Başıma «açıkgözlük» yüzünden öy- İle bir felâket geldi ki tövbe ettim, bir daha öyle olur olmaz açıkgüzlüklere yacağım. Bakınız ne oldu?.. İki ay evvel. İs- tanbulun güzel sayfiyelerinden birin- e bir kaç arkadaş bir ev tuttuk. Bi- «im pansiyonun bulunduğu sokağın tam karşısında beyaz bir köşk vardı, köşkte harikulâde nefis bir ka- oturuyordu. İsmi de Kadriye. Ga- Yet çirkin, haydud gibi, iri yarı bir vardı. Bu adam son derece kıs- ve belâlı idi. Birisi karısına yan gutlak gırtlağa kavga ettiği £ok olurdu, Buna rağmen Kadriye fevkalâde Çapkın bir kadındı. Dehşetli oynaktı. ondan büyük ümidimiz var- 8k. Hele oda arkadaşım Fuadle benimi çok fazla idi. Çünkü bizim yan penceresinden Kadriye- hin köşkü gayet iyi görünüyordu. Öm- Yümüz günümüz pencereden Kadri- Yeyi gözetlemekle geçiyordu. Fündle aramıza âdeta büyük bir Aşk rekabeti girmişti. Kadriye bizim tarafa doğru şöyle bir bakacak olsa im aramızda münakaşa başlıyor- — Sana bakmadı bana baktı, — Hayır... Bana baktı. hangimiz Kadriye ile Ahbap olacağız diye âdeta biribirimize Bitiyorduk. Fakat kör olasıca Fuadın daha çok Yakti vardı. Bunun için o Kadriyenin Peşinde taş çıkarıyordu. Öteki arkadaşlarımız da neticeyi merakla bekliyordu. Aca- bâ bu garib rekabette hangimiz par- iyi kazanacaktık? Ben mi. Fuad mi?. İşte tam bu sıralarda bir gün ben Odamda yalsuzken birdenbire kapı vu- Tuldu. Açtım. Küçük bir çocuk... Eli- Me bir mektup tutuşturmasile kaç- ması bir oldu. Bu zarfsız bir kâğıttı, Üstünde «Bay Fuade..» diye yazıyor- du. Çocuk beni muhakkak Fuad zan- nederek mektubu vermişti. Birdenbi- Te elimdeki mektubun altında «Kad- Tiye» imzasını görünce aklım başım- dan gitti. Hemen okumağa başladım: «Sizinle yakından görüşmek istiyo- Tum. Bu gece kocam evde bulunmıya- tak, Köşkün bahçe kapısından içeri Girebilirsiniz. Komşuların ne kadar dedikoducu ve kocamın ne derece kıskanç olduğunu bildiğiniz için ihti- Yata son derece riayet etmenizi dica €derim, Bunun için bu gece saat tam 11 de köşkün önüne geliniz. Biribiri arkasına üç Kibrit yakınız. Bu kibrit- deri sanki cıgaranızı yakmak isten Siniz de, rüzgârda yakamıyormuş gi- bi yaparsınız. Ağzınıza da bir sigara koyunuz ki her kibrit çakışınız da €ğer bir bakan varsa görsün. üç kib- Titi çaktıktan sonra Marinella şarkı- sını isliklea çalınız. Sonra bahçe kapi- sna geliniz ve üç kere yavaşça kapıyı Yurunuz. Kapı derhal size açılacaktır. Sizi derin bir heyecanla bekliyo- Tum. İsminizi öğrenir öğrenmez size hemen bunları karaladım. Geceyi iple Şekiyorum..» , «Kadriye» Mektubü okuyunca başımdan bir kazan kaynar su yemiş kadar oldum. Vay kâfir Fuad vay... Demek el altın- dan böyle işler becerirsin ha... Bu be- nim bayağı erkeklik ti ada Göl ve gençlik izzeti Doğrusu göz göre güre Fuade bu güzel kadını kap- tıramazdım. Şöyle bir karar verdim. Kadın her de bakiyor- du. Bilhassa bana daha çok, daha can- dan bakıyordu. Beiki de benim ismi- mi Fuad sanmıştı. Sonra mektup Fu- âde yazılmış olsaydı bile demek arala- rında son derece hafif bir münasebet, vardı. Kadın Fuadin ismini bile henüz öğrenmişti, Münasebetleri bu derece. de iken ben pek âlâ Kadriyeyi kendi- .me çevirebilirdim. Bunun için bu ge. ce Fuad yerine ben gidecek, Kadriye- nin