Aİ X3 Ağustos 1937 Bir cinayet iki ölü Zene edebi bir nümune Yazan: Lidya Cabrera Dele'nin bir dikiş makinesi vardı. Kocası Esvarit tütünde çalışa çalış& fena bir öksürük yakalamış, kan ku- suyordu. Komşuları Kapenş'in kari ! « da ölmüştü. Üç yaşında bir küçük İ Zenci yavrusu bırakmıştı. Esvarit'le Dole çocuğun isim ana babası olmuşlardı. Bu suretle iki er- keğin arkadaşlığı daha kuvvetlenmiş, Adeta kudsiyet almıştı. Kendi kabile Adetlerince can kardeşi gibi bir $€Y- di bu. Dole, kocasının hastalığı esnasın- a eve bir parça yatdım olsun, diye kiş dikiyordu. Kalbi iyidi. Kocasını beslemesi lâzım geldiğini söylemişler- 1. Para kazanıp ona kanlı etler yedi- riyor, sütle vurulmuş yumurtalar içi- riyordu. Eczacı da çok pahalı bir iâç veriyordu. ın alınması İçin para ea yardım ediyordu. Bekâr yaşıyan komşu, günün birin- de, ye âşık aldu. Bir sefer Onu giyarete gelmişti, Genç kadının Yâr nında oturdu; dikiş dikmesini 8€y- Tetti ve sonra birdenbire ona sarıla- rak: — Can kardeşimin kansı! Kan kar- Ne kadar hoşuma gi- seninle sevişelim! - Dole onu itti ve bir haç işareti yap- tı. Filhakika, bu erkek, genç kadının hoşuna gitmiyor değildi. Kendisil& iyetle sevişebil di. Fakat aralarındaki mukaddes bağ... s — Ah yarabbi... Bü mukaddes bağ niçin olmuş... Dole! Dele... Niçin ol- muş?... — Allah bilir, " . Domuz domuz olmadan evvel, ta- erkek şeklindeymiş: O, bir n tahkir etmiş. An- nesi de ona lânet etmiş. İşte böyle dört ayaklı, kıvrık kuyruklu, uzun suratlı hayvan oluvermiş. Fakat içi gene tamamile bir erkek ruhu taşır- MIŞ. Can kardeşi olan bir adamın karr &ına göz atan da böyle felâkete uğrar mağa hazır olsun! Şayed can karde- şinin karısı, kendisini kandırana uyar- sa ölecektir ve kabrinde böceklerin kendini nasıl yediğini hissedecektir, mamen görecektir. Ruhunun rahatlaması için, artık, “asırlarca dua etmek lâ- zum, İki Zenci çok üzülüyorlardı. Çünkü sevişmekteydiler. Fakat İşi İleri var- 'dırmağa cesaret edemiyorlardı. Kapenş Esverit'in evde olmadığı saatler gelirdi. Ve mütemadiyen, ne- karat şeklinde: Can kardeşimin karısı! Kan kardeşimin karısı! Ne kadar hoşuma gidiyorsun! Hele seninle sevişelim! - Giye tekrarlaYdı. Bu, onun ebedi teranesiydi. Dole zorla kendini zaptediyordu. Çünkü korku her histen kuvvetliydi. Kapenş, gözlerini önüne dikiyor, dudaklarını, kanatıncâya kadar İsi- riyor, sonra küfürler savura sayura gıkıyor, gidiyordu. Bir gün kadm onun kolları arasından kurtulmak için çabalarken: — Bak! . dei... Esvarit sıska mi Yüzünde ölüm alâimi var. Idüğü zaman Kapen$ş, pekâlâ... Bekle öldüğünü... Kapenş, şöyle düşündü: e — Mademki can kardeşim ölmeğe mahkümdur, ölmesinde ne mahzur var? Iztırabı daha az olur. Esvarit artık yatakla yardımsız oturamaz bir hale gelmişti. Maama- fih Dole, kasaptan gelip de ona kanlı etleri gösterdiği zaman gözleri ümid- le parlardı. Bütün gayretine rağmen lokmalar boğazından geçmiyordu. iştahsızlık onu büsbütün mahvettiği #urada, bütün ümidi Kapenş'in ecza” neden getirdiği ilâçlarda