20 Ağustos 1937 odudan çalka- ş porcula- i fena halde âşık! nin gözleri dünya- n <S r tu: Madlena. kalın fakat gay! Saip Sami güzel İspanyolun kö- mür gözlerine fena tutulmuştu. Bü- tün gün Saip Saminin şık yelkenlisi- le geziyorlar, akşam üstü otomobille Beyoğluna çıkıyorlardı. Saip Sami varını yoğunu İspanyol güzelinin ayakları dibine serpiyordu. Bu hays- ta kendi maaşı yetişmediği için Saip Sami öteden beriden borç bulmak için didiniyordu. Saip Sâminin annesi Handan oğ- Yunun halinden pek ziyade endişeye düşmüştü. Artık Saip Sami eve yar- dım etmeği aklına bile getirmiyordu. Bazan haftalarca eve uğramıyordu. Zavallı kadın oğluna ne dese, ne Söy- Jese para etmiyordu. İspanyol güzeli aynı zamanda © kadar cilveli o kadar baştan çıkartıcı idi ki Saip Saminin kulağına söz gir- miyordu. Delikanlı bazan karar ve- riyordu: . Artık bu maceraya nihayet vere- ceğim... Ve çok defa bu kararla Maâ- lenanın yanına gidiyordu. Lâkin de- ha karşılaşır karşılaşmaz Madlena Baip Samiye öyle şeyler söylüyordu ki genç adam hemen kararından Cör yordu . Nihayet Saip Saminin annesi Han- dan ve komşüları karar verdiler. Bü şe ancak bay Murad bir çare bular bilirdi. Bay Murad köyün en hatırı Sayılır simalarından ciddi, son dere- 66 vikarlı, kılı kırk yaracak derecede dürüst bir adamdı. Sayfiyede herkes Üzerinde onun sözü geçerdi. Bütün #ayfiyeliler ona derin bir hürmet gös terirlerdi. . Bay Murad gayet sert sözlü idi. Her şeyi dobra dobra söylerdi. Düşün- düklerini kelimelerin maskesi arka gina saklatmağı katiyen aklına getir. Mezdi, © Handan ile bazı komşular bay Mu- Tada gittiler. İşi ona açllar:. - .— Aman efendim. dediler. buna bulsanız bulsanız siz bir çare bulur- #unuz. Bu Madlena denilen kadın Balbi mahvedecek... Gidip bu kadın- İn konuşunuz. Ona bazı acı şeyler söyleyiniz ve Saibin peşini bırakma- &ını söyleyiniz. Murad biraz düşündü: — Peki... dedi. Bu haspaya birkaç sehir gibi söz söyliyeyim de O gör- sün... Bu işi ben hallederim. merak #tmeyiniz... Yalnız bu kadının adre- sini, pansiyonunu, otelini filân bili- yor musunuz?.. i Madlena Beyoğlunda bir otelde oturuyordu. Bay Murad bunu sigara Paketinin arkasına yazdı. Ertesi gü- nü İstanbula indi. Yanına sayfiye ar- kadaşlarından bir kaçını da almıştı, Beyoğluna çıktılar, Madlenanın ot&- Mni buldular, Kapıcı genç kadının Odasına telefon etmeden evvel sordu: — Matmazel şimdi banyodan çık- ta.. ne diyelim efendim?.. — Saip Saminin bir ahbabt gelmiş, #izinle görüşmek istiyor dersiniz.. bi- raz aşağıya salona teşrif etsinler. Kapıcı yukarı Madlenanın odasına telefon etti. Ondan sonra: — Buyrunuz.. dedi, matmazel sizi bekliyor... Hep birlikte yukarı çıktı- Jar. Fakat genç kadının odasının Önüne gelince bay Murad «bakalım ne olacak?» diye ta köyden kalkıp Otele kadar gelen meraklı ahbepla- pna: — Lâkin, dedi, mahrem bir