Babası Irlandalı, anası Fransız olan artist'in hayatı çok enteresandır Paris (Hususi muhabirimizden) — Meşhur sinema yıldızı Madleine Car- 7ol'un Parise geldiğini haber aldım. Kendisile görüşmek için müracaat ettim, O günler yapılacak bazı şen- İlklerle çok meşgul olduğundan bu #enliklerden sonra görüşeceğini bil- Girdi. Bir gün kalktım, oteline git- tim, Artist henüz uyuyormuş. Vakit Eeçirmek ve hava almak için Rond Pointta bir kanepeye oturdum Burası Parisin en güzel yerlerin- dendir. Bakınca birçok büyük cadde Jer görünür, Bu caddeler Place de la Concordede biter ondan sonra Tull- Jeries bahçesi ve Louvre sarayı gelir. Caddeler, İngiltere kralının seya- bati münasebetile süslenmişti, Otur» duğum kanape parka karşı idi. Bah- çıvanlar suları açmışlar çimenler, Giçekleri suluyorlardı. Kestane ağaç- Jarının gölgeleri altında hakikaten Pek lâtif bir sabah. Benim gibi bazı Sabahçılar da var, yaşı bir adam uzakta bir kanapeye oturmuş serçe- lere ekmek veriyor, kendi kendime vah vah keşke yanımda ekmek olsay- © derken parkta bir ufacık yemişçi Gükkânı gözüme ilişti, Hemen koş- tum, Meğer ekmek satıyormuş, biraz #kmek aldım. Gene geldim çimenlere karşı kanapeme oturdum. Bir saniye- nin içinde serçeler etrafımı sardılar, Ekmek atmağa başladım. Bir aralık üflak bir ekmek parçasını elimde tu- tuyordum, bir de ne göreyim serçe- nin biri gelip elimden ekmeği almaz m! Hayretler içinde kaldım. Meğer Şanzelizedeki serçeler o kadar insa- va alışmışlar ki elinden yiyorlar. Bazılarının başka marifetleri de Yar, insanın karşısına geçip havada #anadlarını çırpa çırpa ekmek bek- liyorlar. Ekmeği attınız mı havadâ iken kapıyorlar, Kuşlarla orada dal- mış kalmışım ki epiyce zaman sonra âklım başıma geldi bir de saate bar | kayım on iki! Pür telâş koştum, ote- lin kapısından içeri girerken artistin kâtibesi çıkıyordu: — Aman dedi telihin varmış bu #âatte geldiğiniz pek iyi oldu, Sizi on iki ile bir arasında kabul edecek. Ra- hat bir nefes aldım. Beni yıldızın salonuna aldılar, birkaç dakika bek- ledim, Yatak odasının kapısı açıldı. Meşhur yıldız göründü. Gayet sade #iyah bir tayyör giymiş, mavi gözlü, kumral saçlı genç güzel ve pek se- Vimli bir kadın. En fazla nazarı dik- katimi kolundaki saat bilezik ile par- Mağındaki yüzük celbetti. Bilezik bü- tün kesme elmas taşlardan, yüzük de şimdiye kadar pek nadir kimselerde gördüğüm gayet cesim bir pırlanta taşı, o da bilezik gibi kesik bir taş. Arkasındaki tayyör, içindeki beyaz tlüz, Cidden çok şık ve zarifti. Blüz incecik hakiki dantelden büzülerek Yapılmış tüy gibi bir şey, şapkası be- Yaz panama hasırı, ayağındaki iskar- Pinler de Parisin en meşhur ayakka- bıcılarından birinin güzel formssı. Hülâsa pek şık ve zazif bir kadın. Be- Mİ beklettiğinden dolayı beyanı ma- , S€ret ederek oturdu ve söze başladı: — İngilterenin Birmingam şehri Sivarında doğdum, Babam Irlandalı &hnem Fransızdir. Babam muallim “olduğu için benim de muallim olmak- ımı çok arzu ettiğinden beni Bir- Wingam üniversitesine verdi, Orada tahsilimi ikmal ettim, muallim ol- dum. Fakat benim arzum aktris ol- Maktı. Nihayet bu düşüncemi mev- kil #iile koymak için israr ettim. Bâ- X seyyar kumpanyalarda oynadım, Baftada oh beş dolar ücret alıyor dum. Çok zaman işsiz kaldım. Sefa- çektim, her şeye razı aldum. İsrar *itim. Nihayet Londrada oynadığın İF Sırada