© Temmuz 1998 ” Güney Yunanistanda gördüklerim Uzaktan harabe görünen Pire bir mamure olmuş Düşüncenin panzehiri denizmiş bir şehirden farksızdır Seferde Otarşi politikası ne demektir ? - İtalyan ? ” Açık deninlerde Pireden bir görü İstanbul, Süley- | mek salonunun penceresinden büfeyi | yorlar. Ancak se- “maniyesi ve Aya- yulkunarak seyreden çocuğu beyaz ferde de otarşi sofyasile, muhte- | fraklı garson kovuyor... Gece salon- | politikasının tâ- gem bir tablo | larda cazbandia rumba, güvertede ke- | kip edilmesi 40- halinde gözlerin | mençe ile horra tepildi. rl ği in **# - .. yi En büyük şifayı denizden umanlar, halif kazandıra. asrın bütün gu- | denizi düşüncenin yanzehiri telâkki | bilir... li Turu yaşıyor... edenlerdir. Her düşüncede muhakkak Üç gün Ki Vapurun gü- | ki bir damla zehir var ve bu zehir de | nımızda J vi vertesinde (o şez- | kana karışıyor. Güzel Gelibolunurn vapurda önümü- Jonga uzandım, | zümrüd kıyılarını aşıp kahraman | $e getirilen balık bir kaç gün ay- | Boğazdan açık denize çıkınca: «Füni- | İtalyan kara su- nlacağım şehirle, | leri gökten ayıran perdeye değdim» | larında tutulan bir gün sonra va- | ve hissediyorum ki bende yaşadığım | balık, etler ve racağım şehrin | müddet «Tuzu hâlâ dilimdedir engin | yağlar (İtalya ; tarihini “düşündüm; daha doğrusu | denizlerin» diyeceğim. topraklarından kesilen et ve , düşünmek istedim Temistoklesin kur- duğu, Likürgün büyütüp Ikmal ettiği üç yarım adadan mürekkeb Pire Jima- nından girip, üç bin sene önce Akro- pol sırtlarındaki kalelerden müdafaa edilen Atinaya girecektim... Deniz muhakkak ki en kuvvetli mü- sekkindir; tevekkeli değil İngilizler: «Düşünmek istemiyen denize çıksın, uzun bir deniz seferi dimağı dinlen- dirir. demişler. Yarım saat içinde müfekkerem körleşti, zihnim durdu, bir şey düşünemez oldum. Beynin iş- lememesi kadar büyük bir acı tasav- vur edilemez. Düşünmek, kavramak, muhayyileyi işletip hakikate varmak için çırpınmak, fakat muvaffak ola- mamak... Ben bu acıyı daha çocuk- Yuğumda tatmıştım. Zihin açıklığına uğradığım geceler beni zorla yatırır- lar, düşüncemi körletmek için de baş- ucumda, Eshabı kehfin isimlerini mi- rildanırlardı: «Yemliha, Mekselina, Mislina. .. Elimden gelseydi bana © Zaman bu uyku duasını okuyanın Bırtlağına sarılırdım.. Vapurda daha amansız bir dadının eline düşmüştüm Ve aczim daha büyüktü. Dalgalarla Makineler; beni düşündürmemek, bey- Mimi körleştirmek için söz birliği et- mişler, bir ağızdan, durup dinlenme- den murıldanıyorlardı: «Yemliha, Mek- selina, Mislina, Memuş Tebermuş, Sa- Zenuş...» Çare yok; düşünmek bir hastalıksa birakalım deniz tedavi etsin! v.. , Vapur cüssesine ve hacmine göre bir köyden, bir kasabadan, bir şebir- den farksız. Sosyoloji bilginleri, bilgi- lerini tarif için söze köyden başlayıp şehirde karar kılarlar. Büyük vapur- ların üçüncü mevki ambarlarından Birip birinci mevkilerin lüks salonları- ma çıkmak ta onların yaptığından farklı bir şey olmaz. Yoksulun yanın- da setihi, orta hallinin yanında zen- vapur seyahati kâfidir. Aslından ay- tiynetini suyun üstünde yor, Üçüncü mevkiin ambarından çıkan eli kitablı, gözleri gözlüklü, baldırları Şınlçıplak bir bayan, birinci mevkiin #ezlonglarında bir kırlangıç gibi do- Taşıyor; sahibi çıkıncıya kâdar bir oturuyor, sahibi gelince geçiyor... mesafe mefhumu silindi: Günlerden ne gündür, saat Zaman, mekân, kaçtır, ayın o kaçındayız?. OBun- lar