11 Nisan 1937 KUBİLAY HAN Yazan: İskender F. Sertelli Ayşe dudaklarını bükerek, - fazla bir şey söylemeden çıkıp gi ŞI - Yama kendi kendine söylendi: — Ölüm başucunda dolaşıyor. Ya o, ya ben., ikimizden birinin öbür dünyaya gitmesi raukadder, İmpara- toriçeyi memnun etmek için, benim ölmem gerek. Benim yaşıyabilmem için de Tiyen - Fo ölmeli ... «İmparatoriçe, senin ölmeni isti- yor, Şi « Yama.. Sen öleceksin!» Akşam.. Hakan yemek sofrasına oturmuştu. Şarab verenler, şofracı- lar ve harem ağaları Hakanın etra- fınde dizilmişlerdi. O akşam Kubilâyın sofrasında ih- tiyar vezir Semga Bahadırdan başka kimse yoktu. Kubilây her akşamki gibi elile işa- ret ederek: — Kelebek raksı başlasın. Dedi. Japon kızları birer birer salondan içeriye girdiler. Şi - Yama en arkadan geliyordu Şi - Yamanın kulağında hâlâ Ayşe- nin sözleri çınlıyordu: 4— İmparatoriçe, senin ölmeni is- tiyor, Şi - Yama.. sen öleceksin!.» Şi - Yama imparatoriçeyu ertesi sa- bah son kararını, yani ölüp ölmiyece- ğini bildirecekti. Şi - Yama budala bir kız değildi. değildi. Bu işi Hakana açmadan vü- Cudunun en ufak âzasını bile kese- Mezdi, Tiyen - Fo'nun gözüne girme- ğe de ihtiyaci u Salona her akşam (Kelebek raksı) için gelen beş kızdan birinin eksik olduğunu göreceklerini zannedenler birdenbire aldanımşlardı. - Şi - Yama, o gün, ölen kıza benzi- yen bir Çinli kız bularak, akşama ka- dar bu raksı ona talim etmişti. Kubi- lây süslü ve parlak elbiseler içinde dönmeğe başlıyan kızlar arasında Çinli kızın yabancı olduğunu anlr- yamadı. «Kelebek raksi» başlamıştı. Ve Şi - Yama türküsünü söyliye- Tek, imparatora ilk şarab kadehini y Seniga Bahadıra döndü: aydi, ne duruyorsun. ne bek- Myorsun, Semga? Şarab İçme zamanı geldi. Dedem Cengiz han: «Şarab iç- miyenin kanı, suyu kaynamamış çor- bâya benzer!> demişti, Bana şarabın tadım İlk önce o tattırdı. Haydi, şa- rab içelim, kamnuz kaynasın. Semga Bahadır seksen yaşına gel- Mmişti. İçki artık dokunuyordu. ona. Fakat imprator sofrasında zehir olsa içilir, Teddedilmezâi. İhtiyar vezir şarab tasından birkaç kaşık birden aldı.. Hakan sofrasında yalnız olduğu zarın şarabı Küçük tasla kaldırıp içerdi. Hakan böyle ta- sı kaldırıp içince çabuk sarhoş olurdü. Şi-Yama her akşamki türküsünü söylerken hakan fki tas şarabı mide- sine indirmişti. Sem; ll, takdir j — Çok yanık sesi var. bunu coşturuyor, dedi. Kubilây, Şi-Yamadan çok hoşlandı- ğını söyledi.. ve gözünün ucile gözde- ırdı.. genç kadının ağ- zıne bir kaşık şarap akrtir. Şi-Yara yere iğildi.. haksnn dizi- Japon dilberi insanın ru- dı. u türkü- Yü oki nd «Yağmur nedir, bilir misiniz? Öksüzlerin göz yaşı.. Tarlalar bu yaşlarla sulanır.. mahsul büyür. Biz onları yeriz, Ve onlardan ağ-” Iımasını öğreniriz, Yağmur nedir, bilir misiniz? Dul kadınların göz yaşı.. bahçe- ler bu yaşlarla sulanır.. çiçekler büyür.. biz onları koklarız. Ve onlardan neşeyi, ıztırabı öğreni- riz. Öksüzler ve dul kadınlar ağlama- saydılar, göklen yağmur yağ- mazdı, Ve hiz: Neşeyi, ıztırabı ve ağla- masını bilmezdik.» | İ No. 16 Şi-Yama sustu. Önüne bakıyordu... Ve yanakları göz yaşile ıslan”ıştı, Kubilây, Semgaya döndü; — Bu, çok duygulu bir kızdır, Sem- gal Kendi söylediği