tavsiye ettiği hareketleri ben ya- Pacaktım, Onun yerine köşke ben gi- recektim, Artık köşke girdikten sonra beni kapı dışarı edecek değildi ya... Bilhassa köşke bu şekilde, böyle kaça- mak suretile girdikten sonra... Nihs- | yet pek sıkışırsam: — Canım benim ismim Fuad.. Mektubunuzu alınca koşup geldim... Siz isimde şaşırmışsınız ne yapayım?.. derdim. ce) ple çekmeğe baş! m ki “e be slad İş tanbula inmişti, geldi. Ona baktıkça içimden güleceğim geliyordu. Bu ge- €e onun nam ve hesabme ne büyük bir saadete konacağımı ah bir bilsey- di.. Bir taraftan da kendi kendimi beğeniyordum. «İşte insan bazan böy- le açıkgözlük etmeli...» diyordum. Nihayet yattık. Fakat ben uyuya- madım. Saat on bire yaklaşınca ya- vaşça kalktım. Pantalonumu ayağıma çektim. Üstümde beyaz bir gömlek vardı. Dışarıya çıktım. İçimden: «İlâhi Fuad!.. diyordum. Bu gece senin hesa- bına yaşıyacağım..» Heyecan içinde beyaz köşkün önüne geldim. Kadriye- nin mektupta söylediği gibi hemen cebimden paketim! çıkardım. Dudak- larımın arasına bir sigara aldım, Bir kibrit çaktım. Lâkin sigaramı yakma- dan söndürdüm. Arkasından bir Kkib- rit, bir kibrit daha yaktım, Yani mek- tupta söylendiği gibi tam üç kibrit ya- kıp söndürdüm. Bir de baktım, karşı- ki beyaz köşkte bir hareket peydah- landı, Birinci vazilem bitmişti. Şimdi vazifenin ikincisine başlamak lâzım geliyordu. Ishkla o Marinellayı söyle- dim. Bu da bitince beyaz köşkün bahçe kapısına yaklaştım. Heyecan içinde üç kere kapıyı vurdum. Kapı yavaşça açıldı. Bendeki heye- canı görmeyiniz. Hemen karanlık bah- çeye girdim. Girmemle beraber sol omuzuma bir odunun inmesi bir oldu. Karanlıkta bir erkek sesi, Kadriye- nin kocasının gayet iyi tanıdığım sesi gümbürdedi: — Seni alçak, ırz düşmanı, rezil he- rif,. ulan seni öldürmiyeyim de kimi Karanlıkta bahçenin içinde alabil- diğime, maksatsız kaçıyor, bir yandan da bağırıyordum: — Vallahi o ben değilim... Ben iâf olsun diye geldim... — Şimdi seni ben yakalıyayım da gör rezil herif... Bak seni yaşatıyor miyım?.. Adam elindeki sopayı karanlıkta gelişi güzel savurdukçu kafama, beli- me, bacaklarıma iniyordu. Dayaktan pestilim çıkmıştı. Vay rezil Fuad... Onun hesabına bu kadar dayak yiyeyim ba... Can havli- le kendimi bahçenin duvarına attım. Oradan da yere atladım. Koşa koşa pansiyona girip yatlım ama... Vücu- düm hurdehaş olmuş, her tarafım mosmor çürümüştü. Ertesi sabah öteki arkadaşlarımız bizim odaya girdi, Benim balimi gö- Tüp macerayı dinleyince kahkahalar- la gülmeğe başladılar, Biri bana an- lattı: — Dün Fuade bir azizlik yaptık. Fuade Kadriyenin ağzından bir mek- tup yazdık. Kadının evine davet et. tik... Üç kibrit çak, sonra Marinellayı ıslıkla çal, ondan sonra da bahçe ka- pisma 3 kere vur dedik... Ondan son- Ta da Kadriyenin kosasma bir mek- tup yazdık: «Dikkat ediniz, karınız si- zi her gece aldatıyor. Âşıkı bu gece de gelecek.. buluştukları geceler olduğu gibi evvelâ 3 kibrit çakacak, sonra ıs- ukla Marinellayı söyliyecek, ondan sonra da bahçe kapısına 3 kere vura. cak, bu gece isterseniz onu saat tam 11 de böylece yakalıyabilirsiniz..» de- dik.. mektubu gönderdik. halbuki FPu- adin mektubu senin eline geçmiş. sen de bir açıkgözlük yapıp Fuadin