— Çayırdaki maçı seyrederken bazan babamız uyua kalır da Cömerdlik — Allah razı olsun Salaman, bana her hafta on lira gönderiyor... Ayda kırk lira eder, hiç fena para değil... — Benim de Allah razı olsun am- camdan, bana ne vakit mektup yazsa, mektupla beraber beş on lira gönde- ir, Sık sık yazıyor mu bari? Ne gezer. daha hiç mektup al- madım! Karı koca Bay ile bayan otele girdiler, otelci bir oda açtı, Bay Bize iki ayrı oda lâzım, dedi. Otelci özür diledi - Affedersiniz, ben sizi karı koca sanmadım!.. Hesap — Evlendikten sonra hiç değilse üç hizmetçimiz olur... Merak etme üç değil, otuz hiz- metçin olur... Amma teker teker, hep- si bir arada değil!. — Ben aradaki mesafenin muha- faza edilmesini isterim!... Sen gel Afacan mutfağın musluğunu açtı, sular etrafa taştı. Mutfağın öbür ucun-| yne, araya sokulmağa çabalama, eri ar- da işini gören annesi hiddetle seslen- di; — Afacan, buraya gel de seni döve- yim.. — Aftedersin amma, bunun için zah- met et de sen gel! Kolay Yeni bekçi olmuşlardı. Bir gece ar- kadaşile dolaşırlarken, yolda yatan bir sarhoş gördüler, Biri dedi ki: — Haydi bakalım zabit tut. — Evvelâ sokağın ismini yaz. Sokağın tabelâsına baktılar; «Şirvani Cemzit zade Kadı Hüsrev mahallesi!..0 — Bunu dünyada yazamam. Ve hemen sarhoşu yakaladılar, öbür sokağa gittiler, Ve zabtı tutmağa baş- ladılar' «Dün gece sabaha karşı, Ay s0- kağında..» Şaka — Aman teyze ne kadar çirkinsin. Annesi çıkıştı: — Sen teyzene çirkin demeğe ulan. mıyor musun?., — Şaka söyledim anne, — Mademki şaka söyledin, şu hal- de; Aman teyze ne kadar güzelsin!.. demen lâzımdı!... «Her Karısından gelen mektup: halde bulaşıkları temiz temiz yıkadı Zina eminim! Gitmiyecek — Ben istikbalimi bilmek isterdim. — Ben istemem. — Nasıl olur?. Hiç insan istikbalini öğrenmek istemez mi?, — Hayır, Benim bilmek istediğim bir tek şey var: Öleceğim yer neresi- dir?, Bunu bilmek isterim, — Ne zaman öleceğini bilmek iste- mez misin!. — Hayır, umurumda değil. — Şu halde neden öleceğin yeri bil- mek istiyorsun?. — Oraya hiç ayak basmamak için!.. Var Mektebin bahçesinde: — Ne bekliyorsun? Şimdi yola çıka- cağınız... Arkadaşlarını rahatsız et- kada dur. — Duramam, en arkada biri var!. AA MN > — Siz bana iyi bakınız, benim gön- lümde iki kadın yaşar... — Vah vah, bilseydim yanıma bir arkadaşımı alırdım!... . Açıkgöz hizmetçi Hizmetçi kapıyı açtı, sordu: — Ne istiyorsunuz. — Bay Aliyi görmek istiyorum. — Ne için... : — Bir borç işi için. — Bay Ali burada yok, İzmire gitti. — Vah vah, borcu öğiyecektim... — Amma dün geldi,İbuyurunuz!,, Kuru gürültü Palavracı etrafına kâlabalığı topla- mış derd yanıyordu: — Benzin ucuzladı ucuzladı diyor- lar, kaç para ucuzladı Ki.. benzinin tenekesi nihayet on kuruş olmalı... — Otomobolin mi var?... — Otomobilim yok amma çakma- ğım var!... Zengin olmak Zengin olmak için yılan kadar ih- tiyatlı, tahtakurusu kadar küstah, is- takoz kadar soğukkanlı, deve gibi de instçı olmalı, — ize lüzumüundan fazla İs kambil aldınız... — Olabilir.. Kumardan vazgeçmek istiyorum. Yangın var Amerikada bütün binalara yangın- dan kaçmak için âyrı merdivenler in- şa edilir. Bu yangın merdivenleri in- ş2 edilmeden binada ikamete polis müsaade etmez. Bir gün üç yabancı öğretmen Nev- Yorka gezmeye geliyorlar. Otele yer- ,Jeşiyorlar. Öğretmenlerden birisi ga yet sinirli imiş. Yatmadan evvel yan- gın merdiveninin olduğu yeri öğren- mek istiyor. Ne olur, ne olmaz!, Bir kapıyı açıyor, içeri bakıyor, Ne görsün. Bir adam duş yapıyor... — Affede.... ede.. edersiniz, diye kes keliyor, yangın merdivenini arıyor dum!.. Ve derhal kapiyı kapatıyor. Bir da- kika sonra otel koridorlarında çıplak vüsudü su içinde bir adamın: — Yangın nerede!., diye haykıra- rak koştuğunu görüyorlar!., Bilya Doktor — Merak etmeyiniz, günde üç tane hap alınız... — Hasta — Doktor beni on sene- denberi tedavi ediyorsunuz, yutturdu- ğunuz haplsrdan bütün mafsallarım Büyalanıuştur!.. 