vi si) vee ,40 ts | elânr olsun? bus , > meb” | itleri nüğü* arekeb ini vi in Av“ nüfu İnkişaf eden bir müessesemiz ŞEHİR TIYATROSU İstanbul Şehir tiyatrosu rejisörü Ertuğrul Muhsin diyor ki: Cümhuriyet Türkiyesinin ilk Şehir tiyatrosu muvaffakiyetini bize bu çalışma sahasını veren Atatürk inkılâbına borçludur. Ertuğrul Muhsinin güzel bir âdeti | verdiğine canlı bir delildir. Yardır; her sene tiyatro mevsimi ka» Panırken, o mevsimin bilânçosunu Yapar. Bir gün tiyatroya uğradım, Muhsini bilânçoyu 937 - 988 mevsiminden memnun olup olmadığını sordum. Menundu, De- dim ki: «Ben pek memnun değilim; bu sene büyük bir faaliyet göstere- mediniz.> Muhsin, bu sözüm rine bir göz atlı: — Şekispirin «Kuru Gürültü; sü- mü, Pirandellonun «Size Öyle Geli- yorsa» sını, Kodinanın «İspanya Bahçelerinde» sini, Karlo Geççinin s#Prenses Türandot» unu, Lönorman- dın «Erkek ve Hayaletleri» ni, Pan- deli Hornun «FPidanaki> sini, Burde- min «Tokas sını, Veberin «İntikam Maçı: nı, Molnardın «Ateş Böceği>- hi, Birabonun «Bilmece» si ile «Sa- talık - Kiralks ını, Fon Şötandın «Sö- zün Kisası> nı temsli ettik. Bunlar- dan başka Per Günt, Kral Lir, Sür- tük tekrar edildi, Necib Fazılın te- Mf «Bir Adam Yaratma; sahneye kondu. Muhsin bunları saydıktan sonra dedi ki: — İnsan oğlu aç gözlü. Arzuları- nın hududu yok. Kaldı ki sanatta arzu değil, ihtiras vardır. Bu ihtiras karşısında 16 eser ne kadar-.cılız ka- İiyor. Halbuki bunların hepsini de- Bİ, bir kaç tanesini bile güç çıksran De çok tiyatro vardır. Onlarla mü- kayese yapınca kendimizi tebrik etmeliyiz. Dedim ki: — Bu senenin faaliyetinden mem- nun olmadığımı söylerken tiyatro- Muz bu sene hiç bir iş yapmadı de- mek istemedim, fakat gönlüm... Muhsin sözümü kesti; — Malüm dedi, gönül çok şey is ter. İnsan yetiştirebildiği eserleri gö- Tüp sevinmiyor da yetiştiremediği Piyeslere bakıp yeriniyor. Bunların Arasında Vedad Torün «İmralınm İn- anları», Molnarın «Şeytan» 1, Tols- İoyyun «Anna Karanin» i, Şekispi- rin <Otello> su, Bühnerin «Danto- Nun Ölümü; var. Oynananların adedi ne kadar çok olursa olsun, oy- Manamıyanların sayısı yanında O kadar az kalıyor ki insan geride ka- Yan eser kalabalığından korkuyor. Bu apkı tek bir kovayla Marmarayı boşaltmağa kalkmak kadar korkunç. bu korku insanı, vazifesini bi- tiren bir adamın duyacağı kalb r&- hatlığından mahrum ediyor. Geceli Bündüzlü bir çalışmadan çıkan in- S&nı, müsterih bir yürekle istire- hate hazırlanmaktan alıkoyuyor. Böy- le duyan, böyle düşünen bir adamın 37 - 38 tiyatro mevsiminden mem- ün olarak çıkmasına imkân var Rauldır? Muhsin bunları söylerken, bu mev- Sim «Kral Lir, «Bir adam Yarat Mak; eserlerinin temsillerinde tiyat- Yomuzu dolduran dinleyicilerin adedi gözlerimin önüne geldi. Bir çok tem- illerde tiyatroda yer kalmamış, halk Beri dönmüştü. Muhakkak ki, tiyat- Tomüza her sene rağbet biraz daha artıyor. — Öyle değil mi Muhsin, bu sevi- Milecek bir hadisedir. — Evet, büyük bir hadisedir. Ti- Yatroyu herkesin seyredebileceği bir hale, herkesin yüksünmeden sarfede- eği bir parayla ucuz bir ruh! Yevk haline getirdik. Buna rağmen her tiyatro mevsiminde pahalı bilet- le elde edilen hasılat yekünunu Aştık. Bu tedbir ve bu