çözülmesi şart olmıyan birer bil- mece gibi. Hava güzel, sular sakin, makineler ninni söylemekte berde- vam: Gün bugün, saat bu sast, dem bu dem!,. Artık ne kâğıdiz kaleme ih- tiyacım var, Be not defterine... Şehrin eleminden uzak bir merhaledeyim.. Zihnim boş, müfekerem boş, etrafım bütün boşluk... Verandâya girdim. Kulağıma Aşina bir ses geldi: — İstanbul festivali için bize bü- yük, geniş bir saha lâzım, bunu Jüt- federseniz... Candan sevdiğim öksürüğü andıran gıcıklı bir ses cevab verdi: — Düşünelim. İstanbul festival komitesi âzasın- dan bey Emir oğlu Ziya, Muhiddin Üstündağın karşısına oturmuş 1938 eğlencelerinin projesini hazırlıyor. Düşünceyi zehir telikki eden İngi- liz ne kadar haklı ise dünyada rahat yoktur diyen Arab da o kadar haksız değil... yi sa“ Vapurumuz büyük eski bir şilepmiş te, ötesi beri edilip güzel bir gemi haline konmuş vehmini veriyor. Ba- cası sön sistem fakat döşeme tahta- ları klâsik ve eski, Ancak müstahdimi- nin terbiye ve nezaketi garb Kültürü- nün ilk örneğini derhal göze vuruyor. İş gören sülün gibi İtalyan gençleri kurulmuş, makineleri ayarlı birer be- bek halinde. Ayaklarından çıt, ağız larından soluk çıkmıyor. Tabak alıp verirlerken, servis yaparlarken vücu- dünüzün inhinasını gözlüyerlar ve e ça yapılan yağlardı. Bir haftalık kirazın arzettiği manzara İle bir aylık yumur- tanın midedeki tesirlerini tarif etme- ge bilmem hacet var mı?.. Bizim belediyenin iktisad müdürü, yol arkadaşımız Asım Süreyya İloğiu- na göre olarşi abinefsihi kifaye» imiş... Bunu uzun uzun İzah etti. İktisad bakımından otarşinin ne demek ol- duğunu etrafile öğrenmek istiyenler Asım Süreyyaya başvurabilirler; se- ferde otarşinin ne demek olduğunu öğrenmek istiyenlere de ben mideme başvurup anlatırım: Kiliç balığı ile domuz etinin arasına defne yaprağı koyup kebab ediniz ve bunu bir aylık yumurtalı salça İle süsleyip yiyiniz. Seferde otarşi politikasının midedeki tesirini anlar ve başı yaslığa vurunca mânasını derhal kavrarsınız. Gözümü Faler kıyılarında açtım... sas Bugün sahillerinde renk renk ma- yolarla denize girilen, kazinolarında batının besteleri, doğunun güfteleri, Moranın çoban havaları dinlenen Fa- ler, daha dün küçücük bir klisenin etrafını çevreliyen beş on kulübelik bir köydü. Bugün açık deniz havası- nın meltemlerile okşanan Faler geliş- miş ve serpelenmiş ve Pire ötelerde ocağına incir dikilmiş, yanık, izbe bir harabe halinde görünüyor. Pireyi uzaktan gören, 200.000 nü- fuslu, geniş asfalt caddeli, Atinaya ve Moraya tren, elektrikli tramvay, otomobil ile bağlanmış, yüzlerce fab- rikalı, en işlek bir limandır, Yunanis- tanın belli başlı limanıdır diyemez... Vapurumuz yanaştı. Paytaht nazı- rı bay Kotzias, Atina elçimiz Rüşen Eşref Ünaydın, elçiliğimiz erkânı, Ati- na belediye reisi ve arkadaşları vapur- dan bizi karşıladılar. Bir kıta asker Muhiddin Üstündağı selâmladı. Hal- kın: Yaşasın Türkiye, yaşasın vatan- daşlar!.. Nidaları arasında otomobil- lere bindik... “e Geniş, düzgün, ortası çiçeklenmiş bir şosede yol alıyoruz... Sağımız sa- rımlırak bir toz bulutu altında, Solu- muz Sarımlırak bir toz sisi içinde... Yirmi dakika sonra yüksek bir tepe- de Yunanistarnın şaheser imzası gö- ründü: Akropol... (Arkası var) - Vapur bir köyden, bir kasabadan vapurunda İstanbul festivali - | rafta bir tefa inezeyim, Yazan: Sermed Muhtar Alus NANEMOLLA — Bu işe sen fazla karışma dayı bey, | bize birak!., Üçüzlere