Her gün bir hatıra .. Haydutlar bize yaklaşınca bağırdım: öiz Diyojenin hikâyesini bilir misiniz? Bizi öldürmek istiyen haydutlara bir hikâye anlatarak malımızı, canımızı nasıl kurtardım ? Hayatı son derecede fırtınalı geçen Bitimin öyle meraklı hatıraları Vardır ki, bunların her biri başlı başına bir roman olabilir. Ben. anun yalnız lüfen anlattığı bir iki macerasını Yazmakla iktifa edeceğim., «Hergün bir hatıra. » serisinde her halde bir papa- zın, bir baş papazın hatıralarının bu- Yunmaması bir eksiklik olurdu. Bunun İçİk dostum Papa Eftimi kilisenin üs- tündeki odasında ziyaret ettim. Uzun uzun konuştuk. Bir aralık: > Bilir misiniz, dedi, «Tatlı dil enge- Tek yılanını deliğinden çıkarır» diye €ski bir ata sözümüz vardır. Dünyada bundan daha doğru bir söz olamaz. Ben tat dille ve bir Diyojenin fenerle insan hikâyesi yüzünden hayatımı €N azılı haydudların elinden kurtar- dm. Bizi soymak, öldürmek isteyen baydudlardan hattâ ikram bile gör- düm. Anlatayım. Mi köyden «Keskinse gidiyoruz. Bi- kervanda bir manifatura tüccarı ür bir ben varım, birkaç tüccar dahâ, * de dişlerine kadar silâhlı bir adam... Yola çıktık... Öyle boğazlardan geçiyo- Tuz ki, hiç sormayınız. O civarda da ga- Yet azılı bir haydud kumpanyasının uçurmadığını işltmişiz. Boğazlar- birini geçer geçmez tüylerimiz di- diken oldu. Çünkü karşımıza ta- Mâimile silâtılı 20-30 atlı çıkmıştı. Hepsi “$kiya.... Hem de oranın en meshur, en AZI) eşkiyası... Bulduklarını kesiyor- lar... Yanımızda bulunan silâhlı arka- daşımız hemen tüfeğine sarıldı. Eşki- Ya Çetesi de silâhları ellerinde üzerimi- # doğru stlarını dörtnala kaldırdılar. li müthiş, Ne kadar mukavemet müm, anyada onlarla başa çıkmak Ee » Zira bizim kuvvetle- zin 20 misli... a samimi arkadaşıma: imiz e silâhı... — Peki ne yapacağız... İr İşi bana bırak... Ötesine ka- Eşkiya çetesi bütün hzile üzerimi 28 doğru geldi. Onlar yaklaşır yaklaş- Maz bütün kuvvetimle bağırdım: ei rım! Haydudlar bu sözümden şaşaladılar, azını durdurdular, ben tekrarlidımi m m. siz Diyojenin fenerle amasının hikâyesini bili Musunuz?.. ğ a me aYdudiarda ses yok.. bön bön yüzü- bakıyorlar, Nihayet içlerinden biri: i Mi yle şey bilmiyoruz... dedi. tadım; ? — Öyle ise size Diyojenin elinde fe- erle nasıl insan pe anlatayım... Başladım anlatmağa,.. Diyojenin in- ie Aramasının sebebini bir türlü an- , Ayamadılar. İçlerinden biri: Di Sen bu hikâyeyi bize neden anla- Yorsun be... O herif niçin insan ar” emaşe. Yeryüzünde insan yok mu © zaman bütün talâkatımı kullana iş oaladım sİnsan» denilen Şeyi ta- , İnsan olmak için nasıl hareket edil- lâzım geldiğini, fenalara katiyen denilemiyeceğini bağıra bağıra, iyim sa içinde birer birer anlattım. f sefeler yaptım. Öyle şeyler söy- ki, biran bir de ne bakayım. Hay- Ağlamış, öhündeki dağ gibi adam iyor mu?, Bu iri Adam bana e a. dedi arkadaşlarına söyle İten Pınar var. Pınarın başına ibi Yele. de orada birkaç lokma ekmek gir si Allah ne verdiyse,. Böl ... dedik. Ge, Piri Bitik. Bizi soymak, bel Bayam ek için yanımıza gelen v nereden buldularsa butdu- Papa Eftim lar. Müthiş bir sofra kurdular. Bize Öy- le hir ikram, öyle bir ikram., etleri ağ- zıumıza sokuyorlar: — Allahaşkına ye. Allahaşkına ye.. diye.. Bir aralık gözleri bizim arkadaşın | manifartura eşyasına ilişti, Sordular: — One onlar?. — Hiç. manlfatura eşyası.. — Ne yapacaksınız