BER AKŞAM BİR HİKÂYE İstanbuldan, Bandırma ire gidiyordu. Bandırmada İ indikten sonra hemen İz- Mir trenine i, Bir kompartima- ma yerleşti. aynı kom- Partimana iki erkek yolcu daha gir- di. Bunlar iki arkadaştılar, İkisi de Benç ve yakışıklı çocuklardı. Ferhad Onları İstanbuldan Bandırma Yapu- Yuna binerlerken de görmüştü. İki ârkadaş kendisi gibi İstanbuldan geli- Yorlardı. Tren biraz sonra hareket etti. Ferhad yol arkadaşlarının ko- huşmalarından, onların uçarı çap- kin iki genç olduklarını anlamıştı. Ferhadın bu seyahati de gayet mü- himdi. Bu İzmir yolculuğundan son- Ya hayatını tamamile değiştirecekti. Bundan bir kaç ay evvel İstanbulda Mehlika ismindeki genç bir kızla ta- Taşmıştı. Vakıa Mehlika henüz yir- mi yaşında ya vardı, ya yoktu. Fer- had kırkına gelmişti. Fakat arala- rındaki bu yaş farkina ramen Meh- İika Ferhada son derece iltifat gös- termiş. Büyük ümidler vermişti, Bundan başka Mehlika gayet zen- gindi. Genç kız, ailesile beraber bir müddettenberi İzmirde oturuyordu. Mehlika on beş gün evvel yazdığı bir mektupla Ferhadı İzmire çağırmıştı. Mehlika ile Ferhad İzmirde mühim kararlar verecekler, hattâ belki de evlenmek için hazırlıklara bile baş- ıyacaklardı. Ancak ortada oldukça mühim bir mâni vardı, Ferhad on dört seneden- beri Remziye ile beraber yaşıyordu. Aralarında resmi bir bağ olmadığı halde Remziye Ferhada senelerce büyük bir aşk ve şefkat göstermişti. Şimdi Remziyeyi yüzüstü bırakmak vakıa acı bir şeydi. Lâkin bir ilkbahar gününde çiçeklenmiş körpe bir erik ağacını andıran Mehlikanın gençii- ği Ferhadın başını döndürüyordu. Genç kızın İzmirden yazdığı mektu- bu aldıktan sonra Ferhad çok tered- düd etmişti. Fakat nihayet PAvUNE nu kapınca İstanbuldan vapura atla- mıştı. Remziyenin kendisini çok sev- diğini biliyordu. Ondan nasıl ayni- mak mümkün olacaktı? İşte Ferhad hep bunu düşünüyordu. Daha Rem- ziyeye Mehlikadan hiç bahsetme- Mişti. İstanbuldan ayrılırken; «Bir işim var, bir hafta için İzmire gidiyo- Tam demişti, > z Biraz hava almak için oturduğu kompartimandan çıktı. Treni şöyle bir dolaştı, Ondan sonra tekrar yeri- ne döndü. Kompartimana döndüğü saman iki yol arkadaşı hararetli bir Aşk bahsine dalmışlardı, İki delikan- hdan sarışın ve uzun boylusu coş- muş, karşısındakine anlatıyordu: — İşte böyle kardeşim... Bu sefer İstonduldan gayet tatlı hatırelaria ayrılıyorum... Vakıa o kadar genç bir kadın değil... Fakat tam olgun bir çağda... Otuz yedi, otuz sekiz... Am- İma ben kendisini değme genç kızlara değişmem... Ne gözler birader... One ağız!. O ne bakış... Sorma, sorma İbirader... Senin anlıyacağın çok gü- İzel günler geçirdik... Biraz sonra uzun boylu, sansın delikanlı bir şey almak için küçük | çantasını açtı, Genç adam birden- . 5 Bak... dedi, ne budala şeyim... tamda onun bana hediye ettiği esim varmış da şimdiye kadar sana bunu göstermeği akı) etmedim... Sarışın delikanlı böyle söyliyerek tasından büyükçe bir fotoğraf $- kardı, Arkadaşına uzattı: — Bak azizim... Şuna bak. Şu özlere, şu bakışlara ve şu ağıza Delikanlı, sanki Ferhadın orada unduğunun yeni farkına varmış ibi sesini alçattı. Arkadaşına een vaş bir şeyler daha söyledi. irden kahkahalarla gülmeğe başla- ar, Arkadaşının eline tutuşturduğu btoğrafa bakan genç adam: — Hakkın var azizim... diyordu, bk