mektupları “Akşam gazetesi mi bizim eski dost,,! Ufa stüdyolarında dört genç artistle mülâkat Berlin 22 (Hususi) — Bir kaç gün evvel Ufa şirketinin Ben civarında Nenbabesbergdeki stüd- yolarını ziyaret ettiğimi ve bu stüd- yolarda çevrilmekte olan filimleri yazmıştım. Stüdyoları gezerken tanıdığım bir çok artistlerle gö- rüştüm. Bunların başında Willy Fritseh gelir. Bu sevimli artist Kacte von Nagy ile birlikte “Ben gündüzün, sen geceleyin, filmini çevirmektedir. Biz stüdyoya girdiğimiz zaman filmin o günkü sahneleri bitirilmişti. Willy, dinleniyordu. Bir çok pro- valar yüzünden yorulmuş olmasına rağmen beni görünce yanıma geldi, hal batır sordu. Willy Fritsch le bir çok defalar görüşmüş, mülâkatlar yapmıştım. Bu sebeple sevimli artist Akşamı pek iyi tanır. Elimdeki gazeteler arasında bir Akşam nushası gö- rünce: — Oo, bizim eski sande eder iniz! gazeteyi elimden aldı. İptida sinema sabifesine baktı, sonra diğer sebifeleri birer birer gözden geçirdi. “ Bu nedir?.. Şu yaz meye dairdir?.. , diye sordu. Resimlere dair izahat aldı, hallâ ilân sabifelerine bile dikkatle göz gezdir Bu sırada stüdyonun fotoğraf: cisi yanımızdan geçiyordu. Willy kendisine seslendi ve elinde Akşam Dushası olduğu halde istirahat kıyafetile bir resmini çektirdi. Biz Willy ile konuşurken yanı- eskiden lost. Mü- diyerek Yukarıda Fernand Gravey “büyük ve güzel bir gazete. Sinema sahifesine bakarken, diye Akş: Akai “Ooo bizim eski dost, mıza bir genç yaklaştı. Çok kib; ve çok sevimli filmin fransızca ve ingilizce nüs- hasını çeviren fransız artisti Fer- and Graveydi Fernand Gravey burada çok takdir edilen bir sanatkârdır. iki genç Alman artisti: Yukarıda Tony von Eyck, da Hans Brausewekter a Wi Kendisine Fransanın Willy Fritsehi diyorlar. Willynin bu kadar dik- katle gözden geçirdiği şeyin me olduğunu merak etmiş. Türkçe bir gazete olduğunu anlayınca: — Hiç görmemiştim, biraz da ben bakayım... diyerek, gazeteyi eline aldı ve ismini sordu. Cevap ver — Akşamı. Genç artist sahifeleri çevirirken hayretle şu sözle yordu. — Akşam gazetesi mi dediniz? Büyük ve güzel bir gazete. Re- simlerini pek beğendim. Yazıları da tabi resimleri gibi güzel olacak. Yazık ki ben anlaya- miyorum.. Sütüdyodan çıkmağa hazırlanan Fernand Gravey sırtındaki kalın paltosuna ve alnından akan ter- lere rağmen güzeteyi uzun uzun tetkik etti, bilhassa, fesile çok alâkadar oldu. Bu sırada yanımıza diğer iki genç artist geldi. Bunlar “şimdi erkekler ne bilir?,, filmi mekte olan Tony Van Eyek ile Hans Branswetterdi. Bunlar da gazete ile alâkadar oldular. ma sahi- çevir- Genç kız gazeteyiçok bes ğendi. “benim de bir. resmim çıksın, dedi ve resmini çektirdi. Sonra ilâve etti: — Bu nushadan bana bir tane göndermeği unutmayın... Hans Braoswetter gazeteyi bir mütehassıs gibi gözden geçirdi, sonra şu hükmü verdi: — Gazeteniz çok güzel, rek lâmı da bol. İyi iş ve satış yaptığı anlaşılıyor. Okuyucularınıza bize yazın. konuşmaların hatırası resimleri “güderiyorum: ÖTetrika No: 11 ELİ Nakleden: Selâmi İzzet Gel de kızma, Bilsem gelip | Doğru söyleyin, çekinmeyin... Bu arainame haksızlığa ben bile isyan ediye- Amma kızmadım. Tatı bir | rum. gülüşle cevap verdim: Sağfur bu husustaki fikrini söy- leyecekti, fakat zihni benden na- sil para isteyeceğile meşguldu. Sözlerime bitkin bir esnemeyle mukabele etti. Ve nihayet dedi, ki: — Bu «ene mektebimi bitiri- yorum... Çok masrafım var... Tek baş da değilim, geçindirmeğe mecbur olduğum. Sözünü ikestim — Kaç para isteyeceksin? Irkildi, kekelediz — Ben. ben mi? “Bir. şey istemeyeceğim,, diyor- muş gibi ellerini kaldırdı, fakat gözleri ümit'ile parlıyordu. Mark dandı: — Sizi temin ederim ki.. Ve birsanla karar verdi: — Bana yüz... Ikiyüz.. Üçyüz.