bunları?.. — Hiç arkadaş köye götürüp sata- cak.. — Bize satsın yahu.. Üstelik hem de büyük bir fiatle bi- zim arkadaşın manifatura eşyasını sa- tın aldılar. Görüyorsunuz ya.. bir Diyojen hikâ- yesi ve tatlı bir dil hem hayatımızı, hem malımızı kurtarmış, hem de ik- ram görmüştük. İKİNCİ BİR EŞKİYA VAKASI 'Tatlı dilin hayatımda pek çok iyilik- lerini gördüm. Gene Keskindeyim, O- turduğum evin altında bir madam ya- tap kalkıyor. Madamın de eli yüzü düz- gün bir kızı var... Bir gece yarısı müthiş çığlıklarla u- yandım: — İmdad. — Öldürtyorlar... Mehtaplı bir gece... Bir de koştum ki, avluda iri yarı bir adam mada- min kızının önünde durmuş. Kocaman bir saldırmayı havaya kaldırmış, bu müthiş silâhı kızcağızm boğazına sap- lamak üzere... Hemen bağırdım: — Ne yapıyorsun?.. Zavallı adam sa- na yazık değil mi?, Ömrün günün ha- pishanelerde geçecek biçare mahlük... Haydi bü kıza acımıyorsun... Kendine de mi merhametin yok... Karanlıktaki adam: — Doğru be baba... diye bağırarak kızı bıraktı. Bütün kuvvetini tabanlar rıra vererek alabildiğine kaçtı... Bu da ikinci vaka... ÖLDÜRMEK NİYETİLE GELEN İKİ ADAM Her ne sebepten ise iki delikanlı bana ei kızmışlar.. beni öldürmek islemiş- ler... Bir gün kiliseye geldiler. Harıl harıl beni arıyorlar... Kilisenin kandileisi ya numa geldi; — Aman. dedi, iki kişi geldi. Ellerin- de tabanca sizi arıyorlar, hemen kaçıp gidiniz Kandile'nin bu sözelrine güldüm: — Kaçmak mı? Sebep?.. dedim., — Sizi öldürecekler yahu,.. — Bakalım bir kere daha tatlı dili tecrübe edelim... dedim. Dışarı fırladım. Onlara: — Beni arıyorsunuz değil mi?, — Evet.. dediler. seni öldüreceğiz.. — Ben de sizi bekliyordum, Buyru- nuz, şu odaya girelim.. Girdik. Derhal göğsümü açtım: -- Vurunüz.. dedim., amma içim size — Neden?, — Çok gençsiniz... Yazık değil mi bu yaşta katil olacaksınız. Ve başladım söylemeğe. öyle tatlı şeyler söyledim ki, biri cebinden sige- ta paketini çıkardı: — Buyursana baba. dedi... İki saat içinde öyle ahbap olmuş- tuk ki, yanımdan ayrılırken beni evle- rine yemeğe davet ettiler. Hem de ne istarla.. Bir gece Keskinde evimde yatıyorum. Vakit gece yarısını geçmiş. kapım acı acı çalındı. Baktım zebellâ gibi silâhlı zdamlar.. eşkiya.. gece yarısı aşağı in- din. Zerre kadar korkmadan kapıyı aç- tım... Ellerinde matralar, omuzların- da silâh.. biri; — Sen buranın papazı imişsin,. dedi, bizi reis gönderdi. çabuk bize 3 okka şira bulacaksın. : Aman yahu.. üzüm vakti değil.. ge- | cenin bu saatinde şirayı nerede bulaca- Şım?.. Delirmek işten değil.. sonrane garip arzu bu.. evden eşya, para filân istemiyorlar da ille şira... — Peki.. dedim.. Ertari ile sokağa fırladım. Matralar elimde gece yarısından sonra Keskin sokaklarında saatlerce bir şira arayı- şun vardır ömürdür, Hâlâ bu gece ma- cerası aklıma geldikçe gülerim. Bu ma- cerayı da tatlı dil sayesinde bertaraf ettim. Size en büyük tavsiyem şu ol- sun.. mümkün olduğu kadar tatlı dili olunuz. Hayatta muvaffakıyetin en bü- yük sırrı budur, — H.F. Es Kasada kalan “milyonlar General Franko hesabında nasıl aldanmış? . | Daliy Ekspres gazetesinin Valensiya muhabiri yazıyor: General Frankonun emrile basılmış olan milyonlarca liralık kâğıd para İn- gilterede kasalarda muhafaza edilmek- tedirler. General Franko bu paraları çok ey- vel bastırmış ve ikinci teşrinde piyasa- ya çıkarmayı tâsarlamıştı. Bu