İY HER AKŞAM BİR HİKÂYE Al tak Lütfiye on altı yaşındayken baba bucağını bırakıp kaçmıştı me yazdığı mektupta: «Artık büyüdüm. Münasip şekilde hayatımı ka anmağa karar verdim!ş diyordu. «Münasip şekilde hayat kazan İse bakkalın oğlile yaşama Mmaydı, gi İlk günler, delikanlı, p, kopardığı paralarla Lütfiy kl oğmuştu. Ahmed, parayı k i ka nmadığı için, babasından koparın- a bol bol Savururdu. Fakat bakkal Evi- i ması» | er pek hisabi old ığundan, bu fir sgk U, ender mi enderdi! ve e müddet Lütfiye, tuvalet , tüyl Beyoğlu cıd- bayan Apı komşularına derd | '& meşgul oldu: — Ayol! Kız kaçtı, eyvahlar olsun. riya Pazara Çıkardı. Boyu dev- — Ben onu bu günleri görmek in mi doğurdumdu? İsi Ko ddisey Bee Sefer, hâdiseyi daha müte- İse ia Kendisi o sobacıydı. Yorgun argın eve dönüp te lt İarba: 5 : gi çekerek; $a kaldığı zamanlar, içi- — Bu kız, ne iy anmaki Ye böyle yaptı? - derdi, “Ye komşulara söylediği S aban tabana zıddını koca- Yüzüne bağırırdı: Li ini Kızın hakkı var.., Se- be, Aymıntı herifin kahrını an- | vi a Şekerim! Lütfiye on altı Ün geldi... Adam olup ta bolca pa- Azanamıyo sun ki » Kiz bekiiye ndıl bekliye Zavanı üğ iz Sefer, cevab vermeksizin, ni okmalarını atıştı İle bitmez, tüken Biye Biyetile kahveye fırlardı. A AÇ 4Y sonra sobacı bir dam ak- İndi en kaydı, koskoca binanın tepe- ga © kaldırımlara o yuvarlanarak N Os tlerini » malarda Lütfiye de bakkalın oğ- «İnn, Snlmiş, mirasyedi bir deli- e Yağa ni otomobiline binerek fing at- hi aşlamıştar. i e ei âşık birkaç ay da in sonra ortada meteliksiz Lütgeraya gitti, Lâkin şimdi ar- alay; gi vede de menden hayata Atıl- zel 4 mesini, konuşmasını bilen atteği kadın olmuştu. B rçok erkek- Bihar MI Sarıyordu, yordu.“ İki kişi peşini asla bırak- » Büyet eri Ör paraları zengin genç bir Mısırlı; ellik bir Anadollu kalan- 2. Çok kurmaz olduğu için Ve genç kadın bu İki sene evvel öldü- 1 bes parasız kalıp ek- FASIM çak, iü le kapı ia Şikartmak üzere günde- a gidip, kp, “olaştığını, kâh orta- 2P. kâh çamas, emdi. naşır ke, babasıyı, en gözlerini reng kalbi güzel ola . felâketten kı di, adığını öğ- hatırasile nem- Mdilile sildikten son- UğU İçin, annesini Irtarmağa karar gilihtiyar tüccar İYEYİ Yanına gibi de Yapıp uamcağız: Hay hay, yavrucu yorsun? - deği Belir... He, m, : gum, ne üzü- . - Elbette annen ya- n m bu suretle yalnız kal- <arŞı vazifeni de yapmış ru . EEE Annesile eskiden sık iyi “ttiğini, | geçinemediğini De bile...0 şimdi sadece 7a- 7R sıkıntıda olduğunu düşü- Ordu. İddia Üzel, lüks, hususi olomobiline bi- e m elek lriğe bayan Safiyeyi ağ Vi. Fakat Beyoğlu tarafına ş Üney evvel annesin! baştan aşa- Yeirdi. Böyle fena giyinmiş bir €si Olduğunu kimsenin görmesini pniyordu, Köprünün İstanbul ta- iris bir de berbere götürdü. Saç» ia ke, ver