toplanıyo; du. Her saat başı bir kaşık ister, izti- raplı bir arzu ile acı ilâcı yutmağa çalışırdı. Günün birinde ilâç alacak para kal- madı, İşte o zaman Kapenş bu kur tarıcı şurubun' yerine malüm old yan mayi getirdi. Akşama doğru Esvarit tıkanır gibi oldu. Bir iki kere öksürdü ve Komşular, Kapenş'e haber verdiler. Çan kardeşi olduğu için bütün cena- ze masrafını o yapmak mecburiyetin- deydi. Merhumun hediyesi olan bü- yük kırmızı bir mendille göz yaşları- nı siliyordu. Dole, asabi buhranlar içinde, baygınlıklar geçiriyordu. Esvarit, dört mumun ortasında yar tağında yatıyordu. Meğer son zaman- larda ne kadar sayıflamış! Kemiğin üzerinde bir deri. Kendi köylüleri, fabrikadaki arkadaşları, konu kom- şu, hep geliyorlar. Eve her giren; — Kalbimiz sizinle beraber! - di- yordu. Herkes iskemlesini getirmiş. Yan- yana oturuyorlar. Bayılacak olan ka- dınlar için, mutfakta, ihtiyaten bir yatak hazırlamışlar, İkide bir Dole bir çığlık koparıyor: — Ay! Ayi Ay!... Esvarit!... Nere- ye gittin? Oydu bana bakan!... Ek mekten daha tatlı olan benim küçük Zencim! Cesede sarılıyor, bir erik ağacı sil- ker gibi onu gilkiyordu. —— Zavallı! Haline bakın! Kocasi- na ne kadar azıyor. Hakkı da var ya... Kadınlar, hep bir ağızdan, Dole gi- bi bağrışıyor. İki üç tanesi yere düşü- yor. Ağızlarından köpük geliyor. İhtiyar bir yerli bu keder nümayi- şine memnun oluyordu. Zira onca ölülere böyle itibar etmeliydi... — Eaydi, artık duaya başlıyalım!- diyor. Hepsi birden yerli dilinde bir takım sayhalar savuruyor. Davullar çalmı- yor, şarkılar söyleniyor; oyunlar oy- nanıyor. Bir efsaneye nazaran güya eskiden ölü de kalkar, beraber danse- dermiş amma şimdi devir değişmiş. Sabah altıda cenazeyi mezara gö- türüyorlar. Dole elbisesini ispirtoya bulayıp kendini ateşliyeceğini yemin- lerle temin ediyor. Etraf onun bu sadakat ve merbutiyelini beğeniyor. Teselli etsin diye Kapenş'i getiriyor- lar. İkisi evde yalnız kalıyor. * “e Esvarit hayatında iyi bir adam ol duğu . halde, geceleyin her nasılsa hortlayiverdi. Kabrinden çıkarak evi- nin yolunu tuttu. Kapenş Dole'nin kalçalarını sarıyordu. Hortlak bunu gördü. Kadın: — Biraz sabırlı ol. Daha yeni gömdük. Bir iki gün duralım! - di- yordu. > ; Yaşıyan insanların ihanetini gören ölü ruhu daima öfkeci ve intikamcı- dır. Onun için Esvarit'in ruhu da Şöy- le söyledi: .— olsun... Emniyet ettiğim can yoldaşıma bakın... Daha Ccese- dim çürümeden neler yapıyor.» Dole evin içinde patıftılar, garip sesler işitiyordu. Kapılar açılıyor, ka panıyordu. Kadın, korkusundan ne yapacağını bilemiyordu. Bir iki gü- nünü, böyle, kan ter içinde, helecan içinde geçirdi. Kapenş'e gelince, onun GRİPİN varken bu ıztıraba kat- lanılır mı? AKŞAM 15 Ağustos 957 Cuma İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâk- ia Türk musikisi, 1250: Havadis, 13,08 Muhtelif plâk neşriyatı, 14: SON. Akşam neşriyatı: 1880: Plâkla dans musikisi, 1050: Radyo fonik komedi (Dok- ru söyliyen), 20: Fasil saz heyeti, 2030 Ömer Rize tarafından arabca