hesa- bına bir saadet gecesi geçirmeği düşü- nürken mükemmel bir dayak yemiş- sin.» İçimden Fuade ne kadar kiziyor- dum. Lâkin mesele bununla da kal- madı, Kadriyenin kocasının gözü ben- de idi. Benim karısını kandırdığımı sanıyor, öteki arkadaşlarımı kıskân- muyordu. Bu sayede Fuad biraz son- ra Kadriye ile hakikâlen ahbab oldu. Biz bir açıkgözlüğe kurban gittik... (Bir yıldız) BAKTERİYOLOJİ LÂBORATUARI Umumi kan tahlilâtı, Frengi oktal sazanndan (Wasserman ve Kahn teamöüileri) kan küreyvatı sayılması, tifo ve stma hastalıkları teşhisi, idrar, bali kazurat ve sü tahlilâtı, Ultra mikroskopi, hususi aşı” Jar istihzarı, kanda Üre, peker, klorür, kollesterin miktarlarının tayini, Divan yon ——— m Şoü yal DİS O 10 Ağustas 997 Salı İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâkla “Türk musikisi, 1250: Havadis, 13,05: Muh- telif plâk neşriyatı, 14: SON. Akşam neşriyatı: 18,30: Piâkin dans musikisi, 1930:. Konferans: Emelnönü Bosyal Yatım şubesi namına Galib Bin- gül (Çocukların erken hayata ötılması- nın ehemmiyeti), 20: Nuri Halilin iştirâ- kile Türk musiki heyeti, 2030: Ömer Rıza tarafından araben söyler, 2046: Vedia Ria ve arkadaşları tarafından Türk mu- #ikizi ve balk şarkıları (Sat ayarı), 21,15: Radyo fonik dram (Pelles ve Molisande), 2215: Ajans ve borm haberleri ve ertesi günün programı, -2250: -Plâkla sololar, opera ve operet parçaları, 28: SON. Ecnebi istasyonların en müntehap programı Roma (421) saat 22 (Turandot) opera Puceinin, Starsburg (349) saat 2130 öpe- ya Komikten nakil, Nis (253) saat 22 Faust ©perâsından müntahap parçalar, Breslav (316) saat 20 konser, Soltens (443) saat 21 orkestra ve baso, Prag (470) #öat 2145 es konseri, Prag (470) saat 21 Viyolonsel, Fiüt, Piyano ve şarin, Peşte (549) saat 22 Piyano ve Keman, Monako (405) sani 72,10 Yaylı sazlar orkestrası, Belgrad (437) saat 2330 Viyolonsel ve Piyano, Peşte (549) sa- si 23,10 Talgan orkestrası, Dans musikisi Paris P. P. (319) saa12330 Peste (949) saat 24 Lendra (kısa dalga) saat 21. ML Ağustos 937 Çarşamba İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâk- a Türk musikisi, 1250: Havadis, 1309: Muhtelif plâk Beşriyatı, 14: SON. Akşam meşriyatı: 1830: Plâkin dans musikisi, 930: Konferans: Oİnhisarlar baş mürakibi Fevzi (Vatandaşın vergi va» zifesi), 20: Nezihe ve arkadaşları tarafın- çan Türk müsikisi Ve halk şarkıları, 2030 Ömer Rs tarafından araben söylev, 20,43: Bimen Şen ve arkadaşları tarafın- den 'Türk musikisi ve halk şarkıları (Saat ayarı), 2115: ORKESTRA; 2210: Ajans ve borsa haberleti ve ertesi günün progra- mı, 2230: Plâkla &ololar, opera ve operet parçaları, 23: SON, Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Pangaltıda Nargilesiyan, Tak- elm: Limonciyan, Beyoğlu; istklğl caddesinde Dellâsuda, Galata; Kara- köyde Hüseyin Hüsnü, Kasınıpasa: Vasi, Hasköy: Haleoğlunda Barbut, Eminönü: Beşir Kemal, Heybeliada: Halk, Büyükada! Halk, Fatih: Şehza- debüğinde Asaf, Karagümrük: Ahmed Suad, Bakırköy! Hâl, Sariyer: Os- man, Tarabya, Yeniköy, Emirgin ve Rumelihisarındaki eczaneler, Aksa- Tay: E Pertev, Beşiktaş, Süleyman Recep, Kadıköy: Pazarrolunda Rıfat Muhtar, Modada Alâaddin, Üsküdar: İmrahor, Fener: Emlliyadi, Beyand: Kumkapıda Belkis, Küçükpazar: Ha- san Hulüsi, Samalya: Kocamustafı paşada Rıdvan, Alemdar: desinde Eşref Neşet, Şehri kapıda Nâzim. Çektiği ıstırabla- rın mes'ulü kendisidir NEVROZİN Kaşelerini tecrübe etmiş olsaydı ona cehennem hayatı yaşatan bu muannid baş ağrısından eser kalmıyacaktı. NEVROZİN Bütün ıstırabları dindirir, baş ve diş ağrılarile üşütmekten müte- vellid ağrı, sızı ve sancılara karşı bilhassa müessirdir, NEVROZİN Mideyi bozmaz, kalbi ve böbrekleri yormaz Ihtiyar vezire bir — Mabedden çıkarken, bir daha ondan bahsetmemeğe karar vermiş- | tin. Terlanı unut artık, Sema! O | bir ölüm mahkümudur ve bu ak- şam güneş batarken, Terlanın yıldı- zi söndürülecek. Semga kendi kendine: —, Ne olursa olsun, dedi, Terlanin suçsuz olduğunu bir kere daha söy- diyeceğim. Ve gözlerini yere indirdi. Cevap verdi: K — Terlan da Gülçin gibi mâsum- dur, hakanım! Onlar birbirlerile bir- | leşecek ve mesud olscak bir çift kumru idiler, İkisine de yazık oldu. Terlan asılırsa, yerle gök birbirine çarpışıp tufanlar kopsa yeridir. Ter- lan belki her fenalığı yapar, fakat size ihanet edemez, hakanım! — Ya gözlerim?... Bu şahidlere ne dersin? — Yalancı değli, fakat, aldanmış | şahidler derim. — Benimle eğleniyor musun? Gü- zümle gördüm diyorum sanal... Semga yalvardı! — Dünyada, çok yaşadım, hiç bir emelim kalmadı, hakanım! Bütün görüşlerimde isabet vardı. Bu hadise- de de uzağı herkesten iyi gördüğüme kaniim. Ne olur: Terlanın idamını te- hir etseniz... Yalvarırım size! Onu gene cellâda teslim ediniz. Başını vurdurunuz! Fakat, bugün değil, Bir müddet beklesin. Ve bekliyelim. Gö- receksiniz ki, her şey değişecek ve 'Terlanın suçsuz olarak zindana atıl- dığına siz de inanacaksınız! Kubilây bir kaç tas şarap içerek başı dönmeğe başlamıştı. Semga ba- badırın sözlerini dikkatle dinliyordu: — Pek âlâ, dedi, bir müddet zin- danda yatsın. Bükalım bu işin sonu nereye varacak? Beklemekten ne çi- kacak”... bi > Tüyleri ürperten ve ortalığı karıştıran bir mektup! Mirza Kuli üç aydanberi Pekinde oturuyordu. Kuli,, İranda Ergun bahadır ta- rafından Pekine gönderilmişti. Mirza Kull, İrandan Pekine gelir gelmez hakanı ziyaret etmiş ve bü- Moğolistanı gezmek üzere Tah- randan ayrıldığını, bir kaç ay sonra tekrar memleketine döneceğini söy- demişti. i Mirra Kuli bir kaç gün hakanm misafiri olarak sarayda kaldıktan sonra, şebrin sayfiye mahallinde bir köşk tutarak, Semga bahadırın ver- diği uşak ve cariyelerle beraber, ken- di köşkünde yalnız yaşamağa başla- | mışt. Semga bahadır, Mirza Kulinin Pe- kine neden geldiğini bir türlü anlı. yamıyordn. Mirza Kuli görünüşte ha- kana arzı tazimata ve Moğolistanı gez- meğe gelmişti. Fakat, bu ziyaretin elbette bir iç yüzü olacaktı. İhtiyar vezir, Mirza Kolinin peşini bırakmıyordu. Semga, bir gün hakana da endişe- lerinden bahsederek — Ben bu adamdan şüpheleniyo- rum. Demişti, Kubilây han © günden- beri Semgaya sık sık Mirza Kuliyi sormayı ihmal etmezdi. Mirza Kuli, Ergun bahadiırla çok candan seviştiğini, Pekine gelince Mo- ğollan daha çok sevdiğini söyler du- rTurdu. Bir sabah Semga gözlerini açar aç- maz, cariyelerinden birinin sesini işitti, Bu kadın, Semga tarafından Mirza Kulinin köşküne hafiye olarak