güzel kadın!.. Sarışın adam, iğ adaşının elinden fotoğrafi aldı. On n krar küçük el çantasına yerleştiri ordu. İşte bu aralık Ferhadın a fotoğrafa ilişti. Hayretten 7 , Bu fotoğraf on dört senedenbe : raber yaşadığı Remziyenin va i. Fakat sarışın adam şimdi si içine koyduğu mer Bi tı dehşet için il, kv kesel İstanbuldan 8y- R p ESiM rılirken uzun uzun göz yaşları dö- ken: F Senden hiç ayrılmadı Bu bir attayı sensiz nasıl geçireceğim?., di- haftayı eğilim avut- r mıydım? şte bu iyi bir vesile... Zi sas sürüp tereyağından kıl çe- ker gibi ayrılabilirim... Sonra onun beni dehşetli sevdiğini, benden ayrı- lamıyacağımı zannediyordum. Demek bana karşı aşkı da öyle mühim de- ğilmiş... Hattâ beni sevmiyormuş bile... Sevse bu işleri yapar muydı? O halde benden kolay kolay hiç üzül- | meden ayrılabilir... diyordu. , Fakat buna rağmen içine müthiş bir kıskançlık düşmüştü. Tuhaf ş Remziyeyi ilk defa kıskanıyordu. Hi: büki onu böyle deli gibi kıskanacağı hiç de aklına gelmezdi. Şimdi İzmiri, Mehlikayı, yeni pro- jeleri hepsini hepsini unutmuştu. Aklında fikrinde hep Remziye vardı. Hep onu düşünüyordu. Şimdi ne yö” 1? İçinde bu hiddet, bu kıs- kançlık kurdu varken İzmire gitmeği düşünmüyordu. ei aklına garib bir e eldi, Kompartimandaki sarışın de- kaniş sorguya çekmek... Fakat bu- nu da pek tuhaf buldu. Bir kere Rem- ziye ile aralarında hiç bir resmi bağ yoktu. Ne hakla genç adamı soigu” ya çekebilirdi? Bundan başka ya o fotoğraf, son derece benzemekle be- raber Remziyenin resmi değilse? O zaman rezalet olurdu. z Fakat oturduğu yerde kendi ken- dini yiyordu. O fotoğrafı bir kere da- | ha görmek, bunun Remziyenin res- mi olub olmadığını iyice anlamak istiyordu. Fakat bunun için ne yap- ydı? m aklından gayet kötü bir fikir geçti. Sarışın delikanlının küçük el çantası, Ferhadın kendi çantasının hemen hemen aynı idi. Ferhad kendi çantasının yerine bü sarışın delikanlının çantasını alıp bir istasyonda inse yol arkadaşları bunun katiyen farkına varmazdı. Fa- kat bu düpedüz hırsızlıktı, Çok fena bir şeydi. i Lâkin Ferhadın gözünü kıskançlık, o derece bürümüş hakikati öğrenmek ihtiyacı öyle bir hale gelmişti ki ha- reketini garib bir tarzda tevi) etmeğe başladı: — Bu neden hırsızlık olsun, diyor- du, o benim 14 senelik aşkımı çaldı. Een onun küçük çantasını, kıymetin tamaen, çalmıyorum ki.. Hakikati öğrenmek için bunu pi Sonra onun çantasının yerine kendi çantamı bırakıyorum. Benim çanta- min içindekiler muhakkak ki onun çantasındakilerden daha kiymetli. dir.. Ben genç adamın çantasını çak mıyorum. Kendi çantamla değişiyo- A büyle acayip acayip düşü- nürken tren küçük bir istasyonda durmuştur. Bu sırada iki genç de kompartimandan dışarıya çıktılar. Ferhad birdenbire fırladı. Vagonun rafındaki genç adamin çantasını kaptı. Kendisini trenden aşağıya at tu. Büyük bir heyecan içindeydi. Şimdi ne olacaktı? Bu sırada duran trenin hareket edeceğini bildiren dü- dükler öttü. Biraz sonra tren kalktı. Ferhad derin bir nefes aldı. izel laşan trenin gürültüsü kesilmiş, kü- çük köy istasyonunu dem tı, Çantayı a veee piç yeilparl ü layı sıkı siki tuta- beş Biraz ilerideki köy kahvesinin çardaklı, havuzlu bahçesine oturdu. Fakat acaba kü- ük çanta kilidli miydi? Ferhad çan- Si muzgyene etti. Hayır... Kilitlen- memişti. Çanta