KADIN KÖŞESİ BALKAN HARBİ Mevsimlik Bulgar komşularımız, bize, bizim için pek acı olan bir hâdiseyi hatırlattılar, Yarihin o sahifesini açmıya bile gön- ,Bümüz razı olmadığı halde onu başlı başına bir cild şekline koyup yanı ba- şamızda ve yüksek sesle okurlarsa bi- sim de işliyen hafızamızı durdurmak ve şuurumuzu bu milli hâile karşısın» da uyutmak elimizden gelemezdi. Bal- kan harbi, Osmanlı tarihinin son yap» raklarından biri üstüne ve Rumeli hart tası üzerine dökülmüş bir siyah mürek- keptir. Bu kara lekelerin altında kalan satırları kelime, kelime okurken Türk mili: vicdanının ne derin azaplarla 817- ladığını duymamız lâzım. Bugün hayatta olan dört Türk nes- İinden üçü, Balkan harbi denilen bu faciayı yaşamıştır. Bu üç nesilden biri 1912 de ergin yaşta bulunanlardır ki, şimdi onlar ihtiyar oldular, İkincisi © zaman genç olanlardır ki, bugün onlar ergin yaştadırlar. Üçüncüsü be- nim gibi o zamanın on dört, on beş yar şındaki çocuklarıdır ki, şimdi kırkına erdiler. Bu üç neslin, Balkan harbini yaşamamış olan dördüncü nesle o ba- direyi anlatması, söylemesi mili bir borçtur. Kara günlerimizi, o günleri bilmiyenlere öğretmezsek onlar, içinde bulundukları devrin muvaffakiyetlerini mukayese ve takdir edemezler; yapıl- miş büyük işlerin önemini anlamıya eremezler. Balkan harbi, Çerlik Rusya ve Avus- turya gibi emperyalist devletlerin, Bal- kanlarda küçük devletler vasıtasile Türkleri Rumelinden atmak hareke. tidir. Bunda muvaffak olmak için düş maniar, en muvafık zamanı seçmişler- di. Cahil ve gafil Abdülhamidin otuz üç sene tam şuurlu bir ihmal ile uyuş- turduğu, her bakımdan fikir ve va- sıtasız bıraktığı Türk ordusunu, meşru- tiyet inkılâbını yapan idealist, fakat tecrübesiz İttihad ve Terakki, henüz genç unsurların eline tevdi edememiş- ti, 1908 denberi geçen dört yıl içinde Bulgaristan, Girid, Bosna-Hersek me- #elelerile Trablusgarp harbi gibi dava- lar, bu türlü ıslahat üzerinde düşünüp karar almıya vakit vermemişti, Üstelik, İttihad ve Terakki, iktidâr mevkiini © doğrudan doğruya kendi eline almayıp Abdülhamid devrinden arta kalmış tor- ba sakallı diplomatlara terketmişti. , Balkan harbi patlıyacağı sıralarda bu neviden insanlar, devleti idare ediyor» Yardı. Her biri'yarım asır, belki daha #azla padişah kulluğu etmiş bü piri- faniler, inkılâp ruhuna elbette intibak edemezlerdi, Nitekim hâdisat, bu eski- miş İnsanların muhayyel tecrübelerin- den hiç bir istifade temin edilemiye- ceğini, gösterdikleri gaflet ve cehaletle bize ve bütün dünyaya isbat etmişti. Hükümet edenler bu halde olduğu gibi dahili siyaset âlemi de ikiye eyrıl- mış; İttihatçı, İtlâfçı diye millet iki- ,Ye bölünmüştü. Ordu içerisine kadar giren bu siyasi ikilikle biz, biribirimizi yerken Çarlık Rusyanın teşvikile Bal- kan devletleri sleyhimize anlaşmak için hani, hani çalışıyorlardı. 