Kadehlerini birer kere daha boşalt- tıktan sonra ispirilizmadan, manyâ- tizmadan bahsetmeğe başladılar, Faruk: — Aman, dedi, hazır JAf açılmiy ken size başımdan geçen bir ispiritiz. ma vakasını anlatayım... İçlerinden biri itiraz etti: — Haydi canım siz de... Bu asırde Aapiritizmaya da inanılır mı? Buünle- zın hepsi masali, Faruk: — Fakat, dedi. Bu benim başımdan geçen bir hâdisedir. Anlatayım da ba- kınız,.. Faruk böyle söyliyerek garsonun sicak meze olarak getirdiği üzerine bir yumurta kırılmış, sucuktan bir parça aldı. Ondan sonra hikâyesine başla. d: — Dört sene evvel, yazı geçirmek için İstanbul civarında, güzel bir say- fiyede küçük bir köşk tutmuştuk. Doğrusunu İsterseniz benimi sayfiye nin güzelliğinden, manzarasından, suyundan, havasından pek istifade et- tiğim de yoktu. Çünkü sabahleyin 86- kiz vapurile İstanbula iniyordum. Akşam da hava karardıktan sonra köye dönüyordum. Sayfiyeye taşın» mamızdan memnun değildim. Çünkü günde iki, iki buçuk saatim yollarda geçiyordu. Hatta bizimkiler sayfiye- den dönünceye kadar kendime Bey- oğlunda bir pansiyon tutmağı bile düşünüyordum. o Öyle ya,. Bekâr adamdım. Böyle bir pansiyon daha işime gelirdi. İşte bu sıralarda bir sabah sekiz vapurunu kaçırdım. Ondan sonraki vapura kaldım. Canım sıkılmış, iske- leden vapura binerken baktım ya- nımda çitlembik gibi ufak tefek, göz- ileri zeki zeki parlayan, kırmızı du- dakları insanın içinde tutup da bü- küvermek hissini uyandıran genç bir kadın... Hikâyelerde ve romanlarda anlatılan cümle ile söyliyeyim: Bak- tı, gülümsedi ve geçti. Vapurun üst güvertesine çıktı. Tabii ben de arka- . Karşısına geçip oturdum. O ntasından, küçük bir el ki- Okumağa başladı. Ara Z birbirine takılıyordu. Ona kendi kendime bir de isim tak- mıştım, «Çitlembik hanım...» Vapur köprüye gelinceye kadar vaktin nasıl geçtiğini anlamadım bi- le... Halbuki ben her gün yapılan bu #yni vapur yolculuklarında pek sıki- lırdım. Vapurdan çıkarken yine bana bakıp gülümsedi. Lâkin köprünün ka- Jabalığında onu kaybettim. Aradan bir hafta geçti. Bir gün işimden er- ken çıkmıştım. İki vapurile köye dönüyordum. Ne göreyim? Bizim Çitlembik hanım ya- purda değil mi? Aman!.. Bu sefer de karşısına geçtim. Vapur bizim -köye gelinceye kadar pek hoş vakit geçir. dik. İskeleden çıktıktan sonra arka- sına düştüm. Bizim evden İlerideki Beyaz köşkte oturuyordu. Artık ona rasgelmek için her gün köye biraz erken geliyor, beyaz köş- kün etrafında dolaşıyordum. Bazi günler bizim Çitlembik hanımla de- niz kenarında karşılaşıyordum. Ara- mızda iyiden iyiye bir aşinalık başla- mıştı. Nihayet onunla arkadaş olduk, İsmi Müjgândı. Dört aylık bir evlilik hayatından sonra kocasından ayrıl- mışlı, Şimdi burada dayısının yanın. da oturuyordu. Yazı geçirmek için bu sayfiyeye gelmişti. Artık Müjgânla sik sık buluşuyor, tenhalarda dolaşıyorduk. Lâkin köy- de dedikodu olmaması için son dere- cede gayret ediyorduk. Bir akşam Müjgân bana; — Bu gece bizim köşke gelir misin? dedi, Kulaklarıma inanamıyordum: — Ne dedin anlamadım Müjgün? Gülümsiyerek sözünü tamamladı: — Bu gece bizim köşke gelir misin diyorum. — Alay etme Allah aşkına... — Vallahi alay etmiyorum... Senin için bahçe kapısını açık bırakırım... Buradan girersin... Yukarı kata çık- tın mı? Sağdaki oda benim odam... — Ya dayın? — Ondan korkma... O