tarihte Madridi işgal etmiş bulunacağını ta- savvur ediyordu. Bu tasavvuru tahak- kuk etmediğinden paralar kasada kal. mıştır, Kendi idaresi altında olan yer- lerde bile asi general bu parayı piya- saya çıkaramamaktadır. Çünkü eski bir İspanyol kanunu tedavüle çıkarılacak parnın behemehal Maâridden piyasaya çıkarılmasını lüzumlu kılmaktadır. Franko bu paraların basılması için bin- lerce lira sarfetmiştir. | Galata: Karaköyde Hüseyin Hüs- nü, Kasımpaşa: Müeyyed, Has- köy: Aseo, Eminönü: Hüsnü Hay- dar, Heybeliada: Halk, Büyükada: Halk, Fatih, Saraçhanede İbrahim Halil, Karagümrük: Mehmed Fu- ad, Bakırköy: İstepan, Sanyer: Asaf, Taarbya, Yeniköy, Emirgân, Rumelihisarındaki eczaneler, Ak- saray: Yenikamda Sarım, Beşik- taş: Vidin, Kadıköy: İskele cad- desinde Sotiryadis, Yeldeğirmenin- de Üçler, Üsküdar: Ahmediye, Pe- ner; Balatta merkez, Beyamd: Ce- mil, Küçükpazar: Yorgi, Samat- ya: Yedikulede Teofilos, Alemdar: Cağaloğlunda Abdülkadir, Şehre- mini: Ahmed Hamdi. im İdüdminildiri Yazan: Ahmed Refik VENEDİKLİ BAFFA “Safiye Sultan,, Tefrika No: 72 Ester Kiranın vücudu delik deşik oldu. Ayağına bir ip taktılar, cesedini sürüye sürüye Atmeydanına getirdiler — Fimabaid komazız. gelmek gerektir. Diye bağırdılar. Halil paşa sesini çıkaramadı. Fa- kat sipahiler, artık kaplarına sığmı- yorlardı, Saraya hücum etmeğe kalktılar. Sarayın bütün rezaletlerini Halil paşanın önünde sayıp dökmeğe baş- Jadılar. Halil paşa ne yapabilirdi? “Emir kulu, Paşa derhâl saraya koştu, Üçüncü Mehmedin anası Venedikli Baffaya işin vehametini anlattı. Safiye sul- tan telâşa düştü: — Kaybolmuştur, deyin, dedi. O da biliyordu. Yahudi karısı sipa- hilerin ellerine bir geçecek olursa, parça parça olacaklı. Halil paşa Sa- #iye sultana: — Kâr müşküldür, dedi. Safiye sultan içeri koştu. Sipahilerin isyanını anlattı. Mehmed ne yapacaktı? — Gitsinler, bulsunlar, dedi. Çavuş başı Ömer ağa, kapıcılar kethüdası Nasuh ağa, Ester Eirayı bulmak için yola çıktılar. Bütün İs- tanbulu araştırdılar. Nereye saklan- mışsa meydana çıkarmıya çalıştılar O gün, cumartesi, Yahudiye Kira- yı bulmak kabil değildi. Yeniçeri ağası Hasan ağa bütün Yahudi ma- hallelerini tarassud alına aldırdı. Bekir kethüda ile başçavuş, ocak ağaları kol kol sokaklarda dolaşmıya başladılar. Sipahiler Halil paşanm karşısın- dan ayrılmıyorlardı. Yahudiye Kira mutlaka gelecek diye ayak basıyor- ardı. Nihayet, uzaktan, çavuş başı Ömer ağa İle beraber, semerli bir at üzerin- de ihtiyar bir karı gördüler. Koca Ömer ağa, aramış aramış, «Yahudi- yei acuzer yi bulmuştu. Sipahilerin iraktan gördükleri ka- dın o idi, Hepsi de gözlerini o tarafa dikti- ler. Hiddetle bakıyorlardı. Ömer ağa paşakapısının merdiven» lerine yaklaştı. Ester Kirayı attan ir- Meydana Oğluna Üçüncü | dirmesine bile meydan kalmadı. Si- pahiler birdenbire atıldılar. Öyle bir hançer vuruştular ki, Ester Kirayı bir anda delik deşik ettiler. Ona da kanmadılar. Ayağına çarçabuk bir ip taktılar, Leşini sürüye sürüye Atmey- danına getirdiler, Biraz düşündüler: Felâketlerine s8- bep yalnız bu kocakarı mı idi? Çolu- ğu, çocuğu hepsi onunla birlikti, On- ları da ortadan Kaldırmak lâzımdı. İstanbul halkı artık yahudi ihtikâ- rından bıkmıştı. Onlar, sığındıkları topraklara bile ihanet ediyorlardı. Buüdinde Macarlarla dost olarak yaşı- yan yahudiler, şehrin anahtarlarını Kanuniye teslim