21 Könunusan 1990 Üç arkadaş otomobille üzün bir seyahate çıkmışlardı. Üçü de bekârdı. Üçü de gençti. Günleri neşe ve kah- kaha içinde geçiyordu. Bir akşam üzeri büyük bir şehre geldiler. Ferid arkadaşlarına: — Bu gece burada kalalım... rahat oteller vardır, geceyi güzel ge- çiririz, eğleniriz... dedi. Macid itiraz etti: — Dünyada olmaz... Buradan elli kilometre uzakta bir dağ oteli var. Gayet şairane bir yerdir, Geceyi ora- Ga geçirelim. Teridle, Kâzım: — Tuhaf çocuksun Macid.,. dedi- ler, dağ otelinde ne yapacağız? İşte Mükemmel, kalbalık, eğlenceli bir şe- hir... Burada mükemmel istirahat €deriz ve eğleniriz. Hem yorulduk ar- tik, elli kilometre daha gitmenin lü- Zumu var mı? Macid söz dinlemiyordu: — Rica ederim. Benim bu arzumu yapmazsanız fena halde kırılırm. Geceyi bu dağ otelinde geçirmek be- Bim için büyük birşeydir. Eğer siz Yoruldu iseniz, direksiyona ben geçe- yim... kilometre nedir ki? Şimdi- ye kadar o kadar yol geçtik. miyeceklerini anlamıştılar. Dağ ote- Wine gitmeğe razı oldular. Bir aralık Ferid: — Macid, dedi, bu dağ oteline git- mek için bu derece isar ettiğine bakı- ırsa orada senin mühim bir hatıran olsa gerek... Macid güldü: — Evet... dedi, hem dene tatlı bir hatıra... — Kuzum, şunu anlat ta bari hoşça vakıt geçirelim. Ortalık kararmıştı. Onlar yollarına devam ediyorlardı. Macid anlatmağa — Bundan dört sene evveldi. Yine saat te on bire yaklaşmıştı. Otomo bille seyahat boş bir şeydir amma bir iki arkadaş olunca... Çünkü oto- mobili sıra ile kullanmak lâzım. Hal- buki insan tek başına bir otomobili uzun müddet kullanırsa yoruluyor. İşte o gece ben de epeyce yorulmus- tum. Saat tam on birde dağ otelinin kapısından içeri giriyordum. Karşıma çıkan otelciye: . — Bana bir oda... dedim. Otelci ellerini : — Maalesef, hiç baş odam yok... Yalnız bir müşterim şehre indi. Bana «saat gece on İkiye kadar odamı kim- seye verme... On ikiye kadar gelmez- sem bil ki artık dönmiyeceğim. On- dan sonra odayı başkasına kiralaya- bilirsin...» diye tenbih etti Bunun İçin isterseniz saat on İkiye kadar sa- londa bekleyiniz. Bu müşteri gelmez- se size o odayı verebilirim, Eğer ge- İirse en yukarı katta boş bir sandık Odası vardır. Oraya bir yatak attırırım. Orada kalırsınız. Otelcinin bu sözleri üzerine pek zi- Yade canım sıkıldı. Berbad bir gece Beçireceğimi şimdiden tahmin edi- yordum, Oteleiye: — Peki... Ne yapalım?,.. On ikiye kadar bekiiyelim de bakalım ne ola- Cak? dedim. Saat tam on ikiyi çaldı. Otelcinin Müşterisi görünmedi. Ben de derin bir nefes aldım. Artık rahat bir oda Otelci: — Artık size odayı verebilirim... dedi, Yukarı çıktık. Ötelci bir kapı çı. Burası hakikaten güzel bir oda İSİ. Önünde balkonu vardı. Gece oi- Büzel “e manzara göze çarpıyordu. — Geceniz hayır olsun!... diyerek m çıktı. Ben de hemen soyu- MRP dökündüm. Işığı söndürdüm. Ya- mn >. Fakat karyolam son Oradan oraya i re ağn e bir çacıt oluyordu ki Milatamam, Ben de karyola gıcırtı. son derece sinirlenirim, Bir yi irin ince duvarlarından bi- İyi, , rine, bitişik odadan «tık tık tık; diye üç kere vuruldu. Tuhaf $ey!... Buda ne idi? Evvelâ aldırmadım. Duvara tekrar üç kere vuruldu. Yine