türküden kendisi müteessir oluyor. Belli ki neşeyi, ıztı- rahı ve ağlamasını biliyor, Sonra birden ihtiyar vezirin yüzü- ne baktı: — Senin de gözlerin sulanmış, Bemgal Sen sarayın en yaşlı adamı- sın! Kulakların hâlâ ıztırabı ve inik tiyi duyuyor mu? Semga gülümsedi: — İnsanlar yaşlanınca gözlerile duyarlar, hakanım! Kulaklarım hıç- kırık duymasa bile; gözlerim, göz ya- gını görüyor. Öksüzleri ve dul kadın- ları gözönüne getirip onlara acıma- mak'elden gelir mi? — Bu, bir Japon türküsüdür. — Güzel sözün ve güzel sesin dili birdir, hakanım! İnsan anlamasa bi- le, o yanık ses, ruha gidecek yolu o kadar kolaylıkla buluyor ki. — Şi-Yama bu türküyü söyledikçe, ben de senin gibi öksüz çocuklarla dul kadınları hatırlarım, Karakurura- da çok öksüz çocuk vardı, Cengiz handan sonra, Oktay ve Menkt onla” ri bir araya toplayıp bir medreseye yerleştirmişlerdi. Acaba Pekinde de çok mudur öksüz'er?.. — O zaman sık sık harplere giden erkeklerin bir çoğu geri dönmezdi, hakanım! Bu yüzden bir çok kadı dul ve sayısız çocuklar babasız, ba- kımsız kalırdı. Halbuki burada, çok- tanberi büyük savaşlar olmadığı için, Karakurumdeki kadar öksüz çocuk ve dul kadın yoktur. Mevcut olanlar da sıkıntısız yaşıyorlar.. yurdumuzda hiç kimse yoksulluktan şikâyetçi de- ğildir, hakanım! ... «Karakurums dan can sikici bir haber.. «&lon kapısında duran nöbetçi, Bayan Bahadırın geldiğini haber ve- riyordu. Kubilây, Şi-Yamaya: — Bizi yalnız bırakınız. Dedi. Rakkaseler Şi-Yama ile bir- Ukte haremkapısından çıkıp gittiler, Bayan Bahadır içeriye girdi. Bayan çok asabi bir adamdı. kanı selâmladıktan sonra: — Beni mâzur görünüz, dedi. Ra- hatınızı kaçırdığımı biliyorum. Fakat, bugün aldığım bir haber beni vakit geçirmeden size sevketti. Prens Kay- do tekrar Karakurum üzerine yürü- mek için prens Kadan ve prens Sing- ha-( Tur ile ittifak etmiş. Bana müsaade | edin de ordumu yola çıkayım. Kubilâyın gerçekten camı sıkılmış- tı. Moğol imperatoru her şeye kolay kolay kızmadı, Bu haber onu rahat- sız edecek kadar mühimdi, Hakan; — Amcam Oklay han haris bir hükümdar değildi. Çok temiz yürekli idi.. beni çok severdi. Onun oğulları ve torunları neden bana karşı isyan ederler? dedi, Semga söze karıştı: — Karakurumun başını boş bırak- mağa gelmez, hakarım! Ben bu ih- timali size Bayan Bahadır buraya gel- diği gündenberi söylüyordum. İşte nihayet patlak verdi. ittifaklar var deniliyordu.. içyüzü anlaşıldı. — Şimdi ne yapmayı düşünüyor- sun? — Bayan Bahadır hemen ordusu- nun başına geçip Karakuruma git- meli, — Kaydo on beş yıl önce de bana karşı baş kaldırmıştı. O zemandanbe- ri uyuyan kini bugün tekrar uyanmış demek. Onu, banu boyun iğinciye ka- dar takib edeceğim. Ve ihtiyar vezirine döndü: — Kendisine bir mektup hazırla ona Iki şartım var: Biri, ordusile be- raber teslim olması. Diğeri, teslim ol- duktan sonra Pekine gelip bana yüz sürmesi, Bunları kabul etmediği tak- dirde onun ve müttefiklerinin peşini bırakmıyacağımı da ilâve et. Semga hakana bir noktayı işaret et- meğe lüzüm gördü: düzüp biran evvel (Arkası var) İstanbul: Öğle neşriyatı — 1230 Plâkla Türk musikisi, 12,50 Havadis, 13: Beyoğlu Halkevi gösterit kolu ta- rafından bir temsil, 14: Son. Akşam neşriyatı: 18,30: Plâkla dans musikisi, 19,30: Konferens: Ordu saylavı Selim Sırrı Tarcan (Rus ede- biyatı). 