her gece is- piritizma işlerile uğraşır durur. Oda. sına kapanır, karanlıkta, arkadaşları canlı insanlarla, alâkası yoktur. halde ortalık — H dikten sonra 12 ilç 1 aras el ayak çekil. Jâ,.. Geceyi sabırsızlıkla bekli- Hakikaten de geceyi iple çektim. Tam yarımda evden çıktım, Aksi gibi © gece de hava karardıktarı sonra şld- detli bir fırtına başlamıştı. Şimşekler çakıyor, gök gürlüyordu. Ben yaz günleri daima beyaz elbise giyerim, O gece de sırtımda beyaz elbisem var- dı. Sevgilimin oturduğu köşke gel dim. Bahçe kapısı açıktı. İçeriye gir- dim. Bahçeyi geçtim. Karşıma bir ka- Pı daha çikti. Onu da açtım. Ayakla. rımı yavaş yavaş, gayet hesaplı bir suretle atarak bir kör taklidile mer- divenin ilk basamağını arıyordu! Nihayet işte basamak... Merdiveni çıkmağa başladım. Bu sırada dışarı- daki fırtına hafiflemişti. Yukarıya çıktım. Şimdi de ellerimle oda kapi- sını arıyordum, Onuda bulmakta güçlük çekmedim. Benim gıcırdayan kapıları açmak- ta hususi bir meharetim vardır. En gıcırtılı, en geveze kapıları bile hiç gıcırdatmadan açabilirim. Bunu size de öğreteyim. Giıcırlii bir kapının tokmağını büküp, hızla açacak ve hızla kapayacaksınız. Hizla açılan kapılar dünyada gıcırdamaz. İşte ben de önüme çıkan kapıyı gi- cırdatmamak için böyle yaptım. Bü- yük bir süratle kapıyı açtım. İçeriye girdim ve kapadım. Lâkin kapının tokmağı epeyce gürültü çıkardı. Oda karanlıktı. Ben tam: «Müj- gân» diye hafifçe mırıldanmağı ha. zırlanırken odanın içinde bir ses yük- seldi: — Ey ruh!.. Ey Kleopatranın ru- bu!.. Geldiniz değil mi? Kapının tok- mağının gürültüsü teşrifinize en bü. yük alâmettir. Karanlıkta bu sesi işitince tüyle- rim ürperdi, Demek yanlışlıkla Müj- gânın odası yernie sevgilimin dayısı- nın arkadaşları ile beraber ispiritizma. tecrübesi “yaptığı odaya girmiştim ha... Şimdi halim ne olacaktı? Sessiz olduğum yerde duruyordum. İspiritiz- ma ile meşgul olanlar şimdi heyecan içinde karanlıkla fısıldaşıyorlardı. — Vallahi kapının tokmağının gü- rültüsünü işittim. Kapı açılıp kapan» dı ve içeriye girdi, — Evet ben de işittim... Bu esnada dışarda müthiş bir şim- şek çaktı, Bizim bulunduğumuz oda. adam akıllı ayndınlandı. Karanlıkta bir çığlık koptu: — Aman... Aman şimşeğin aydın. lığında Kleopatrayı gördüm. Karşı- mızda duruyor, Beyazlar giyinmiş... Hakikaten üstümde beyaz elbiseler Yemeklerinizin Jemet ve nefa- setini, ancak ÇAPA MARKA BAHARATINI Kulanmakla 15 gramlık Salep ve baharat paketleri her yerde NEVROZİ vardı. Karanlıkta konuşmalar devam ediyordu: — Evet... Evet, ben de gördüm: Nihayet hepsi sustular. İçlerinden biri: Kleopatra!.. Odam'za şere verdiğinize artık şüphe etmiyoruz. Şimdi bize cevap veriniz, Aşığınız A! tuan ne yapıyor?.. Artık odaya biri; nin girdiğini anlamışlardı. Kendime Kleopatra süsü verip bu işten sıyrık maktan başka çare yoktu. Sesimi mümkün mertebe incelterek cevap verdim. — Antuan mı? Bırakınız o çapkı- nı... Artık benden soğudu. Bizim ora- ya gelen bar kızlarile rumba oynuyor. Bunu söyledikten sonra ne büyük bir pot kırdığımı anladım. Kleopatranın meşhur aşığı rumba oyununu nere- den bilecekti, Nitekim kâranlıktaki ses hayretle sordu; — Rumbamı oynuyor? Vay siz orâ- da rumba biliyor musunuz? — Tabi! değil ml ya... Sizin ne yap- tıklarınızı biz günü gününe takip ede- riz, Karanlıktaki ses: — Kieopatra!.. Geldiğinizi maddi bir surette isbat edemez misiniz? diye sordu. Ben de: — Ederim... Sizin yanağınızı okşâ- yayım!,. diyerek karanlıkta uzandım. Elimle bir araşlırma yaptım. Elime rTasgelen bir yanağa müthiş bir çim- dik attım. Karanlıkta bir çığlık kop- tu: — Aman yanağım,.. Kleopatra ya- nağiımı kopardı... Amma da ateşli ka- dın miş ha!.. Az daha müthiş bir kahkaha kopa- racaktım. Gülmemek için kendimi dışarıya attım. Bu sefer sofada hızla yürürken bi- risine çarptım, Kokusundan bir ka- dınla çarpıştığımı anlamıştım, Ka- ranlıktaki kadın: — Aman... Siz kimsiniz? dedi. Müjgânın sesini tanımıştım. — Benim Müjgân... Ben... dedim. Müjgün beni hemen odasına sok- tü. Ertesi günü öğleden sonraki vapur- lardan birile İstanbula iniyordum. Müjgânla dayısı da vapurda idiler, Karşılarına oturdum. — Ah Müjgün, dedi, dün gece Kieopatranın ruhünu çağırdık. Biz çağırır çağınmaz odadan içeri girmez mi? Bu esnada şimşek de çaktı. Onu iyice gördük. Beyaz elbiseler giyin- mişti. Ah senin de o Kleopatrayı gür- meni ne kadar isterdim, ne kadar 1s- terdim... dedi. Müjgün hafifçe yüzüme bakarak gülümsedi... Hikmet Feridun Es Baş, Diş, Nezle, Grip, Romatizma Nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser. , — Mükemmel, dedim, saat kasta | şam sam )cabında günde 3 kaşe alınabilir. gyüyiy gayi TARİHİ TURAKINA Yazan: İSKENDER F. SERTELLİ Sahife 11 ROMAN 'Tefrika No. 86 Kubilâyın sarayındaki cariyeler, cüceler, haremağaları hattâ sihirbazlar (Ti-Vong)un emri alındadırlar Çindeki budistlerden birçoğu: «Eğer sen Budadan önce gelmiş olsaydın, sana tapardık!» demekten bile çekin- miyordu. Bütün derdliler Mi-Ma-Mo'nun pe- şine takılmıştı. O, sâkatları, körleri, vücudü ağrılıları, zayıfları, ve sara- liları tedavi ediyor. Karı kocayı biri- birine bağlamanın, sevgilileri çarça- buk birleştirmenin ve kötü ruhlu çift. leri biribirinden ayırmanın yolunu ve sırların: biliyordu. Mi-Ma-Mo istediği zaman, dilediği yerde göze görünmi- yebilirdi. Yolda giderken, Samoya, Sung prensi hakkında şunları söylemişti: — Ben Çinden syrıhrken bu adam dünyaya gelmemişti. Kendisini tanı- mıyorum. Fakat, Şantonda onun hakkında bir çok hikâyeler dinledim. Güya Sungların bütün sihirbazların başına toplamış, Moğol ordusunu bunlara önliyecekmiş. (Ma - Çi - Sung) dünyanın şeytanlarını ve cin- lerini başına toplasa, sizin karşınızda duramaz. Eğer ben istersem, Sung prensini diri olarak sizin ayağınıza getirebilirim. Samo, Sung eyaletine işte bu hul ya ile gidiyordu. Bütün emeli Sung prensini diri olarak yakalayıp Şanto- na getirmekti. (Ma - Çi - Sung) iki kere Moğolla- rın tuzağına düşmüşse de, gene kur- tulmuştu. Çinlilerin, Sung prensi hakkında şöyle garib bir inanışları vardı: «Ma - Çi - Sung» bütün öm- ründe yedi kere ölüm tehlikesi geşirecek, sekizincisinde ölecek- tirle Oysaki, Sung prensi henüz bü- tün ömründe iki kere ölüm tehlikesi geçirmişti. (Ma - Çi - Sung) un karısı ona: — Sen daha beş kere yaşıyacaksın! Yani beş kere daha yeniden dünyaya geleceksin! Ne mutlu sana... Demişti. Bütün Sunglâr bu ins- nışla yaşarlardı. Ma - Çi - Sung'u âdeta ölmiyen bir dam gibi tanımışlardı. Samo bunları duydukça fena hal- de hiddetleniyor: — Onu yakalamadan dönersem, Kubilây benim yüzüme bakmaz, Diyordu. Samonun arkadaşı Atsu bir akşam yolda giderken; — Kubilây, Sung