mesele konuşacağız. Birden içeri girmeniz doğru değil... Siz odanın önündeki fu küçük holde oturunuz. Ben içeri Kirip kendisile görüşeyim. Onlar da bu fikri doğru buldular. Zaten bay Murada takılıp buralara Kadar gelmeleri de doğru değildi am- Ma neticeyi çok merak ediyorlardı, Bay Murad yalnızca kapıya doğru İlerlerken arkadaşlarına: — Göreceksiniz, diyordu, ona öyle ek gibi sözler söyliye- kadaşları onu ateşlediler: — Haydi görelim sizi... Çocuğu şu haspanın şerrinden kurtarınız. Bay Murad kapıyı vurdu. İçeriden tatlı bir ses Fran a olarak: — Girinizi... dedi. Bay Murad kızgın bir tavırla içeri girdi. Maâlena henüz banyodan çık- mıştı. Saçları ıslaktı. Üzerinde yalnız bir pennuvar yardı. Genç kadınım gü- zel göğsü açıklı. Murad: «Dünyada ne kadınlar var! dedi. Hiç tanımadığı bir erkeği ilk defa nasıl kabul ediyor.» Madlena parmağında güzel bir pır- lanta yüzük olan küçük, güzel elini uzalırken: — Zannederim. dedi, Saip Sami- nin bir arkadaşile tanışıyorum değil- mi? — Evet. Ben Murad, sizinle mah- rem ve mühim bir mesele hakkında görüşmeğe geldim. Madlena kırmızı şezlongun üzerine oturarak yanında Murada yer gös- terdi; — Buyurunuz... dedi, lütfen şöy- le oturunuz. Sizi dinliyorum. Genç kadın küçük masasının üzerindeki şık sigara tabakasına uzanırken pe- nuvarının önü büsbütün açıldı. Mu- rad başını pencereden tarafa çevir- di, İçinden şu sözleri geçirdi: —— Tevekkeli değil, Saip çileden çıkmamış... Neme lâzım güzel kadın NE ete Lâkin Madlena şık tabakasına boş yere uzanmıştı. Çünkü altın tabaka» nın içindeki sigaralar daha geceden bitmişti. Genç kadın şımarık bir ço- cuk gibi tatlı bir arsızlıkla; — Ah... dedi, sigaram da bitmiş... Murad cebinden 11 buçukluk siga- rasını çıkardı: — Size bundan takdim edeyim... * Ucuz sigaradır amma içimi güzel Madlena: — Mersi.. diyerek aldı. Fakat masada kibrit te yoktu. Madlena şezlongun üzerine yarı yat- mış bir vaziyette, ayağı ayağı üzerin- de sigarasını Murada uzattı. Murad bir kibrit çaktı. Lâkin pencere açık olduğu için kibrit sönüyordu. Mad- lena kibritinin sönmemesi için iki elini iki minimini kepçe gibi küçük Kibrit slevinin etrafına tuttu. Bu es- nada avuçları, kibriti tutan Muradın eline uzun uzun değdi. Madlena si- | gardsını tam kibrit sönerken yaktığı için bir kahkaha attı. Murad içinden: — Amma cilveli kadın... dedi. Son- Ta sesini sertleştirmeğe çalışarak: — Size Saip Samiden bahsetmek isterim. Bu gencin hayatile oynama” manızı rica edecektim. Madlena darılmış gibi yaptı. — A... Ben kimsenin hayatile oy- namam... kaldırdı. Murâd kendi kendine; «Ben de eşeklik ettim... dedi, böyle damdan düşer gibi başlamamalı idim. Daha nazik, daha tatlı söyliyebilirdim...» Madlena ilâve etti: —- Zaten, dedi. Ben öyle çocuk yaşta erkeklerden hiç hoşlanmam. Erkek dediğiniz olgun olmalıdı; meselâ sizin yaşınızda... Murad