20: Müzeyyen ve arkadaşlar ri tarafında Türk musikisi ve halk şarkıları, 20,30: Ömer Rıza tarafım dan arabca söylev, 20,45: Muzaffer ve arkadaşları tarafından Türk mu- sikisi ve halk şarkıları, Saat ayarı. 21,15: Orkestra: 22,15: Ajans ve bor- sa, haberleri ve ertesi günün progra- mı, 22,30: Plâkla sololoar, opera ve operet parçaları, 23: Son. Ecnebi İstasyonların bu akşamki en Müntehap Programı rm (550) Saat 17,00 Cho- - Piyano. Hamburg (349) 20,00 Talocart Haydn - Wagnerin parça- ları. Strasburg (332) 25,15 Beetho- ven - Frankın parçalarından. Dublin (531) 20,00 Sir Adrian Boultun idare- sinde bir orkestra konseri. Lyon (463) 20,30 Bach - Beethoven - İbertin par- çalarından. Beronünster (556) 20,50 Harp musikisi, Londra (342) 22,05 Haydn - Brahms - Valtoncın parça- larından. Frankfurt (251) 24,00 Çay- kovsky - Brahms - Berlioz. Dans Musikisi Paris (492) saat 20,30 - Paris Radio (1643) 23,00 - Strasburg (349) 23,05-- Toulouse (329) 0,05 - Milân (369) 23,30 - Roma (246) 23,30 - Belgrad (437) 23,00 - Budapeşte (550) 23,10. Istanbul 10 Nisan 1937 (AKŞAM KAPANIŞ FİATLERİ) Esham ve Tahvilât İst. dahih O 98,— İş. B.Hamiline 10,30 Kuponsuz 1933 » Müessis 83,— istikrazı o İ00—İT.C. Merkez Ünitürk 1 20,85,—| Bankasi » N 20,45.—) Anadolu his. M 2035) Telefon Mümessil T 44,60) Terkos » N 90) Çimente ». M Mithat değir. İş Bankası | 10,30) Şark o» Para (Çek Paris oo 17,62,—) Prağ Londra o 620,—İ Berlin 1,96,40 le Le Made © 114275 o o 14,68: re el Cenevre | 3,47,30 çer Brüksel (| 468,83) Pengo (o 3.99.20 Amsterdam 1,44,80| Bükreş (o 107,90,32 Sofya © 64,19,35İ Moskova (2477 Ticaret ve zahire borsas! 10 Nisan fiat ve muameleleri 1 — İthalât: Buğdey 180, arpa 45, çavdar 90, kepek 15, B. peynir 3/4, Un 15, masır 120, ketentohumu 33, yapak 2, fasulye 23, pomuk yağ 46,3/4; zey- tinyağ 16,1/2 ten. İhracat — Çavdar 60, arpa 450, af- yon 4, iç fındık, 3 ton. 2 — Satışlar: Buğday yumuşak kilosu 6 kuruş 20 paradan 6 kuruş 36 paraya kadar, Buğday sert kilosu 6 kuruş 20 paradan, Arpa Anadol kilosu 4 kuruş 22.1/2 paradan 4 kuruş 30 paraya ka- dar, Çavdar kilosu 5 kuruş 2,172 para- dan 5 kuruş 7,1/2 paraya kadar, Mesir san kilosu 4 kuruş 35 paradan, Tiftik mal kilosu 130 kuruştan, Tiftik derili kilosu 112,1/2 kuruştan, Tiftik deri ki- losu 105 kuruştan 106 kuruşa kadar. 3 —'Telgraflar 9/4/937; Londra Mı- sr Laplata Nisan tahmili korteri 28 şi- lin 3 Peni kilosu 4K. 025, Löndra Keten T. Laplata Nisan tahmili tonu 13 Sterlin 7,1/2 Şi. Ki. 8K. 155, An- a Lehistan Nisan Mayıs tshmili 100 kilosu 140 B. Frang Ki 5 K. 97$., Liverpol Buğday Mayıs tahmili 100 lib- resi 10 Şi. 3;7/8 Pe. Ki7K. 055, Şika- go Buğday Hartvinter Mayis tahmili Bu- geli 139 sent Ki. 6 K. 47 $., Vinipek Buğday Manitoba Mayıs tahmili Buşeli 145,3/4 sent Ki, 6 K. 79 S., Hamburg iç fındık Giresin dethal tahmili 100 ki. losu 165 R. Mark Ki. 83 K. 89 S., Ham- burg iç fındık Levon derhal tahmili 100 kilosu 164 R. Mark Ki. 63 K. 385. Kullanılmış bir şömine aranıyor Eski konaklardan çıkmış veya orada mevcut sağlam ve iyi bir şö- mine aranıyor. (Akşam) ilân me- murluğuha müracaat, Tel. 24240 94,— 11,25 14,80 11— 1— 32,66,93 23,75! 