döndü: İhvanlar bunun çaresi birdir, iki derlerse inanmayın, Hergeleyi temiz- Jeyip kurtulmak... | — Hay Allah razı olsun!.. — Dosdoğrusu bu!.. — Tamam, baska sey istemez!.. Şişko enseyi katmerleştirmiş, göv- deyi de duba etmiş ama saçı sakalı da hayli ağartmış... Temizlemek!.. Neyi temizliyorlar? Rakıları, meze artıkla- xını mı yoksa bir takım işkembeyi mi?. Neredeyiz, burası İstanbul. Artık karinlik, kurenalık, saray, arablar yok. Eşref, üç ağızdan tasdik ve koltuk gördükten sonra cartcurtu arttırıyor- du: — Bu kalır İstanbula gelmiş, cebi- ne beş on kuruş ta geçmiş, Gene mey- hanelerde, gazinolarda, Gedikpaşa tiyatrosunda, Kuledibindeki Pirinççi- de sürtecek. Elbette evine de gelecek, yatıp geberecek... Peşine düşeriz. Ge- ce, yalpaliya yalpalıya o dar sokağa saptı mı ayağına bir çelme; boş böğ- rTüne, kasığına bir iki bıçak, Bas git, ne gören olur, ne işiten... Arab Tayfur, koltuğunun altındaki saldırmanın sapına şap şap vurdu: — Bunun namusu vardır be! Vak lah billâh bana davacı olur, Tepsideki bardakların birini aldı; bir sıkışta parçaladı. Avucunun için- den kanlar akıyordu: — Şu mengeneyi gırtlağına geçire- yim, gık demeden naâlları diker!.. Reis te parmaklarını yapıştırmış, koca elini göstermede: — Bu çelik küreği daldırayım kar- nma, dışarı dökülen barsakların top- ıyabilirse toplasın! 'Tatavlalı da geri kalmıyor. 'Tos vu- rTacak gibi kafasını uzatmada; Bunu göğsüsü üstünde, sol ta- (diyo) yok. Yurek kopazak, ağsisindan tsikazak!.. Nimeti molla gene sakal falında: Böyle ahmakçasına iş olmaz. İster gece, ister her taraf karanlık, tenha olsun, sokak ortasında adam temizle- nir mi? Bu, pireden kurtulayım der- ken yorganı yakmağa, o bile değil, örtünüp beraber yanmağa benzer... Eşrefe göstermeden Araba, Reise, Tatavlalıya gözlerile işaret geçerek (olmaz) diyor, onlar da gene belli et- miyerek başlarile tasdik ediyorlardı. Müzakere ve müşavere çıkmaza sap- mışlı... Herkeste süküt... Göbekli kanepenin altına elini attı: — Birer tane parlatelım, zihniniz de parlasın!.. O kâfir de keyifle, zevkle içilir. Böy- Je kuruntu bulutları etrafı sarmışken, azab şimşekleri çakıp durarak felâket yıldırımlarını haber verirken, katresi zehirden beter gelir, Kâadehtekini zor yuttu ve mırıldan- dı: — Ya hafızı hakiki, bizlere sen mu- in 01!.. Tayfur bir avurdunda Jök gibi si- yah havyar, öbüründe koca dilini ba- hk yumurtası: — Susun, yaman bir biçim buldum! deyip bir rakı daha çekti, — Çabuk söyle tosun!.. — Hem de kıyak, fiyakalı, raconlu bir tertib ki ağzınızın suyu akâcak. — Aman uzatma, kulak kesildik! — Saloz herif Küçük Karakaşyana âşık ya!.. Eşref karıştı: — İstediği kadar âşık olsun, İster- se de mecnun, o kadin ona tükrüğü- nü atar mı?. En ikballi günlerimizde bunca zaman kanca olduk, bizi bile aldattı hmzr, — Müsaade, Jâfımı bitirmedim. Ak- hnca Küçüğe âşık değil mi ya, onun tarafından siskaloza bir haber. Mü- nasib birini düşünürüz; hele karının milletinden olursa daha yaman ka- çar... (Seni seviyorum, aşkından ölü- yorum; göreceğim geldi, sarardim sol- dum; dört gözle bekliyorum!) tarzın- da sözler, ricalar, niyazlar.., Dinleyin, alt tarafı var. Beyoğlun- daki gizli evlerden, ama son derecede gizli yani en kalantorlardan, tektük kişinin gelip gittiği evlerden birinin mahallesini, sokağın, numarasını, ayriyeten sant kaçta beklediğini, ko- 4 sn <0 Selimi Sedes | kumu, çiçekli bir küğıd da yazıpeline Tefrika No, 11 dayadın