netice gösterdi Kİ bilet fiatlerini alçaltırken seyirci mın adedini yükselttik. İşte bu aded fazlalığını bu yıl elde edilen €n büyük muvaffakiyet addetmeli- Yiz. Komedi tiyatromuz dolduğu ka- dar dram tiyatromuz da geniş s6- Yirci akıniyle dolup boşaldı. Bu; İs- ilyatro kültürünün ve ti- zevkinin en uzak köşelere yayıldığına, dal budak sal- yapar buldum. | üzerine defte- | Cumhuriyet Türkiyesinin ilk Şe- hir tiyatrosu, bu muvaffakıyetini bi- ze bu çalışma sahasını veren Atatürk inkılâbına borçludur. * “ Muhsinin çok yerinde ve çok doğ- ru söylediği bu son söz beni tiyalro- muzun on bir senelik faaliyetini in- celemeğe sevk etti. İstanbul Şehir tiyatrosu, Atatürk rejiminden, Ke- malist cumhuriyelin prensiplerin- den aldığı hızla ileri adımlar atan kıymetli müesseselerimizden biridir. Kemalizmin her umdesine sadık bir bende olan Muhiddin Üstündağın, bu müessesemize olan yarmdımları da muhakkak ki, Atatürk inkılâbı- nın işaret ettiklerini derhal kavra- masını, tatbik sahasına çıkarmasını, kuvveden fiile getirmesini bilmesin- den ileri gelmşitir. İnkılâbımızın güzel sanatlar hususundaki ülküsü- nü benimsiyen Muhiddin Üstünda- ğa, Ertuğrul Muhsin bu sahada değer- li bir yardımcı olmuştur. On sene evvele bir göz atarsak, bugünkü İstanbul Şehir tiyatrosu- nun aştığı merhaleleri daha iyi tak- dir ederiz; Muhsin Ertuğrul 1926 da Muhiddin Üstündağ, kır- kar lira maaşla Behzad Budakı, Ga- lib Arcanı, merhum Muvahhidi, Hâ- zım Körmükçüyü, Vasfi Zobuyu ve Bediayı bir araya topladı. 1927 de Muh- sin Ertuğrul da bu arkadaşlarına ilti- hak etti ve 12 kişi ile temsillere başla- dılar. Muhsinin güttüğü gaye şu oldu: Tiyatroyu yerleştirmek, yerlileştir- mek, yerli bir tiyatro kurmak. Bize Jâzım olan buydu. Yerli tiyatro, her tiyatro mevsimi, mevsim devam et- tiği müddet her gece muntazaman perdesini açan, her gece temsil ve- ren tiyatro demekti. İşi ele alan Muhsin bir sabah ar- kadaşlarını topladı: — Çocuklar, dedi, bu haftadan iti- baren, artık her gece ve cuma günle- ri de malinede temsil vereceğiz. Arkadaşları hayrelten odonakal- dılar, kimi omuz silkti, kimi dudak büktü, kimi de; — Muhsin çıldırdı; dediler. İtiraz etmekte, böyle şey olamaz demekte hakları vardı; onlar tatil günlerine tesadüf eden perşembe ge- celerile cuma gündüzleri temsil ver- dikleri halde fazla rağbet gürmüyor- lardı. Haftanın her gecesi tiyatro- ya kim gelecekti? Kim gelirdi? Muhsin: Herkes geliri dedi. Herkesi tiyatroya getirmenin ça- relerini buldu. Haftada yedi temsil ve- ren yerli bir tiyatroya kavuşmuştuk. Rejisör, Darülbedayi sisteminde birkaç temsilden sonra «Cehemme> 1 sah- neye koydu. Ştrinberg bir bomba tesiri yaptı, «Cehennem» oMuhsinin bugün de «Baba» diye oynadığı eser- dir. Geçen yaz Ankarada oynandığı zaman tiyatro tehacüme uğramış, hattâ kepenkleri kırmışlardı da, bü- yüklerimizden biri o zaman: — Bu mutlu bir kültür hâdisesi- dir. Bir lokma ekmek için fırınlara üşüşenler çok görülmüştür amma, bir sanatkârı dinlemek için tiyatroya hücum görülmemiştir, dedi. «Cehennem» den sonra «Hamlet» oynandı, İki hafta sıra ile temsil edil- di. 1480 lira hasılat yaptı. On sene evvel için bu çok büyük bir muvaf- | rejisörün nasıl çalıştığını