küçük bir parmak hareketile açılmıştı. z Ferhad hemen elini içine sokarak resmi yakaladı. İşte onu şimdi iyice görecekli, Resme yakından bakınca adı. Bu fotoğraf Remziyeye çok benzemekle beraber onun resmi de- ğildi. Üstelik bu meçhul kadının yü- zünde bir de büyük etbeni vardı. Ferhad bu vaziyet ela > ü aşırmışlı, Fakat gönlüne p li Bu fotoğrafın başka 2 kadınâ gid olmasi onu pek sevin < mişti, Kendi kendine: «Benim güzel, DEçmiş zamanlar (Baş tarafı 6 net sahifedö) Süleymanm damadi Rüstem paşanın bıraklığı mirasın aşağıya derceyledi- gimiz defterinder Jaşılıyor Muhtelif vilâyellerde 815 parça çiflik ve arazi ve 4170 değirmen, beygir, 1160 deve, 1750 köle ve cariye, ikke, müteaddi eler, otuz parça r m 'her, 4880 kat mü- nel elbise, 2000 zırh, 1150 gümüş ve 1060 som altınlı veya yaldızlı miğ- fer (askerin başlarına takılan taslar), 1130 hayvan eğeri ve at örtüleri (gü- müş ve altın sırmalı ve bezıları mü- cevherli) tarihe felsefeye ve salreye müteallik 5500 kitab, beş yüz mushafı şerif (yüz otuz kadarının cildleri som altın kablı ve mücevherli.) -.. Sadrazamlığın ihdasından tanzima- ta kadar geçen 470 sene içinde 20$ sadrazam gelmiştir. Bunlardan uzun müddet mansıblarında kalanlar Çan- darlı Halil paşa ve oğulları ve hafid- leri (bir asra yakın) ve Köprülüler (yirmi beş sene kadâr). Sultan Sti- leymanın damadı Rüstem paşa (on beş sene) bunlardan gayrilerinin me- muriyet müddetleri azdır. En çoğu beş altı senedir, Bu 205 sadrazamdan oluz yedisi e$- ki zamanın resmi tabirlerinden olmak üzere haklarında «fermanı kaza cerg- yan» sadır olarak mazul olduktan son- ra katledilmişlerdir (2). Diğerleri baht ve talihleri yâr olanlardır ki azillerini mütcakı! ik ile veya ikamete me- | mur denilerek taşralara nefyedilmekle canlarını kurtaranlardır. Fakat servetli sadrazamların bütün malları vefat edince ve azlolununca veya katledilince padişah namma zapt ve müsadere olunarak hazineye | mal ediliyordu. Salih Münir Çorlu Mütekaid büyük elçi (2) Keyfi iradeye mebni olan katil ce- sasi şer'e ve knuna uydurulamadığı için Allahın hüküm ve takdirine atfile «filân hakkında fermanı kaza cereyan» sadır oldu deni Ve mülhakatı için AKŞAM gazc- tesinin tevzi yeri ve başbaylliği münhasıran İzmirde İkinci Beyler sokak 52 numarada Hamdi Bekir Gürsoylar mağazasıdır. Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Asım, Taksim: Kürkçüyan, Firuzağada Ertuğrul, OKalyoncukul- lukta Zafiropules, Beyoğlu; İstiklâl taddesinde Gulatasaray, Tünelde Mat koriç, Galata: Okçumusa caddesinde Doğruyol, Pındıklıda Mustafa Nail, Kasımpaşa: Van!, Hasköy: Halesoğ unda Barbut, Eminönü: Agop Mi- nasyan, Fatin: Veznecilerde Üniyer- site, Karagümrük: Ali Kemal, Bakır- köy: Merkez, Sarıyer: Osman, Aksa- ray: Cerrahpaşada Şere!, Beşiktaş: Vidin, Fener: Vitali, Kumkapı; Asa- doryan: Küçükpazar: Necati, Samat- ya: o Kocamuslafapaşmda (o Rıdvan, Alemdar: Ali Rıza, Şehremini: Kum- kamda Nezım, Kadıköy: Sö üçeş- mede Hulüs Osman, Üsküdar: Çar- şıboyunda İtiihad, Heybeliada; To- mas, Büyükada: Halk, Her gece açık eczaneler: Yeniköy, #mirgân, Rumelihisarı, Or. taköy, Arnavutköy, Bebek, Beykoz, Paşabahçe ve Anadoluhlsarındaki ec- sareler her gece açıktır. sadık Remziyeciğim dünyada böyle şeyler yapar mı? Ben ondan boş yere