karıcığım. . dedi, Mahmure merakla: Aman göreyim... diye cevab gür, ali Aştı. Bu kutu gibi, kü- e odalı bir evin yı odası, işte yemek salonu, mutfak, ayrıca güzel plân... diyordu, pek - Hele balkon, enfes olacak İİ / kancığım, sorma. Bu akşam üstleri şu balkonda ; - Yaman geçireceğiz. Ne mesud » Ne rahat, ne sakin yaşıya- de gençliler, üç sene evvel ev- Tâ, Hayatlarını birleştirdik- andanberi böyle küçük, kuş bir eve sahib olmak en bü- eti İdi, Bu evin her halde karşı bir balkonu olacaktı. ade bu «Denize karşı bal- Nihayet hi rüyalarıma giriyordu. ây biriktirdikleri para tu. vw €V yaptıracak kadar olmuş- eld uzun uzun arsa aradılar. emen ila ! i â z ; iri FE 3! # : İrişişi güzel bir yer buldular. aldılar, Birkaç mimar- . Nihayet birinde karar m yaptığı ev plân tefek bazı değişiklik- başlandı. Karı koca yerine gidiyorlardı. da tamamlanıp çıkınca karı kocayı sevinç aldı. Balkon haki- ta, Yalnız sıvaları kal- yeni binaya gelip balkona çıktıkça bir- tısıldaşıyorlardı HE İrgipi Kili ; E : 7; j 7 ; vin Pa ? â nihayet kavuşuyoruz. YA Yen; “Yİ bittikten bir hafta son- Pek meyi D8YA taşındılar. Hakikaten İÇİ âdeş, «dular. Pek Tahattılar. Erin mm yüzüne gülüyordu. Barka ?, bele balkon!.. Burasi bir €vi beğeniyor, hele deni- balkona hayran oluyordu. orta yaşlı bir dayısı vardı. A İçerdi. Balkonu gö- hiç bir gö- he : manzumeciği Böy, atan - - kendi rivayeti- Börmeş çex PİF şairdi. Balkonu b Tam gittin balkonu mon- aç burası. Perisinin beklenece- “Bu Yerimi Bundan sonra emsal ona balkon kohda yazacağını. “giyside fiham verecek, ben £ I şu cümle yazılacak: «Büyük şair Sa- cid Hülya şaheserlerini bu balkonda yazmıştır, «Azizim bu balkonu bizim edebiyat tarihine sokacağım..-» Yeni eve gelen misafirler arasında bayan Hatice de vardı. Bayan Hati- j ce misafirliğe dör yaramaz çocüğile birlikte gelmişti. Denize kraşı olan balkon bayan Haticenin de ağzının Suyunu akıttı: — Tam hava alınacak yer doğru- $u... Çocukları bir yere götüremiyo- rum. Bari her gün buraya getireyim de biraz hava alsın yavrucaklar.. Hamr balkonun etrafındaki duvar- larda pek o kadar alçak değil... Aşs- ğı düşmek ihtimali de yok... O günden sonra ev dolup boşalı- yordu. Bir kere dayı gün aşirı eve geliyor: — Haydi bakalım... Bizim çilingir sofrasını hazırlayın... diyerek balko- na çıkıyordu. Dayı yalnız gelse gene buna da şükredeceklerdi. Fakat ho- varda tabiatlı adam, bu güzel mah- zaradan arkadaşlarını da istifade et- İlrmek istiyordu. Birçok akşamlar yanında bir iki arkadaşile beraber eve geliyor, balkonda: — İç... İç Allahaşkına... Her zaman böyle nefis manzara bulamazsın... diye onlara Ikram ediyordu. Artık 4Çaçaron Emine hanım» evin gedik- isi olmuştu. Her gön elinde bir iki tomar yünle eve geliyordu. Balkoş nun bir köşesine kuruluyor, bir yan- dan elindeki kazağı örerken bir ta- raftan da dedikoduya başlıyor: — Ayol duydunuz mu?.. Mebrure- nin kocasının Beyoğlunda metresi varmış... Gözü kör olasıca herif. Evde gül gibi karısı dururken sen git Be- yoğullarında metres tut. Aldığın para ları çıtır da çıtır el karılanına yedir... Böyle adamları idam etmeli doğru- su... Mebrtirenin de hiç haberi yok... Zavallı tazecik biraz safcanadır, hat- tâ lâf mabeyinimizde biraz da aptal diyorlar... Artık Cevadla Mahmurenin bu de- dikodulardan başları şişmisti, İş bu kadarla kalsa gene iyi... Fakat Çaça- ron Emine hanım onlara dedikodu- ları yetiştirdiği gibi, evden de dışarı- ya söz taşıyordu. Bayan