etmişlerdi. İstan- bulda Bizanslılarla can ciğer yaşıyan yahudiler, Türklerin şehri alacakla- rını anlar anlamaz, Türklerin emir- lerine boyun eğmişler, ve birlikte yaşadıkları Rumlara ihanet etmiş- Jerdi. Onlardan artık vefa ve sadakat nasıl ümid edebilirdi? Yaptıkları iha- netlere mükâfaten divandan hüküm almış, avarızı divaniyye ve tekalifi örtiyyeden muaf İstanbulda ne ka dar yahudi vardı! Sipahiler Ester Ki- Yanın leşini Atmeydanına sürüdük- ten sonra bir araya geldiler. Konuş- tular, Mushafa el bastılar, Yemin et- tiler: — Yarın cümle evlâd ve ensapların bir yere toplıyalım, dediler. Atmeydanından tekrar müfti Sun'- ullah efendinin kapısına koştular, artık müfti ile alay ediyorlardı: — Arzuhalimizi huzuru hümayu- na gönderiniz! dediler. Ve hakikâten bir de arzuhal yaz- dırmışlardı. Fakat müfti efendi orta- da yoktu. Şeyhislâm kapısından Mek- ke kadılığından mazul Zeynelâbidin efendile vâiz Abdülkerim efendi orta- ya çıktılar. Arzuhallerin! onlara ver- Sri Aİ Sağliği Lİ iğne Kpayi ye Garip ir Ekşi İL çe EZİZ ml Sun'ullah efendinin el yazısı ve fetvası diler. Okudular, Neler yazmamışlar- dı? Venedikli Baffanın, Üçüncü Meh- medin aleyhinde ağıza alınmıyacak her şeyi anlatmışlardı. İki hoca, oku- mabildikleri için, sipahilerin arzuha- lindeki yazıları biraz sökebildiler; — Böyle arzuhal halifei ruyi zemi- ne sunulmaz, dediler. Tashih ettiler. Sun'ullah efendinin hademelerile Venedikli Baffanın oğ- Tuna gönderdiler. Ertesi gün, pazar, Sipahiler gene Paşakapısına geldiler: — Elbette yahudiye karının evlâdı ve sair taallükatı gelmek gerektir. Ve illâ sonu fena olur. Diye bağırdılar. < Kaymakam Halil paşa ne yapaca- ğını şaşırdı. Sipahilerin dediklerini yapmaktan başka çare yoktu. Halil paşa Ester Kiranın oğullarını da bul- durdu. Paşakapısına getirtti, Bir da- kika geçmedi. Ortada bir hançer tu- fanı koptu. Büyük oğlu yere serildi. Küçük oğlu «dini islâm ile müşerref oldus. Onun da gürültü patırdı ara- amda ayağı zedelendi. Aksak Musta- fa çavuş diye sultan İbrahim devrine kadar yaşadı. Sipahiler Ester Kiranın büyük oğ- Tunu da Atmeydanma, getirdiler, Ana- suun yanma kodular. «Mel'unenin vasıtai rüşvet olan destini ve mevzii fercini katedip ol lâineye intisab İle mansıp sahibi olan bazi mağuru câ- hın kapılarına mihlayıp astılar.» Üçüncü Mehmede tekrar bir arzu- hal yazdılar: «Minbaad yahudiler fahir Ybaslar ve eyu çukalar giymesünler ve kızıl şapka giysünler. Ve sikke ahvali ka- dimden nice ise gene ol minval üzere olsun.» Dediler, Üçüncü Mehmed derhal kabul etti. Hatta hattı hümayunla cevap verdi. Rikâbı hümayun kay- makamı Halil paşaya «sikke tashihi için» yüz bin altın gönderdi. Padişa- hin hattı hümayunile gelen kâğıdı Rumeli kazaskeri Hoca zade Meh- med efendi okudu. Bütün sipahiler rından vazgeçtiler, Butün işe onlar rın karıştıklarını biliyorlardı. Hattı- hümayunda ise onların hiç bir şeye karışmıyacakları bildiriliyordu: — Mademki umura karışmıyalar! Diye öyle bir hağırdılar ki, Paşaka- pısının divanhanesini çın çın öttür- düler. Arkasından padişaha bir de dua ettiler. Hınçlarını almaktan do- ğan bir zevk ile göğüslerini gererek yürüyüp gittiler. Venedikli Baffa o kadar mütesssir- di ki... Dâmadı İbrahim paşa ölse bu kadar acımazdı. Kolu kanadı ki- rılmış gibiydi, «Mehdi Ulya hazreti en ziyade kabahati Halli paşada bu- Yuyordu. Hatta oğlu da... (Arkası var)