söylev, 20,45 Fasıl süz heyeti (Sast ayar), 2115: OR- KESTRA: 22,15: Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün programı, 2230: Plâkla sololar, opere ve operet parçaları, 23: SON, Ecnebi islasyonlarm en müntahap programı Milâne (364) saat 23 Konser. Sottens (443) saat 20 (Mozart) m Don Giovanni operası ikinci perde. Bükreş (354) saat 21,10 (Barbiere di Sivigila) operası, Ham- burg (332) saat 2110 Senfonik orkestra. Radiyo Pari (1648) saat 24 Senfonik kon- ser. Belgrad (437) 22 Keman ve piyano. Peşte (549) saat 720 Tılgan musikisi, Dans masikisi Frankfurt (251) saat 2330 Londra (kasa dalgn) saat 23,25. 14 Alustox 937 Cumartesi İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâk- Is Türk musikisi, 1250: Havadis, 13: Bey- oğlu Halkevi gösterit kolu tarafından bir temsil, 14: SON. Akşam heriyatı: Sânt 1830 Plâkla dans kisi. 1030 Konferans: Doktor Ali i tarafından. 20 Cemal Kâmil ve er- Kadaşları tarafından “Türk musikisi ve | halk şarkıları, 2030 Ömer Riza tarafın- dan arabca söylev. 2045 Belma ve arka- daşları tarafından Türk musikisi ve halk #urkıları. (Saat ayar). 2115 Orkestra. 2215 Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün proğramı, 22,0 Piâkia sololar, ope- Ya ve operet parçaları. 23 SON. peşini bir türlü bırakmıyordu: — İşte öldü. Vadini tut) - diyordu. Dole, soyunacak. Fakat karşısında Esvarit'in resmi asılı, Korkuyor. Sev- gilisine, birkaç gün daha sebretmesi- ni söyledi. Aradan bir gün daha geçti. Ke- penş, Dole'ye Hindistan cevizi reçeli getirmek üzere eve gelirken, kapının önünde bir çok kadınların fısıldaştı- ğını gördü. Öğrendi ki Dole dehşetli hastalan- mış. Bir ürperme vücudünü sarmış. Üstüste yedi yorgan koydukları hal- de bir türlü ısmamamış. Baygınlığı esnasında kadın bir ara- lık Kapenş'i tanıdı. Fakat sonra tek- rar nöbetlere yakalanarak öldü. Kapenş deli olacak: Bir haftanın içinde, karı, koca ikisi de yuvarlanıp gitsin ha?... Hele Dole! Erkek âdeta fenalaştı. Gözleri dön- dü, İhtiyar bir kadın bağırdı: — Adam çıldırıyor. Ben bu hali görmek istemem. Hakikaten Kapenş, korkunçlaşmış- tı. Bir öküz gibi soluyarak ölünün yanına yaklaştı. Etraf onu cehennem- den kurtulmuş bir zebani sanıyordu. Cesedin üzerine kapandı. Kefeni par- çaladı. Ölünün vücudünü kollarile sardı, Onu dudaklarından öpmeğe başladı. Vücudü, bir solucan gibi, kıvranıyordu. Dudaklarının arasın dan şu sözler çıkıyordu: — Can kardeşimin karısı! Kan kardeşimin karısı! Ne de hoşuma gi- diyor. Gel sevişelim!... Seyreden kadınların tüyleri ayağa kalktı. Erkekler, ayırmak üzere, Ka- penş'e hücum ettiler. Fakat ayırmak- ta güçlük çekmediler, Çünkü oda ölmüştü. Tercüme eden: Veli Nuri GRIPIN Baş, diş ağrıları, nezle, kırgınlık ve üşütmekten mütevellid bütün ıztırabların başlamasile beraber aklımıza gelen ilk isim olmalıdır. Mideyi bozmadan, kalb ve böbreklere dokunmadan yüzünü kara sarı — Sözlerinize inanıyorum, dedi, bu şaraba şeytan parmağı karışmış olacak ki, insan ilk yudumunda ser- semliyor. Biraz sonra sarhoş