu- Minda bulunan biri... Telefonda ko- un kadın da her halde çok neşeli insandı, Cevdetin bu âon sözü üze- “ni Şairlerin «Billur gibi: dedikleri inden bir kahkaha kopardı.” CN * bundan biraz daha cesaret » O gece belki bir saatten fazla 'ustular, Telefondaki kadın sesi yet; tü Artık Allahaısmarladık. Süht tu 12... Yatmak zamanı geldi... Ya- Mürüz telefon ederseniz gene görü- a, dedi. Ertesi gece Cevdet gene ! Numaraya telefon etti. Karşi- kiş, kadının telefon numarasını A, edu. Çünkü bu, Cevdetin talebe- 22manında mektep numarası idi. maine gece daha uzun zaman ko- e Biribirlerinin yüzlerini gör“ ag, eri halde âdeta samimi olmuş- Betti, Sinemalardan, plâjlardan bah- #r. Biribirlerine hangi artistleri A, Sklerini, bu yıl içinde hangi fi- di, Gördüklerini sordular, Bir ara- 4 Söz seyahat meselesine intikal et- * Telefondaki kadın: Aşağı en. dedi, seyahati çok severim. tup, Yukarı bütün dünyayı dolaş- debi bir şey... Mayda gece Cevdet gene aynı İçin telefonu açtı, Artık bu enun Un, © güzel, en zevkli bir eğlence bep tu Bir kere bu telefon muhab- ta, İçin para sarfetmeğe lüzum yok- diy telefonu, saatlerce konuş, gü- bang glendir, Zengin arkadaşın hesü- Yazılsın?.. da konuştuğu kadının sesi Cev- Yapa, kulaklarına 0 derece tatlı geli- Ne ki her gün kendi kendine: Haag olsa da eve gitsem tanı- diy, sevgilime telefon etsemi., Yaka, sabırsızlanıyordü. t konuşmasından henüz yüzü- BÜ gö rmediği bu kadın hakkında bir te bu Hüma sahibi olmuştu. Bir ke- t, Ben, çok zengindi. Pek genç- Cen, derece şik şeydi. Krinaget bütün bunları kadının söz“ , konuşmasından anlamıştı. Hat ley, “LÂ gene bu telefon muhabbet- Cevdet genç kadının boylu, ii yeşi günl, gayet mn tazam vücudlü olduğunu da öğren- Meçhul kadın fazla meraklı bir insandı, Telefonda Cevdet hakkında da birçok sualler soruyordu. Parasız delikanlı henüz yüzünü görmediği fakat zengin ve güzel ol- duğunu öğrendiği bu kadını elinden kaçırmamak için kendi hakkında bir sürü şeyler uydurmuştu, Bir kere biç parası olmadığı halde telefonda- ki kadına son derece zengin olduğu- nu söylemişti. Telefondaki kadın sormuştu: — Uzun boylu müsunu?? — gvet.. Uzun boyluyum... Fakat boyumun uzunluğu çirkiri denilecek derecede fazla değildir, Arkadaşlarım benim yakışıklı olduğumu söylerler... demişti, Bütün bunlar yalandı, Cevdet tam mânasile bir boy fıkarası idi. Hettâ arkadaşları ona «cüce» derlerdi. Çev- detin yakışıklı olduğunu söylemesine gelince... Bu da tamamile yalandı. Cevdet hiç de yakışıklı değildi. Fakat sicak kanlıydı... Cevdet genç kadına telefonda ken- disini emsalsiz derecede zengin, gü- zel, yakışıklı olarak tanıtmıştı. Bu suretle tamam ikl ay geçti. Her gece biribirlerine telefon ettiler. Nihayet telefonda o derece samimi oldular ki biribirlerinin yüzlerini ta- nımamalarını pek tuhaf bulmağa başlamışlardı. Bir gece telefonda Konuşurlarken artık buluşmağa karar verdiler, Sa- bahın erken bir saatinde Beyazıdda buluşacaklardı. Biribirlerini tanıma- ları için üzerlerine yainır ikisinin anlıyabileceği bazı işaretler koyacak- Jardı, İşte Cevdet meçhul sevgülsle bu- gün buluşacaktı. Sabahleyin bunun için tramvaydan dalgın dalgın İnmiş- ti, Çünkü telefonda meçhul kadına kendini bambaşka tanıtımı Bugün bütün foyası moydana çıkacaktı, Zen- gin ve güzel olmadığını meçhul sev- gilisi anlıyacaklı, Cevdet kendi ken- dine «Bana telefon eden genç, güzel, zengin bir kadın... Halbuki şimdi bu genç kadın benim nasıl bir adam Gi- duğumu kgörünce bana hiç yüz ver- miyecektir.