sinemada bir angajman (büldum, Aynı zamanda hem tiyatro- “2 hem de sinemada şöhret Kazan- Madiöine Carrol'un Akşam'a hediye ettiği resmi dım ve Hollivuta angaje oldum. En filimim (Blockade) dirs iz Avrupaya bazı vazifelerle gel- mişiniz diye okudum, doğru mudur? — Evet, bu son çevirdiğim filmin ramadan ve sansör tarafından kesil- meden gösterilmesini temin için gel dim. — Pariste çok kalacak mısınız? — Pariste uzunca kalmak niyetin- deyim, Çünkü Parisi vatanım kadar severim. Bilhassa mazisi ve tarihi ok duğundan Fransaya petek mi Nereye gitseniz bir beki EE in bir zevki selim, bir sana > şir lar, düşündürür. Amerikada ye baksanız her şey maddi, her z. > nidir. Hattâ eski bile olsa yen! zak kisidir, Yeni dünyanın Nr memleketleri binaları gibi yo Çünkü o memlekette doğdukları — muhitin tahtı tesirinde ye Avrupalılar her halde daha e beyinler ile doğarlar. Bilhassa is severim. Fakat acaba ne kadar rene Allah bilir, Biz yıldız- lar filim şirketlerinin e nen bir telgraf gelir, > li egri olmaz, İster İste- Tez gidersiniz. Yıldız demek Holl- vudun emir kulu demektir. Pariste Bagateide gülde yapıla- cak gece eğlencesinde Ronsarın gül şiirini söyliyeceğinizi okudum? Evet program öyle idi. Fakat soanttecesii değişti. Havaların boz- ması şebebile eyvelâ perşembe akja mına tehir edildi. Perşembe akşamı na kadar havaların düzelmiyeceği anlaşılınca gelecek seneye tehir edii- dı. Bilirsiniz ya Parisin mevsimi teri UZ on beşte at koşuları ile biter, on ba temmuzdan sonra Pariste kimse e Onün için eğlencelerin bep- si daima on beşten evvel tamamlanır, Doğrusu bu göl gecesi eğlencesinin kalmasına yk eek sıkıldı. Bilhas- sa bunun için bir süvare elbisesi yap- tırmıştım, Bütün güller İle süslenmiş pek güzel oldu. Fakat maatteessüf giyinemiyeceğim. Bü eğlenceye çok enterese oldum. Çünkü Parisin en monden âlemi burada toplanacaktı. Alâkadar olmaklığımın ikinci sebö- bi de Bagatel şatasunun tarihidir. On altıncı Lüinin kardeşi kont Dar- tuva güzelliğile ve neşesile meşhur bir prens imiş. Bu prens yalnız 0 za- manki kadınların kalbini yakmamış, yirminci asrın kadınlarını bile tes- hir etmiştir. On altıncı Lül ne kadar kaba saba şişmanı bir adam ise kar- | deşi o nisbette güzel ve nazik bir gençmiş. Hattâ tarihe nazaran Mari Antuvanet ile aralarında gizli bir aşk bile varmış, fakat bunu kimse kati- yetle itiraf edememiş, Bu füsunkâr prensin yaşadığı ve birçok aşk me- ceralarına sahne olduğu Bagatelde onun bastığı yerlerde, onun âşıkane nazarlarını gezdirdiği manzaralara karşı, onun teneffüs ettiği hava ve semanın altında şairi şehir Ronsarın göl şiirini okumak genç bir kadın için ne büyük bir zevktir. Bahusus benim gibi mazinin hatıralarını helin zevk- lerine tercih eden bir kadın için ne güzel bir rüya, Onlar düyalarını gör- müşler gitmişler. Şimdi de biz rüya görüyoruz. Bence rüya gören ile gör- müş gitmiş olar “#rasında hiç bir fark yoktur. Hayat ebedi olmadığı kadar bir rüyadır, Hepimiz yarın ma- ziye karışacağız — Pek filozofane ve şairane düşün- celeriniz var... dedim, Artist ile daha birçok meselelerden görüştük, Bün- ları diğer mektubumda yazacağım. ME lena; Yazan: Sermed Muhtar Alus ———— NANEMOLLA 'Tariabaşı caddesine çıktılar, Alay- beyi, emri verdi; Yürüdüler. Öndekiler, gidecekleri | yeri biliyor. Galatasarayındaki muta- samflık dairesi... | Oraya çıkan ilk