aldır- madım. Bir dakika sonra duvara üç kere daha vurulunca, beni dehşeti bir merak aldı. Kalktım, Ben de ayni duvara üç kere vurdum. Bundan sonra bitişikte hafif bir gürültü duydum. Biraz sonra baktım. Bizim odanın balkon kapısı önünde bir hayal belirdi. Bir kadın hayali... Şaşırmuştım, Odanın önündeki balkon bütün otelin ön cephesini kuşatıyor- du. Bu kattaki her odadan bu uzun bu sefer de kapının camına üç kere vurdu. Hemen fırladım. Karanlıkta ilerle- dim. Balkon kapısını açtım. Bumu- ma evvelâ bayıllıcı bir lâvanta koku- su geldi. Ondan sonra balkondaki ka- dın: — Şehirde kalacağını sanmıştım. Demek geldin... Odanda ayak sesini işitince duvarı yavaşça vurdum... Diyerek içeriye süzüldü. Şaşkınlıktan sesimi o çıkaramıyor- dum. Sanki dilim tutulmuştu, Kadı- nın baygın kokusu odama dolmuştu. eği — Bak, dedi, seni bu zamana ka- dar bekledim... Fakat yandaki odada yatan dedikoducu kadın hâlâ uyuma- | mış. Balkon kapısı açıktı, Eğer benim senin odana girdiğimi görmüşse fe lâkettir. Bütün otelde dedikodu baş- lar... Sen niçin konuşmıyorsun? Dili- ni kedi mi yedi?... Benim konuşmadığını görünce: — A... Bana pek merak oldu. Niçin könüşmuyorsun canım? diye tekrar etti. Sonra da: — Söyle, bana birşeyler söyle... Nihayet ne oluras olsun sesimi çı- karaf karar verdim: Sesismden, beni, tanımadığı bir in- san olduğumu derhal farketti. — Fakat, dedi, siz kimsiniz? Sesi | niz bana pek yabancı geldi. Böyle söyliyerek ışığı yaktı. Şimdi. birbirimizi adamakıllı görebiliyorduk. O genç, çok güzel bir kadındı. Üstün- de açık bir gece elbisesi verdi. Gözleri hayret ve dehşet içinde yuvarlak yu- varlak açılmıştı. Karşımda “kekeli- yordu: — Fakat... Fakat siz bu odaya ne zaman geldiniz? — Yarım saat evvel... Odanın eski kiracısı on ikiye kadar gelmedi. Bun- dan sonra da gelmiyecekmiş. Otelci bu odayı bana verdi, Genç kadın: — Niçin odamın duvarını üç kere vurdunuz, beni buraya çağırdınız? Güldüm: — Evvelâ duvar vuran sizsiniz. Hem de üç defa... Sonra ben, bunun, bu odanın eski kiracısı ile sizin ara- nızda bir EMEA olduğunu Basık bi- lirdim?.. o: — Gitmeliyim. Hemen gitmeliyim. diye balkon kapısını açtı, Fakat ba- şını uzatır uzatmaz, hemen geri çe- kildi: — Eyvâh,.. dedi, dedikoducu kadın balkona çıkmış... O orada iken odâ- ma dönemem... dedi, — Oturunuz. Biraz istirahat ediniz. Kadın balkondan çekilince odanıza dönresiniz... dedim. Kanapelerden birine ilişti. Seyehat ederken yanımda dalma güzel şeker- ler taşırdım. İstanbuldan aldığım lâtı- lokumlar vardı. Bunları bu güzel ec- nebi kadınına ikram ettim. Pek mak- bule geçti, Pek sinirli idi, Bir de siga- Ta uzattım. Öteden beriden konuş- mağa başladı. Yarım saat sonra genç kadın tekrar balkondan baktı, Dedi- koducu kadın hâlâ orada idi. Bir saat daha odamda oturdu. Ona tatlı tatlı hikâyeler anlatmağa başladım, Ba- şımdan geçen buna benzer bir hikâ- ye önü pek güldürdü, Artık heyecanı geçmiş, neşesi yerine gelmişti. Bir kere daha gitmeğe davrandı. Fakat dedikoducu kadın muhakkak birşey- den şüphelenmiş olacaktı ki, balkon- dan ayrılmıyordu. Bu sefer odamda bir buçuk Saat daha kaldı. Üstüste dört beş likör içmiş, arkadaşlığı