6,25! Kadınlar bir hikâye Ahmed Atıf artık aile içinde büyük bir kahraman diye telâkki olunuyor- du. Çünkü hem kendi istikbalini te- min etmiş, hem ihtimal kide silenin vaziyetini kurtarmıştı. Ahmed Atıf buna büyük bir muzafferiyet sayesin- | Necilenin | de muvaffak olabilmişti: gönlünü kazanmak sayesinde! Filhakika, Necile bütün gençlerin, bütün erkek çocuk ana babalarının son derece heves ettikleri bir genç kızdı. Babasının biricik evlâdı idi. Genç, zarif, canlı idi. Abmed Atıfa karşı beslediği aşk yüzünden Hintli bir mahracenin izdivaç teklifini red- detmiş, Mısırlı bir paşanın izdivaç teklifine kahkaha ile cevap vermişti. Necile aranıp ta bulunmuyacak bir zevce idi. etrafında o kadar tahsil görmüş, güzel, parlak gençler oldu- ğu halde hiç birisine yüz vermemiş, Ahmed Atıfı sevmiş ve onunla haya- tanı birleştirmek için ısrar eylemişti. Halbuki o ana kadar ailesinin için- de kimse Atıfın kıymetini takdir et- miş değildi, Oftu hiç bir işe yaramaz, akılsız, muhakemesiz bir genç zan- nederlerdi. Yalnız bir gösterişi, güzel bir endamı vardı. Fakat bü zamanda adam olmak için bunların kâfi gele- ceğine anası babası bile ihtimal ver- miyorlardı. Böyle istihfaf olunan Ahmed Atıf Necileye kendisini osevdirmeğe mu- vaffak olunca herkesin gözünde kıy- meti büyüdü. Yeni karı kocanın met- hi artık ağızdan düşmüyordu. Parlak bir düğün yapıldı. Düğünü müteakıb yeni evliler kibarane bir hayat sür- mek üzere balayı seyahatine çıktı- lar, İstanbuldan hareketlerinden bir iki saat evvel, Atıfın küzini Behzet onun yanına geldi. Samimiyetle elini sıkar- ken: — Mesud olmanı bütün kaibimle temenni ederim dedi. Fakat bu söz- leri söylerken onda duasının kabul olmıyacağını zanneder bir adam ha- X vardı ... Ahmed Atıfın izdivacı ailenin haya tında mühim bir mevki tutmuştu. Bütün vekayi hep o tarihe göre hesap ediliyordu. Atıfın evlenmesinden ev- vel, evlenrüesinden sonra diye lâkır- dı anlatılıyordu. Aradan seneler gi ile Behcet karşı gelmiş, komu- şuyorlardı, İkisi de ihtiyarlıyor- lardı, Fakat bu iki ihtiyarlık biribi- rinden ne kadar farklı idi, Birinde, vaktinden evvel bastırmış bir ihtiyar- ık yüzünde derin buruşukluklar pey- da etmişti. Çehresi sönük, mânasız bir hal almış, ağzına acı bir ifade gel- miş, gözleri âdeta donmuştu. Müsteh- ziyane söz söylüyor, sinirli jestler yar pıyordu. Diğerinde bir sükün ve hu- Bir gün Atıf Yaşın ilerilemesine rağmen hâlâ genç görünüyordu. Atıf: — Kim der ki ikimiz de ayni yaş- .tayız! diye kendi kendisile eğlendi. * — Hakikat, Atıf, seni biraz düşkün görüyorum, Hasta müsin yoksa? Atıf bu sualin ciddi bir samimiyet ve alâka ile kalbden geldiğini hisse- diyordu. O da hayatında ihtimal ki ilk defa olarak samimi davranmak istedi. — Evet, dedi, çoktanberi basta- yım. Fakat benim hastalığımın çifa- si yoktur. Behcet itiraz etmek İstedi: — Ol Öyle şeymi olur? — Dur hele, telâş etme. Benim has- talığımın adı neğir, bilir misin? Ka- rım! — Kârın 191? Bu nasıl şey, Atıf? Demek mesud değilsin? — Sen bunu tahmin etmiştin. — Ben sana hiç bir zaman böyle bir şey söylemedim. * —Evet