sokağa sapacakia- İ ri sırada, geriden bir bağırtı daha: — Doğru!,. Kalyoncukulluğu kara- koluna!.. Gördün mü başa geleni şimdi?.. Mu- tasarrıflıkta, mutasarrıfın, muavinin, başkâtibin tarıdık çıkması mühtemel; yakayı ehven kurtarabilmenin ihtimali var Çatal kazık büsbütün tersine dön- dü desene.. Oranın zaptiye tabur ağası Hizir ağanın çetinliği üzerine yok. Ateş mi ateş, yıldırım mi yıldı- rm... Cümbür cemaat, Kalyoncukulluğu karakoluna geldiler. Behzad bey kıhcını, mahmuzlarını şıkırdata şıkırdata, kâfileyi geride bi- rakıp girdi binaya: — Tabur ağası!. Kumsar!., Hemen karşıladılar... Arkadaki po- Mislere ve zaptiyelere emri verdi: — Molozları sokun merdiven altına; kapıya iki nöbetçi dikin... Şimdi getir- teceğim, ifadelerini #lacağız!., İrfana da hitabda: 7 Abdülmennan paşa zade!.. “Gel yapımıza evlâd, birader bey!.. Alaybeyini hiç bu kadar telâşlı gör- memiş olan tabur ağası ve komiser efendi ortada pek ehemmiyetli bir me- sele bulunduğunu anlâmışlardı Kulaksız, acelesinden duramıyor. Meseleyi anlatmağa başlamıştı Pembetenin ve Göbekli Mollanın isimlerini duyunca, Hızır ağa: — Dediğin ineği de, buğayı da ta- nıyacağım ben. Bakayım onlar mi? diyip merdiven altına koştu. Beynine öyle kan çıkmış ki fesi bile elinde. Ceketini atmış, yakasını çö müş, öfkeden mosmor, soluyarak gel- di. Kulağına dolanacak bıyıklarını çe- kip çekip koparıyor; çıtır çıtır kemiri- yor. — Bunlara tezek &üreyim ki ben bu imansızları yiyeceğim!.. diyor, bir daha demiyor, Kahveler gelmişti. Cıgaralar da da- gıtıldı, mevsim yaz, buzlu limonata- Jar, dondurmalar da yetişti, Nanemolla baş üstünde. Getirilen- Jer herkesten önce ona veriliyor, Artık | oda hatır kıramıyor. Kahveyi içiyor, cıgarayı da tellendiriyor. Bir zaptiye çavuşu odaya girdi, va- ziyet alıp selâmı verdikten sonra bu- ruşuk bir kâğıd uzattı. Alaybeyi alıp | okudu: «Maruzu dali kemineleridir ki, «Çakerleri cennetmekân sultan Se- lim hanı salisin fervel beyzası lâbisle- rinden Ahashavi Hüseyin Nimeti efendinin hafidi ve (Meclisi intihabı kur'a) âzalarından ve Rümeli sudu- rundan merhum Mehmed Hacleti mollanın mahdumu ve elhaleti hazihi sayel padişahi ve devlette, Babi valâ- yı meşihatteki (Meclisi intihabi hük- kâmüşşeri) âzalığile ve payei sadrı Rumelilikle mübahi bir ferdi ahkarım Cedmande asaletimi ve mevkii müte- hayyizel hazırımı acalef dolayıslle be- yan etmekliğe fırsat elvermedi «Refâkatimde bulunan ve hemjşire- zadem olan saadetlö Eşref beyefendi- nin de rütbel ulâ sınıfı evveli payesin- de bulunduğu ve firdevsi âşiyan Ab- dülâziz hanın kurenalık makamına da said olmuş olduğu (Keşşemsti fi vasa- tünnehar) cümleye ayandır. «Hüviyetleri zulmetengiz ve riva- yetleri kizbi mahz idüği aşikâr bulu- nan üç nefer hazelenin kavillerine iş- tinaden karakolhane bodrumlarında, eşirrayi mezküre ile maan tevkif ve mevki ve haysiyetlerimizin şikeste edil. mesine vicdanı madeletlerinin rizada- de olamıyacağı ümmidi katıma itmi- nanla beraber, eraciften ibaret İsnada- tı vakıada ve keyfiyeti mezküre de asla zimedhal bulunmadığımızı tekrar ve işbu hakikat karini kabul olmadığı takdirde, bilmecburiye huzuru mual- lâyı şevketpenahiye ve makamı celili meşihatpenahiye batelgraf arzı ahval eyliyeceğimiz babında...» Altında Şişkonun imzası. Kulâksız Behzad bey büsbütün kö- pürdü. Kâğıdı yırtıp parçaladı. Ayağı. | diyerek