> diyordu. * r Cevdet birdenbire durakladı, Kar- şısında gayetle şişman bir kadın du- ruyordu. Bu kadının giyinişi tıpkı biribirlerini tanımaları için telefon- da meçhul sevgilisile kararlaştırdık- larının aynı idi, Cevdet güzel bir ka- dınla karşılaşacağını tatonin ederken şimdi bu şişman, iri yari kadının kar- sısında şaşırmış kalmıştı. “İşin tuhafı şişman kadın da Cev- dete hayretler içinde bakıyordu. Çün- kü meçhul sevgilinin tanıması için Cevdette de bir takım işareller vardı, Nihayet biribirlerine yaklaştılar. Cevdet sordu: — Affedersiniz. Zannederim tele- fonda ahbap olduğum bayan Muallâ sizsiniz değil mi? — Evet benim efendim... İkisi de aptallaşmışlardı. Bi rini hayretler içinde süzüyorlardı. Şişman iri yari olmasına Tağınen Cev- det, Muallâyı sevimli, cana yakin bul- muştu. İlk dakikalar geçince Muallâ da Cevdete karşı daha iltifat etmeğe başlamıştı. Nihayet ikisi de biribirlerine haki- kati olduğu gibi itiraf ettiler. Muallâ da fakir bir kadındı. Bir gece işinde çalışıyordu. o Gecelerini geçirdiği yazıhaneden bu Cevdete te- ilefon ediyordu. Muallâ da o günü zengin, genç, güzel bir adamla buluşacağını ümid ederek randevu yerine gelmişti. İkisinin de ümidleri boşa çıktığı balde gene anlaştılar. Biribirlerini daha tanıyınca tabiatlarını da pek uygun buldular ve evlendiler. Hikmet Feridun Es Kaybolmuş bir kedi Siyamsi cinsinden beyazlı si- yahlı erkek bir kedi oturduğumuz Beyoğlunda İstiklâl caddesinde 219 numaralı Işık apartımanının 5 Inci dairesinden muttasıl apar- tımanlardan birine geçmiş, bir daha dönmemiştir. Bulanlar adresimize getirdik- Jeri takdirde memnun edilecek- lerdir. T.A G 1974m. 15195 Kes. T.A.P. 3170 m. 9485 Kes, ANKARA RADYOSU CUMA 16/6/839 1230 Program. 1235 'Türk müziği - PL 13 Memleket saat ayarı, ajans ve meteo- roloji haberleri. 13,15 « 14 Müzik (Karışık program- PL) 19 program. 19,05 Müzik CUvertür - PL) 19,15 Türk müziği (İnce saz heyetin. 20 Memleket saat ayarı, ajans ve meleoro- loji haberleri. 20,15 Neşeli piüklar - R. 2020 Türk müziği 1 — Şevki bey - Uşşak şarkı - Gülzara natar kıl, 2 — Tanburi Faize - Uşşak şarkı » Niçin nalendesin. 3 — Şemertlin Ziya - Uşşak şarki - Şu galkımsöğüdün altı dalma. 4 — Uşşak tür- kü - Söyleyin güneşe. 5 — Şehnaz peş- Trevi, 6 — Nazım - Şehnaz ağır semai - Didem yüsüne nazır, 7 — Deliâi zade - Şehnaz şarkı - Elmedim bir Jâhza ihya. 8 — Santur taksimi, 9 — Şemsettin Ziy Şehnaz şarkı - Hem aldandım bem Gattım. 10 — Rahmi - Şehnaz şarkı - Ey dilberi işvebaz. 21 Konuşma, 21,15 Mü- zik (Radyo orkestrası - Şef: Hasan Ferid Alnar) | — M. Glinka - Ruslan ve Lud- milla uvertörü 2 nude Debussy - L' aprbe - Midi d'un faune, 3 — A. Boro- &in - Asya çöllerinde. 4 — N. Rimsky - Korsakow ((Cappricclo espagnol). 2215 Konuşma. 2230 Müzik (Şen şarklar, Ka- bare ve süire - PL). 28 Son ajans haber- Teri, ziraat, esham talıvilât, kambiyo - nukut borsası (fat). 2320 Müzik (Caz- band - PL). 