külâh! larmı kıvırttı, tırnaklarını manikür yaptırttı. Ve döndükleri zaman gururla, sevgilisine — İşle annem! - diye takdim etti Bayan Safiye, ancak kırk beşinde var, yoktu, Güzel kadındı doğrusu! Hele birkaç ının evinde Ya- hatı bulduktar gun haya- tının izleri adam nerek, oldu. ğundan da irünmeğe başladı. Değirmencizada bay Lütfullah, al- tın köstek sallanan koca göbeğini sar- sa sarsa gülerek: — Aşk olsun! Vallâhi bu ne taze- lik! Semi gördükten sonra içim rahat etti... Lülliye de seneler geçse bozul- mıyacak anlaşılan! - dedi, Safiye hanım ârtık kendine büsbü- tün itinaya başladı. Kızile âdelâ aşık atıyordu. Üstelik o, Lütfiye gibi pa- sakhı değil, mükemmel bir ev kadı- nıydı Evin bütün idaresini o derece Üs- tüne aldı ki, hırsızlık yapamıyacakla- rını gören ahçılarla hizmetçiler otur- maz oldular, Fakat kızile yeniden kavgalar da başladı. Bayan valide her akşam kızı- nı bay Lütfullaha şikâyet ediyordu. Bu kavgalar adamın içini sıkabilir- di. Lâkin ayni neslin ve ayni muhi- tin (Çünkü Lütfullah ta değirmenci çırağı olarak işe başlamıştır) insan- ları olduklarından biribirlerinin lâfı- nı da, ruhunu da anlıyorlardı, Zengin tüccar, Lütfiyenin zârafeti karşısında daima çekingen ve mah- çuptu. Onu beğenmekle beraber, ra- hat rahat oturup uşamıyor, içini dökemiyordu. Bayan Safiye ile her şey konuşuluyor! Netekim onun tasi- le, evde şimdiye kadar kendisi gizlenen bin bir şeye vakıf oldu Bir gün bir şeyi ihtara kalktı ve fa cia da işte o zaman başladı. Lütfiye annesini kapı dışarı atmak istedi. Bay Lütfullah, katiyetle mani oldu. Genç kadın da kızarak, kapıyı vurdu» i çıktı, gitti hizmetçisi nden i gün vasıta kendisine eşyaları yol Şimdi bayan Safi gin tüc- carla yaşıyor. Elinin ucunu bile adam- cağıza dokundu yor. Fakat mü- kemmel surette evini evirip çeviri- yor, rahatını temin ediyor, enfes ye- mekleri bazırlatıyor. Üstelik te mas- raf, eskisine nisbetle yarıdan aşağı! İkide bir, gündelikçi salıyarak — Efendim... Siz yaş gençler yaramaz, onlardan insana ha“ yır gelmez... - diyor. Günler geçtikçe, bu fetvaya tüccar da kani olmağa basladı, Ömründe şekilde rahat ediyor, ev hayatımın tadını tadıyo! Bayan Safiyenin aklına eser de bir gün terkeder korkusile artık boyuna yalvarıyor, evlenmeği teklif ediyor. Nihayet kâğıtları asıldı, İkisi başbaşa kaldıkları zaman, İç- lerini çekerek Lütfiyeden bahse lar; — Gene bir delikanlının peşine ta kılmış... Bu sefer de biriktirdiği pa- raları, cimasları ona yedirmek!e meş- gulmuş... Bayan Safiye başını sallyarak: Çok şükür ki biz varız... Örtada kaldığı zaman sığınacak bir yuva bu- tur... - diyor. Nakleden: Hatice Süreyya a ———ğ—— a — Bursada ( Akşam ) ın satış yeri «AKŞAM: gazetesi ve «AKŞAM peş- riyatıe Bursada münhasıran Atatürk caddesi Okullar Pazarında