ama, yüzünde böyle okunu- yordu. Halbuki ailemin içindeki ap- talların hepsi benim yaptığım izdiva» ca hayran kalmışlardı! Bütün haya- tınca güzelliğini, gençliğini, parasını, Hintli mahracesini, Mısırlı paşasını başıma kakan bir kadınla evlenmekle doğrusu büyük bir marifet yaptım! Onu ©de edemiyenlerin bü- yük talihleri varmış. Benimle evlen- miş olmanın intikamını almak için her çareye başvururken kendi kendi- sini çirkinleştirmek yolunu bile bul- Sa du. Düşün artık! Benimle evlenmek bir hâta Ve Telâket teşkil ettiğine ka- naat getirince, ağlıya ağlıya gözlerini berbad etti; İsterik buhranlara düş- tü. Hasta idi. Kendisini tedavi etmek İçin en meşhur doktorları çağırmak, konsültolar yapmak, Avrupalara git- mek, dağlara çıkmak, şato ve viliâlar- da oturmak icab ediyordu. Bütün pa- talarını bu suretle yedi. Muttasıl ba- na; — Seninle evlenmek yüzünden bu derdlere uğradım diyordu. Ah Hintit mahraceye varmış olsaydım, yahud Mısırlı paşaya razı olsaydım. Ben de İçimden: Ah seni almasaydım da sev- diğim kadını alsaydım diyordum. © Behcet sordu: — Demek'başka bir kadını seviyor« dun? 0.2 N — Evet. Bunu kimse bilmez, Hattâ © bile. By içimde bugüne kadar bir #ır olarak kaldı. Ondan la hâyatta her şeyi kaybetmiş bilir ğumu anhyorum. İstanbulun en zen- gin, en güzel kizile evlenmek için o kadını ihmal etim. Halbuki Necile beni herkesten uzaklaştırdı. Ailem bi- le benden nefret etmeğe başladı. Sev- diğim kadın fevkalâde güzel değildi, zengin değildi. Fekat bir kalbi vardı, etmemişsindir. Behceteiğim, halinden görüyorum, Sen mesudsun. Onun için, böyle genç kalabilmişsin. Şimdi bana kendinden bahset, karımdan, çocuk“ larından bahset. Tabii, çocukların vardır. Ben ondan bile mahremum. — Üç çocuğum var. Biliyor musun Atıf bugün mesud isem bu saadeti 'ben sana borçluyum. Sen, evlenme te- lâşı içinde, mesuj yaşarken etrafında birinin gözyaşı döktüğünün farkın- da değildim. Bediayı hiç düşünmüyor- dun. * Atıf yerinden fırladı: — Bedia mı? dedi. Demek beni s6 viyordu? — Evet. Hem o kadar candan, o kadar fedakârane seviyordu ki başka bir kadını kendisine tercih ettiğin için senden ywiret bile edemiyordu. Fakat birisi ona alâkadar oldu. Yavaş ya- 'vaş onu testili etmeğe çalıştı. Senin işgal edebileceğin mevkii o tuttu. İş- te Bedia e böyle yanyana ihtiyarla- dık, Atıf. — Bedis senin karın mı? — Evet, azizim. Kendisini görsen hâlâ güzel, hâlâ genç. Hattâ virmi yaşındakinden deha güzel Çünkü bütün hayatı daimi bir aşktan ibaret oldu. Senin Karın çirkinleşti, benim- ki güzelleşti. İtiraf etmeli, ki kadın- ada; Halk, Büyükada: Halk, Fo- tih: İsmail, Karagümrük; Meh- med Fuad; Bakırköy: İstepan, Sarıyer: Asaf, Tarabya: Yeniköy, Emirgön, Rumelihisarındaki ec daneler, Aksaray: Yenikapıda Sd- rim, Beşiktaş: Vidin, Kadıköy: İs- kele caddesinde Soliryadis, Yel değirmeninde Üçler, Üsküdar: Ahmediye, Fener: Balalta Mer- kez, Beyazıt: Cemil, Küçüpazar: Yorgi, Samatya: Yedikulede Te- ofilos, “Alemdar: berlitaşta Sır Rasim, Şehremini: Ahmed Hamdi. Askere çağırma Beşiktaş askerlik şubesinden: 1 » 937 nisan celbinde 316 ilâ 332 a kadar deniz efradınm top- lama günü 16 Nisan 937 olup bedeli nakdi vereceklerin 15 Nisan 937 ukşa O m