Sahife 8 Mazhar Osman beyle bir saat.. “Tik zamanlar muharrir, şair, vali olmak istedim..,, “Bir daha mı deli doktoru olmak?. Allah vermesin! (Baş tarafı birinci sahifede ) Idadiyi bitirdikten sonra bir aralık tahsili terketmeği düşün- düm. Âli tahsil yapacaktım. Bu esnada “Mubharrir,, olayım dedim. Namı müstearla çocukça şeyler karaladım, Sonra şairliğe üzendim. Manzum mensur epice saçmaladım. Baktım ki bu işin sonu yok. Idareci olmağa karar verdim. Hem mülkiyenin tahsili de kısa idi. Vali, yahut başka tarzda bir idare adamı olmağa niyetlendim. Dok- torluk aklımdan geçmiyordu. Fakat o sene 18 yaşından küçük olan- lar Oomülkiyenin Oomüsabakasına sokulmuyordu. Ben bu esnalarda gene uruzla nazım yazmakta, felsefi eserler okumakta devam ediyordum. Nihayet müdür Abdi (Tevfik beyin teşvikile Tıbbiye müsabaka- sına girdim. Leyli idim. Hükümet bana bakıyordu. Sınıfta çavuştum. Aldığım maaşla ve öteye beriye lâyıhalar, tercümeler yaparak ailemi geçindiriyordum.. Fakat doktorluk bir türlü bana yahut ben ona ısınamıyordum. Daha tuhafını anla- tayım. Zavallı anneme Cemil paşa ameliyat yapıyordu. Cemil paşa da ozaman genç, üniformaları par- lak... Anneciğim onu görünce, beğenmiş olacak ki : — Ah oğlum da doktor olsa... derdi.. Ben de öteki odada: — Doktor olmam.. Dünyada olmam. diye hünğür hünğür ağlardım. Fakat tıbbiyeye girdik- ten biraz sonra çalışmağa başla- dım. Ebe olmak istedim. Son sınıflara kadar bu gayeyi takip ettim. Çok çalışıyordum. Fakat son sınıfta iken bir hâdise beni ebe olmaktan vaz geçirdi. Ve metepten dahiliye omütehassısı olarak çıktım. Hocam Raşit Tahsin beyin teveccühü ve o sırada okuduğum bazı eserlerden aldığım fikirle ruhiyata merak ettim. Bizim kıliniğimiz timarhane idi. Halbuki Abdülhamit vaktinde doktorların timarhaneye girmesi memnu. Ben darülfünun emrazı akliye hocası oldum.. Ders verdim.. O zaman dersimi dinliyenler arasında şimdi memleketin meşhur hekimleri de de vardı.. Böyle uzun müddet geçti, Delilik dersi verdiğim halde hâlâ bir deli yüzü görmemiştim. Nihayet Dayke paşanın himmeti ile timarhanede tetkikat yapmak için müsaade aldık. Hürriyetten sonra cebimde 75 lira para ile talebe olarak hemen Avrupaya koştum. Bir gün Avrupada yüzbaşı maaşımı beklerken kadro harici edildim. Dehşetli bir parasızlık ve müş- kilât.. Yani şimdiye kadar haya- tımın her safhasında çekmediğim sıkıntı kalmadı.. Gazeteler “ dok- torlar fazla para kazanıyor!,, diye işin yalnız cazip tarafını ele alıyorlar. Şimdi tekrar 14 yaşında olsam ve hayatımı yeniden yapmağa kalksam dünyada akliye hastala- rile meşgul olan bir doktor ol- mazdım. Bu meslekte çektiğimi ben bilirim. Tuhaftır, mektepten çıktığım günün gecesi mahalle bekçisi kapıya dayandı. Beni hastaya çağırdı. Kıztaşında otu- ruyorduk. Garip tesadüf ilk has- tam cinnetten muztaripti. Muayene ettim.. Elini ayağını bağlamışlardı.. Hemen çözüver- dim. Hasta çözülür çüzülmez üze- rime hücum etti ve beni mükemmel dövdü.. Eli fevkalâde bereketli .. |), imiş ki hastalar tarafından sonra birçok tecavüzlere uğradım, ba- şımdan biçakla vuruldum. Bir hasta gırtlağıma dişlerini geçirdi.. Birçok tokat yedim... Yani (doktorların (kazancını "Parmağına dolayanlar bilsinler ki onlar mesleklerine (başladıkları ilk geceden itibaren hayatın ve mesleklerinin tokatlarını yi- yorlar. 