bir fıkra ile anlatayım; Bir sabah saat sekiz buçukta, şehremini Muhiddin bey tiyatroya uğradı. Sahnede, bir merdivene çık- mış, elektrik lâmbalarının tenekele- rini yaldızlıyan mavi amele gömlekli bir adamdan başka kimseler yoktu. Muhiddin Bey: — Oğlum beylerden kimse yok mu? Dedi. Mavi gömlekli cevab verdi: — Hayır efendim... Beyler öğle- den sonra provaya gelirler, — Ya... Sen kimsin? — Ben... Ertuğrul Muhsin. — Ya... Hoş geldiniz! Türk tiyatrosuna istikrar veren bu tanışmadanberi geçen on yıl için- de, İstanbul Şehir tiyatrosunda 100 lane yabancı dilden tercüme eser, 36 tane telif piyes oynandı. O Ertuğrul Muhsinin elile boya: lâmba tenekeclri Hamletin elektrik- leriydi. Artık bizim sahnemizde de ramp, suflör deliği kalkmıştı. Artık kontr- plâke kapı bez dekora değil, tahta du- varlara çâkılıyordu. Artık realist, natüralist, romantik eserler, kendi üslüblarma uygun bir mizansen üs- lübile sahneye konuyordu. Fransada, Almanyada, Amerika da, İtalyada, Polonyada, Sovyet Rus- yada, İskandinavyada, diye beynel- milel sahnelerden bahsederken 1927 - 1928 denberi... (Türkiyede de) eski tiyatro tarzına cephe alınmış diye- biliyoruz. 1927 denberi, İstanbul Şe- hir tiyatrosu rejisörünün takib ve tatbik etliği metod, tiyatromuzun adını cihan tiyatroları arasına soktu. 1927 de Ertuğrul Muhsin 12 ar- kadaşile işe başladı. Bugün İslan- bul Şehir tiyatrosunun kadrosu 98 kişidir. Bunların içinde, en ağır pi- yeslerin yükünü omuzlarına alıp sendelemeden taşıyan genç sanatkâr- larımız var. Erkekler arasında: Ta- lât, Avni, Sami, Necdet Mahfi, Mü- fid, Reşid Baran... Kadınlar arasında: Cahide, Semi- ha, Samiye, Feriha, Perihan, Nevin. On senede on iki sanatkâr yetişti. | bilmek büyük mazhariyettir. ! * 10 sene evvel, İstanbulun tiyatro | ihtiyacını tatmin edemiyen tiyat romuz, bugün, aşağı yukarı bütün memleketi mehmaemken tatmin ede- bilmek için yurdun dört bucağına ko- şuyor. İstanbul Şehir tiyatrosunun bu se- neki turne teşekkülü cidden iftihar edilecek şekildedir: Aralarında dört Kadın sanatkâr bulunan 14 artistimiz Edirne, İzmit, Eskişehir, Kayseri, Zonguldak, Sı- vas, Samsuna gitti. Orada «Büyük Hala», «Tosun», «Bekârları, eYumur- cak», «Sürlük;, «Bir Adam Yarat- makş eserlerini temsil etti. Aralarında dört kadın sanatkâr bulunan 14 ertistimiz de Bursa, Ba- Mikesir, Edremid, Ayvalık, Akhisar, Manisa, Afyon, Aydın, Nazilli, Öde- mişte «Sözün Kısası», «Ateş Böceği;, «Bilmece», Salılık - Kiralık;, «Dal. gâ> eserlerini temsil etti. 28 arkadaş, 30 nisanda İzmirde bu- luştular, Kendilerine Muhsin Er. tuğrul ile Neyire Ertuğrul da iltihak (Devamı 8 inci sahifede) SİS. Yazan: Sermed Muhtar Alus Tefrika No. 50 NANEMOLLA Ve dediği gibi de yaptı, Viran, yan- piri evlerden birinin kapısını çaldı; derdini söyledi. İnek ahırı gibi bir yere onu soktu- lar; ceketini, pantalonunu aldılar; yırtıklarını diktiler. Yetti de arttı bile, Güvey mi ki kol- tuğa girmeğe gidiyor, yahud da Baş bakkulun kınmagecesine mi davetli? Akşam ezanı okunmuş. Çeşmenin civarındaki kalabalıktan beş on kişi kalmış kalmamış. Evli evinin, köylü köyünün yolunu tutmuş. Bunlar da araya karıştılar, Pupa yelken gidiyorlardı. Biri biran evvel Küçüğe raslamak, öteki