— 8 Nisan 1932 Tefrika No. 28 8 Nisan 1932 SEBA MELİKESİ İ BELES Yazan: ISKENDER FAHRETTİN (Seba) kasrındaki cin ve peri masallarının iç yüzünü anlamak istiyordum. ( Belkıs) a ait efsaneler merakımı uyandırmağa başlamıştı... — Şu karşıdaki bina enkazını görüyor musunuz? İşte onun esrarengiz sarayı oradadır. Ara- dan binlerce sene geçtiği halde, bu iklimde, onun cinleri yaşıyor... Hattâ şimdi bile aramızdadır. Fellâh bu sözü söylerken, yü- zündeki çizgiler biraz daha derin- leşti: — Bütün mukaddes kitaplarda bahsedilen cinler, onun vefatından sonra bu havalide kıyametler kopararak, dağları birbirine ge- çirdi.. Onun kasrından ve talh- tından başka ne varsa hepsini yıktı ve toprakla bir yaptı. Arzu ederseniz, yarın, sizi onun kas- rma götüreyim. Bu kadının ne (oesrarengiz (oObir (omahlük olduğunu anlamk için, orada beş dakika dolaşmanız kâfi gelecektir. — Peki, gidelim... Ve omuzunu okşıyarak: — Gidelim amma, dedim, ben şimdi bu akreplerden korkuyorum. Ya bu gece bunlardan biri de beni sokarsa...? — Burada akrep ve yılandan eser yoktur. Ben 35 yaşıma gel- dim, biç bir taşın altından bir akrep çıktığını görmedim. Fakat, onun ismi söylendiği zaman, akrep, çıyan.. Hasılı bütün zararlı ve zehirli hayvanlar, gökten düşer gibi, insanın koynuna giriyorlar. Bu felâketten kurtulmak için maziyi ve mazide geçen insanların isimlerini anmıyoruz. Ertesi günü Seba harabelerini gezmeğe gidecektik, (Hüseyin) kolundan muztarıptı.. Mamafih gözlerini açmıştı. Beni görünce: — Tehlikeyi savuşturdum, ya bek! dedi. Birgün evvelki müştü, — Ne vakit kalkabilirsin, Hü- seyin? Diye sordum. Cesur delikanlı, üzerinde yattığı kuru hasırdan doğrulup kalktı: — Bir emriniz varsa, şimdi... Hüseynin kolundan tuttum: — Arkadaşların bana üç gün yatacağını söylediler. Mademki tehlike bertaraf edildi. Esasen müstacel bir işimiz yok.. Iki gün daha istirahat et! Bizde bugün Ahmetle birlikte, şu karşıdaki harabeleri gezmeğe gideceğiz... Hüseyin birdenbire kaşlarını çattı ve başırı sallıyark: harareti düş- — Hayır, ya bek, dedi, sizi bugün oraya gitmekten men- ederim. Tefrika No 55 Oo 8 Nisan 1932 LEKE Aşk, macera ve fen romanı Nakili : (Vâ- Nü) Amiller : — Bunu böyle olduğu muhak- görünüyor ! - dediler. Şayet bu, ailelere edilecek olursa? Âlimler, tefekküre daldılar : — Bu, bem kolay, hem de güç biriş... Zira. denizci zadeleri hiç bir ilmi mülâhaza ile ıkna etmenin mümkün olamıyacağını görüyor- lardı. ispat Çocuğun obüyümesi, (babası | Ferit beye benziyen hususiyetler arzetmesi bunun için zaruriydi. Fakat, büyüdüğü müddetçe, çocu- | 5 Niçin? — Mademki iki gün daha yat- mamı emrediyorsunuz) O Bekle- yiniz... Sizi oraya ben götüre- ceğim... — Seninle gine gideriz. Ben bugün o esrarengiz kasrı mutlaka görmeliyim... Ben burada iki gün nasıl vakit geçiririm..?! meraktan çatlıyorum. Onun yaşadığı binanın esrarını Obiran evvel anlamak | isterim. Hüseyin, yorgun başını kırmızı mermerin kenarına dayadı: — Oraya herkes giremez, Ce- mal bek! Asırlardanberi gelen seyyahların hiç birisi, o meşum binadan geri dönmediler. Siz de onların yaninda müebbeden kal- mak isterseniz, gidiniz! — Ahmet bu sırra vakıf de- fil mi? —Hayır... (Imam Yahya) yı bile (Seba) nın sarayında ben gezdir- dim. Hüseyin ( Belkis ) in mensup olduğu Kahtan kabilesine ait abi- delerle, yere göçmüş kitabelerin nerelerde bulunduğunu herkesten iyi biliyordu. O, bu iddiasını, kısa zaman zarfında filen de ispat etmişti. timalini düşünerek: — Peki, dedim, seni bekliye- ceğim. * “” Aradan beş gün geçti.. Hüseyin iyileşti. Imamdan bir memur gelmişti. Bizim müstahkem kaya üstünde iki gece misafir kaldı. Hem bana bazı talimat getirdi. Hem de benim buradaki hayatım ve yap- tığım tesisatla yakından meşgul oldu. Kolay değil.. Medeniyetin iki bin seneden beri ayak basmadığı bu meçhul diyarda az çok asri tesisat vücude getirdim: Sü tulum- bası.. hava yelpazeleri.. Hayvanatı vahşiyeden tahaffuz cihazı.. Ve Imamın zaviyesinden her kırk sekiz saatte bir def'a yiyecek getirtmek için hecinli bir suvari tahriki. Imam çok sadık mensubeynin- den olan bu zat, yedi sekiz gün zarfında orada yaptığım çok ibti- dai tesisatı o kadar: büyük bir hayret ve dikkatle tetkik ett ki... Ben bile, yaptığım işlerin azame- tine kail olmağa başladım! (Arkası var) gun rengi koyulaşacaktı. Bu, denizcizadeleri küplere bindirmi- yecek miydi? Sonra: Zenci çocuğunun Fazıl Alkasti sebebile doğduğunu halka | ilân etmek, “M..., ailesinin na- mus ve şerefini haleldar etmiye- cek miydi?.. Onlar buna ne diyeceklerdi? “B..., paşa: — Avukat Servet beyle bu bahse dair görüşmeli! - dedi. “L.D., nın fikri de bu mer- kezdeydi: — Şimdi, her halde, kabinesin- | dedir. Haydi şuna telefon et ba- | kalım, oğlum Lâmi! Başıma bir felâket gelmesi ih- | bir hikâye Mediha hanımın kendisini bekle- mekte olduğu güzel yemek oda- sına girdiği vakit, bermutat en- dişeli ve asebiydi. Karısı da, ber- mutat, onu, zarif tebessümile kar- şıladı. Çoktan beri, kocasının abusluğuna alışmış ve bu abus- luğa karşı lâkaytlaşmış bulunu- yordu. Ahmet Kudret bey: — Yemek hazır mı? - sordu. — Evet güzelim... iyimisin bakalım? Erkek, cevap vemedi. Bir küçük hizmetci çorba kâse- sini getirdi. Kız odadan çıkıp ta Ahmet kudret, karısiyle yalnız kalınca: — Kuzinim Perihan hanımdan bir mektup aldım! - dedi. Bu sözleri, bilâpervarane söy- lemişti. . Perihan Ohanım, uzak akrabadan biriydi; duldu; Izmir'de yaşardı. Pek zengin bir kadın olduğu için, Ahmet Kudret bey onunla öğünürdü. Mediha hanım: — Ya? Öyle mi?..