olup ulu hakanı rahafsız edeceğimden korkuyorum. Semga bahadır kendi kendine şöy- le düşünüyordu: — Kendisini öldürmeğe azmetmiş bir adamla bu kadar samimi ve 80- gukkanlılıkla konuşmak, Kubilâydan başka bir hükümdara nasip olmıyan meziyetlerdendir. Şimdi Cengiz han burada olsaydı ve Kulinin böyle fena bir maksadla Pekine geldiğini öğren- seydi derhal r aradan dakika geçir- mden - başını vurdurudu, Kubilây bu bahsi biraz haha ince- lemek ve Kulinin maksadını açığa vurmak istiyordu. Biz aralık İranlı misafire sordu: — Pekinin afyon çarşıları ve esrar evleri görmeğe değer... Buralarını gezdiniz mi? — Çine kadar gelip te bu esrar yu- yalarını gezmemek mümkün mü?. — Fakat oralarda sadece gezmek- ten bir şey çıkmaz. Her esrar evi, ka- palı bir kutuya benzer. Oralarda ge- celemek, ve bu kapalı kutuların iç yüzünü yakından görmek çok eğlen- celi olur. Kuli, Hakanın ne demek istediğini anlıyamamakla beraber, bu sözlerin altında gizli bir maksadı olduğunu sezmişti. Kuli korkak bir adam değildi. Söz- lerini daima tartarak söylerdi ve her sözün yaptığı tesiri anlamak için, Hakanın sık sık yüzüne bakar, alnın- daki çizgilerden manâlar çıkarmağa çalışırdı, — Evet, Hakanım! dedi, - Geçen- lerde bir gece #fyon çekenleri yakın- dan görmek merakına düşmüştüm. Pşağımla beraber, bu esrarkeşlerin ara- sına girdim. Bir sedire uzandım. Etra- fımda bazan hazin, bazan gülünç manzaralar arzeden âfyon müptelâ- larını gözümle gördüm, Tetkik ettim. Çinlilerin bu kadar çok afyon düşkü- nü bir millet olduğunu bilmezdim, Ulu Hakan! Onlara neden müsaade ediyorsunuz? Bir buyurukla bu &srar yuvalarını dağıtmak mümkün değil midir? Kubilây Han tekrar Semganın gö- zünün içine baktı, Hafifce gülümsedi ve ağzının içinde dişlerini gıcırdattı- ğını belli etmeden cevap verdi: — Mümkündür. Hepsini biranda çilyavrusu gibi dağıtırız. Fakat, Pe- kinde el altından öyle entrikalar var- âır ki onları ancak bu esrar evlerin de yakalarlar. O evleri dağıttığımız zaman memleketteki şüpheli adam- ların izlerini bulmak çok zor olur. — Ben oralarda hiç biz şüpheli adama rastlamadım. Ulu Hakan! Ne- şesini kaybetmiş bir çok zavallılar oralarda Iztıraplarını unutuyorlar. — Sen bu evlerin içy ü görme- miş olmalısın! Oralarda e SES: çalışırlar, öyle mühim kararlar verir- ler ki... Kim bilir? Belki benim ölü- mümü isteyenler, hayatıma kasdet- meyi düşünenler bile vardır orada. Mirza Kuli birdenbire sarardı. Buğday renkli çehresi balmumun- dan yapılmış bir heykele döndü. Elini şarap tasına uzattı... — Tanrıdan size uzun ömürler di- KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli Mirza Kuli, para ile satın aldığı Çinlileri Kubilâyın yanında görünce şaşırdı Sahife 9 No. 140 bir renk kapladı Haram ağası yüzünü Hakana çevi- rerek, iki misafirin geldiğini haber verdi. Kubilây: : — Gelsinler... p Diye mırıldandı. K Kapının perdeleri ardına kadar > Açıldı. İçeriye giren kısa boylu iki Çinli derhal yere yatarak Hakanı selâmlağı- lar. i Kuli bu misafirleri tanımıyordu. Yerden