paşa, yaver bulmak gayretile, Tufan düşünüyordu. Hasibe mese- lesini saklamak olmuyacak, Biraz son- ra, dişlilere korudaki habaseti anla- tanca, hiç şüphesiz onu da yanlarına alacaklar... Delikanlının da kahbeye İ kuyruk acısı var, bu işe memnun bile olur, ihtimal o da şahidlik eder, (Ben de beraberdim, gördüm) derse tesiri daha başka. Yavaş yavaş açtı. Hasibenin kasab süngerile silinmiş suratından, erzelli- ğinden, namussuzluğundan girişti. Daha çoban köpeği saldırmadan evvel, su dökecek yer arıyorken, bilmiyerek korumsu bir yere yaklaştığını, orada şıllığı gördüğünü, bir takım sokak süprüntüsü karlarla, tulumbacılarla, Takı kadehleri elinde, mâniler söyleyi- şini, nâralar basışını söyledi. İrfan: — Ya?.. Hay edepsiz karı!.. Ondan ne beklenir zaten!.. gibi yarım yama- Jak cevâblarda... Aklında Küçük; bir daha Millet bahçesini yoklamak. Ora- da gene yoksa bundan sonra bekle- mek nabemahal; hemen Üsküdara inip kayığı tutmak. Büyük Çamlıcadaki kübera kâşane- lerini, Abdürrahman Sami paşanın, Tunuslu Mahmud paşanın, Gürcü Ramiz paşanın, Mısırlı Mustafa Fazıl paşanın köşklerini geçmişler, Millet bahçesinin önüne gelmişlerdi. İçerisi çok kalabalık, Araba piyasa- sı paydos olmuş, yayanlar da azal- miş, Tufan, gamda, gussada, Kolları sırmalı bir saray paşası, göğsü kor- donlu bir hünkâr yaveri... Neredesi- niz yahu? İlâç için olsun bir tane yok... Girdiler bahçeye. İkisinin kafaları gene fırıldak.. Ne Küçük var, ne sir- ma kollular, göğsü kordonlular. Alay beyi, kanun zabiti, polis komiseri gibi- ler de yok, Görünürdekiler, olduğu ye- Te çömelmiş, canından bezmiş, kanbu- ru çıkmış, karagözdeki. Tiryaki gibi (Hıh!) diyip uyuyuverecek bir iki po- lis ve bir kaç zaptiye, Tufan, canından daha az bezgin, hiç değilse ayakta durabilecek bir po- Mis veya zapliye bulmağada Tazı. Gene sıkıştığından ve pavrikayı ziya- ret edeceğinden bahsederek ayrıldı, Kapıdan çıkıp yürüyünce bir ağaca sırtını dayamış, fesini yıkmış bir po- Jis gördü, Selâmsıza gitmek için bir parâşolcu ile yanşak yanşak pazarlık eden üç dört Karacaahmed yosmasına bıyık burmadaydı, Yanına sokuldu. — Polis bey birader, dedi, gayet mühim bir maruzatım var! Koru meselesini anlatmağa başlar- ken polis efendi; — Başka işin yok mu babacığım?,. diyip arkasını döndü Karşıda bir kalabalık; biriken biri- kene, Kara sakallı bir zaptiye çavuşu kolları sıvamış, Kira landolarından birinin arka dingiline asılmış, meydan okuyor arabacılara: — Yerden bir karış değil, bir arşın kestim. İçinizde bu kadar kaldırabile- cek kabadayı varsa çıksın ortayal.. Tufan: — Fetebarekallah, peh peh pehliva- nım!. diyerek yaklaşıp zaptiye çavu- şunun arkasını sıvadı; — Koç yiğitim lütfet, pek çhemmi- yetli bir mesele arzedeceğim, Kurd masalına girişirken çavuş ağa kulak bile vermiyor, arabacılarla çe- — İçine iki adam, dört adam otur- sun, gene yerden keseceğim bu cena- beti!.. Artık geceydi. Korudakiler bu vakte kadar kalırlar mi orada? Çoktan defo- Tup gitmişlerdir. . Abdülmennan paşazadeye gelelim, Bunalmasına dikiş kalmış, bahçenin için de dolaşa dolaşa beklerken, ince- saz tarafındaki masalardan bir; — Akşam şerifler hayır olsun, ve- zirzadem! Aktör Ahmed Necib, Yerinden