prensinin kiz kardeşini o kadar seviyor ki. dedi. Eğer sen onu yakalayıp getirirsen belki de hiç memnun olmuyacak, Çünkü Ma - Çi - Sung, Şantona ge- Mrse, orasını da altüst edebilir. — O halde ne yapmalı? Sung pren- sini öldürmeli mi? — Ben bu fikirdeyim. Hem Mo- gollar, hem de Çinliler bu beş beld- sından kurtulmuş olurlar. — Kubilây kızmaz mu dersin? — Bilâkis, çok memnun olacağını sanıyorum. — Peki amma, bana, Şantondan ayrılırken, niçin sıkı siki tembih etti. Prensin diri olarak getirilmesinde 1$- rar gösterdi. — Bunun sebebini hâlâ anlıyama- dın mı? Kubilâym yeni sevgilisi olan prenses (Ti - Vong Ya bere böyle gö- — Bu işlerden (Ti - Vong) un ha- beri var mı? — Sarayda onun haberi olmıyan ne var ki... Bütün cariyeler, cüceler, haremağalar, hattâ bütün münee- eimler ve sihirbazlar onun emri al- tında, » — Ne diyorsun, Atsu? Kubilây ona karşı bu derece zaaf mı gösteriyor? — Kubilây dünyanın en inaiçı ve azimkâr bir adamıdır, Bir kadına bu derece boyun eğeceğini sanmıyo- sim Uykusu geldiği zaman prensesi dal- resine gönderiyor ve kendisi yalnız yatıyor, — Bu, onun eski âdetidir. Sen bil- miyormusun ki, Kubilây gece uyu- yacağı zaman odasmda kadın bu- Tundurmaz. Bahusus böyle tehlikeli * bir kadını... — Ti - Vong için, melekler kadar saf ve temiz yürekli bir kadındır, di- yorlar. Beh buna İnanmak istemiyo- rum, Acaba, bu kadın kendini böyle tanıtarak “Kubilâyın sarayında gizli bir oyun mu oynamak istiyor? — Bunu zaman gösterecek. Biz şimdi, bu kadının erkek kardeşi olan Büng prensi (Ma - Çi - Sung) u ya- kalamağa çalışalım. O ortadan kalk- mayınca, Sung eyaletine hâkim olâ- mıyacağız. — Ma - Çi ortadan kalkarsa, onun yerini başka birisi tutamaz mı? — Zannetmem, Çünkü, o, Sung hanedanının #on erkek oğludur. Alsu garib bir vaka hakkında şu malümatı vermeğe başladı: — Ma - Çi'nin bir yeğeni vardı. Bir kaç yıl önce ortadan kaybolmuş- tu. Kendisinin bir nehre düşüp bo- ulduğu şayi oldu... Fakat, Sunglar bu haber karşısında katiyen teessür — Şüphe yok. Buna ben de inan mamıştım. Siz Karakurumdan yola çıklığınız zaman, prensin yeğeni de dirildi. Sung ormanlarında bir kaç bin kişi toplamış. Güya (Ma - Çi) ye karşı harb ediyormuş. — Olabilir. Şu halde ilkönce onu yakalamalıyız. (Ma - Çi) ölürse, mey- dan bu adama kalmasın. — İyi amma, biz Sung ormanlarına kadar gidebilecekmiyiz? — Bu İşi kökünden bitirmek için yola çıktık, Atsu! icab ederse, orma- mın öteyanına bile geçeceğiz... (Sinvur) nasıl kayboldu? Samo, yolda giderken Sinvur'u ya- nından &yırmıyordu. Sinvur, oSunglardan O kardeşinin öcünü almak için. fırsat kolluyordu. O, Sung prensini ele geçirince - ant içmişti - etini parçalayıp kurtların ağzına atacaktı, Samo ona: — (Ma - Çi) yi yakalıyalım... Dedikçe, Sinvur içinden gülüyor- du. “ Sinvur komutanına çok sadık bir muharipti. Fakat, o buralarda genç- ken - Cengiz hanla - dolaşırken, Sunglar onun aslan gibi cesur ve ya- kışıklı kardeşini parçalamışlardı. O, bu acıyı unutmuyordu. Bir akşam - iki saat sonra - bir suyun başında (o konaklıyacaklardı. Başkaldıran Sungların topraklarına yaklaşmışlardı. Yolda yavaş yavaş yürüyen atlılar ve piyadeler - hallerinden beliydi ki - çok yorulmuşlardı. O sabah güneşle beraber yola çıkmışlar, hâlâ bir yerde dinlenmemişlerdi. Sinvur, komutanın yanına sokul- gu a uz me ini benii