A, 16 Mayıs 1932 — Lüks eşyası kıymetten düştü — Jyi ya, bol bol alın... — Öyle değil, yüzümüze bakan yok... ç i 3 i Polis mahafilinde çamur laka- bile maruf Ahmedi bilmiyen yoktur. Onu bütün taharriler, bü- tün merkezmemurları, hatta ceza hâkimleri de tanır. FELESOF FELSEFE ker oynıyordu. Biri hayret etti: tan sonra âza- |) İ) mi küçükoynı- f) İ) yorum. Ipsan parasız olduğu zaman büyük kumar oynar! ben ölürsem, recekl — Eskiden bir darbı mesel vardı kızım, asılırsan frenk sicimi ile | İşte kumarın (| asıl derlerdi, malın iyisini al demekti. | felsefesi! — Şimdi bu mesel değişti anne, taaa) diyorlar! ölmene hacet yok! giyinirsen İpekiş'ten giyin | Lafontemin masallarından: Geçenlerde o Ahmet, doksan dokuzuncu defa olarak yakayı eleverdi. Tahkikat, otetkikat, (adliyeye sevkedildi. Fakat çamur budefa kendini müdafaa ettirmek için bir avukat tutmuştu. Mahkemede ( avukatı, Çamur Ahmedi şöyle müdafaaya başladi: — Reis beyfendi, iyi yürekli, saf, cömert, eşe dosta yardımı sever" evbark sahibi, namuslu bir adam olan müekkilim... Çamur Ahmet avukatının sö- zünü kesti. — Birader ben seni beni mü- dafaa edesin diye tuttum, şu bahsettiğin . namuslu adamı geç de benden bahset benden... Encam — Polis efendi, polis efendi, öbür köşe;başında iki kadın kavga ediyorlar. — Orası bemim mıntakam geğil. — Amma kavğa edenlerden birisi senin karınmış. — Öteki kadının Allah ençamıni hayretsin!, Manaları Aşk: Kalb hastalığı, Dans: Sar'a illeti. Banyo: Çıplaklar diyarı. Kadın gömleği: Aşk sahnesinin perdesi. Vicdan azabı: hardal... Yemek üstüne Tefsir — Kızıma bir koca arıyorum. Zengin olmasin, kızım zengin... Güzel olmasın, kızım güzel. Akıllı olmasın, kızım akıllı... Yal- nız namuslu olsun. — Eğer türkçeyi namtislü değil mi? biliyorsam Kurtla kuzu! Küçük bir kiraz gördüm... Ah bilsen ben ne gördüm, Saçının güzel rengi Yavrum kız senin gibi, Anlatayım sen de şaş! Fazlaca kırmızıdır, Böyle güzel az gördüm, Dudağına benziyen, Küçük bir kiraz gördüm | Bu kadar uzak durma, Kendisine sorarsan, Sevgilim biraz yaklaş |. lilkbaharım kızıdır... Çapkın bahar rüzgârı! Yapraklarda bir alkış, Kapılmazdın hevese, Ah şu bahar rüzgârı | Saçlarını dağıtmış, Çapkın, bahar rüzgârı | se Duyguları sarıyor, Çapkın çapkın esmese, Güzelleri arıyor, Şarkısını kesmese Kardeş ruha yarıyor Ah şu bahar rüzgârı | Çapkın bahar rüzgârı | Beykoz Klüpte zen- | Iki arkadaş ( gin bir zat () konuşuyorlardı. ( kırk'paralık po- Biri dedi ki: ( — Ben te-( nasuha inanı- ( — Neden () yorum. | ( böyle küçük | 1 omuz oynıyorsunuz? si > — Ben çok —Ben inan- z mıyorum. | para kazandık- |) İ yorsun, meselâ ( rthum bir öküz i) vücuduna gi- ( —Bunun için mf Künt eek — Kalbinizin yolunu arıyorum hanımefendi... — Nikâh memurluğunun önün- den geçer efendim!. Geçen yazdı. Şadiye ile Kenan, iki sevdalı, kolkola vermişler, parkta dolaşı- yorlardı. Hava müthiş sicaktı. Ağaçların altı sessizdi. Mey- danda, görünürde kimseler yoktu. Aşıkla maşuka, issız bir yerde oturmak istediler. Kenanın üstünde beyaz bir elbise vardı. Şadiye açık filizi 'bir' elbise giymişti. Tenha bir gölgelikte, tahta kanapelerden birine oturdular. Kumrular gibi seviştiler. Birbir- lerine tatlı, sevdalı sözler söyle- diler. Biraz sonra, kalın bir ses rahat- larını bozdu: “Müsaade ediniz de, şu yaftayı yapıştırayım.,, Ve adam, tahta kanapenin Us , tüne bir kâğıt koydu. Şadiye ile Kenan okudular: “Dikkat, kanape yeni boyan- mıştırl,, Deniz Bana denize nazır bir oda ha- zırlayın, akşam geleceğim, dedi.. — Peki, dediler. Akşam geldi. Odasına çıktı, Pencereyi açtı. Deniz görünmü- yordu. Garsona sordu: — Hani deniz? — İşte efendim duvarda. Duvara bir deniz resmi asmiş- lardıl Şapka Bey, yırtık şapkasını şapkacıya uzattı ve başladı bağırmıya: — Bu şapkayı daha dün aldım. Bana: Bükebilirsiniz, o katlayıp cebinize (o sokabilirsiniz, (hattâ üstünden otomobil bile geçebilir, dedin. — Evet, bunları dedim, fakat şapkaya bütün bunlardan sonra bir şey'olmaz demedim. (©