kal- kıp koştu, Kâtib ağzının bir elenikası da onda: — Rayihai tayyibe cazibdir her an, kârı asalet ve necabet ise irfandır ir- fan... Dili düzgitti: — Ne de çabuk koku alırsın miri muhterem, Bu mazhariyet her kişiye nasib değildir. Miri muhterem ağzını açmağa va- kit kalmadan, o söylüyor: — Seninki beş dakika evvel bura- daydı. Ayakta boy gösterip çekildi. İcadiyede bir akrabasına mı yoksa fasafisosuna mı, orasına karışmam, misafir gelmiş; bir kaç gün kalacak- mış, Bu gece yemekten sonra burada, sazda, Karakız, inan ki delidir. Tut- turmuş ta tutturmuş, Bulgurluda köy düğünü varmış, şimdiye kadar hiç köy düğünü görmemişmiş, Bunu söyliyen, Küçüğün yakini, kaç yıllık zanaat arkadaşı Ahmed Ne- cib. Dediği yalan olamaz. Nanemollacıkda derhal akıl fikir dandini... Kararı önceden vermişti zaten. Behemehal geç vakle kadar burada kalmalı ve artık işi hallederek kesip atmalı, Denecek şu: — Küçük Karakaşyan hanım, ben size çılgınca âşıkım, Ölünciye kadar aşkımda sadık kalacağım. Geçen ge- ce Pirinççinin gazinosunda bana kar- $1 nalâyık muâmelelerde bulundunuz. Belki de öyle değildi, başka hususlar- dan dolayı asabi idiniz de ben üstüme alarak o zehabda bulundum, Rica ede- rim beni mazur gör; hakikatin ne merkezde olduğunu lütfen bana bil- dir, Canına tak demiş, her şeyi göze alı- yor ama çatal kazığın tersine dönme- si ihtimali de yüreğini çarptırıyor, Ahmed Necib sordu: — Yek at, yek mızrak mısın paşa- zadem?... Buyursana masamıza, alâ- küllühal izaz ederiz beyimizi!.. Tanımadığı kimselerin masasına nasıl gider?., İrfan özür dilerken ke- keliyordu: — Şey... Gelirim, fakat... (Arkadaşım var) dese şimdi yanga- loz gelince yakışık almıyacak. — Birini bekliyorum! dedi, Ahmed Necib başka tarafa çekti: — Efendim, söyliye söyliye dilimde tüy bitirdim. O eski aşklar, sevdalar Ağız arıyordu: — Pangaltılı İlik Aznif, Kumkapılı Modistra Takuk, Bağlarbaşılı Vergin az evvel buralardaydı. Bu böyledir iş- te, ilk tekerlek nereye giderse arka te- kerlek de oraya gider. Dududan baş- Jadın, dudu ile gideceksin, Civanlıkla- rındaki güzelliklerine sözüm yok... Ve hikâyeye girişti: Samtyada oturan adamın biri, ei- vardaki dilber, piliç gibi bir ahçiği gözüne kestirmiş, Peşine düşmüş, gön- lünü etmiş; başbaşa iki çift lâf ede- cekler, Gittikleri evin kapısını vur babam vur, açan yok. Karşıki pencereden bir kafa çıkmış, — Arkadaş, demiş, vakit geçiriyor. sun, nadim olacaksın. Biraz daha bek- lersen karı kartala varacak; bıyıkla- nıp sakallanacak! Bu sözler, ahçik kısmının çabuk kartlaştığından kinaye, Böyle dondur- ma kutusu gibi soğuk nağmeler dinli- yecek sırası mi İrfanın, Ahmed Necibe: — Beklediğim adam uzattı; vaktim yok, duramıyacağım! diyerek temen- nahı edip çekildi. Kararı karar. Geceyi mutlaka bu tarafta geçirmek, Küçüğü bu gece ol- mazsa yarın, köy düğününde görmek. Son cevabı alıp ya ümidi tazelemek, yahud da tamamen kesmek... Bir kah- ve peykesinde sabahlamağ'a bile razı, Dadısının merâktan çatlıyacağı, s0 kaklara düşeceği hatırına bile gelmi- yor. Tufan, sarası henüz geçmiş saralı- lar gibi, yüzü sapsarı, dudaklarının kenarında salyalar, her âzası titreye titreye göründü. Kulağa yanaştı; > ink dit ere enn ER EE ai e