2355 - 24 YaYrınki program, Avrupa İstasyonları Saat de Breslau 20 karışık muzika — Münih 20 orkestra — Ştuttgart 20 hafif muzika Meinik 2015 hafif muzlka Athlene 2045 hafif muzika — Peşe 2025 çingene çalgısı — Bükreş 2025 Gounod'nun «Faustu operası iplâkla) — Fiorans 20,15 PergoleMi- nin «Hizmetçi kız banım oldu. operası — Stokhlom 2030 orkestra Saat 21 de Berlin 2130 Küneke'nin «den gelen ye- genim: opereti Breslau 21,15 karışık muzika — Frankfurt 2125 orkestra — Hambrug 71,15 hafif muzika — Kolonya 2130 halk muzikası — Lelpsig 21,15 or- kestra ve şarki — Münih 21,15 İtalyan ar- tistleri ve orkestra — Prag 21 orkesira — Brünn, 2115 - 23 operet bavalan — Athlone 21,45 orkestra — Bari 21,15 Yu- nanca neşriyat — Bordo 2130 konser — Peşte 2110 Vagnerin «Lohengrin» opera- sı — Florans 2130 orke: — Hiversum 1 2140 hafi? muzika — Lille 2130 bir per- delik operet — Paris P.T.T. — 2130 - 2330 orkestra — Rennes 2130 - 2330 ope- ret havaları Towloüse 71,10 marşlar, operet muztkası ve hafif muzika, » Saat 2 de Bresiau 22,10 dans — Kolonya 220 dans — Ştutigart 22.10 dans — Florans 2250 valslar — Hiversum Ji 2240 hafif muzika — Lalbaeh 22,10 salon muz'kası — Milano 22 hafif muzika, 2250 salon mu- | zikası, Saat de Berlin, Breslav, (ODanzig, Frankfurt, Hamburg, Münih, Ştütgart ve Viya 2330 « 1 Hafif muzika — Kolonya 2340 piyano konseri - ö 2m -1 Dans ye hafif musika — Pcşte 28 caz- band — Florans 23,25 dans — Toulouse 23,15 hafif muziha, Saat 74 den sonra Prog 24 - | Çek muzikası — Peşte 2 #alon orkestrası — Londra 24,10 dans — | Rama 24 dans — Berlin, Graz ve Şlülgart 1 - 4 Büyük orkestra. Çİ nm Şile köylerinde posta servisi Şile (Akşam) — Kazamızın bir kö- yünde kasaba ile köy arasında posta servisi teşkil edilmiştir. Bu servisleri köy korucuları yapmakta ve her dsi- reye uğrıyarak köyü alâkadar eden evrakı almaktadır. Bu arada Ağva nahiyesine bağlı Öbeyli köyünde de bir posta satış şubesi açılmıştır. Trakyada mahsul vaziyeti çok iyi Edirne (Akşam) — Bu sene Trak- yanın her tarafında kışlık mahsul çok iyi bir durumdadır, Faydalı yağmur- ların yağışından istifade eden rençber yazlıklarını da vaktinde ekmiş ve bun- dan faydalanmıştır, Taşra gazete bayilerinin nazarı dikkatine Bazı taşra bayilerinden aldığı. mız mektuplardan : «AKŞAM» mutlaka şu veya bu mMutavassıt- lardan tedarik etmek hususunda kendilerini mecbur addettikleri anlaşılmaktadır. Bu zöhab hakikate uygun de- ğildir. Binaenaleyh taşra bayile- rinden arzu edenler her zaman «AKŞAM» idarehanesine müre- caatla doğrudan doğruya muâ- meleye girişebilirler. Bu hususta «AKŞAM>; idaresine mektup ya- zarak bayi şartlarını öğrenebi- Jirler, Tefrika No. 385 Ana günlerce, hasta ve halsiz, ya» | taktan kalkamadı; emmioğlunun ka- rısı ona elinden geldiği kadar yardım etti. O yıl, bütün kış, kadıncağız bir türlü kendini toparlıyamadı, ağır bir şey kaldırmak veya pazara bir yük gö- türmek âdeta bir işkence oluyordu. Fa- kat bazi bazı, çaresiz kalınca dişini si- kıp dayanmak lâzım geliyordu. Niha- yet günler geçip de havalar düzelin- ce biraz iyileşti, artık güneşli bir yere oturup isınmaktan hoşlanıyordu. B#- bar gelince de, büsbütün düzeldi sm- ma, nedense bir türlü, eski halini bu- lamıyordu. Bazen hakikatli komşusu ona sevdiği bir yemeği pişirip getirin- ce bile, ana elini göğsüne bastırıp: «— Şuramda bir ağırlık var. Yiye- miyorum. Yüreğim şöyle