Hatice hemen her akşam üstü dört çocuğile beraber eve geli yor, küçüklere; — Haydi bakalım yumurcaklar... "Sizi ancak balkon temizler... Çıkın balkona orada ne halt ederseniz edi- niz... diyordu. Dört yaramaz çocuk balkonu allak bullak ediyorlar, 77p- lamalar, sıçramalar, tepinmeler... Onlar yukarıda böyle tepinirlerken | dilsiz ve mahcup insanlar olan Cevad- Ja Mahmurenin yüreğine iniyor, ta- van başlarına yıkılacak sanıyorlar. Fakat misafirlerine bir şey söylemi- yorlardı, Nasıl söylesinler ki arada bu kadar hukuk var, Çocuklar yuka- rıda tepindikçe bayan Hatice mem- nun memnun gülümsüyor: — Güzel, havadar yeri buldular ya. diyordu, azdılar... Amma hak- ları da var... Bu sene sayfiyeye gide- medik, Çocuklar yazları açık havada geçirmeğe alışmışlar... Bu balkon on- lar için Tuzır gibi yetişti. Şair Sacld Hülya ise denize bakan balkonu edebiyat tarihine sokmak için her gün buraya devam ediyor- du, Balkonun bir tarafına attırdığı masada, yağlı uzun saçlarını kurış- tırarak, dalgın dalgın ufuklara bakı- yordu, Ara sıra yerinden sıçrıyarak avaz avaz yeni yazdığı şiirlerden bi- rini okuyordu: «Karırırıgalar » «Meyraları gağalar.» «Pencerede.» «Bir kız ağları» «Karrrrrgalar!ı «Karrrrrrrrırrgalar!.» Sarid Hülya öyle birdenbire yerin- den fırlayıp gırtlağını yırtarcasına bağırmağa başlayınca, bu sırada dal- gin dalgın dedikoduları siralıyan «Çaçaron Emine hanımz: — Aman diyordu, yüreğim ağzıma geldi... A çocuğum öyle birdenbire yerinden fırlayıp bağıracak ne var?.. Cevadla Mahmurenin içi dışı şiir kesilmişti, Sacid Hülya her akşam giderken: — Pek, pek yakında bu balkonu ede- biyat tarihine sokacağım.. diyerek ayrılıyordu. Zaman zaman bayan Ha- ticenin yaramaz çocukları, şâir Sajd Hülyanın birdenbire ayağa kalkıp yüzünden mi-” YE İALi AKşAam Geçmiş zamanlar (Baş tarafı 6 ncı sahijede) Vakıâ başlıca yollarda nümayişçile- ri dağıtmak üzere polis kıtaları bu- lunduruyoruz. Polislerimize çalacak olurlar ise dağıtılmaları mümkün-ola- caktır. Fakat dağılanların münferi- den yan sokaklardan dolaşarak ileri- lerde tekrar toplanmaları ve &ize ta- sallut etmeleri ihtimali vardır. Bu ih- timale göre hariciye nezareli gibi sizin sefareti de muhafaza altına alıyoruz. Civarımızdaki «takı zaferin» altına ih- tiyaten bir tabur asker götürdük. Bu- nunla berâber ittihaz olunan tedbir- lere rağmen numayişçiler veya mün- feriden fedaileri buralara sokulacak olurlar ise dışardan bomba ve tabanca kurşunu ile tecavüzde bulunmaları” muhtemeldir. . Onun için tamamen emniyet ve sükün hasıl oluncıya ka- dar oturmanız caiz olmıyan yerleri tayin edeceğiz. Oralarda bulunmayı- niz» dedi. (Vakıâ sefaret binasının dört tarafı açıktı. İttisali yoktu). Üç güne kadar işte böyle muhafaza altın- da kaldık. Polis nazırı şiddetli davran- dı. İçtimaları ve nümayişleri menet- tiğinden hamdolsun taarruza uğra- madık. Hükümetle ve bize taraflar olan gazeteler ile neşrettirilen makâ- lelerin de tesiri oldu. Efkâra sükünet geldi. Salih Münir Çorlu Mütekaid büyük elçi aamir ss Bu adamı canından bezdiren şey: | GRİPİNİ tecrübe edinceye kadar çekmeğe mahküm olduğu ağrı ve sızılardır. GRiPiIN En şiddetli baş ve diş ağrılarını keser. GRİPİN Romatizma, sinir, adele, bel ağrıla- nna karşı bilhassa müessirdir. GRIPiN Kırıklığı, nezleyi, soğuk algmlıkla- rından mülevellid bütün ağrı, sızı ve sancıları geçirir. icabında günde 3 kaşe almabilir. İsmine dikkat, taklidlerinden sakını- nız ve Gripin