Sahife 10 Akşam 19 Nisan 1932 FENNİ BAHİSLER Bir dişin büyük ehemmiyeti var Gündelik mesai hayatımızda sık sık tesadüf ettiğimiz vekayiden öğrendiklerimizden birisi de hal- kımızın, dişlerine lâzım gelen kıymet ve ehemmiyeti maalesef lâyıkile vermemesi keyfiyetidir. Öyle annelere tesadüf ediyoruz ki çocuklarının süt dişlerini behe- mehal çektirmekte ısrar ediyorlar. Kendilerine bu dişlerin de daimi dişler gibi tedavi edileceği etrafile anlatıldığı kalde bir türlü ikna etmek mümkün olmuyor. Halbuki süt dişleri vakitsiz çekilecek olursa bir sürü fena- lıklara yol açabilir. Dört yaşında bir yavru tasavvur ediniz ki on bir yaşında düşüp yerine daimi diş gelecek olan ikinci azı dişi çürüktür. Bu dişi tedavi etmeyip çekip atarsak yeri yedi sene boş kalacak demektir. Bu boşluk.dolayısile önden ge- lecek dişi arkaya meyledecek, arkadaki diş de önüne meylede- tek bu boşluğu gayri muntazam bir surette kapatacaktır ve her iki diş de eğri kalacaktır. Bu vakitsiz çekilen diş alt çenede ise üst çenedeki bu dişe basan dişler de sağa sola dönmek, meyletmek gibi intizamsızlıklar arzedecektir. Çoçuk on bir yaşına geldiği zaman çenenin içinden çıkıp çene üzerinde yerini almak isteyecek olan daimi diş, kendine mahsus yeri boş bulamayacak ve o da yanak veya dil tarafından baş göstermek mecburiyetinde kalacaktır. Bu ge- len diş bu suretle çıksa da çiğnemek vazifesinde asla bir rol alamıyacağı gibi Estettk noktasından da fena bir mevcudiyet olacaktır. Netice itibarile bu bir çok intizamsızlık- lar dolayısile zavallı yavru o tara- file yemek yiyemiyecek bir vazi- yette kalacaktır. On bir yaşında çenesinin bir tarafile yemekten mahrum kalan çocuk bundan on on beş sene son- rada bir mide meselei elimesi karşısında kalacaktır. Görülüyor ki bir dişi, bir diş olarak telâkki etmemeli; ona lâzımgelen ehem- miyeti vermelidir. Çünki bugünki ( Diş meselesi) , yarınki ( Mide meselesi ) haline girebilir. Anneler, ekseriyetle yeni doğan > çocuklarının dişlerine de ehemmi- yet vermiyorlar. Çocuk süt dişle- lirini ekseriyetle hiçbir kontrola ve itinaya tabi olmaksızın çıkarı- yor. Çocuk, bunları çıkardıktan sonra da keza ekseriyetle ebevey- ninin dikkat ve ihtimamına mazhar olamıyor. Halbuki bu ihtimam son derece de kıymetli ve lüzumludur. Mini mininin süt dişi üzerinde ufak bir karalık görülünce onu hemen bir mütehassısa götürmek ebeveynin vazifelerindendir. Avrupada dişlere bizden pek çok kiymet ve ehemmiyet verili- yor: Pariste bir anne gördün; çocuğunun süt dişi gayri kabili tedavi olduğu kendisine söylen- diği zaman hüngür hüngür ağladı.. Yine Pariste on altı yaşında bir çocuk biliyorum; dişi için tedavi imkânları kaybolduğu ve çekil mesi zaruri olduğu kendisine söy- lendiği zaman ağlamağa başladı; sorduk : — Çekilirken acı duyacağından mı korkuyorsun, korkma, bir şey duymazsın... — Hayır, dedi, ondan kork- mıyorum; dişimi kaybedeceğime çok müteessir oOoluyorum; rica ederim, mümkünse konsültasyon yapılsın, belki kurtarılabilir.. Yine orada bir anne hatırlıyo- rum; oOÇocuğunun o çenesindeki hükümeti teşkilât yapıyor Mançuride teşekkül eden yeni hükümet, henüz diğer hiç bir devlet tarafından tanınmamıştır. Fakat bir taraftan teşkilâtını ikmal etmektedir. Resmimizde hükümet erkânı ve nazırlar görülüyor. Ortada oturmuş olan Avrupalı kıyafetli hükümetin reisi ve sabık Çin imparatorudur. Almanyada kübik binalar çoğalıyor 5 Almanyada yeni usul kübik bina ai ilerliyor. Bu binalar, Istanbulda gördüklerimizden çok farklıdır. Bunlar her şeyden evvel fazla