30 Eyld 1937 Fikrive bedii hayat nedir? (Milton) âmâ idi, fakat onun manevi gözü her kesten güzel görürdü! ( Beethoven ) sağırdı, fakat en ulvi nağmeleri herkesten mükemmel duyardı ! (Harvard) kollejinin fazıl rı (EWlot) bir gün talebelerine şöyl demişti: «Bu müessesede alacağınız terbiye sizleri seri, şiddetli ve devam- Ni fikir mesaisine dayanır bir hale ge- tirmelidir, Kollej hayatının yüksek gayesi böyle bir kudreti vermeğe ça- lışmaktır. Şen ve mesud bir hayatın başlıca kaynağı bu terbiyededir.» Şen ve mesud bir hayat; İşte üze- rinde durulacak bir nokta, Çünkü çok kimseler neşe ile saadeti pek ayırd et- mezler. Neşe muvakkat bir zevktir. Saadet ise devamlıdır. Güzel ve istifade-| li bir kitaptan veya bir fikir kayna gından duyulan hâz devamlıdır. Fik- rin terbiyesi saadet yolunu güneş gibi nurlandırır. Az inkişaf etmiş bir zekâda binlerce kapalı kapı vardır ki eğer onlar bir terbiye ve kültürle açılmış olsalardı hiç şüphe yok ki hem sahibinin haya- tını zengileştirmiş hem de onu sua- dete kavuşturmuş olurdu. Eğer insanların daha küçük yaşta kalblerinde güzellik aşkı uyandırılmış olsa, elbetteki nefis sanatleri sevenle- rin miktarı çoğalmış olurdu, Çok kim- selerde güzellik zevki tenmiye edilme- diği için bir çok irfan bedialarının karşısında kör gibi yaşarlar. Bizler ancak takdir edebildiğimiz şeylerden zevkiyâb oluruz. Takdiri- miz de aldığımız terbiyeye, gördüğü- müz tecrübeye ve ecdadımızden teva- rüş ettiğimiz istidada bağlıdır. Mese- 1â birini mesteden musiki, bir diğeri- ne hiç bir şey ifade etmiyebilir. Hoş bir manzara, muhteşem bir grub lev- hası, fevkalâde meharetle yapılmış bir tablo bazı kimselerde hayranlık hisleri uyandırdığı halde bazılarının kılını kıpırdatmaz, Hayatta her şeyin bir husust mâna- si vardır, Fakat anlamak kudretini haiz olan ruhlar ancak o sırrı keşfe- der. Musiki ile ülfeti olmıyan kulak- lara en mükemmel bir parça baş ağ- rısı verir, Armoni ve melodi kanunla” rına bigâne olanlar bir orgun ruhnü- vâz nağmelerini takdirden âcizdirler. Onun ilâhi nağmeleri ancak erbabı sanate hitab eder, İlim ve sanat âlemine müfekkiremi- zin kapıları açılınca duyacağımız ma- nevi zevk maddi zevklerin çok fevkin- dedir, Muhitin fakrı, etrafın lâkaydi- si, hiç bir şey o manevi inşirahı ihlâl edemez. Hissetmek, görmek, anlamak, bilmek başlı başına bir servettir. Bir de sakat, malül, hasta olanlara bakalım! Yürüyemez, dolaşamaz, dui- ma oturduğu yerde kalmağa mah- küm olanları gözönüne getirelim! Eğer bu adamların ilim, edebiyat, sa- nat sahalarına fikir höcrelerinin ka- pıları kapalı ise, hayatları zindanda kalan kürek mahkümlarından daha elim bir hal alır. Fakat zindanda ya- şamağa mahküm bir müerim eğer manevi âleme kapılarını açmışsa o se- falet höcresini kendisine bir saadet | yuvası yapar, Yükselmek istidadında olan bir kabiliyeti söndürecek hiç bir kuvvet tasavvur olunamaz, Bir çiçeğin, bir nebatın tetkiki, bir grub levhası, bir lâtif manzara (Rus- kin) nin ruhundaki ateşi parlattı. Onun ruhunda öyle bir âlem yarattı ki o yalnız kendi hayatına deği), bin- lerce insanın saadetine yardım etti, (Benjamin West) bu büyük sanat- kâr resme olan meyil ve muhabbetini annesinin bir öpücüğüne borçlu ol- duğunu söylüyor. Muvaffakıyetle çiz- diği bir tabloyu takdiren annesi ken- disini öpmüş ve tebrik etmişti. Bu bu- se ana yeni bir âlemin kapılarını aç- muş ve onu güzelliğe bağlamıştı. Şüphe yoktur ki sanat beşerin saa- detine hizmet eden elemanların en asilidir, Güneş nasıl çiçeğe renk verir- se, sanat te âhayata renk verir. İnsan okudukça, tenevvür ettikçe dimağın- da yeni âlemlere kapılar açılır, Her kitap bizim biraz daha yükselmemiz hizmet