20 kânunusa-) ni 1911 de, komşumuz Bulgaristanın © zaman veliahdi olan prens (Borls)in sinni rüşde vasıl olması münasebetile yapılan şenliklere bütün Balkan dev- letleri veliahdlarını göndererek arala» rındaki anlaşmayı hattâ açığa bile vur. muşlardı. Hakikatte Bulgar veliahdı değil, Bulgaristan sinni rüşde vasıl olu- yordu. Halbuki bizde ihtiyar, pinpon Osmanlı vezirleri tanı bir ihtizar demi yaşıyorlardı; Osmanlı saltanatı ve dev- leti gibi... Önce Bulgar - Sırp ittifakı imzalan» dı, sonra Yunanistan bu ittifaka dahil oldu. Bütün bunlar olurken biz mecli- si mebusanı feshetmek, intihap yap- makla ve biribirimizi yemekle uğraşi- yorduk. İttihad ve Terakki muhalifle- ri, Arnavudları tahrik ederek isyana bile sevkedecek kadar hamiyetten, va- tanla alâkalı olmaktan uzaklaşmış bu- Tunuyorlar. İtalyan harbi devam ettiği halde herkes Arnavudluk isyanile meş- gul. Başlarında büyük şefimiz (Binbaşı Mustafa Kemal) bulunan birkaç mü- cahid, vatarıdan uzakta, Trablusgarpte düşmanla uğraşa dursunlar; İstanbul bu hay ve huy içinde çabalamakta. O günleri görmemiş, bugünün bah- tiyar çocukları!... Dinleyin, can kula- ğile dinleyin. Artık Balkan harbi ari- Kahve rengi ince yünlüden mev- simlik elbise. Yakasına kahve rengi, sarı ve kırmızı şerit dikilmiştir. Ke- Mmerinin önüne ayni şeritlerden dikil- miştir. fesindeyiz. O zaman başta bulunanlar | EDEMEN ne yapsalar beğenirsiniz, 1912 eylülün de, iki üç seneden beri silâh altında bu- lunan, şöyle böyle talim görmüş as- Yeni mektebler kerlerimizi de terhis etmezler mi? Ne |Beş yılda İzmir vilâyetinde büyük bir hata işlediklerini bir kaç gün sonra anladılar ve yeniden efrad top- lamıya başladılar, Fakat iş işten geç- mişti, Komşularımız, bunu vesile itti- haz ederek 17 eylülde seferberliklerini ilân ettiler. Bizde mecburi olarak s€- ferberlik ilân ettik. Nihâyet harp patladı. Osmanlı dey- letinin seferber ordusu 598,000, birleşik Balkan seferber orduları 568,000 idi, Far kat sadece aded ne ifade eder kil... Ef- rTadımızın birçoğu elindeki tüfekleri na- sl kullanacağını muharebeye girmek üzete fken'yolda Hidlde idi. 'Kumandanların mühim bir kısım, bil- gisiz ve beceriksiz. Böyle olanlârın ne halde olduklarını göstermek üzere bir erkânı harp arkadaşımdan dinlediğim şu hikâyeyi anlatayım: * OKöhfarövade bulunan bir fırka ku- mandanı miralaylıktan llvalığa terfi ediyor. Livalık emrini alınca fırkasını bırakıp geriye geliyor ve pantalonunun kenarına kırmızı paşalık zırhını koy- durmak için kapı kapı terzi arıyor. Ku- mandan vazifesi bâşına döndüğü za- man firkasını bulamıyor. Asker harbe tutuşmuş ve orada butada bozulmuş, dağılmış... (Devamı 10 uncu sahifede) Hasan Âli Yücel 420 mekteb yapılacak İzmir (Akşam) — Vilâyelin beş yıl- Uk mektep inşaat programı hazırlar- mıştır. Bu programa göre beş yılda vilâyet köylerinde (400) ve İzmirle kazalarında (20) ilk mektep binası olmak üzere (420) mektep binası ye- niden yaptırılacaktır. Beş yılda bütün köyler mektebe kavuşacaktır. Bu mektepler için lâzım olan öğret- menlerin temini meselesine gelince bu basit bir mesele olarak görülmekte- dir. Senede bunun için 250,000 lira sar-| fı lâzım gelecektir ki, bunu vermeği de kültür bakanlığı yadetmiştir. Son fırtianın İzmirdeki zararlari İzmir (Akşam) — Torbalı Kazasın- da fırtına yüzünden epi hasarat ol- muştur. Bir ev tamamen yıkılmış, bir kaç evin duvarları çatlamış, Kâzımpa- Teşkilâtı kanununun bazı mad- delerindeki değişiklik Büyük Millet Meclisindeki müzakerenif zabıtlarını aynen neşrediyoruz (Dünkü nüshadan mabaad) Bu lojik ile kabili tevfik değildir. Man- tık bunu kabul etmez. Devlet bugünkü teşekkülü itibarile mademki ordu gi- bi gayet çetin, ince, girift, modem tekniklerin hepsine istinad eder