- Kabilse beşyüz lira borç verebilir- misiniz? Heyecan içindeydi. Gırtlağı ku- rumuştu... Halâ gülmüyordu. Si- nirine dokundu. Gittim, cüzdanını alıp geldim: —Biraz müsaade et, dedim, ba- kalım kaç param var, — Bilmiyordum. — Sağfuru me yapacaksın 7 Yoksa oda kirasını mı getirdin ? Löf olsn deye ve biraz da herifin yüzlü ne şekil alacak deye: — Evet, dedi Herifin gözleri hayretten dört açıldı. Afalladı. Yumruklarını dizlerine vurdu, iki büklüm oldu: — Vay canmal,, deye bağırdı. Sonra izah etti: — Hır i, tam zamanında yetiştin 1. Alt aydır on para vermiyor, yarın kapıdışarı ediyor- dum... Hele biraz dur. Odasına girdi. Kanapenin altına Bir takım kâğıtlar arasın dan bir kaç tane seçti, bana getirdi: — İşte makpuzlar! Parayı verdim. Kim olduğumu da söyledim. Ne yazık, Sağ furun gülüşünü, otuz iki dişini göremiyecektim. Evime neşeli dondüm, fakat neşem kaçtı, Acaba e Sağfur ne diye cekti? Ya kızarsa? Ya izzeti nefsi rencide olursa? Keşki | kapıcıya ismimi söyle” mese idim, Hem ne diye | Cüzdanı açtım, On tane ellik sanki bu parayı vermiştim? | saydım. Yan gözle Sağfura bal Neden onun suya almasına mani | yordum. Hafiften sırıtmaya baş olmuştum? amıştı. Sinirleniyordum. Ne deye sinirleniyordum?, Ha- vaların tesiri olacaktı Geceyi uykusuz geçirdim. Ertesi sabah hizmetçim: — Sağfur bey geldil Dediği zaman sinirim buhran derecesini buldu. Savmıya cesaret edemedim. Kalktım, giyinmeğe başladım, Bir yandan da, adamım yüzüne ba kar bakmaz, aklından meler gı girdiğini anlamak için, harekete getiriyordum. Odaya girdim. Sağfurun du- ruşundan, bakışından, dizlerinin titreyişinden, borç para istemeğe geldiğini derbal anladım. Bana doğru ilerledi, eğildi, dizlerime kapanacakmış gibi bir vaziyet aldı: — Han hazretleri, minnettarı- nızıml Ön dişleri göründü... Elini uzat, Göz kırpmadan yüzüne baktım. Gülümsemesi artacağına azaldı, silindi, kayboldu... Paraları tekrar saymıya başladım. On tane saydım, katladım, masanın üstüne koydum... Geri kalan yü lükleri cebime indirdim. Tekrar Sağfura baktım, Sırıtıyordu. Göz- lerini masanın üstünden ayırma" dan sınıtıyordu. Otuz iki dişi meydana çıktı. O anda, üzerime atılıp. beni dişlerile didikdidik edebilirdi. Beni korkutuncaya kadar parayı . Nihayet, dişleri öyle bir göründü, ki korktum: — Al dedim. Aldı ve ayaklarıma kapandı. Sevinçten ağlıyor, bıçkırıyordu Her ne zaman ibtiyacı olursa, eş — kendisine istediği kadar pare li gili de öp vereceğimi söyledim. Her gür — Beni tem minnetlar, hem | selin yemeği bende yemesin! mahçup, ettiniz!,, Bense, gözlerinde mahcubiyet değil, müthiş bir küstağlı., cüret görüyordum, Ağzı kapalıydı. Gülme: ledim. Gülsün de, otuz iki meydana çıksın istedim. — Istağfurullah, dedim, ederim © bu basit yardımımdanı bahsetmeyiniz. — Nasıl bahsetmem efendim... — Başka şeyden konuşalım. Neyle meşgulsünüz? — Tıp fakültesindeyim. Yalnız. zanneder- tembih ettim... Nihayet beraber oturmıya baş ladık. Mektebini bitirdi. Sayemde doktor oldu. Onunla konuşmaktan zevke du. yuyordum. Bana her gün yaptık- larını anlatıyordu. Onunla yalnız toptan değil siyasiyattan , — iktisadiyattar da bahsediyordum.. O, kendinden bahsettiği zaman şayanı dikkat bir şey olmuyordu, Tae EA | fakat ben kendimdem, meselâ i ma. Para | bir aşk maceramdan, muvaf sıkıntısı çekiyorsunuz? a. e Ni Yüzünün biç bir © adelesini | fakiyetli bir para kazancımdan bahsettim mi, onun otuz iki dişi meydana çıkıyordu. Bir gün borsada hayli para k zandığımı anlatırken dudakla, öyle bir gerildi, dişleri öyle bi göründü, ki kolumu uzattım: oynatmadan cevap verdi — Hiç param yok! — Şu dünya ne gariptir. Bağ- fur bey; siz dehşetli bir parasız- lık buhranı geçirirken, diğer taraf- tan başka biri avuç dolusu para sarfeder. — Isır, dedim, ısır, için rahaf Meselâ ben... Dünyanın bu hak- | eder. ızlığına isyan etmiyor musunuz?. (Bitmedi)