adamakıllı ilerlet- miştik, Bir müddet sonra balkon ka- dedi, ŞAN. MEAYEZIZZ e. Radyodifüzyen Postaları DALGA ALGA UZUNLUĞU 1089 m. O 188 Kes. TAG im. 151886 Kes. T.A P. 3lTom. 9465 Kes. Cumartesi 21/1/839 1340: Müzik Coperalarda - Pİ), 14: Sant, ajans, meteoroloji baberleri, 14,10: Türk müziği (-P), 1445 - 1530: Müzik (operetler ve filim müzikleri - Pİ), 1730: Proğram, 115: Müzik (dans saati - PM), 1830: Türk müziği (İncesaz - Kürdii hi- cazkâr faslı), 19,15: Saat, ajans, meteo- Yoloji haberleri ve ziraat borsası (flat), 19,20: Konuşma (Dış politika hadiseleri), 19,40: Türk müziği (Muhtelif okuyucular. dan şarkilari: 1 - Zeki Mehmed ağn - Ferahnâk peşrevi, 2 - Lem'i - Şarkı - Lerzan ediyor, 3 - Tanburi Cemil - Eviç şarkı - Bir nigâh ile kalbimi, 4 - Halk türküsü - Elveda dost deli, Okuyan: Mu- zaffer İlkar, 5 - Lem'i - Uşak şarkı - Ne- ler çektim neler, 8 - Raif - Kürdü Bi- Cazkâr şarkı « Rengi ruhsarına, 7 » Os man Nihad - Hicazkâr şarkı - Ellere uzaktan bak, Okuyan: Semahat Özden- nerde acep, 9 - Lem'i - İsfahan şarkı - Narı aşkınla kül oldu, 10 - Rahmi - İs- yan: Mahmud Karındaş, R. Neydik, 11 - Asım - Hicaz şarkı - Her zahmı ciğersuza, 17 - Halk türküsü - Ay doğdu batmadı mı, 13 - Halk türküsü - Karanfil oylum orlum. Çalanlar: Vecihe, O. Kozan, R. Kam, 2030: Temsili: Fer Günt (yazan - Helnrlek İbsen). (Türkçesi: Seniha Bedri Göknil), Montaj: Ekrem Raşid), Radyo küçtk orkestrası refakatiyle, 2130: Saat, esham, tabvilât, kambiyo - ukud börsa- s (fiat), 2140: Müzik (küçük orkestra - Necip Aşkın): 1 - Walter Noack - Roman- tik uvertür, 2 - Fried Walter - Rüya - keman 8olo ve orkestra için. 3 - Walter Notck - Köy hikâyeleri, 22,15: Konuşma | (haftalık posta Kutusu), (dans pllicinri), 2345 - 24: Son ajans ha- berleri ve yarınki program. AEREEEEEEEAESARAEEENAEEAAASASEEEEERENAN BULMACAMIZ 1 — Kerli feri, 2 — Bir âzamız - Bir nevi kum, 3 — Peygirin bir tarz yürüyüşü - Saç hastalığı. 4 — Hitab edatı - Bağışlama - Neza- ketsiz. 5 — Genişlik - Büyüklük. & — içki - Ses 77 — Bir erkek ismi, 8 — Şekiller. 2 — Gösteriş - Aslan, 3 — Güzel sanat - Zar. 4 — Mahkemede ikame edilen « Nişane. 5 — Mekkede bir dağ - Tersi delmek- ten emirdir, 6 — Garar. 7 — Bir adet - Gemilerin baş ve kıç ta- rafındaki yüksek mevki. 8 — Bozukluk - Tersi tehassür edatıdır. 9 — Dairmilik. 10 — İzah eden - Tersi ayının yuvasıdır. Geçen bulmacamının halli Soldan sağa: i — Nukehzubür, 2 — Oda, Ailece, 3 — Heran, İled, 9 — Ucuzluk, La, 10 — Ren, Şe pısından baktı. Dedikoducu kadın balkondan çekilmişti. Fakat güzel misafirim odasına dönmedi, “ Bir hafta bu otelde kaldım. Her gece odamın duvarı üç kere Yurulu- yor, balkon kapısında bir kadın hayali beiiriyordu. İşte bu tatlı hatırayı can- landırmak için sizi o dağ oteline gö- türüyorum. Bir müddet sonra dağ otelinin bu- Tunduğu yere gelmişlerdi, Fakat ote. Jin kapıları kapalı idi, Kapının üstün- de de kocaman bir lâvha vardı: «Ki- ralık otele, Köylülerden, en yakın otelin oto mobille yedi saat uzakta olduğunu anlayınca büsbütün tepeleri attı, Üç arkadaş geceyi otomobilde, gayet si- kışık bir vaziyette geçirmeğe mecbur oldular, Feridle Kâzım bütün gece: — Hay