eder, Fikrini yüksek bir kük türle bezemiş olanlar can sıkıntısı, iç Üzüntüsü bilmezler, Eğer muhitin. ların içinden çeker, kendi âlı de yaşar. Münevver muhayyilesi, mü- nevver hafızası ona seyrine doyulmaz manzaralar arzeder. Dolu bir kafa ha- yatın hiç bir mevsiminde suyu çekil. miyen kuyu gibidir. Zengin bir adam değilsiniz, otomo- biliniz yok, villânız yok, apartımanı- nız, kotranız, yatınız yok, tiyatrola- ra, balolara, süvarelere, ziyafetlere gidemiyorsunuz, bütün bu mahrumi- yetlere mukabil okumuş tenevvür et- miş kitabın zevkine varmış bir insan iseniz servetiniz küçük kütüphane- nizdir, Seviminiz, iftihar ediniz siz o hallerine gıpta ettiğiniz kimselerden daha zengin ve daha mesudsunuz. Günün birinde o servet onların elle- rinden gidebilir. Bütün bu refah ve eğlencelerden mahrum olabilirler. Si- zin fikir servetimiz ise ebedidir. Şal rin şu sözü ne kiymetliğir: İlmini hâkimü vali alamaz Kalsa meydanda da. hırsıt çalamaz. Dünyanın en fakir bir adamı iste- diği anda diri veya ölü en büyük adamları karşısına getirir ve onlarla konuşur, En büyük tarihşinaslar, edibler, kâşifler, filosoflar hayatları- ni, mesailerini, muvaffakıyetlerini anlatmak için biran tereddüd etmez- ler. Bu adamlarla konuşmak için çe- keceği zahmet elini kitap etajerine uzatmaktan ibarettir. Büyük adam o kimsedir ki mesaisi, terbiye ve kültürü ile şahsiyetini hem kendisine, hem başkalarına faydalı bir hale koymağa. hasrı emel eder. Te- nevvür etmek, yükselmek ve başka- larını yükseltmek işte bugünün iyi yetişen gencinin ideali, Münevver bir insanla her güzel şe- yin aşinalığı vardir. Bir yaprak, bir çiçek, bir böcek, bir taş parçası, hat- tâ bir kum rezesi ona bir çok şeyler söyler. Tomurcuklanan bir gülü, yeşe- ren bir ağacı, olgunlaşan bir meyva yı tetkik etmek, toprağı bellemek, ek- mek ve sonra ektiğini biçmek, işte in- sanı mesud eden şeyler bunlardır. Bir âmanın sevdiği güzellikleri gör- mekten mahrum olduğunu düşünür- sek gören bir göze malik olmanın ne büyük bir saadet olduğunu anlamak- ta gecikmeyiz. Bizim gayet tabil ola» rak lâkaydi ile gördüğümüz güzel manzaraları, denizi, semayı, sevdik- lerini görebilmek için bir âma her şe- yini feda etmeğe razıdır. (Luther) cennet gökte değil, yer- yüzündedir, diyor. Pek te doğru söy- lüyor, Kâlnat bizde hayranlık uyan- dıran bin bir güzellikle doludur. Gök- te, yerde, denizde insanın görebildiği her yerde başka bir güzellik saklıdır. Bir insan için yaşamak yiyip iç- mekten ibaret kalırsa o hayatın ne kıymeti olur. Ömrümüzü kıymetlen- diren sâydir. İlim ve sanat bir süs de- gil, bir gıda bir ihtiyaçtır. Bir müney- yerle bir cahilin şekli itibarile gözleri biribirine benziyebilir, hattâ bir cahi- Jin gözünün şekli bir âliminkinden | güzel de olabilir. Fakat her iki gözün İ bakışı ve görüşlerinde dağlar kadar fark vardır. Bir âlimle bir cahilin birlikte bir devri âlem seyahatine çıktıklarını fars zediniz. Münevver insanın gözlerin- den hiç bir şey kaçmaz. En ufak te- ferruata kadar, o her şeyi görür. Za» vallı cahil ise gözüne çarpan şeylere bile yalnız bakmakla iktifa etmeğe mecburdur, Yaşamak insanlar için saadet ola» bildiği gibi bir musibet de olabilir, Bu ancak telâkkiye bağlıdır. Tetkik ve tetebbü sayesinde dimağını ilimle sa natle beslemiş ve bunların müfekkine- miz için zaruri bir ihtiyaç olduğunu tekdir etmiş olan kimseler için hayağ bin türlü bal alacak kaynaklarla dos Tudur. Gözlerini, kulaklarını lâyıkile kullanmasını bilen bir insan manen zengin demektir. Maddi yoksuzluklar önü o kadar sarsmaz. Çünkü o sade, kanaatkâr bir hayat içinde sıhhai neşesi ve nikbinliği ile manen bir yonerdir. Saadet onun küçük eviniğ damından ayrılmıyan parlak bir yıla den hoşlanmıyorsa, eğer gördüğü şey- der onu memnun etmiyorsa, kendini dızdır, ” | Selim Sırrı Tarcan yyişi