senelerdenberi okaxşısında genç bir kadının bu tarzda konuştu- ğunu görmiyordu. Şezlongunda biraz daha yayıldı. — Amma da yaplınız ha. bizim yaş artık ihtiyarlık yaşı... — Ne münasebet... Siz ideal erkek yaşındasınız. Tam erkek, olgun er- kek... Murad o dobra dobra halile: — Hay çapkın... dedi, beni baştan çıkaracaksın, Bu sırada Muradın dışarıdaki ar- kadaşları sabırsızlanıyorlardı.. Mu- rad ne kadar dâ geç kalmıştı. Ne ol- duğunu anlamak için kapıya yaklaş- tılar, Muradın genç kadına söyliye- ceği zehir gibi acı sözleri dinlemek için kulaklarını kapıya dayadılar, Yarım saat sonra içeriden Muradın sesi geliyordu, — Ah şekerim, kaymağım İspan- yol... Güzelim, nonoşum... — (Bir yaldız) dedi, diye kaşlarını yukarıya AKŞAM 19 Ağustas 1837 (AKŞAM KAPANIŞ FİATLERİ) ESHAM ve TAHYİLÂT İstikraz: dahili 96,25| Türkiye © 1933 İstikrarı 95,25) huriyot Merkex oo | Ünltürk 1 15,07; Bankası r 1470 | Anadolu His. 2440 ui dam) Teen 70 vi 10) meri 740 sel 1 day) vere » 41) Çimento 1260 4 10,90 iü ın ©.) Hthad Değir- 104 İş Bankasi 9,90) menleri » . hamiline ©90, Şar değir- 09 2 Müessis oO75! menleri Para (Çek fiatleri) Paris 210675) Sofyr Londra G1) Prag Nev York 70| Berlin Müüno 15456) Madrid Atina somnz5| zerad Cenevre 3440) © ç pi Pengo Ni Brüksel 4,6030) Bükreş 497 Amsterdam o 14337) Moskova (—( 2043559 İST, TİCARET ve ZAHİRE BORSASI 19/8/1987 Buğday yumuşak Buğday sert Buğday kızılca Arpa Bakla Çavdar Keten tohumu Küşyemi İç fındık Keçikılı Yapak Truky Çavdar Keten tohumu GİDEN Razmol Yapak RADYOLİN ile Sabah ve akşam her yemekten sonra mutlaka dişlerinizi fırçalayınız. Yemeklerin kırıntıları, salyanın ifraz ettiği mikroplar, dışarıdan alınan muzır mevad karşısında dişler ve diş etleri eğer mütema- diyen temizlenmezse bozulmağa ve çürümeğe mahkümdur. Çü- rük dişler, mide ve barsak ihtilât. larından zatürreeye kadar her nevi hastalığa yol açabilir, RADYOLİN ile muhakkak sabah, akşam ve her yemekten sonra, yahut. hiç değilse günde 3 defa fırçalamak şartile İstanbul Avcılar Kurumundan: 20/8/1937 Pazar günü Anbarlı Çobançeş- mede Avcılar bayramı kutlanacaktır. Bü- tün avcıların bu törene gelerek onur ver- melerini saygı ile rica ederim. Eminönü Halkevinden: Karadeniz şehirlerinde orta tahsil çağm- daki çocuklarımızın Yesim ve yazı sahasın- daki kabiliyetlerini İstanbul gençliğine tax İmam | muş gibi, harp aleyhinde atıp tutma- | dala? Neden yakayı ele verdin de bu * diğin yere kadar gideceksin! Ordu ile KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli No, 147 “ Mikado, amiral Şutsoya Kanton prens- | liğini vadetti. Şehirdeki Japon evlerinin her biri bir kale gibi tahkim edilmiştir!,, y bütün bu sözleri ihtiy kle beraber Şütso hakkında: ki şüpheleri gittikçe artıyordu. Amiral Şütso Moğol ırkına mensup değildi. Fakat, uzun yıllardanberi Çin de- nizlerinde