SARAY ve BABIÂLİNİN İÇYÜZÜ Yazan: SULEYMAN KÂNI iRTEM — Tercüme, iktibas hakkı mahfuzdur — Tefrika No. 430 Bu küç gibi berrak - Abdülhamidin tü ifekçileri, kaldirımcı | irani Tahir, müşür oluyor Ihamid sarayında yaptığı muhafaza teşkilâtını kendisi bir de mâneyi' rabıtalârla bağlı bulu- macağını tasavvür ek. bir Kuv- vetle takviye eylemi Eskişehir ve Bile iyelisinde bulunan Karakeçili aşireti efra- dından teşkil eylediği «maiyeti ceniye süvari bölüğü» Bü mızraklı süvari bölüğü Ka- vakeçili aşiretini gürbüz ve lövend dekan mü- rekkebti. Abdülhamid bu bölük efradına çok teveccüh ve itimad gösterirdi. Bölüğün kumandanı olan Meh- med efendi saffet ve cesareti nef- sinde cemetmiş bir zat idi, Kendi bölüğünden bir refikile birlikte öğrenen yatak odası yanın- da yata; Abdülhamid bü bölükten bah- settikçe veya bunlara hitab et- tikçe: — Öz hemşerilerim! Derdi. Boşnak ve arnavüd bir çok tü- fekçilerde görülen münasebetsiz hal '&kçilerin çoğu yüksek a keri rütbeleri haiz idiler. içli. de sivil olanları da vardi! Başlı zifeleri s sından başlıyarak Abdülhamidin yatak odasına kadar geti; gün- düzlü gözetmekti. Gündüzleri altışar kişilik mân- galar halinde iş görürlerdi. Akşam olümta ve sarayda kâpı- lar kapaninca bunlar âmirleri te- rafından pek dikkatle teftişe tabi tutulurlar, ikişer, ikişer Yıldızın her tarafı evriye gezmeğe başlarlardı. Bir taraftan köşklerde yatanla- rı uykularında rahatsız etmömü © diğer taraftan tesadüf edebi iedük- — leri: şüpheli adamiları ayak sesle- rile ürkütmemek için kunduraları üstüne kalın keçeden bir ayakka- - bı daha giyerlerdi. devriyeler sarayın en gizli > “ girerlördi. Bu es- gara içemezlerdi; | biribirlerile Kaleyi dâ ya saktı. Ertesi günü gördükleri hakkında jurnal lar bir- likte gezen her iki tüfekçi jürnal- i dl maaş alırdı. içlerinde mi liraya kadar idi. Nefis yemeklerle de iaşe olü- rdı, kuvveti, sönra sadakati peri töfekçilik mesleğinde Deb- Tahire rütbeler terfiler temlir Tüfekçi Tahir ağadan sonra “Tahir bey, Tahir paşa, en sonra müşir Tahir paşa hazretleri ok du; Ahdülhamidin e altmış do- çkuza varan harb yaverleri ara- sındaki dokuz mrüğirilen birisi de gümüş imtiyaz, yox eve haizdi! o daima efendisine sadık l e dm olarak kaldi; daima ŞE mi Meb etti. Onun' deruhte ettiği vazife solak muhâfazası m Padi- şah onun hakkında daima iyi ve âlicenab davranırdı. O'da efendi. | sinin yanından hiç ayrılmadı. «Ser tüfenğii Hazreti şehriyari» Tahir paşa için en büyük bahti- | yarlık efendisinin karşikihde du- | safiyetini, On heneye, riyaya meyil etmiyen müs- tesna bir şahsiyet gibi idi Sarayda bulunduğu 30 söne içinde Abdülhamidin yüzüne kar- ” bile doğru bildiğini söylemek- n çekinmemiştir. ahir pâşahın senelerce tecrü- be v: sadakatından, merbu- tiyetiniden, kendisine karşı hayır: hahlığmdan emin olân Abdülha- mid onun açık kalbile bu yoldaki sözlerinden kızmaz, bilâkis onu bu sebeble dahâ çök severdi; iste- diğini, söylediğini yapmasa bile kırmazdı. Tahir paşanın saray da- hilindeki' mevkiile saray hariciri- Tahir paşa Abdülhami- din gözünden hiç düşmedi. O mabeyindeki odasında gecölik entarisi,. bâşınd. mer- kibeler ve hikâyeler ahlatmak- tan hoşlanirdı. Okuması, hatlâ imzasını atabi- Icek kadar ölsün yazması yol Fakat fıtri akıl ve zekâsı vardı. Meclisâra idi de, Tahir paşa istediği zaman doğ- rüdan doğruya padişahın yanına ni Pa idi. Mabeyin erkânile münasebeti, hiç bir daireye