926 da doktorlarla Toptaşı servisini geziyordum. O zaman çocuklar delileri kızdırmak için duvardan öteberi atıyorlarmış.. Delinin birinin eline bir fıçı çen- beri geçmiş.. Onu aptesane taşında iyice bilemiş birde sap yapmış.. Bir bıçak.. Hâlâ saklarım.. Mazhar Osman bey bir dolap açtı. İçinden biçağa benzeyen kanlı bir demir çıkardı: * — İşte.. Bu da benim kanım.. Kovuşları gezerken bir deli: “Doktora birşey hediye edeceğim!,, diye yanıma yaklaştı.. Ben: — Dikkat edin.. Beni vuracakl. dedim.. Hemen üzerime hücum etti. Evvelâ başıma, sonra da omuzuma indirdi.. Kanlar içinde kaldım.. Kendimi kaybettim, dü- şüp bayıldım.. Şimdi bu vak'aları hatırladıkça evelden akliye dok- torluğu için kendilerini teşvik ettiğim gençlerden utanıyorum. Ben bir daha dünyada deli dok- toru olınazdım. Sonra bu mesleğin cilvelerin- den biri de şu: Biraz şöhret yap- tınız mı isminiz çok fena tesir ediyor.. Ismi lâzım değil, - sevdi- ğim bir hasta idi zavallı.. Çocuk- larına da muhabbetim vardır. Bir gün bir hastaya çağırıldım eve gittim.. 'Baktım bir oda.. Imam, bekçi, ahbaplar ve saire. “eyvah hastaya bir şey oldu,, dedim... Fakat sonra öğrendim ki hasta gece yarısından beri aptesane- de gusül aptesti alıyormuş.. Gündüz camiye gitmiş. Vâız söz söylerken ayağa kalkmış.. “ Sen müfsitsin! , diye bağırmış.. Vârz “sensin!,, demiş.. Halk hastanın üstüne hücum edecek olmuş.. Nihayet güç hal ile eve getirmişler.. Gece yarısına kadar kur'an okumuş, gece yarısından sonra helâya girmiş, şimdiye kadar gusül aptesi alıyormuş.. Yukarıya çıktım.. Hizmetçiye “ beyi çağı- rınl,, da muayene edeyim. dedim. Hizmetçi aptesaneye seslendi: — Dektor geldi beyefendi.. — Kim miş o doktor!. Hizmetçiye ismimi söylememesi için işaret ettim, fakat anlamadı söyledi. O dakikada içerde bir gürültü koptu: — Vay Mazhar Osman ha.. Mazhar Osman... Ben deli miyim? Benimle beraber yukarıya çıkan hocalar hacılar kaçıştılar. Deli çırıl çıplak, elindeki kocaman nalını havaya kaldırmış karşıma dikildi. — Mazhar Osman sensin hal. Nalını başıma indirmeğe çalışı- yordu. Kocaman nalın. Kirli. tetanoz olmak bir şey değil. Elini tuttum, belime sarıldı.. Alt- alta, üstüste ayağım “tıkır!, diye bir ses çıkardı. Muakkak kırıldı dedim. Hasta bütün kuv- vetile üstüme çıktı ve gırtlağımı ısırdı. Dişlerini geçirdi,. Yukarıdan kısık kısık bağırıyordum: — Gelin yabu.. Size birşey yapmaz.. Bütün hıncı bana.. Alın şunu.. Kimse aldırış etmiyordu. Güç hal ile kendimi kurtara- rak topallaya topallaya aşağı in- e Köpek berberleri! Küçük köpekler muhtelif renklere boyanıyor! Fransanın cenup sahillerindeki | eğlence yerlerinde yeni bir moda çıkmıştır: Kucakta taşınan küçük köpekleri boyamak... Köpekler şimdilik mevsime göre siyan veya kurşuni renge boyanıyor... Köpek boyamak modası çabuk yayılmış, köpekleri boyamak için dükkânlar açılmıştır. Köpeğin, bir dafa boyandıktan sonra daima boyanması lâzım geliyor. Bunun için köpek O berberleri bunları başka renklere de boyamağa ha- zırlanıyorlar. Yeni moda rağbet görürse her kadının köpeğini elbisesi renğine göre boyatacağı ve köpek berberlerine çok iş çıkacağı tahmin ediliyor. dim. Yukarıda çantamı unutmuşum. Kıza almasını söyledim. Hasta: — Vay hâlâ buradamı o?. diye gökredi ve aşağı koştu.. Bu