yerine başka bir marka verirlerse şiddetle reddediniz. mama salirler arasında hırlaşmalar da olu- yordu, Meselâ dayı tam sofrayı kur- durlmuş birkaç kadeh parlatacak... Dört yaramaz yumurcak koşuşurken sofrayı deviriyorlardı. Bu esnada ;air Sacid Hülya da yerinden sıçrayıp: «Sofra...» «Devrilen #öftü.» Diye manzume okumağa başlayın- ca dayının tepesi atıyordu. Cevadla Mahmurenin bu balkon yüzünden o kadar rahatları kaçmıştı ki nihayet bir sabah erkenden yıkıcı ustaları çağırdılar. Balkonu yıktırttılar. O gün yeni başladığı manzumesini tamamlamağa gelen şair Sacid Hül- ya balkonun yerinde yeller estiğini görünce karı kocaya çatir. — Bu balkonu neden yıktırdınız. Ben onu edebiyat tarihine sokacak- tım, Hem bu balkonu yıktırmağa si- zin ne hakkınız var!.. Gelecek nesil- ler sizi telin edecekler ve sizin İçin: <Hainler, diyecekler, sair Sacild Hü yanın şaheserlerini yazdığı balkonu yıkmışlar..> Bu balkon benim yazdı. gım şiirlerle bir tarihi kıymet kesbet- mişti, Artık o sizin malınız olmaktarı çıkmış, halkın malt olmuştu, Onu nasıl yıkabilirsiniz?... Hikmet Feridun Es 4 BESNİ e DİŞİ KORSAN Deniz Romanı Tarihi Yazan: İskender F, Sertelli Said, Gabes limanında du “kaçmıştı. Geminin nereye gideceği belli değildi Konuşacak ovaktimzi yok. Sald! - diyerek Arab korsanına yol gösetrdi - Haydi, beni takib et! nö- betçiler uyuklarken, kalenin temeli- ne inelim... Yürüdüler, Burçlara çıktılar. Ve semiko önde olduğu halde, ca- navar kaplumbağaların yuvası olan köşeye kadar indiler. Said yavaşça sordu: — Palus bize ihanet etmez, değil mi? — Merak etme, Seyidi Paranın satın almadığı bir şey yoktur. Denizin sathinde duruyorlardı. Biraz ileride balık tutmakla meş- gul olan küçük bir kayığın yavaşça kendilerine doğru geldiğini gördüler. Semiko sevinçle mırıldandı: — Palosun adamı geliyor. — Her şey yolunda demek?! — Semiko yolsuz iş yapmaz, Seyld! Ben isteseydim, (Gabes) i İspanyol- lara çoktan satmıştım. -— Ne diyorsun, Semiko? Venedik- lilerin elinde böyle bir kale varken... — Bu kale, onların elinde değil, be- neim elimdedir. Meşhur İspanyol ge- nerali bunu bana iki kere teklif etti. Büyük paralar vadederek kaleyi ben- den salın almak istedi. Fakat, bu al- çaklığı yapamazdım. — Niçin? Bir günde zengin olur, bu esâretten kurtulurdun! — Orası doğru amma, ben İspanyolları sevmem. — Şimdi bir Arap korsanına bel bağladın! Onun peşinden gidiyorsun! — Giderim. Çünkü. bu Arap kor- sanını ben çok denedim. Sen merd ve asil ruhlu bir kahramansın, Seyid! Senin arkandan bir gardiyan değil, bir ordu gelebilir! Ya evlâdim. Hele bir onu düşün... On yıldanberi yü- zünü görmediğim biricik oğlumu - sana yardım elmekle - göreceğim. Ona kavuşacağım. Balıkçı kayığına atladılar... Ve derhal kayığın içine yattılar. Kayıkçı, üzerlerini örttü. Yavaş yavaş körfezde duran Pa- Yusun yelkenlisine doğru kürek çeke- rek kalenin önünden uzaklaştı. Sald, Semikoya yavaşça sordu: — Yelkenli uzakta nn? — Hayır. Kaleden iki yüz metre kadar açıkta duruyor. — Gemiye ihtiyat yiyecek aldılar m? — Bunları düşünme Seyid! Palus ihtiyatlı bir korsandır, — Hemen hareket edeceğiz, değil mi Semiko? — Şüphe yok... Kayıkçı: — Yavaş konuşun! Diyor ve mütemadiyen kürek çeki- yordu. Yolcular sustular. Semiko kayığın kâaburgâsına yüz- Üstü yatmıştı. — Bunaldım, boğuluyorum. Diye bağırmak istiyordu. İhtiyar gardiyan yirmi yıldır böy- le bir cendereye girdiğini hatırlamı- yordü. Nihayet kayıkçının sesi duyuldu: — Haydi kalkın bakalım! Geldik gemiye... İkisi birden başlarını kaldırdılar. Küçük kayık, yelkenliye yanaşmıştı. Said bir çekirge çevikliğile yel. kenliye atladı, Semiko onu takib etti. Güvertede korsan Pâlus dolaşı- yordu. Said, Palusa selâm verdi: — Bu iyiliğin karşılıksız ka'mıya- câk, Palus! dedi. Ve omuzunu okşadı: .