şüphelendim...» diyordu. Fakat bu garib maceradan sonra Remziyeyi, ondan ayrılamıyacak (derecede ser- diğini anlamıştı. Hemen köy postane- sine giderek Remziyeye şu telgraf çekti, <İzmire gitmekten vâzgeçtim. İz. tanbula dönüyorum, Gelir gelmez ey- R leneceğiz. Sonsuz sevgiler.» Ferhad küçük çantada sarışın de- Jikanlının adresini de bulmuştu, Ona da bir mektub yazdı. Posta ile küçük çantayı ve mektubu gönderdi, Ferhad mektubunda diyordü ki; «Bir dalgınlık eseri olarak kendi- min zannile sizin çantanızı almışım. Yaptığım bu hatadan dolayı size özür dilerim. Çantanızı posta ile gön“ deriyorum. Eğer benim çantamı da siz yanımızda muhafaza ediyorsanız göndermenizi rica ederim, Çantam yanınızda yoksa üzülmeyiniz, ehem- miyeti yoktur» Hikmet Feridun Es DİŞİ KORSAN Tarihi Deniz Romanı Yazan: İskender P, Sertelli Teftika No. 63 Kaptan Antoni uzaktan gelen gölgeleri görünce : Aman prensim, dedi, Araplar geliyor... İmparator gil, müneccime: Dediklerini yapacağım, diye ce- yab verdi, çünkü bunları - yudızım bana parlak bir istikbal vadetmese bile - ben düşünüyordum. Mihafi artık, boş kalan Akdenize uzanmak, yeni ordular, donanmalar göndererek. bir çok adaları kendi hâkimiyet ve nüfuzu alına silmek istiyordu. Öyle ya müneceimbaşı da bunu söyledikten sonra, Akdeniz- de İmparatorluk donanmasının yel- | ken açmasına mânl mi vardı? Mihail Atinaya giden oğlunun dönmesini - bekliyecek ve Andronik avdet edinceye kâdar donanmasının eksiklerini tamamlamağa ve kalafata çekilen tekneleri tamire başlıyacaktı, Mihail, kafasında yaşıyan «Büyük bizans imparatorluğu» hülyasının tahahkkukunu istiyordu, Haliçle yeni faaliyetler başlamıştı. Mihâilin altı ay önce Selânikten gelen donanması büyük ve esaslı ta- mire muhtçatı, İmparator gemilerini tamirden sonra Akdenize gönderme- ğe karar vemişti. «Arablar geliyor.. Aman kaçalım!..» Prens Andronik geminin güverte- sinde dolaşıyordu, Aynarozun önünden geçiyorlardı. Geminin çok mahir bir kaplanı vardı, Gözcülerden biri; — Uzaktan görünen gölgeleri gör- dünüz mü? Diye sesleniyordu. “Kaptan Antoni: — Gördüm.. diye başını salladı. Prens Andronik bu kısa konuşma- yı duymuştu. Etrafına bakındı.. ve: — Ben birşey görmüyorum, toni! Diyerek kaptanın yanına doğru yürüdü. Ufukta görünen gölgeler gittikçe büyüyor ve yelkenleri seçiliyordu. Kaplan Antoni ilk önce: — Venedik donanması geliyor... Diye söylendi, fakat, bir saat sonra gemiler iyice seçilmeğe başlayınca: — Çifte yelkenli gemiler bunlar... Galiba Araplar geliyor! Diyerek kaşlarını çattı. ciye: — Aynaroz arkasına gideceğiz... Diye bağırdı. İki direk arasına üstüste çifte yel- ken açarak yolunu hızlandıran Arap- ların âdet ve usullerini çok iyi bilen An- dümen- i kaptan Antoni: — Araplar geliyor... Hemen kaça- ım! Dedi. Gemi derhal Aynaroz arka- İ sna doğru dümen kırmıştı. Belliydi ki, yüksek kasaralı bu muhteşem gemiyi uzaktan gören Arap korsanları - içinde kim olduğu- nu bilmemekle beraber - gemiyi zap- tetmek için süratle prensin gemisi Üzerine akıyorlardı. Prens Andronik: — Niçin kaçıyoruz, Antoni? deği. Bizim Araplarla bir alışverişimiz yok Ki Antoni, kulağı delik bir denizciydi, — Arapların günün birinde Bizan- sa hücum edeceklerini duymustum amma, bu günlerde beklemiyordum onları... Dedi. Yelkencilere, bütün tüyfala- ra İş başında