salıvermiyorlardı: Sahife 7 Tefrika No, 119 nın âltına alıp ökçelerile çiğnedi, ez- di, Tabur ağası Hızır ağa, (bir paket tütün aldırayım) diyip dışarı çıktı. Yandaki küçük odada yatıp kâalk- mada. Bekâr adam: geceli gündüzlü orada... Duvara asılı fil kuyruğu kamçısını aldı. Merdiven altına geldi: »— Kazasker, mabeyinci, gelin biraz konuşalım! Binanın arkâ kapısından çıkınca, yangın yerinde, merdivenle inilen, herhalde Cinevizliler samanindan kâl- mâ, mağaramsi bir yer vardı. — Çabuk bir fener yakım!. diyip Şişkoyu, Pembeteni-oraya indirdi. Fil kuyruğu kırbaç elinde, âv tükürür tükürmez, hey Allahım ne basıyor, ne basıyor. — Sen şeyhislim lorunu, bilmem ne oğlu, kendinde kazaskermişsin şeyhislâm - kapısını sen döndürüyor- muşsun ha? Al sana! Eşrefe daha fazlasile . Kırbacı ya- Piştırıyor, yapıştırıyor; kanaat etme- yip üstüne atılarak kollarını, budları- nı hart hart ısırıyor. Bıyıklarını yaka- layp — Bıyık erkekte olur, bunların sen- de işi ne?, diye tutup tutup çekiyor. Hızır ağa heyli kol sallamış, kır- paç yapıştırmıştı, Nihayet yorgun dü- gerek, yanındakilere: — Ben karakola, Behzad beyin ve misafir beyin yanına gidiyorum. Bu düztabanların yanından ayrılmayın; biraz sonra sırtlayıp gene ri iven al“ tana getirin!.. deyip, terden sırsıklam, soluya soluya odaya döndü. — Bana bir sâde kahvel., dedi ve bileğine bağlı fil kuyruğu kırbacı çi- karıp attı. Pesini arkaya itmek için elini başı- na götürürken, yüzü kanlar içinde, parmaklarından şıpir şıpır kanlar damlıyor, Kırbacı o derece kuvvetle yapıştırmış ki turneklarının kökü yet- lerinden oynamış... Kulaksız, lâtife de — Gazan müberek olsun birader, düşmanların sıkı şeylermiş. Sen de yaralisın! Tabur ağasi göğsünün iç cebinden bir en'am çikârârak, öpüp öpüp başı- na koyuyor: — Bu elimdekinin hakkına söylü- yorum. Dağ tepe haydudlarını, deniz eşkıyalarını “kasa hırsızlarını böyle dövmedim, Dürzüler yarına sağ çıkar- lar mı, çıkmazlar mi bilmem artık... Alay beyi, İrfana diyordu ki: — Bu kadarla yetmedi, daha arka- sı var... Biraz geçsin, resmi ifadelerini bizzat kendim #lacağım. Evrak üze rine koyup müddelumuiniliğe vers ceğim; beşini de Galatasaray tevkif- hanesine tıktıktan sonra Mehterha- neye yolliyacağım... Suikasd tertibi nasılmış, ardı nereye vamrmış gör- sünler!.. İrfan artık kalkmağa davranıyor: — Otur be paşazadem; vakit daha erken, tatlı tatlı görüşüyoruz iştel.. Akşamcılardansın, mutadın ga- Jibi Bu aksi gece bizde y Jak kaldık. Hepimiz tırhalli, birhallı... Anzoratları buraya da getirtiriz!., Bahis, dönüp dolaşıp küçük Kara- kaşyanda karar kıldı. Nane Mollanın ona âşıklığını, bun- ca badirelerin hep onün yüzünden ba- şına gelişini bilmiyorlar. O cihetler on- Jara açılmamış, kapalı geçilmiş, Bilâikleri şu kadardı: Küçük, İstanbulun en gözde, en el üstünde aktirslerinden, ortalığı yakıp kavuran hasbalardan ya; bu kuzu gi- bi genci pusuya düşürmek için onun namından ve şöhretinden istifade edil- miş. Tarafıhdari muhabbetname gön- deriimiş.... Netameliden açıldı mi, tipki yılan lâfı, Sürdükçe sürüyor; bitip tükene- miyor: — Kayış gibi ten, yarım kulaç boy, yirmi beş okka Üç yüz dirhem et... fs. tanbul halkı böyle bir cenazeye Aşık yahu!. — Dağlarda, bayırlarda, çöllerde yık larca tek başıms. kalsam, kadın deni- Jen nı rnağının ucunu görme sem, sma bu çıksa, ziyade olsun istem (Arkası var)