— Hemen hareket edelim. — Demir alıyoruz. şimdi cağız, Seyid! Semiko korkudan titriyordu. —« Aman bizi ambara sakla, Palus! Şu cehennem kapısından ouzaklaşa- Jim da sonra konuşuruz. Gemi yelken açtı, Gemiciler yıllardanberi kaçak İn- san taşımağa alışmışlardı. Bu yüzden | A YA a m gelgelelim kalka- Jlesi oradadır amm2. Oraya kadar öl Tefrika No. 49 ran bir korsan gemisine ufak bir heyecan bile duymuyorlardı. Said, yelkenlinin küçük sımbarına inerken, gözüne Misinali bir gemici ilişti. Said, bu adamı tanımıştı. Fa- kat, hafızasını toplayıp düşünmeğe | ve kim olduğunu anlâmağa vakıt yoktu. Semiko ambardan sesleniyordu: — Yelkenleri kolayca şişirebilecek misin, Palus? Kefalonyatı Korsan: — Körfezde hava sakin, dedi, fa- kat biraz açılırsık yelkenlerimizi şi- Şirecek rüzgüri bulacağız. Said, Gâbes Kalesinden bu kadar koley okaçabileceğini umuyordu. Venedikli auhafizlar onu Tuvarek- lere teslime hazırlanırken, Saidin denize kaçmak suretile yeni bir ma- İl ceraya atılmasının elbette bir sebebi # olacaktı , a Gabes körfezinden yavaş yavaş Çi- kıyorlardı. i | Sald çok neşeliydi. Semiko: İl — Geçmiş olsun, Seyid! - diye gü dü. - Şimdi bir bardak şarap olsay- dı, ömrümün bir yılını bağışlardım. Said: — Gevezeliğin sırası değil, Semiko! dedi. Yakalanmak tehlikesi kalmadı ank, değil mi? — Kaledeki nöbetçiler bizim kaçtı- ğımızı ancak öğleye doğru öğrtne- cekler. Biz o zümana kadar enginle- Te açılmış ve Gabesden tamamile uzaklaşmış olacağız, Seyid! — Nereye gideceğimizi söyledin mi, Palusa? : — Söylemez olur mıyım, Seyid? İlk önce bizi Gabesden kaçıracaksın. Ondan sonra Bizansa götüreceksin dedim. ; — Ne dedin....Bizansa mı götüre- i cek bizi? j a — Kalede böyle konuşmadık mı si- zinle, Seyid?! Said, ihtiyar gardiyanı ümidsizliğe düşürmemek için: — Evet, dedi, Bizâansa gideceğiz. Çok yakında oğluna kavuşacaksın! . ük “ Yedi yıl sonra uyanan kin!.. Palus gemisinde... Akşam... Gabes körfezi göze görünmüyor. Rüzgâr hafif, On saattenberi ancak Guz millik yol alabildiler, Said, korsan Palus ile İyice anlaş- tı ve onun kulağına nereye: gideceği- ni söyledi. Gemicilerden kimisi: — Kefalonyâya gidiyoruz... Kimisi de: — Bizanşa... j Diyor, Yelkenlinin nereye gittiğini iki korsandan başka bilen yok. Semikoya gelince.. o, yelkenlinin Bizansa gideceğinden o kadar emin gi e çoktan kayboldu. — Oğluma Kâvuşmak için acaba kaç gün daha lâzım? ' Diye sorup duruyor. Güneş batarken, geminin baş kü- peştesinde duran iki gemici yavaş yâr vaş konuşuyor: — Arapları sever misin? # — Para veren herkesi severim... — Kardeşini öldüren adamın p&- rasını da sever misin? r — Ne demek istiyorsun, Kozma? — Ne demek mi istiyorum? Bu he- rif, benim kardeşimin katilidir. An- ladın mı? Ben, onun parasından zi | yade canını almak isterim. — Sen bana bir zamanlar kardeşi- nin bir Arap korsanı tarafından öl- dürüldüğünü söylemiştin! Onu bu adam mı öldürdü? — Evet. Tamam yedi yıl önce, Ve de aradım. — Garip tesadüf bu! Herif Ven& diklilerin elinden kurtulurken, senin kucağına düşüyor! — Palus onu Suriye Umanlarından birine götürmek istiyor. Saidin kabi- gidemiyecek. ş