bulunmaları için şid- detli emirler verdi, > Prens Andranik şaşırmıştı. Böyle bir tehlike ile karsılışacağını, o de- gel, babası bile düşünmemişti. « — Araplar geliyor...» Bu iki kelimenin yarattığı heyecan geminin neşeli havasını biranda 2e- hirlemişti. Herkesin ağzında bu ke limeler dolaşıyordu: — Araplar geliyor Prensin zenci cariyesi Musa hiç telâş göstermiyordu. Gözlerinin içine dikkatle bakılsa, zenci kadının sö kaçalım ! vineini kolayez olacaktı, Prensin gemisi Aynaroz bumun; çabuk döndü. Oradan başka liman; lara veyahut Çanakkaleye kaçmak d kadr güç olmiyacaktı. Fakat, bu hesapla olmıyan herifler de nerede, çıkmışlardı? Acaba Antloninin muydi? Araplar Bizansı gidiyorlardı? Eğer böyle bir tehlike varsa, Andro niğin son süratle ve vakit geçirme- den Bizansa doğru dönmesi lâzımdı. Dümen başında konuşmağa basla- âlar: — Arapların eline düşmek tehlikes var m? — Hayır, prensim! O tehlikeyi at- lattık.. fakat, Bizansa hemen dön mezsek, korsanların eline düşmemiz mümkündür. — O hâlde izimizi kaybettikten sonra, hemen Çanakkaleye, oradan da Bizansa dönelim. Bu sırada zenci Muşanın Sesi işitildi; — Araplar bize fenalık yapmaz. Jar dı, Keşki yolumuza devam etsey- dik... Antoni gözlerini açarak bağırdı — Ne de olsü kanın çekiyor!... Yo- Jumuza devam edip onların kucağına düşmemizi istiyordun, değil mi? Andronik, zenci kadının ağzına şiddetli bir tokat indirdi. Arap hiz- metçi yere yuvarlandı ve homurda- narak ortadan kayboldu. Prens Andronik: — Peki amma, sen bu ihtimali ba- na Haliçten ayrılmadan neden söy» lemedin, Antoni? dedi. Eğer bu teh- likeyi vaktinde bahsetseydin, Atinaya değil, Bizansın karşı yakasına veya Bosfora bile gitmezdim. Antoni iri dişlerini göstererek ce- vap verdi: — Böyle bir tehlikenin bu kadar süratle geleceğini. bilemezdim. Arap- ların Bizansa hücumunu yıllardan. beri, benim gibi, İmparator hâzret- leri de duyuyordu. Arapların birleş- mesine imkân yoktu ki, bu tehlike den Kkorkmüs olalım. Bunları, Akde- niz korsanlarının uydurduğu birer deniz masalı gibi her zaman dinler dururduk. — Şimdi birleştiklerini mi tahmin ediyorsun? — Evet. Birleşmemiş olsalar, kadar büyük bir donanma ile çıkamazlardı. - Ne dedin, Antoni? Büyük bir donanmadan bahsediyorsun! — Ön safta görünen gölgeleri say- dım, Altmıştan fazlaydı. Elbette bun- ların gerisinde kalan gemiler de yar- dır. Bu kuvvete «büyük donanmas demezler mi, prensim? — Hakkın var, Antoni! Oİzolkten Bizansa geleli henüz yedi yıl olmadı. Araplar bu güzel i elimizden alabilirler mi dersin? — Korkmayın, prensim! Bizansın esrarlı surlarını hiç bir kuvvet aşa- maz. Arapların topladığı çapucular ancak sur dışında kalan semtleri yağ- ma edebilirler. Sur içine el uzata- mazlar, — Öyle ya. Babamın askerleri ne güne duruyorlar? zmek bile wümkü; tahmini doğr muhasaraya mi komik bu yola İmparatorun oğlu ne çabuk döndü?! İmparator «Vilâhernas nn bahçe- sinde dolaşıyordu. Saray teşrifatçısı birdenbire, müt- ve iradesini ürkek bir hiş bir canavar gören kaybeden yolcular gibi, sesle: — Aman Yarabbi! Gözlerime ina- nânuyorum.. Prensin gemisi dönü yor... ; Diye bağırdı. Gözleri Kızkulesi açık- Jarma daldı. İmparator bu Sese bü- Şanı çevirdi: . — Ne olüyorsun, budala? Üç gün evvel giden Andronik bugün Atina. dan Kuş olsa dönemez... (Arkası var)