Moğol kuvvetini hiç bir gün zaafa uğratmamış, dalma düş- manlarla çarpıştığı harplerde galip gelmişti. fikirlerini değiştirirlerse buna neden şaşmalı? — Doğru... Süsişo da nihayet bir insandır. Japonlara kapılmış olabilir. — Japonlar çok uysal ve uslu adam- lardır, Kanton eyaletinde şimdiye ka» dar halkın rahatını bozacak hiç bir harekette bulunmadılar. Onlar yaşa- dıkları toprağa ve o toprağın sahip- lerine saygı göstermesini biliyorlar. Kubilây geçmiş günleri hatırlıya- Özkun Yelkenci ile dostluğu ilerlet- rak, amiral Şütsonun ihanet edebile- | mişti. . | ceğine inanmak istemiyordu. : Bir aralık gülerek sordu: İnanmak istemiyordu amma, Çin- — Sen kaç yıldır Kantonda oturu- linin verdiği malümat ta Kübilâyın | yorsun? hazırladığı deniz plânlarını altüst et- | — Dört yılbanberi... mişti. Kantondan kâçan yelkenci- | nin söyledikleri ya doğru 1se?... O za- — Çoluk çocuğun var mı? — Var. Fakat hepside Pekinde man Kubilây, Kanton civarında asi- | otururlar, lerden önce amiral Şütso ile mi dö- — Sen ne diye Pekinden Kantona Züşecekti? gitmiştin? Ordu ilerliyordu. Hakan, bu malümatı veren Çinliyi de tevkif ederek ordu İl: birlikte gö- — Denizciliğe hevesim vardı. Kü- çüklüğümü Kantonda geçirmiştim. Askerlik çağına gelince Kantona git- türmüştü. tim. Dört yıldanberi amiral Şütso- ak nun maiyetinde çalışıyordum. Kubilây çok emin ve açık göz za- | » — Nerelisin? bitlerden birini soydu, Asker kılığına — Pekinliyim. giren zabit, Çinli yelkeneinin yanına sokulmuştu, Çinliye bir at vermişler- di, Asker de atını onun atının yanı- nu sürdü, Yanyana gidiyorlardı. Çin- linin dört çevresi askerle kuşatıldı- ğından, kaçmasına imkân yoktu. Çinli ağzını açmıyor. Etrafındaki askerlerden hiç birle konuşmuyordu. Hassa zabiti Özkan kurnaz bir 25- kerdi. Kübilây ona: — Uyku uyumayacaksın, yemek ye- miyeceksin, Özkan! Bu herifin içyü- zünü öğrenmeğe çalışacaksın! Demişti. Özkan, yelkencinin yanına sokulunca, kendi kendine konuşuyor- — Ben de Pekinliyim amma deniz- tilikten hiç hoşlanmam, — Neden Kantona gidiyorsun © halde?... — Zorla yakalayıp orduya verdiler. Kubilâyın zulmünden çok. yılgınım. — Bütün askerler senin gibi Kan- tona gitmek istemezler mi? — Yarısından çoğu benim gibi Zor- la giden kimselerdir. — O halde bunlar Kantona varır varmaz, amiral Şütsoya iltihak ede- cekler. Çünkü Şütso harp yapmak ve (Yay) adasındaki asileri bastır. mak taraftarı değildir. Çinli yelkenci biraz daha ilerledik- ten sonra, Özkana yavaşca sordu: — Sen de onlardan mısın? — Eibette... Canım, çok kıymetli- dir, Bir lokma et parçasını aslan ağ- ğa başlamıştı: — Hakanın keyfi yerine gelecek di- ye yirmi bin kişi ayakta uyukluyor. Amiral Şütso Japonlara dönmüşse, Kanton asilerini nasıl susturabiliriz? | zına atar gibi, kendimi asilerin kuca- Özkanın etrafındaki askerlerin ku- | ğma atmak