satılmak- tadır. «AKŞAM, abonelerine hususi tenzilât yapılır. Sahibi Bay Esada müracaat. kadın başını akilere öyle iyor- Atina paytaht nâzırı ile mülâkat (Baş larafı yedinci sahijede) makla bitiremiyeceğimi, izin verirse, memlekelime dönünce yazacağımı edim. Bay Kotzias | — Muhiddin ündağ beni iki | sene bekletti, iki sene bana işkence yaptı. Bu suretle samimi hislerimi kontrol etmek mi istedi? Belki de. İşte geldiniz, gördünüz. Hissiyatımı ve Atinahlarım samimi hislerini kon- irol etmiş oldunuz. Buradaki Türk dostluğu politika çerç sıkışıp kalmış bir dostluk deği Atina ve İstanbul iki tarihi şehir- dir. İkisinin de muazzam ve haş- metli biter tarihi vardır. Bu iki ş€ | hir de artık beraber çalışıyor, çalış mâlarında muvaffak olacaklardır. Kendilerine ük dünya şehirleri arasında bir mevki temin edecekler- dir, buna hakları vardır. Türkiye ve Yunanistan, müşterek hu- dutla bir millet sayılır. Bu iki milleti ihya eden Şeflerimiz bizden İstanbul ile Atinanın güzelliklerini dünyaya teş- hir etmemizi ve beğendirmemizi İsti- yorlar. Onların arzularını elbette ki yerine getin Belde işleri bakımından İstanbul ile Atinanın çok benzer tarafları var. Ancak bizde başarılmış olan şeyler Atinadan fazla, İstanbulun yol ve te- mizliğini ikmal ettiğimiz daha ilerilemiş olacağız. Yol ve temizlik işlerini başarmış olan | Atina Payıtaht Nazırı, asıl bundan sonra ağır yükün altına girecektir. İstanbulun imar plânından bahsi «darısı sizin başınıza» dediğim Za- man hararetle elimi sıktı, ben de kendisine «Akşam» a beyanatta bu- Tunduğu için candan teşekkür ettim Selâmi Sedes gün çok BULMACAMIZ Sevişenler. Garbi Anadoluda bir delçi, mntaka - dası - Yama $ eden kabul - Bebeğin yatağı, babası, eden kanatlı 10 — Vilâyet - Söz Yukarıdan aşağı: 1 — Çay ocağı - Nota. 2 — Şayet - Asilin yerine kaim olan, S5 konursa dizi olur m sonra gelir - Dedenin Tersi tembel olur - Ufaklık para yapılan bir maden. Arzın peyki - Zarf edatı - Yapış- tirler bir madde. Zevce - Bir elys çayır. Geçen bulmacamızın balli; Soldan sağa: 1 — Mirasyedi, 2 — Âzami, Pena,3 — Şimal, At, 4 İnanan, İyi, 5 Yak, | Harman, 6 — El, Baht, 7 — Nafile, Asi, 8 — Nal, Cenup, 9 — Kinaye, 10 — İda- AŞ, Yukardan aşağı: 1 — Maşiyen, Si, 2 — İzinalan, $ — Ramak, Fuka, 4 — Aman, Kilim, 5 Silâh, Ne, 6 — Nabeca, 7 — İfa, Ar, Eye, 8 — Yetimhane, 9 — En, Yatsu, 10 — Narin, İbiş. Baş, diş, nezle, grip, romatizma, nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser. İcabında günde 3 kaşe alınabilir. ER Tarihi Sahife * Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli Tefrika No, 44 htiyar gardiyanın oğlu on yıldır Bizansta bulunuyordu. Said, Gabesten kaçmak için gardiyanı elde etmek istedi yapacağını bil- miyordu. Bu haberi alınca ilk işi Sa- idi yoklatmak oldu. — Acaba bu