sefer bekçinin sopasını kaptı. Ben de kapıdan dışarıya fırladım. O elinde sopa kapıyı içeriden açmak istiyor, ben dışarıdan çe- kiyorum. Elim kapıda arabacıya seslendim.. — Aman ben atlar atlamaz çek.. Ve hemen öyle yaptım.. Araba hareket etti.. Kapı açıldı.. Çıplak sopa elinde koşuyordu. Bu esnada iki Rusa rasgeldi. Zavallıları epice hırpaladı.. Eve gittim, boğazımı sardırdmı.. ve 20 gün yattım.. Bu müddet içinde elimde telefon mütemadiyen has- tanın ateşini soruyordum. Çünkü çıplak çıkmış, biraz üşütmüştü. Allah vermesin bir şey olsa onunla beraber ben de mahvo- lacağım.. O gözlerini okapasa derhal dedikodu: Acaba doktor mu öldürdü?. Ondan sonra değil icrayı sanat, benim için yaşamak mesele.. Ya beyefendi. İşte gö- rülüyor ki doktorluğun yalnız cazip tarafı yok.. Ben talebeleri- min yanında hastamdan tokat yediğimi bilirim. Üstadın yüzünde hafif bir bu- lut dolaştı. Kendisine içimden hak verdim. — Benim için bazı ibtiraslar tevehhüm ederler. Benim ibtirasım ilim adamı olmakl... Ne zengin ol- mak, ne şöhretli doktor olmak, ne de fakülte reisi olmak değil.. 24 saatim mi?. Gayet neşeliyim.. Arkadaşlarım da neşemi bilirler.. En ıztıraplı zamanımda bile güle- rim. Hayatı olduğu gibi kabul etmişimdir. £ Cumam, O pazarım yoktur. Daima çalışırım. Çok aceleciyim.. Çok çalışırım. Bu kadar yağlanmanın sebebide budur. Kışın altı buçukta, yazın beşte kal- karım, 15 dakika içinde traş, duş, kahvaltı ve giyinme işini bitiririm. Öğleye kadar hastane, 3 den altı buçuğa kadar muayenehane.. Sonra da okumak.. Gayet gayri sıhhi bir hayat sürerim.. Akşam yemeklerini öğle- den fazla yerim. Meyveye fazla rağbet ederim. Bazan saat ikiye kadar çalışırım.. Cuma günleri öğleden sonra boşum.. İngilizce ve İtalyanca dersi alırım. Pazar günü öğleden sonra vizitam ol- mazsa bahçemle meşgul olurum. Klâsik eğlencem yoktur.. Ço- cuklarımı bazan sinemaya ve gez- meğe götürürüm, eğlencelere sırf | çocuklarımın hatırı için giderim. Sinema artistlerinden Şarlo, Lui, Malek gibi komikleri severim. Lilian Harvey, Willi Fritseh, Henri Garat hoşuma gider, Emil Yanings artist.. Fakat çok monoton.. Üstadın muayenehanesinden çi- karken son sözü kulağımda çın- lıyor: Bunlar gençlerin kulağına küpe olmalıdır. “ Hayatta umma- dığım muvaffakiyet ve refahı taliim bana verdi.. Bunun için ancak bir meziyetimi sayabilirim: Sebatım!.,, Hikmet Feridun nete de imkân yokya: Zira, Vesime Tefrika No 63 e - 19 Nisan 1932 19 Nisan 1932 KE Aşk, macera ve fen romanı Nakili: ( Vesime, sizden evvelki erkeği sevmemişti. Ona karşı yalnız bir heves duymuştu. Habhiki aşkı size karşı beslemişti.. Susun, susun | Cevap vermeyin, itiraz etmeyin! Söyliyeceğiniz şeyleri biliyorum. Vesime size herşeyi itiraf etmiş olsaydı, öğrenecektiniz ki, bir ya- bancı erkek, genç kızlığı zama- nında, onun vücudunun sahibi olmuştur. Fakat, Vesime, nefret ve istik- rahla evinden kaçmıştır. Bu macerasından dolayı, bilâhara bir pişmanlık duymuştur. Ben, onun, Izmirde aylar imtidadınca nasıl ıstırap içinde kıvrandığını gördüm. Fena mazisini düşündü düşündü de, kendini yedi biçare!. Keşki, Vesime, bütün hakikati size de olduğu gibi anlatsaydı... Sizin kalbiniz o kadar büyüktür ve şefkatle öyle doludur ki, şüphesiz, onu affederdiniz. Zira, onu deli- cesine seviyordunuz. Mesut