niyetinde değilim. Jakları bükülmüşlü. Herkes Özkana Özkan bir aralık gözlerini yelken- hak veriyordu. ciye çevirdi: Yelkencinin gözleri Özkana çev- — Keşke bir harp kaçağı olduğunu Trilmişti. Söylemese idin... Hakan seni cezasiz Bu adam hak!katen bir casus ise, | bırakmıyacak... ordunun sarsılmaz, imanını bozmak — Nereden anladın? için Özkandan daha uygun, daha el- verişli bir arkadaş bulamazdı. Yelkeneinin dikkatini çeken bu as- ker acaba neden böyle “pervasızca söyleniyordu? Yoksa Kubilâyın başına geçtiği or- duda da mı harp aleyhdarlığı vardı? Özkan birdenbire Yelkenciye sordu” — Karşına çıkan ordudan kaçacak, sığınacak bir yer bulamadın mı a bu- — Senin gibi karşımıza çıkan bir çok harp kaçakcıları var da. — Hepsini yakaladınız mı? — Evet. Hakan emir verdi. Ordu ge- risinden ysya geliyorlar. — O halde bana ceza vermiyecek; Çünkü ben at üstünde gidiyorum. — Bu belli olmaz. Belki yarın attan inersin! da olup bitenleri haber verdim. Bu malümatı Hakan şu sırada çuval ile altın sarfetse öğrenemezdi. Özkan, Çinlinin içine korku salıp kendisini heyecana düşürmek isti- yordu. Çinli soğukkanlılığını muhafaza ederek sözüne davam etti: — Ben, yurdumu ve ulularımı s8- verim. Gördüklerimi — ve işittiklerimi anlattım, Bundan başka değerli bir hizmet göremem. Hakanın bu malö- eşkenceye düştün? Şimdi tekrar, gel karşılaşırsan, ele geçeceğini meğin mi? — Bunları düşünmeğe vaktim yok- tu, Kanton isyanı gözü yıldırmıştı. — İsyan eden Çinliler ne istiyor. Jar? — Hak ve adâlet istiyorlar. Haksız- ık ve adâletsizlik Kanton eyaletinde herkesi usandırdı. düşün- — Orada Japonlar da ahaliyi kış. | matı öğrenebilmesi için en az iki hat- kırtıyorlarmış öyle mi? meg gerekti, Japonlar Moğtlların eski doste- |“ O halde ben de Kantona varır rıdır. Kanton havalisinde Moğollara bir ağ Japonlardan hiç bir fenalık gelmez. — Kantonda bir Japon mahallesi varmış, Japonlar orada birleşik bir halde Moğolların kuyusunu kazıyor. ırım. Boş yere kanımı dökmek niye- tinde değilim. Japon mahallesinde beni bulamazlar değil mi? ululularına boyun eğenler Japonlar- dir. Yerlilerden ziyade Şutsodan şikâ. | <9DEDeK doğru mudur? — Ben ne Türk, ne de Hakan yet eden gene Moğollardır. kbü mana line — Amiral Şütso çok merhametli, | Koradan gelmiştim. Harp var dediler. ve (ulu yasa) ya çok bağlı bir kuman- | Denizcileri seçerken beni de söylemişe dı. Nasıl oldu da birdenbire huyunu ve fikrini değiştirdi? - — Kantonda son yıllarda hava bile değişmiştir. Her akşam güneş batar. ken esen şimal rüzgâr son günlerde es- Tbez oldu. Halk sıcaktan ve hayasızlık. ler. Kalabalığa katıldım ve ordu ile — Sanmam. Ben Hakana Kanton- — Kantondaki Japon mahallesi larmış diyorlar, bir kuyuya benzer, — Yalan söylüyorlar, Gidince göre- A Ya MK Mim ceksiniz ki, Moğol türelerine ve Moğol kinden Kantona kadar gelip te harp