iki mememin. arasında sanki kaya gibi oturuyor. Gırtlağımdan birşey geçmiyor, yuta- mıyorum... Lokmalar boğaznma Gi- giliyor. Ne varsa yüreğimde... Öyle derd dolu ki, orası, kurşun gibi basi- yor, ağlasam belki açılım... Şöyle doyasıya hüngür hüngür bir ağlıya- bilsem sanki iyileşirdim gibi geliyor.» diyordu. Lâkin bunu o kadar istediği halde, gene de gözleri kupkuru kalıyordu. Ard arda gelip geçen bahar günlerin- de ne ağlıyabildi, ne de her zamanki gibi çalıştı; büyük oğlu yapılacak İş- kri başarabilmek için sabahtan ak- şamlara kadar çırpındı, karşıki emmi oğlu elinden geleni değil, hallâ gel- miyeni yaparak yardım etti ve ana da gözleri kupkuru tembel tembel oturup durdu. Bu hal, epey bir zaman sürdü... Yu- Jafın başaklandığı sıralarda bir gün- dü. Kadıncağız, canı o sabah taran- masını bile istemediğinden saçı başı darma dağın, eli kolu düşük, gözleri yerde, oturup duruyor, miskin hasta kediler gibi güneşleniyordü. O aralık bir ayak sesi duydu, başmı kaldirmca kâhya ile göz göze geldi. Büyük oğlu da adami görmüştü, yak- Jaştı: — Babam öldü, annem de aylardır hasta... İşlere sade ben bakıyorum. Ekini görecekseniz ben götüreyim sizi, anamın kalkacak hâli yok... dedi. O zaman adam; yüzü perdahlı, saç- ları pırıl pırıl taralı bu şehir uşağı pek belli etmeden kadına iyice bir baktı ve olanı biteni anladı. Kadn da onun neler sezdiğini hissetti ve hiç birşey demeden başını eğdi. Zaten adam umursamadı bile. He- men çocuğa: «— Pekâlâ, haydi yürü bakalım.» de- di. Ve ikisi beraber uzaklaştılar, onu birakıverdiler. Bu adamdan artık bir- Şey umulmıyacağını iyice görüyordu. Zaten kendinde de ona karşı, eskisi gibi bir cinsi istek filân kalmamıştı; vücudünde ne vakıttır öyle bir hal- sizlik vardı Ki, yalnız, bu son göz göze gelişleri aradığı, sarsıntı, ve heyeca- nı vermişti ona. Göğsündeki, «yüre dim» diye gösterdiği o kaskatı ağırlı- gın, iç boğuntusunun âdeta çözüldü- günü, eridiğini hisseder gibi oldu ve gözleri yaşardı. Ayağa kalktı, herkesin çokluk geç- mediği bir yoldan kırlara saptı, Tâ ötede, uğranılıp aranılmıyan bir me. zar vardı. Çok, çok eski, herkesin artık içinde yatanı bile hatırlıyamadıkları kadar eski, üstünü otlar, baldıranlar bürümüş, adı sanı unutulmuş kimse. siz birinin, zavallı mezarı, idi bu. Ana çimenlerin üstüne çöktü, bek- ledi. Ve nihayet ağlıyabildi! Göz yaşları evvelâ yaka yaka, sey- Tek yale sonra da şırıl şırıl, kolaycacık akmağa başladılar; o vakıt ana başını mezara dayadı ve kadınların. yürecikleri, ömürlerinin acısı Je fazla dolup taşınca yaptıkları gibi kötü na- sibinin altında çöker ezilircesine hay- kıra haykıra, ağladı, bağırdı. Bu çığlıkları, bu hıçkırıkları bahar rüzgür önüne kattı, küçük köye ka- dar, taşıdı götürdü ve evlerinde işleri. ne güçlerine bakan analar, kocalı ka. dınlar, uzanıp uzanıp biribirlerine bakıştılar ve usul usul de: — Bırakın zavallıyı ağlasın... Bel- ki içi ferahlar... Dul kalalıberi şöyle doyasıya bir ağlıyamadıydı. Çocuk- Yanına söylemeli de rahat versinler kadıncağıza; dediler, Ve ağlasın, Kanıksayıncıya kadar ağlasın diye onu kendi haline bırak- tılar. Aradan epey bir zaman geçtikten sonra, Ana yanında hafif bir hışırtı , duydu ve başmı “kaldırıp bakındı. Ortahk kamarmışlı; demek ki güneş batıncıya kadar hep