meşhur haydud yor mu? n nöbetçiler uyuduğunu haber verdiler. Mano hiddetinden çıldıracaktı. Saidi kaçırmağa gelen Tuverekler nı den onu ihmal etmişler de, Graçyoyu alıp götürmüşlerdi? Bu nöbetçi askeri, Manonun yan na sokuldu: Kaleden Saidi zorla alıp götü- remiyeceklerini anlayınca, Graçyoyu kaçırdılar. Bizim elimizde Said, on- larda da sinyor Graçyo bulundukça, elbette bu iş fazla uzamıyacak. Tu- varekler nasıl olsa Saidi kurtaracak- lar. Teslim etmezsek, Graçyoyu ölüm:- le tehdid edeceklerdir. Subahleyin güneş doğarken, hur- ma ormanına giden askerler - eli boş olârak - döndüler. Ve Graçyoyu bulamadıklarını, Tu- vareklerin izini kaybettiklerini tecs- sürle anlattılar. ye» Saidin Gabes kalesi tehlikede Kâle kumandanınm Tuvar tarafından kaçırılması, Venediklileri telâşa düşürmüştü. Ellişer Kişilik iki müfreze Melrir ve "Ti havalisine Graçyoyu aramağa gitmişti. Kale muh ının kaçırılması Ga- besde gitlikçe artan bir heyecan uyandırmıştı. Sinyor Mano: — Tuvarekleri yakalayıp mahve- deceğiz.. Gibi atıp tutmalarile ye: dağı Ni DA için Manonun sözlerine kulak miyorlardı. Tuvareklere karşı kalben muhab- bet besliyen yerlilerden biri: Gabes kalesi tehlikeye düştü. Bügün Graçyoyu kaçıranlar, yarın da Saidi kurtaracaklardır! Diyordu. Graçyo, Tuvareklerin elinde bu- lundukça, Said nasıl olsa kurlular caktı. Bunu yerlil Venedikli mu- hafızlar da biliyorlardı Bir ümid vardı: Yola çıkan müf- rezelerin Graçyoyu kurtarması . Eğer son giden müfrezeler de eli boş dönecek olursa, Graçyoyu kur- tarmak için, Tuvareklere: «Saidi tes- lime hazırız» demekten bâşka ne ya- pabilirlerdi? Gabes kalesi, o gün olduğu kadar hiç bir zaman böyle tehlikeye düş- memişli. Mano vaziyeti Venediğe bildirmişti. * Saidel sık sik konuşan ihtiyar gar- âiyân çok sakacı bir adamdı, Semi ko, o gün Saidin ekmeğini götürdü- gü zaman ,gece O kadar şarab iç- mişti ki, henüz iyice ayılmamıştı, Göz- leri yarı açık, kaşları çatık. sendeler gibi yürüyerek seslendi: Bu gece de rüya gördün mü, Said? Sald başını duvara dayamış, sakin ve düşünceli.. cevab verdi ; — Bugünlerde her gece iyi rüya lar görüyorum, Semiko. Eğer rüya görmesem, burada (yaşayabilir mi- yim? Bu rüyaların sonu nereye va- yacak? - Onu Allah bilir. — Sende bilirsin, Said! Haydi, söyle bana: İlk önce sen mi kurtula- caksın. yoksa bizim sinyor mu? — İkimiz birlikte kurtulacağız, Semiko! İkimiz bir günde... — Çok yaman &damlarmış bu Tuvarekler! Gece karanlığında mer- mer taşın arkasına sinen Graçyoyu nasıl da görmüşler?! — Bizim gözlerimiz gökteki Yık dızlardan daha parlaktır. Biz, ka- ranlıkların' koynunda gizlenen bü- tün esrarı keşfederiz. Semiko ekmeği uzattı: -- Al bakalım bugünkü nasibini... Said yerinden kımıldamadı. İhtiyar gardiyan, toprak bir kâb iler içinde ayrıca elinde