gönderilmişti. Semga yatağından fırladı. kapıyı — Gökçe, sen misin? Diye seslendi ve cariyesini odasına aldı. Gükçe çok güzel ve akılı bir ka dındı. Otuz yaşlarında vardı. Mirza KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli Gökçe bir gün Semga Bahadıra koştu: “Mirza Kuli, Hakanı öldürecek!, dedi ve mektup uzatt.. No. 137 Gökçe? Mühim bir haber mi getirdin? Diye sordu. İhtiyar vezirin cari- yesi çok heyecanlıydı.. yüreği kopa- cak gibi çarpıyordu. — Mirza Kulinin yastığının altın. da bir mektup buldum... Diyerek, koynundan bir kâğıd çi- kardı, vezire Uzattı. Semga hâyretle mektubu âldı: — Kim yazıyor bunu? — Ergun bahadırın imzasını gör- düm, Mirza Kiye yazıyor. Okurken tüylerim ürperdi. Semga bahadır mektubu kekeliye- rek okudu: «— Mirza Kuli! Dün konuştuğumuz gibi, eğer Pekine gider ve orada bir kaç ay içinde hakanın işini bi- #irip odönebilirsen, İrandaki mevkiimi sana İerk ederek derhal Pekine döneceğim. Çün- kü bütün Moğollar beni sever- iler ve Kubilâyın yerine hakan olarak seçmekte teredâüd ct- mezler. Sen de bu suretle Iran valiliğinde - ben ölünceye ke- dar - kalırsın! Göreyim seni, Kuli, bu işi becermeden dön- me sakın!..» Semga bahadır birdenbire, avucu- nun içinde bir yığın ateş varmış gis bi elini silkti. Mektup yere düştü. — Gözlerime inanamıyorum, Gök- çe! Bu mektubu Ergun bahadır nasıl yazahilir? Ergun damarlarında Türk kanı taşıyan merd bir mumandan- dır. Kubilây ölse bile onun yerine geçecek oğulları var. Bunlar durur- ken, Ergunun Cengiz tahtına otur- masına kim vey verir? Kubilâyın veziri: — Ateşle oynamağa gelen bu adam- dan ben boşuna şüphelenmemiştim! Diye söylenerek yerden mektubu aldı. Bir daha okudu. Bir kaç kere da- ha okudu. Güzleri onu aldatmıyordu: — İşte Ergunun imzası... Ve Ergu- nun el yazisi... Diyordu. Semga bahadır bu vaziyet karşı- sında ciddi tedbirler almağa lüzum görmüştü. Metubu tekrar cariyesine verdi: — Mirza Kuliyi adım adım takip edebilmemiz onu ufak bir şüp- höye bile düşürmek doğru olmaz. Bu mektubu hemen götür, aldığın ye- re - kimseye sezdirmeden - koy!... Dedi. Gökçeye şiddetli talimat verd”. Vezirin cariyesi: — Bugünlerde köşke bir takım Çinliler gelip gidiyor, dedi. Mirza Kuli bunlarla çök gizli konuşuyor Semga sordu.: — Çinliler Mirzanın yanma geldi- ği zaman siz odâya girip çıkamıyor musunuz? — Hayır... Bizi çağırmıyor. — Bir vesile ile girmeğe çalış... — Giremezsem?... — Gelip gidenlerden her gün be- ni haberdar et! Mirza Hangi saatte sokağa çıkıyorsa, sen de ayni saatte hemen arkasından dışarıya çık... Ba- na gel, bildir! — Gelen Çinliler arasında aiyon- keşler de var. — O halide onlarla gizli bir anlaş- ma yapmış olacak. <- Dün gece odada hançer atma tecrübeleri yaptılar. — Nereden anladın? — Çinliler gittiği zaman Mirza Ku- H de sokağa çikmiştı. Odaya girdim. Duvarın tahta kısımları delik deşik olmuştu. Bu mektubu okuyunca Mir- zanın hakâna kıymağa karar verdi- Zini ve bu adamları bu iş için para İle satın aldığını tahmin ettim. — Mirza Kulinin parası var mı? — Çok zengin bir adam, Bir yerine beş veriyor. Uşakların hepsi mem- nun... i — Ya öteki cariyeler?... — Onlara da avuç avuç para veri- yor. Pervane gibi hepsi de Mirzanın etrafında dönüyorlar.