merbutiyeti yök- tu. Padişahtan bâska hiç bir mü- kâmdân emir ve tebliğat almazdı. Bulunduğu vazifenin ehemmi- yeti, padişahın gözündeki mevkii, şahsi nüfuzu dolayışile hariçten k çok kimseler kendisini ziya- rete gelirdi; bir çok matruzat bu «ser tüfengii hazreti şehriyari» dairesinden hünkâra isal olunurdu.. Saraydaki arnavudların idare. si Tahir paşaya mevdu olmasile ikinci fırkaya mensup arnâvud ta- inle Zabitleri de kendisile sıkı aşebette bülünürlerdi. alien: gösterebileceği iti- madin âzamisini Tahir paşaya gösterirdi. Paşâya madunlarının da büyük hürmeti vardı. Onun eklesin. sârayda herkes tasdik ederdi Doğru adamidır;: sert çeri amma doğru söyler!) denilirdi. o şerre âlet &tmemiş, günü; are canini yakmakta kul- alıma d tüfekçileri gayet hoş tutar, haldarinda her vesile ile teveccühünü izhar eylerdi; ha- Tarmı bile affeder, hiç birini gü- cendirmeğe cösaret edemezdi. Hepsine ziyadesile yüz verirdi. Padişahın kendilerinden çekin- Na dg.» diği bu tüfekçilere sarayda bit- tabi kimse ağız açamazdı. Hün İ i-âr kendisini müdafaa için kanla- rını dökmekti ni bildiği m keyfi müa- nelelerine ses armayınca ar- si başkalarının “ira ra karşı ne vaziyette ed kendi ken: disine . ılır ar yüz iz Baylar tüfekçiler- den Über şımarıklıkta, n> lıkta pek ileri ir fevkinde» şahsiyetler idi! O ka- ar masümiyet ve serbesti sahibi idiler. Ne yaparlarsa yanlarına ka- br kanaatı m yer- leşmiş olduğu için belâsı herkes bunlardan A uzak durmağa bakardı. Abdülhamidin hususi igin 'ne güvenen Tahir paşa bile bazan söz geçiremezdi. Abdülhamid tü- fekçilerin doğrudan doğrüya ken- disine müracaat eylemelerine mü- sâade &tmiş olduğu için araların- da inzıbat ve meratibe riayet kal mıyacağı tabii idi. ülhamid tüfekçilerin tam mlânasile bir âmire bağlı ve âmir- lerinin emirlerine tâbi olmalarını şahsi siyasetine muvafık bulmaz- dı. Bunlar her lütfu padişahtan > rüyorlardı. Bünun için ancak pi dişaha bağlı olmalı idiler; Fakat bu sadakat ve merbuti- yet takdir edile, edile o dereceye varmıştı ki Abdülhamid tüfekçi“ le Bunlar da en küçük arzuları isaf e v DR bi İ hemen muğber olurlar, serkeş- liğe başlarlardı. O zaman Sultan Hamid endişeye düşer. Tahir pa- şaya müracaat eder, ne yapıp ya- parak işi düzeltmesini, tüfekçile- ri memnun eylemesini teklif ve temenni ederdi. Tahir paşa daima kendi adam- larının tarafını iltizam eder, pa- dişahın yaptıklarını yüzüne vurur, bir daha böyle hataya düşmeme. sini o ile nihayet işi yoluna koymağı vadederdi. unun üzerine hünkâr gehiş ne- fes alır, tüfekçilere bol, bol ik- sânlar verirdi (Arkası var tebdili için yirmi Adre: beş erdal pes göndermek ye — Ruzukasım 9 İlsadi Yatı E 116 137 68 Saz 12 o 1,38 Va. 5,26 707 12,26 15,12 17,30 19,01 İİ İlarebane: ii civarı A cımuslul m İ adımını, en çekinmedikleri- | manı gelme: şıyor, ele geçmez DÜN ve Yazan: M. Uygaç Kimim edi Ferdanım bir hatı- Kuvvetle tazib etti ki iğ ye ağlamak ihtiyacı tismi işitiyordü. in sarmak - açıyor, dudak- larını Her şe o Kik srarluğa edi 1 tec muş, hür kalmış bir adam gibiydi. nun her şeyi tahlil eden di- Mâğı yalnız bu aşkın sır ve hik- metini araştırmıyordu, seviyordu. Bütün dünya bu taşkın aşkla do- Tu idi. Dünyada her şey kalbinde- ki sarhoşluğun izlerini taşıyordu. Her şey Ferdaya benziyor, her şey Ferdadan hayat alıyordu. * Faruk elini üzatarak, düşünce- lerini Kaydettiği defteri aldı. Bi- râz aradı. Gözü şu satırları süz- meğe başladı: «Türlü türlü hülyalara peygam- berlik eden gPi çareler, msg zevk ve neşes ini bir ölüm bağları içinde boğdunuz. Vadettiğiniz boş cennetler rüyasını artık atmak za- di mi? Sizin bütün o ma- badettabii menkıbeleriniz ortaya bir ölüm mefhumu çıkardı. Her dokunduğumuz şeyde, her attığı- mız adımda, ciğerlerimizle içti- ğimiz her hava katresinde hayat €ksirine karışmış olan bu zehiri uluyoruz. Neden insanı bu binlerce sene- Hk derdinden kurtarmıyacağız? Neden insanlar beş hislerinin esa- likleri takdir edebilir misiniz? «Dün» karanlık bir kelimedir. Vaktile olmuş bir şeyi ifade eder. DE — iin o şey Feti r. Fakat bütün ziya, güneş, aşk, neşe, güzellik ve imkân denilen şeylerin adı hep «Yarın» dır. Ha- yat, yarından doğacak bir güneş- ten ibarettir. Hepimiz ona doğru yürüyoruz, Her şeyin boşluğu bun- dan ileri geliyor. Hayat arkada de- ğil önümüzdedir. Hayat yarın başlar...» Alnını avuçlarının içine aldı. Kalbinde büyük bir neşe hisse- diyordu. Dudaklarında bir tebes- süm dolaştı. Çünkü onun da bir «Yarın »ı vardı. Bu «Yarın» âde- ta barbar bir aşkla sevdiği kadın- dan ibaretti, Onun ek kendisi- ne rd ruhünda' geniş bir Hayat açılıyordu. Şimdiye kadar bin türlü mücadele w. gE Se 2.8 g ili > # 5 Şi Şimdi dediködu ağızdan ağıza, evden eve dolaşıyordu. Bu bir küçücük kara yılandı, Aralıklar- dan içeri giriyor, odaları dola- bir halde, sıçra- | dinl YARIN Edebi roman Tetrika: 53 yıp ortadan kayboluyordu, Ka ranlıkların içinde, yavaş ve kı Yiltibir hareketl e yürümeğe baş lamış idi. Fakat şimdi güneşe çık n bile korkmuyordu, Ça tal dilile ıslık çalıyor, geçtiği yer murdar bir iz bırakıyordu. Bi: yerde konuşan” iki kişi yoktu ki bu yılan'onların ayaklarının altı. na sokulmasın. Her gün cüretkâr Herkes iptida, bu dedikodudan korkmuştu. Fakat şimdi o ye evlerine serbesçe girmesini çıkarmıyorlardı. Kendisindeki De yat kabiliyetinin ziyadeliğine hay- retler içinde kalıyorlar, başını ez- Meğe teşebbüs etmiyorlardı. “Yılan ıslık. çalıyor ve tekrar €diyordu: «Onu zehirlediler. hirlediler...» Halk arasında marazi bir me- rak canlanmağa başladı. Me- zarlık etrafında dolaşan ve yavaş yavaş konuşan adamlar görülü- yordu: Hattâ taze mezarı ziyare- i gidenler bile oldu. Sanki ka- Ta topraklardan içlerindeki sırrı Gece- Evet, - ze- uzam ik Bu dedikodülar Kartaldan yu- kari doğru çıkarak köşke kadar irişmişlerdi, İptida bahçe kapısın- dan: içeriye yol bulmuşlar, bir kaç gün mutfakta kaldıktan sonra sa- lona' girmişlerdi. Ferda İstanbula inince ve köşkte yalnız iki ihtiyar ile Ni hel ve Süreyya kalınca; bir sabah Mümtazın babası köşke geldi ve Hasan Tahsin ile biraz başbaşa örüş senede iki Onun için, daha fazla susamazdı. Bi iyi mi yapıyoru! yokön fena mi yapıyorum? Fakat, hir halde sana bazi şeyler söyli- yeceğim. ... Çok mühim şeyler. Hasan Tahsin m çattı. Dostu devam ediy: — Senin tabii in ini. ha- 'berin yok... Filhakika, Hasan Tahsin hiç ir şey bilmiyordu. Fakat hiç te müphem gölgeler, bazı fısıltılar gözünden ve kulağınd tamamen kaçmış değildiler, İhtiyar, yutlunarak, başladı: — Diyorlar ki.. rkasını dedemli Hasan Tahsin sabırsızlandı. — Ey devam etsene... Ne di- yorlar? Kin diyor? z — Her Bunu ei Hasan Tahsinin bildçi seçti. içme püyük pir lediğine artık emin değildi.Dostuna âdeta ters muamele ederek ba- şından savdı. a 3 hanımı bir tarafa çekiyor ve tit- rek bir sesle: — Bana bak, hanım, diye ona her şeyi üyeli. tÂvlağn var), kald