tuttuğu bir ba- lık haşlamasını Saide uzatlı; — Bugünden itibaren yemeğin arttı. Artık, “aylardanberi kuruyan mideni nefis yemeklerle dolduracak- sın! — Kim emretti bunü?. — Sinyor Mano... Çok lütufkâr bir adam. — Graçyo kadar sert değil. Bu sa- bah beni çağırdı: «Saide her gün bir sahan balık vereceksin!» dedi, O da bu gece rüya görmüş galiba... Said gene başını kımlıdatmadı: — Balığı da ekmeğin yamna bıark. Uyandığım zaman yerim Semiko gözlerini açarak gövdesini hoplalarak dü: Uykuda mi konuşuyorsun şim- di sen? — Evet... Henüz uyanmadım. Itiyar gardiyan hayretini gizli- yemedi: — Vallahi korkuyorum ben sen- den! Haydi uyu öyleyse... Fakat, göz- lerini neden kapamıyorsun? — Gözlerimin vazifesi var. Onlar benim nöbetçilerimdir. Siz güzleri- izle rsunuz, bizim, içimiz uyur. Semiko kendi kendine mırıldandı: — Benim sarhoşlüğum hâlâ geç- memiş, Galiba ayakta uyuyan benim, Gidip biraz yatayım, belki aklım ba- şıma gelir. Kapıya doğru yürüdü. Said: yandık şalım, Semiko! Diye cevab verdi, Gardiyan kapıyı külitleyip gitti. ve iri an sonra gel de konu- Said, ç meğe başladı: — Sersem! Beni uyuyor sanarak gitti. Belli Ki bu gece çok şarab iç- miş. Semiko fena yürekli bir adam değil. Onu elde edebileceğimi sanı- yorum. Eğer buna muvaffak Oolur- sam, hem ben kurtulmuş olacağım. Hem de Graçyo bizim elimizde kala- cak. Semiko (Semek: Arabca bülık de- mektir. İbtiyar gardiyan balık düş- künü olduğu için, arkadaşları ona bu adı vermişlerdi.) Graçyoyu hiç wmezdi. Graçyo, Gabes kalesine gel- diği gündenberi Semikoyu hırpalar, azarlardı. Hattâ bir gün döğmek bi- le istemişti. Fakat yaşına hürmet ederek, elini kaldırdığı halde vurma» muştı. Semiko, Gabesin en eski gör- diyanıydı. O bekârdı. Venedikte ka- lan bir oğlundan da on yıldır bir ha- ber alamıyordu, Semikonun Oğlu Bizansa gitmiş, orada kalmıştı, Baba oğul bu suretle on yıldır birbirlerini kaybetmişlerdi. Semiko, Saidin Arab gemilerile Bizansı muhasaraya gideceğini bili- yordu. Saldi esir aldıkları zaman, diğer denizciler onun ne yapmak istediği- ni, ne fikir ve maksadlar peşinde koştuğunu Graçyoya söylemişlerdi. Semiko, işte bunları bildiği için- dir ki, Saldi * bir gün bile kırma- musti, Said acaba Gabes kalesinden kur- tulursa, Tuvarekler onun tekrar de- nize çıkmasına müsaade edecekler miydi? Semikonun kafasında baftalardan- beri takılıp kalan bu döğümü Said- den baska kim çözebilirdi? “» «Ben seni kaçırabilirim! Fakat...» İhtiyar gardiyan odasına döner dönmez yattı. İki saat kadar uyu- duktan sonra gözlerini açtı; esniye- rek kalktı: — Güneş tepemize çıkmış. Amma da uyumuşum daha bu kadar içmiyeceğim, Diye söylenerek testiye sarıldı. İç» ti, içti. Midesini su ile şişirincöye kadar içti, Kanmı' var gibiydi. ından gül rdu. İçinde bir yığın ateş (Arkası var)