mı tamam; aval kandı gitti... O eve gelip içeri girdi mi gerisi kolay, İyice ıslatacak mıyız, bir yerini mi sakat edeceğiz, canını cehenneme yi yoluyacağız, orası sizlerin bileceğiniz şey. Emir sizlerde, yetine getirilmesi bizlerde. Karşıda, yanında paşa ko- nakları, banker kâşaneleri halt etmiş ne batakhaneler var. İçlerinde insan boğüzla, kıyma kıyar gibi adam kiy, kimsenin ruhu duymaz... Pembeten, burnu, kurumu unuta- rak eline sarıldı: Uzat, olmaz öpeceğim; işte buna diyecek yok! — İşbu tertibatta Eşrefceğizin de haneli mezkürda bulunması meşrut mu? z — Ne işi var beyceğzimizin, bizler neciyiz?., — Serapa mütevazin, insicamlı olr bu hareketi ma'kuleyi benim de aklızı kabul etti. Tarafımdan fetva hazir: Eicevab, olur! 'Temizlemeden, baş yemeden çeki- nişi, çıkacak cana, gürliyecek vücude acıdığından değil. Evvelâ Eşref!, son- Ta da kendini tehlikeye sokmamak. Fikri hep kabul etmişlerdi. Teferru- atı sıraya dizmeğe koyuldular, Eşref dedi ki: — Küçükten haber ve kâğıd götü. recek olanın en muvafıkı kimdir bil'- yor musunuz? Güllü Agöbun başkori- trolü Palabıyık, O herif para ile ana- sını, avradını bile satar. Ayucuna iri üç kırmızı sikışlırdık mi oynıya oyn. ya razı olur. Naneye o gitti mi, dub raya geleceğini imkân yok anl maz, Dakika geçirmeyip kâğıdda zıh olan eve koşar... Palabıyığı bul ta kolay. Bu gece tiyatro yok, Gedi paşadaki Mıgırdıcın kahvesindedir. Hemen yerinden kalktı, Göbekli te- Jâşta: — Eşrefa nereye? Saatlerdenberi nelerden müctenib ve derdmendiz, ne- ler üzerine müdavelel efkârdayız unu- tuyorsun. Melünün güzergâhı bulu- nan Beyazidlere, Parmakkapılara 8 ni gönderir miyim hiç? Tayfur bir gerdan kırdı; — Lâf yumurtadan sağlam mı de- gil mi, hadi orasını karıştırmayın ama şu saatte Gedikpaşaya kadar s0- na ne zahmet beycağzım? Men ben, «relsle 'Tatavlalıyı göstererek!» işim onlar, üçümüz beraber şimdi gidip Palabıyıkla bir konuşalım, Daha ar- zu edersen buraya (getirelim, sizler görüşün! — Hadi Tayfurcuğum! Ğ — Yürü tosun!.. Derlerken, Arab bir gerdan daha kırdı: — Kontrol elden kaçmıyor Ne z0- man olsa orada; ya tiyalorada, ya da kahvede., Peşin o gösterişli, mermer cepheli evi belliyelim; Ağacamisi s0- kağı, Sakızağacı, Tarlabaşı gibi semt yerlerde olanını bulalım. Aşağı ma- halledekiler sökmez. Sümüklüböcek kapıya gelip, kaynanam gibi yane çarpılmış görünce (sevgilim Karakâs. yan böyle yerlöre tenezzül etmez, bun- da bir tuzak var!) diyip'geri döner. Reis te fikir beyan etti: — Evi üçümüz arıyacaksak, o deği- ğin yerlerde kolay kolay bizlere kapı açmazlar. Çaça pencereden bakip üç omuzdaş gördümü kapının arkasına kol demirini bile vurur, Asalı, Kör Abdürrahman, Leylek Nazif gibi be- demli, fıstıklı bir kodoşu araya sok- mak lâzım... O sırada hiç gülecek halde bulun- mıyan Nimeti molla kahkahasinı tu. tamadı: — Demin ben, şimdi de sen, ikimiz de sapılmağa başladık reisçiğim. De- diğin vasıtaların Beyoğlu hanelerile ne münasebeti var? Burunsuz İspiro, Kör İzak falan dersen aklım Yatar... Eşref hâlâ ısrarda, Maksadı dayı beyefendiye cilve; — Rica ederim boş kuruntuları st, bırak beni gideyim... Fakat fazla üs tüme düşüyorsun, bu kadarı olmaz ki, Zorla hatırını kırıp şimdi fırlıyacağım sokağa... Şişkoyu bir hayli yalvaritıktan sön« ra acımış gibi yaptı; — Pek üzülüyorsun, o halde Tayfur efendi de beraber gelsin. Gönlün ha rahut edecekse Reis te, Tatavi da yanımızda bulunsun!.. (Arkası yar, eb İRA Ak ağ