nazik bir makinayı elinde bulunduruyor ve 'Türk Devleti de en ziyade bunda mü» yaffakıyet göstermiştir. Türk devletis nin icabında eline alıp ta muvaffak 0- Jamıyacağı hiçbir iş yoktur ve olamaz. Bir taraftan Türkte ordu yapmakta en büyük vasıf görülürken diğer taraf- tarı en küçük bir işe devletin kabiliyeti olmadığı fikri bize dalma telkin edilir- di. Uzak değil, 1912 tarihinde 'İzmire dört Türk makasçısı koymak için Türk- lerin şimendiferciliğe aklı ermez, diye 'Türk komiseri, bizini komliserimiz ta- rafından ricâmız reddedilmişti. Bunu bilen ve derhatır eden, içimizde arka- daşlarımız vardir. Aradan yirmi beş sene geçmemiştir. Bugün şimendifer- Jerimiz biz Türkler tarafından yapıl- makta ve işletilmektedir ve bugünkü işletme ile evvelki işletmenin farkını görmek için Nafia Vekâletinin çıkar- mış olduğu eserlere bakmak kâfidir ve yalnız yolcu olmak ta yeter. Biz bu prensiplerimizi istatik olarak almadık. Yani muayyen bir formül tat- bik ederek onu ebediyen muhafaza için almadık. Hayatın gündelik zaruret- lerinden mülhem olarak aldık, İnk Yâpçılığın esas ruhu budur. Dünya için en İyi yapılan kanunlar bugün kütüp- hane camekânlarında tozlarla örtülü- dür. Ne mükemmel sistemler vardır ki hiçbir tatbik'sahası ve imkânı bula- mamıştır. En iyi kanunlar maddeleri en iyi olan kanunlar değildir. Milete en uygun olan kanundur. (Alkışlar) Ve millet meclislerinin en büyük vazi- fesi milletlere en muvafık gelen ka- nunları yapmaktır ve bizim Meclisimiz de böyle yapmıştır. Millet meclisleri bir takım #lozofların ve hukukçuların mahalli içtimaı değildir. Millet meclis- leri günün ihtiyaçlarmndan hayatın zaruretlerinden aldıkları ilham üzeri- ne milletin inkişafı için en iyi kanunu yapmakla mükelleftir ve bizim Büyük Millet Meclisimiz de doğduğu günden şa ilk mektebinin kiremitleri uçmuş, |bugüne kadar böyle kanunlar yapmıştır, çocuklar yağmur altında açıkta kal. muşlardır. Telefon direkleri yıkıldığı ve teller koptuğu için muhabere bir müddet için intikaa uğramıştır. O g- rada ansızın kasırga da çıkmıştır, Za- rar mıktarı 2000 lira raddesinde tah- min ediliyor, Nüfusça Zayiat olmamış» tar, Tefrika: No. 42 — Biliyor musunuz Süzi, inanılmı- yacak şey! dedikten sonra iç cebinden çıkardığı bir sürü gazete kesiklerini gülerek dizlerimin üzerine koydu. Gazete parçalarına göz gezdirdim. Böyle bir muvaffakıyeti meydana çi- karan satırları okurken parmaklarım titriyor, yanaklarım yanıyordu. Se- Yinöceğim yerde birdenbire derin bir yelse kapıldım. — Nihayet istediğiniz oldu., dedim, — İstediğim mi? Bu kadar az değil, daha büyük emellerim var. — Haklısınız, Gittikçe şiddetini arttıran rüzgâr ağaçlarda kalan son yaprakları kopa- Mp başımıza, ayağımızın dibine savu- Yuyordu. Denizden gelen garip inilti lere, yemişini uzun nağmelerle methe- den bir kestanecinin melânkolik sesi karıştı. Bu sesi işitince kalbim sanki parçalandı, boğazım yanmağa başladı. Bebebini bilmemekle beraber çocuklu- Kumdan beri ne zaman bir kestaneci- hin geçtiğini duysam en neş'eli anımda bile durgunlaşır, hırçınlanır, altüst 0- Yurum. Bugün do ayni esrarengiz hisle KIRILAN BEBEKLER Nakleden : Zeyneb dü büsbütün başım döndü, yanaklarıma iki damla yaş döküldü. Necdet, yüzüme bakmaksızın gazete kesiklerini binbir itina ile sıralayıp