güneş ve hava almak esası gözönünde tutularak yapılıyor. intizamsızlığı tashih ettirmek üze- re lâzımgelen ameliyat için içti- mai seviyece kendinden dun bu- lunan zevcini ikna edemediğinden acı aci şikâyet ediyordu. Bu yazdığım üç hâdise orada her gün tesadüf edilen şeyler- dendir. Böyle birçok müsbet misallere mukabil orada bulundu- gum müddetçe menfi bir tek hâ- dise dahi hatırlamadığımı da söy- lemek isterim; buna mukabil biz- de sık sık menfi mütalealara, ka- bili tedavi dişleri behemehal çek- tirmek için ısrar eden ebeveyne tesadüf ediliyor. Gönül herşeyde olduğu gibi dişlere verilmesi lâzım gelen ehemmiyet noktasında da Avrupalılara yaklaştığımızı - biran evel - görmek istiyor. Çünkü: Diş vücudun değirmeni, midenin kıy- metli muavinidir. Diş tabibi Suat Ismail | i ISTANBUL HAYATI Vİ « İlkbahara kimin : us bir şey dediği var?» Bu sene usandırıcı bir inatla âdeta temelli yerleşmek ister gibi ayak direyen koça kış da geçen haftalar içinde yaptığı bir kaç münasebetsiz muziplikten sonra daha fazla dikiş tutturamadı, ni- hayet tası tarağı toplayıp gitti. Kış zengin işidir, derler, hattâ bir çok kimseler kış eğlencelerine bayılırlar amma, bu seneki kışın beğenilen hiç bir tarafı yoktu. Malümya, fazla naz âşık usandırır, derler. Odun, kömür düşüncesile kıvrananlardan bahse lüzum yok, sokaklarda kızak eğlencesi yapan afacanlar bile illallah dediler. Ne ise, çok şükür saçakların isli akıntılarından, caddelerin vıcık vıcık çamurlu sularından kurtul- duk, yaza kavuştuk. Soğuktan canı yanan bir çok hasretkeşler hava daha ilk ılın- maya başladığı gün pardesüleri attılar. Ceketle dolaşırken içlerinis titrediği yüzlerinden anlaşılıyor amma, kabadayılığı da bozmak istemiyorlar. Sigara, nargile dumanından boğulmuş, pencereleri puslu kah- velerde soba başları boşalmağa başladı. OÖğle üzerleri ötede beride, buz gibi şıram var, diye bağıran şerbetçiler bile peyda oldu. Akşam üzerleri (Beyazıt cıvarindaki bahçeli kıraathanelerin saçak altları ömür. Masalar tıklım, tıklım. Tavla şakırtıları, nargile tokurtuları. Lâtifeci, nekre Iranlı kahvecinin eski müşterilerle şakalaşması: — Oğlum, kahveciii — Emret efendim. Gahve diler- sen, tömbeki dilersen, yohsamki bir gaside ohiyam... — Okkalı bir, nargile doldur, şu radyoyu da aç da biraz gözümüz gönlümüz ferahlansın. — Hokkalı nargile olar, velâkin imdi radyo yohtur. Sehet yettide gelende feryat eyler. O zaman ne mene şarhı dilersen çaldıri- rem. Yandaki masada iki tavla me- raklısı heyecanla oyuna dalnışlar. — Al bu defa dört çiharı... — Ali Asgar, efendiye bir dört cihar ver. — Hey gurban olam sana. Sırtın ısınanda dudahların açılır! Radyo boğuk boğuk şarkıya başlar. “ Solsan da sararsan yine gül pembe dihensin.,, Kıyafetinden, taşradan yeni gel- diği belli yaşlıca bir müşteri galiba şarkıyı beğenmemiş. Kahveciye seslendi : — Gayfeci. Şöyle yanıh bir Eğin havası çal da dinliyek, Bah- şışını veririk. Etraftan kahkahalar. Daha bir hafta evvelki titreş- meler, acı acı şikâyetler pek çabuk unutuldu, Sıcaktan dert yananlar bile var. Bunlar da yer- den göğe kadar haklıdırlar ya... Hani meşhur bir fıkra vardır. Nasraddin hoca bir gün sıcak- tan şikâyet ederken birisi : — Hoca, demiş, insanlar ne kadar nankör mahluklar. Kış gelir soğuktan, yaz gelir sıcaktan şikâyet ederler. Hoca gülerek : — A birader, ilkbahara kimin ne dediği var, cevabını vermiş. Hakikaten Istanbul halkı daima sıcaktan ve soğuktan müştekidir. Hiç bir sene şöyle adamakıllı bir ilkbahar yüzü görmek nasip olmaz vesselâm, CR.