senin dağ otelin yere bat- sın... — Yerin dibine geçsin, senin tatlı hatıran!.,. diye Macide söylendiler, durdular. o » Hikmet Feridun Es ses, 8 - Leylâ - Hicazkâr şarkı - Nerdesin | fakan şarkı - Ktme beyhude figan, Oku- | 2245: Müzik | TARİHİ Yazan: İSKENDER P. SERTELLİ TURAKINA ROMAN Tefrika No, 34 — Moğollar, bütün Avrupayı istilâ ediyordu. Silizya, Polonya, Moravya bir kaç gün içinde işgal edilmişti Hücum sırası prens Hanri'ye gelince, firarileri takibe koyulan Moğollar üzerine bi yürüyüş yaparak ilk ham- lede muzaffer olur gibi göründü, fa- kat bu sevinç bir saat bile sürmedi, Moğollar Hanri'nin kuvvetlerini mey- dana çekmek ve etrafını çevirmek için yeni bir plân kurmuşlardı. Hanri bunun farkına varamadı. « — Moğollar kaçıyor. Kkoşunuz aslanlarım!» Diye bağırarak meydahın öteyanı- na doğru askerlerile birlikte ilerledi. Birdenbire ordusu, kapana düşmüş Eİbi, bir anda Moğollarin çevrilmişti. Hanri ve maiyeti zabitleri burada düşmanlarile dövüşmeklen başka bir- şey yapamadılar, Prens Poyo maktul düştü. Silizyada kahramanlıklarile tanınmış ne kadar zebit varsa, harb meydanında hepsi de cansız olarak yere serildiler. Hanri bir aralık: * — Bu maskaralarla yıllarca boş yere övünmüşüz. Hiç birinin değeri yokmuş. Kaz gibi boğuldular!» Diyerek dövünmeğe başladı. - Dünyanın en kuvvetli orduların- dan birini kurduğu sanılan Hanrinin İ yanında ancak dört zabiti kalmıştı. Hanrinin bir kolunda yarâsı vardı. Bu yaranın acısma güç dayanıyordu. birer ata binmişlerdi. Bu sevinç te yarım saat kadar bile sürmedi. Hanri: «— Çok şükür Allaba, canımı ol- sun kurtardım...» Diyordu. Birdenbire alının kamı- na saplanan bir ok, atı da kendisini de yere devirdi. Zabitler onu bekle- meden kaçtılar. Hanri tekrar kalk- tı, etrafta başıboş dolaşan atlardan birine bindi, atını sürdü. Fakat bu at onu Moğolların eline çabuk dü- şürdü. Moğollar atın etrafını çevir- diler, Hanri atın üstünde kılıcını çe- rarım! Diye bağırıyordu. Halbuki, Peta, bu adamın diri olarak yakalanması” nı istiyordu; bütün Moğol zabitleri- ne bu hususta şiddetli emirler veril. Hanri kılıcmı çekerek, yol üstün- de duran Moğolların üzerine yürü- yünce, Moğol prensinin emrinden hâa- beri olmıyan bir Moğol akıncısı, .Hanrinin koltuğu altına bir ok sta- rak onu yere devirdi. Moğol akıncısı, Hanrinin kellesinin keserek bir mızrağa takti; karargi- ha geldi. Çağatayın oğlu bunu gö- rimee, Hanriyi diri olarak yakalıya- madığına çok acınmış ve Moğol akm- cısma; — Ben onun diri olarak yakalan- masını istemiştim. Sen kime sordun da kopardın onu başını? Diyerek, kılıcını çekip Moğol akın- tısının başını bir vuruşta yere dü- şürmüştü. Artık harb meydanında durula- ve insan cesedinden Moğollar atla- nni süremiyordu. Moğollar bu hızla - Hanrinin ke. #ik başı bir mızrak üstünde tahılı Bu harbde yukarı ve pi Silizya Dükaları Mesislav ve Hanri telef ol- muşlardı. Avrupa zafer haberleri bek- lerken, Moğolların şanlı bir. galibi- yetle garbe doğru ilerledikleri du- yuldu. Bu kâra haber, Avrupayı baş- tanbaşa korkutmuş ve heyecana dü. şürmüştü. Artık herkes katiyetle hükmetmiş- ti ki, Moğollar merkezi Avrupayı ko- ayca işgel ve istilâ edebileceklerdi. Moğolların Silizya muzaf- feriyetniden sonra... Moğollar, Valaştad (1) meydan muharebesinden sonra, Lingnich ka- lesine doğru yürüdüler. Moğollar bu- raya gelir gelmez kan dökülmeden kalenin teslimini istediler, Moğol or- dusu buraya gelinceye kadar şehir hıristiyanlar tarafından ateşe verik mişti. Lingnich kalesi yüksek surlarla çevrilmişti. Kolay kolay ele geçecek bir yer değildi. Moğollar bu kalenin uzun müddet muhasarasını faydasız buldular. İstilâ edilecek daha bir çok memleketler vârken, bir kalenin önünde beklemenin mânası yoktu. Çağatayın oğlu: «— Gök Moğollara durmak değil, ilerlemek yaraşır.» Demişti. Moğollar bu kâle önünde dört gün kaldıktan sonra, kale civarındaki bütün kasaba ve köyleri işgal ve tah- rib ederek, «Neyis», çayı kenarında «Ot Hokofs taraflarına çekilip on beş gün istirahat ettiler. Burada dinlenmekte olan Moğol- Jar, Ratibor havalisinde yerlilerin 'kalkındığını hissederek, ikinci defa bürüâya akın yaptılar. Moğollar, Silizya ve Polonya mu- zafferiyetlerinden sonra, (Moravya)- yıda baştanbaşa işgale karar ver- mişlerdi. (Morevya) © zaman Bohemya kral- lığına bağlıydı... Askeri azdı, hariç- ten gelecek tehlikeye karşı memleke- tini müdafaa kudretine malik değildi. Moravya prensi, Bohemya kralına bir mektub göndererek: «Moğollar memleketime doğ» ru yürüyorlar. Bizi bu tehlike- den koruyunuz, Askere ihtiya- cımız vardır, » Diye yalvardıysa da, Bohemya kra- lı (Venseslav), Moravya prensinin bu talebini isaf edememiş ve Morav- yaya hiç bir suretle yardım etmek imkânını bulamamıştı, Kral Venseslav, Moravya prensine verdiği cevabda şöyle diyordu: «Aynı tehlike ie çok yakında ben de karşılaşacağımı tah- min ediyorum, Bohârayayı mü- dafaa etmek için, size bir tek asker tutanları toplayıp yeni bir or- du teşkil ediniz!» Moravya preni$ bu cevabı almca çok fena vaziyete düşmüştü. Morav- ya kadınları: — Bize silâh veriniz. yurdumuzu koruyalım. Diye bağrşıyorlardı. Moravyalılar döğüşçü bir millet olmadığından, böyle müthiş bir istilâ karşısında tu- tunantıyacaklarını anlamışlardı. Mo- rTavya prensi tekrar Bohemya krali- na müracaat ederek: «Bize asker göndermiyecek olursanız, bundan sonra size yılık vergi veremiyeceğiz.» Dedi. Kral Vensesiav bunun üzeri- ne beş bin piyade ile bir mikdar sü- yariyi Şitemberg'in kumandasında Möoravyanın İmdadına gönderdi. Ve Moravya prensine yazdığı bir mek- tubda: «Bundan başka yardım et meme imkân yoktur. Askerin kürtmeğe tahtı yıkilırsa, Moravya prens- liği de haritadan silinmiş olur.» Moğollar bu sırada Moravyanın merkezi olan (Olmots) şehrine doğru yürüyorlardı. Moravya prensi, Bohemya kralının gönderdiği yardımcı kuvvetlerle ş€ birde müdafa tertibatı aldı. Bron şehrinde de buranın derebeyi tara- fından bin kadar asker toplanmıştı. Şitemberg Almân kanı taşıyan ve Moğollardan intikam almak hursile meydana atılan kinci bir komutandı. Askerler Olmots . kalesine yerleşerek şehri müdafaaya başladılar. (Arkası var) (1) Bu harbden sonra burada yeriler bir köy kurarak, köye, Almanca «Harb meydani» mânasına gelen bu adı yerdi- Jer. Moğollarla ilkönce barbe tutuşan ve telef olan Almanlardı. ” si i y Kd