yerleştiriyordu. Ara- dan ne kadar bir zaman geçti bilmiyo- Tum birdenbire yaklaşarak #ki elimi tuttu: — Süzi size projelerimi anlatayım, dedi. Bu mevsime yetiştirmek üzere üç perdelik milli bir dram hazırlıyorum, Bundan başka çerçevesini bitirdiğim iki de roman yazacağım. Artık bu sefer... Dikkatle, cümlesini bitirmesini bek- ledim, fakat o sanki fikrini söylemekten vaz geçmiş gibi sustu, gözleri uzakla- ra daldı. «Artık bu sefer» demekle ne kast et- mek istodi acaba? Dahs büyük bir mu- vaftakıyet mi ümid ediyor yoksa beni mes'ut etmek için birçok şeyin elzem olduğunu mu zannediyordu?. Söyle söyle Necdet! Sana karşi duy- duğum sevgiyi küvvetleştirmek, kök- leştirmek için binlerce halkın alkışları" na, isminin bir zafer abidesi gibi mek- tep çocuklarından en büyük €diplere kadar ağızlarda dolaşmasına lüzum yok. Yaşamam için esas tuttuğum kap- rislerim, zevklerim seni tanımadan ön- ct beni avutan birer oyuncaktı, şimdi onları tepmeğe, kırmağa, güslereceğin €n basit bir hayatı seve seve benimse- meğe hazırım, fakat sen niçin susuyor. sun? Sâadetimizi tamamhyacak bü kü- çücük kelimeyi niçin söylemekten çe- kiniyorsun?. Niçin Allahım niçin?.., Güneş balmak üzere İdi. Etraftaki tektük insanlar da sessizce kaybolmuş. lardı. Necdet başını kaldırıp iki üç de- fa derin derin nefes aldıktan sonra: — Tuhaf şey... dedi, sanki... — Zonguldak tepelerinin vahşi çiçek- lerinin Koküları buraya yayılmış. — Gözlerimi kapatsam kendimi ora- İ larda zannedeceğim. Ayağa kalktım, Necdet koluma girdi, Akşamın ileriiyen bu saatine, büsbü- tün soğuk esen rüzgâra aldırmıyarak | yaş çimenlerin, ıslak taşların Üzerinde yavaş yavaş yürümeğe başladık, Par- kın kapısına yaklaştığımız zaman ya- nımızdan güle söyleşe bir kafile geçti, Etrafın oldukça kararmasına, rağmen geçenlerin durup bize baktıklarını gör- düm. Sanki hepsi ayarlanmış bir maki, ne gibi bir ağızdan: «Necdet» diyerek tekrar bize doğru döndüler, Ben he- men kolundan çıkıp biraz ilerledim. Ki misli şatrimin boynuna sarılıyor, kimisi hararetle elini sıkıyordu. Hep birden Söylenilen tebrik sözleri karışıyor, anla- Ve Türkiyeyi böyle kurtarmıştır. (Al kışlar, bravo sesleri). Toprak kanunu, çifçiye toprak ver- mek kanunu, çok isterdim ki benim da» irel intihabiye arkadaşım Milâslı Halil Menteşe de esasta bizimlie beraber ol- sun, Çünkü Türk köylüsünün çektiği, Topraksız Türk köylüsünün çektiği şilmüz bir hale giriyordu, Nihayet Necdet, güçlükle ellerinden kürtulup yanıma geldi, fakat biraz evvelki zev- kim kırılmıştı. Kapıya doğru hızlı hız- nı yürürken o: — Çoğu mektep arkadaşım, fakat bu! Saatte burada işleri ne? diyordu. Bir başka gün Şuşutla birlikle Meci- diye köyündeki apartımana gittik. Nec- det rob dö şambr ile karma karışık kâ- gıtlar yığılmış bir masanın başında ça» lışıyordu. Bizi karşısında görür gör mez heyretten dona Kaldı. — Rahatsız etmiyelim?, — Rica ederim, nasıl kelimeler kul- lanıyorsunuz?.. Karşısına oturduğun: zaman yüzün- de garip bir gülümseme vardı. Genç bir kızın bir bekârın evine gelişine şaşan, bu cesareti ayıplıyan bir gülümseme, ziyaretimin münasebetsiz olduğunu ve genç kızların böyle şeyler yapmamala- rı lâzım geldiğini ben de biliyorum, fa- kat Necdetin Mithat gibi ahlâksiz, &vi- ne ayak basanların boynuna Sarılan bir genç olmadığına