yüzlerini o Kaldırmadıkları için, yüzlerini de iyice göremiyorudu. Semga bahadır beklenilmiyen mi- safirlerin gelişinden memnun kalmâ- miş gibi görünüyordu. Kubilây Han birdenbire Semga ba hadıra döndü: ' — Bunler benim eski dostlarımdır, Kendilerine birer tas şarap Ikram edi- niz! Ve elile işaret ederek Çinlileri yerden kaldırdı. İki meçhul misafir başlarını yerden kaldırarak sofranın başına geçtiler. İşte bu sırada Mirza Kulinin yüzü- nü kara sari bir renk sarmıştı. > Kuli, gelen misafirleri tanımakta ir geçikmedi ... ? Çinliler, Kuli tarafından Kukilâyı öldürmek üzere para ile satın alınmış adamlardı! Şimdi bu içinden çıkılmaz muam- mayı kim halledecekti? Kuli bu adamların saraya ve bik hassa Hakan sofrasına nasıl gelebil- diklerine 'şaşiyordu. 'Kubilây Han Semganın yüzüne bakarak anlattı; — Bu adamlar bir gün avda bana çok yardım etmişlerdi. Filin üstünde gidiyordum. Karşımıza vahşi bir hay- van çıkfnıştı, Bu yolcular önüme çi- kan o valişi hayvanı derhal parçala- yıp beni ölümden kurtardılar. O za- mandanberi her yılın ayni gününde beni gelip görmelerini söylemiştim. Demk bir yıl daha geçti bu vakanın üzerinden... Çinliler evvelce talimat alı * rünüyorlardı. EN Kubilâyın böyle birdenbire bir va- ka uyduruşunu yadırgamamışlardı. İkisi de gülümsedi. Ve Mirza Kuliden başka heyecanını gizliyemiyen kimse yoktu. Semga bahadır da bu oyunun ön- ceden hazırlandığını biliyordu. Mirza Kuli bir aralık Çinlilerin yü- züne bakmak fırsatını buldu, İçinden dişlerini gıcırdattığı o kadar belli idi ki... . Kubilây Han bu manzara karşısın- da gülmemek için kendini güç tutu- yordu. Ci Semga bahadır misafirlere sordu: — Vahşi hayvan avına sık sık gi der misiniz? İkisi birden cevab verdiler: — Yılda bir kere... — Şimdiye kadar mühim bir kaza atlattınız ımı? k — Hayır. Çünkü ecdadımızın hep- sl de meşhur avcılardı. Prens Sung ailesinin bütün er- kekleri avcılıklarile şöhret bulmuştur. Böyle olmasâydı, Ulu Hakanımzi avda vahşi Hayvanların pençesinden kurtaramâzdınız! Kubilây; lerim, Hakanım! Dedi ve şarabı bir yudumda mlde- sine boşalttı. Sonra birden şarabın hararetile kı- zışan gözlerini süzerek; — Hakkınız var, dedi, bu Batakha- neler kim bilir ne müthiş Kararlara, ne korkunç facialara sahne olmakta- dır. Benim gibi bir yabancının bun- ları keşfetmesine imkân yoktur, Ben ve uşağım iki nefes çekince, afyon çu- bukları elimizden düşer ve derhal yattığımız yerde $ızıp kalırız. ” Beklenilmiyen iki misafir! yorlardı. Bu sırada perde açıldı. ri Pekin batakhanelerinden bahsedi- — İkiniz “kardeş misiniz? dedi. « Yoksa kardeş çocukları mi? ... Çinliler cevab verdiler: — Kardeş çocuklarıyız, Kuli, Çinlilerin birer prens olduke larını anlayınca hayreti büsbütün artmıştı. Semga bahadır birdenbire bahsi değiştirdi; — Pekine uzaktan geliyorsunuz, deği mi? — Evet. Şark vilâyetlerinden... Pil hassa bugün için Hakana arzı tazi- mat etmek üzere geliyoruz. — Pekine uzaktan gelenler mutlâs ka afyon çarşısına uğrarlar, Siz de uğramışsınızdır sanırım? ;