ağlamıştı. İşte taşlı, dikenli yolda. sendeliye sürçe kızı geliyordu. Bir şeye çarpmamaya yardımı olurmuş gibi de, alışıklıkla ellerini önüne uzatmış arana arana yürüyordu. Daha uzaklardan bağırdı: — Anacığım! Yetişmez mi artık! İçin ferahlasın (diye seni o rahat bırakalım dediler amma, ağladığın yetişmedi mi artık! O vakit ana uyandı, kendine yel- di, Çocuğuna baktı, bir «oonf» çeke- rek, dağınık $açlarını yüzünden itti. Doğruldu, şişen gözlerini sildi, ayağa kalktı, Kızcağız da aranarak kolunu uzatmıştı, anasının elini tutmak İs- tiyordu. Zavallı, balıda penbeleşen son akşam ışıklarından korumak için gözlerini sıki sıkı yumuyordu, iniiti- yi andıran acılı bir sesle: — İnşallah ağlıyacak bir şeylerim olmaz benim, göz yaşı canımı öyle yakıyor ki.... deği. Bu bir iki kelime, anayı büsbütün kendine getirdi ve âdeta içini yıkadı temizledi. Böyle bir günün sonunda söylenen bu sözler, elini tutmak için uzanan, aranan bu el, onu aylardır içinde bocaladıği ümidsizlik ve bez- ginlikten çekti çıkardı. "Tekrar, ve yalnız ana oldu, kızma baktı, Ne vakittir'süren buhranlı uyu- Şukluktan nihayet kurtulup çıkarak: — Gözlerin eskisinden daha mi fe- nalaştı yavrum?'diye sordu. Kızcağız da: — Galiba Pek farketmedi amma, sade işine geldi mi daha çok acıyor yanıyorlar, birde yüzlerinizi eskisi kadar iyi seçemiyorum. Ağabeyim büyüyeli, onü seninle karıştırıyorum, sesini işitmeden bilemiyorum, diye cevap verdi. * O vakıt ana yavrusunun elinden tut- tu, yürümeğe başladılar. İçinden, inliye inliye: —— Neredeydim ben? Bu kadar 21- mardır nerdeydim? diye düşünüyor- du. Dayanamadı, yüksek sesle de: — Yarın şefak söker sökmez yolla- ra düşeceğim ne vakıttır sana söyledi. im göz ilâcı yok mu... Gidip onu nü cağım... Vah çocuğum, vah sana yav. Tum, dedi. O akşam üçü de, sanki anaları uzak bir yolculuktan dönmüş de ona tek- Tar kavuşmuş gibi oldular. Kadın €<- ki benliğini buluyordu. Lipe lip yemek doldurduğu çanaklarını sofranın Üze- rine koyuyur ve her biri ile, ayrı ayrı meşgul oluyordu. Yıpranmış süzü!'- müş sapsarı yüzünde marazi bir sükün ve rahatlık İfadesi beliriyordu. Sanki evlâdlarını bir iki yıldır görmemiş gi- bi onları birer birer doya doya seyre- diyor, her bir taraflarını gözden geçi- riyordu. Küçük oğlana baktı baktı: — Yarın, baş işim senin şu ceketi yıkamak olsun. Hiç bu kadar pislendi- ini, yırtıldığını farketmemiştim. Sen ay parçası gibi bir çocuksun, hem de benim oğlumsun, böyle kir pas içinde gezmek yakışır mı hiç sana! dedi, Büyüğüne de: — Geçen günü, parmağımı kestim, ufunetlendi diyordun, nasıl olduğ Gös- ter bakayım oğlum? diye sordu. Elini yıkayıp yararın üzerine azıcık yağ damlatırken de; — Nasıl yaptır, neyle kestin? dedi. Çocuk şaşarak gözlerini açtı: — Söyledimdi ya sana anam, tarpa- m taş üstünde bilerken kesiverdim, yakında yulafları biçeceğiz de ona ha arlıyordum.... diye cevap verdi. Kadın da; — Ha sahi, sahi.. Aklıma geldi, söy- lemiştin, dedi. Çocukların üçü de, sebebini kendi- leri de anlıyamadan, âdeta tatı bir sıcaklıkla sarılıp kuşatıldıklarını his. gettiler.. Sanki bu hararet anaların. dan çıkıyor, onları ısıtıyordu. Öyle se- vinç içindeydiler ki, gevezeliğe başla- dılar, o Jâkırdıdan ötekine atlıyarak bir sürü şeyler anlattılar. En küçüğü: (Arkası var) i i