eminim, Sessizce geçen bir iki saniyeden son- Ta — Taşınıyorum.. dedi, — Sahi mi?. — Evet, sizin arka sokakta yapılan âpartımanın ikinci katını tuttum. — Ne güzel. dedikten sonra kıp kır- İ yorum.. demekti, Ağzımdan çok rn esasiye ıstırabı, bilhassa, kendi daire! izl” biyemizde benim kadar o da görü tür. Nitekim, topraksızlığın delili 08” Tak kendi çifliğini köylülere tewi tiğini burada kendisi söylemiştir. Bİ” köylüye bunu uzun vadelerle yeyabit bedelsiz olarak vermişlerse, buradi? kendilerine ülenen teşekkür ederi” Demek ki topraksızlık ihtiyacını ye disi de görmüş ve biz bu kanunu yer maden daha evvel bize tekaddüm € 4 Tek İcabını yapmıştır. Arkadaşlar, Muğla vilâyetinin Bö ceğiz kazası tamamlile çiflik ağalal y elindedir. Hükümet konağı meri zada bir çiflik ağasının tarlası İÇ dir, Köylünün bir karış toprağı yoktü | orada çalışır. Vilâyetimizin diğer Jarında da hal böyledir. Dairel inÜli biyemizin yarı çifçisi topraksızdi. a aşmuyan ağa oturur, köylü çalışır talya da böyledir, Şark yilâyetli . de tamamile böyledir. Bu memleketin ağrerlerinin iza büyük ve milli bir iztraptır. Eğer Pi” nu halletmiyeceksek, memleketimi” topraksız çifçiyi cumhuriyetin ve ini Jâbin büyük nimetlerinden mahir Takmış olacağız. Eğer millet kendi raklarında ekmeğine hâkim olma ve bunu temin edemezsek yapılan g lerin mânası kalmaz. Vatan ve topraksız bırakıp şu veya bu mmulsi yel idealler peşinde koşmak, kı datmak değil midir? Kendi yakasi uma ve bu ırkdaki büyük seciyenid vw letini göklere çıkardığımız Türkü * halden kurtarmak lâzımdır. (Bravc. leri, alkışlar.) Toprak, çifçiye toprak; esbabi yi besinde söylendiği gibi bu bir 1ş değildir. Topraksızlık hi verlecektir, Kanun geldiği vakit A ları müzakere edilecektir. Bir tar: bu iyilik yapılırken, diğer taraştan Hİ kimsenin hukuku tasarrufiyesine cavüz etmek niyetinde değiliz. di tasarrufiyenin en mahfuz olduğun bilhassa tekrar etmek isterim, yuki tasarrufiyenin en çök mahfuz Köl e yer Türkiyedir. Ve bunu böyle tu' mecburiyetinde olduğumuzdan tep kanunu tetbik edilirken, getirilece iy nunla da muhafaza edilecektir. kendilerinin dediği şekilde vey& ur şekilde Büyük meclis onun şeklini edecektir. Bence Toprak kanununda, dolayı gönüllere bir endişe getirme” düşünmenin hiç bir mânası yoktü” Arkadaşların bilhassa bu DOK” nazarı dikkatlerini eelbetmek ister” (Arkası vE) mızı oldum. Bu küçücük «ne güzeli. mânası çok büyüktü. «Bana büzük yakınlaştığın, seni sık sık görmek e, dim çoğaldığı için sevinçten de çıkan bu sevinç işaretini unut için pencereye doğru gidip dışarıYâ mağa başladım. — Ne manzara! dedim, bu gözlğ birakmağa gönlünüz nasıl rafi i yar?, Necdet de yanıma geldi, 0 GE Ki lerini camın kenarına dayadı, gi mize o kadar yaklaşmıştık Kİ, ayy kamın kenarı yüzüne değdi; özür diledim. O hissiyatını BZİ. bir gülümseme İle: hi — Şapkanızı çok seviyorum, se yakişıyor.. dedi. Dudaklarımı gayrı il bilhassa bu seferki büsbütün sıktı, Necdetle ben biribirimize z Sakin Şuşut odanın bir sessiz sessiz oturmuş renkli İlimiz de bir kaç dakika tek bir zig söylemeden durduk. Önümüzde gıplak ağaçlar uzayıp gidiyorÜ yg yet beni bu eve koşturan sebeP Komplimanlardan osasen an gösterecek devirleri çoktan g0 rd muanın yapraklarını kar! gârdan yaprakları dökülmüş. geldi ve: d. (Devami e