ya- şamak için, ondan o zaman deriğ etmiyeceğiniz affı, şimdi, onun ruhu için ben sizden isti- yorum. Ta ki, geride kalanlar müs- terih yaşasınlar... Hasta gözlerini kapamıştı. Belki, karşısındaki kalbe ferah verici yeşil renkleri, çiçekleri, güneşi, parlak ışıkları görmek istemiyordu; ruhunun karanlığı içine gömülmeği tercih ediyordu. Vesime size karşı tam manasile namuskâr ve faziletli bir zevce olarak kalmıştır, Ferit bey! Bunu temin için size yemin ederim. İşte vekiliniz Talât bey de burada... O'da, buna dair size yemin ede- bilir. Ahmet Ferit, gözlerini açtı. — Ne demek istediğinizi anla- yamayorum! - diye cevap verdi. Avukat: — Şimdi anlayacaksınız, dostuml dedi. Avukat, Pakize hanımın yüzüne baktı. — Hammefendiden rica ede- rim: Kendisinin yerine biran söz söylemekliğime müsaade buyur- sunlar... Ben, mes'eleyi epiyce tahkik ettim. Şuna kail oldum ki Vesime hanımla size izdivâcınızın ilk gününden itibaren yekdiğeri- nize karşı emsalsiz bir sadakat gösterdiniz. Bir hiyanete imkân yoktu. Bilhassa bir zinci ile hiya- nete... ( Umumiyet itibarile hiya- hanımın girip çıktığı yerler ma- Vâ - Nâ) lüm. Ne günlerde ve ne saatlerde nerede bulunduğu muntazam su- rette tesbit ediliyor.) Üstelik kendisini tanıyan bir tek zenci bile mevcut değilir. Bunun üzerine, aynı meseleyi tetkik etmiş olan genç muhasımım avukat Servet beyin eriştiği neticeyi öğrenmek istedim. Profesör “B..., paşanın ve müstantikin nuktai nazarlarını da dinledim. Aynı zamanda, zevcenizin mazideki hayatı üzerinde de tetkikatta bulunduk. Meşhur biologistlerimizden pro- fesör “L,D., beyin mütaleasma da baş vurduk. Çocuğun ne su- retle doğmuş olabileceğine dair onun da fikrini öğrenmek istedik. Bize, bir rapor yazdı. Şimdi, dinleyin, Ahmet Ferit beyefendil Zevceniz size asla ihanet etme- miştir. O, sizi çıldırasıya seviyor- du, Onun doğurduğu çocuk sizin sulbünüzden hâsıl olmadır. Bu çocuğun siyah renkte olmasına sebep, “ gelegonie,, denilen bir hâdisenin ( sevkiledir. o Anlıyor musunuz? Meşhur avukat, ikna edici büyük bir cerbezeyele, bütün telâ- kat ve belâgatini (takınarak, anlattı, anlattı. İlmi neticelerin cümlesini Ahmet Feridin nazarı önüne serdi. Bu ifadeleri müteakip, uzun bir süküt hükümferma oldu. Mülâkatın bir türlü bitmediğini farkeden hasta bakıcı kadınlar, kadın bir doktorla birlikte yavaşça odaya girdiler. Ahmet Feridin ne halde oldu- ğuna baktılar. Hasta, onlara: — Merak etmeyin... Kendimi şimdi daha iyi hissediyorum! - dedi. Doktor kadın, şefkat ve mer- hametle, hastaya baktı. Sonra, hasta bakıcıları oalarak dışarı çıktı. Pakize, Ahmet Feride yak- laştı. Elini avuçları içine aldı, dedi ki: — Biz insanlar, çok biçare mahluktur! Hiç bir şey, bu dün- ya yüzünde tamamile bize ait değill Ne mazi, ne istikbal! İrişe- bileceğimiz en büyük zirveler, iyilik, minnettarlık, ve af zirve- leridir... Insan, öeceğini bilince bu gibi sözlerin kıymet ve ehemmi- yetini iyi anlar. Ahmet Ferit te bu sözlerin derunundaki manayı anladı. Mütebaki son kuvetile Pakizenin elini sıktı. ( Arkası var ) Londrada yaz temizliği Yazın yaklaşması münasebetile o... Londrada umumi bir temizlik başlamıştır. Bu arada heykeller de temizlenmekte ve yıkanmaktadır. Resmimizde büyük heykellerden birinin atının ayağı temizlenirken görülüyor.