- diye sordu. — Evet... Misafir odasını hazır- lat. Evimize Omisafir gelecek. Pakize hanım, büyük oğlu Kemali bana gönderiyor. İstanbulda hukuk tahsil ettiği müddetçe velisi ben olacağım. Kemal, 19 yaşında, demek ki, üç sene kadar, bende kalacak. Mediha hanım. — Bu evde, pansiyoner gibi oturması, hiç te hoş değil... Demek cesaretini gösterdi. — Hoşmu değil? Niçin? Evimiz büyük değil mi? Fazla odamız mı yok?... Hem, Perihan hanımefendi, oOoğlunun oObiz de kalmasına mukabil < bize çok para verecektir, Çok para anlayor- musun? Hem, maazallah kuzinim bana gücenecek olursa encamımız neye varır? Malüm ya: O, bana, Istanbul'daki bütün işlerini havale ediyor, — Hakkın var! Bu delikanlı buraya gelirse pek memnun ola- çağım. Öyle ya, düşün; Kuzininin büyük oglu! Istersen odasına yeni divar kâğıdı kaplatayım, fazla eşya alayım. — Lüzum yok, lâkin eve yeni bir hizmetçi bulmalıyız. Zira, çocuk, annesinin evinde fevkalâde saltanatlı bir hayat yaşamağa alışmıştır. Sahi: Mediha hanım, bundan iki sene evvel, İzmit'te kocasının kuzininde omüsafir kalmıştı. O zaman, görmüştü ki, Perihan hanımın, İzmir'de oturduğu ev cidden güzel, ferahfeza, kocaman bir bahçesi var.. diye Nasılsın? Servet bey, kendilerini beklemek- teydi. Avukat, bu meselenin Pakize hanımın yanında görüşülmesi lüzu- munu ileri sürdü. Aile efradı arasında herkesten evvel, hakikat, ilk önce ona açılmalıydı. Lâkin bu müstakim, namuskâr kadına, kim çıkıp ta yeğeninin vaktiyle yaptığı bir aşırı hare- ketten (o bahsedebilirdi; hakikatı o m irem SE di'nin metresi ca, genç kadın çok müteessir olmıyacak mıydı? Profesör “B...,, paşa: — Zannedersem, bu babsı, ona, | sindire sindire söylemeli! - dedi. - Delikanlı, akebinde, babasile üstadına haber verdi: — Avukat o sizleri (o bekliyor | | efendim. | Yirmi dakika sonra, Avukat i İ yahut ta dolambaçlı bir yoldan gayeye yürümelil Avukat: — Benim'de fikrim o merkez- de! - cevabını verdi. - şayet mah- Ahmet Kudret bey, zevcesi | olduğunu anlayın- | Pek müphem olarak, Kemal'i de hatırlıyordu. Mediha hanımın hayalinde, Ke- mal, pek müphem olarak canla- nıyordu. — Kemal bey ne zaman gele- cek? - diye sordu. — Önümüzdeki Çarşamba gü- nü... O Jzamana kadar hersey hazır olmalıdır. Perşembe günü, Kemal, haki- katen geldi. Mediha, vaktile ma- nasız olan bu çocuğun şimdi zarif bir delikanlı haline (o geldiğini gördü. Kemal, buna rağmen, ne mahçup bir çocuktu. Mediha ha- nım onunla ahbap 'olup ta azıcık öteberi konuşunca, kendisinin son derece sevimli olduğunu farzetti. Sevimli, ciddi, canlı ve zeki..: Ahmet Kudret, yeğenine, son derece büyük bir azimle velilik ediyordu. © Vaziyetinden omem- nundu. Şimdi, evin hizmetçileri ikileşmişti. Sonra, varidat çoklan- dığı için yemeklerin cinsi düzel- mişti, Delikanlı, gayet terbiyeli oldu- ğundan kendisini hiç te rahatsız etmiyordu. Aradan haftalar geçti. Mediha hanımla pansiyoneri arasında bir ahpaplık teessüs etti, Kemal, dersler ve pek kısa süren gezme zamanları istisna edilirse, sokağa nadiren çıkıyor; ekser zamanını evde geçiriyordu. Bir iki kere, hep birlikte sinemaya, tiyatroya gittiler. İstanbulun meşhur yer- lerini dolaştılar. Artık Kemal, dört aydan beri, Ahmet Kudret beyin pansi- yoneri vaziyetindeydi. Her işi yolundaydi. Fakat, delikanlı, bir gün, öğleden sonrası için, Ahmet Kudret beyle baş başa görüşmek arzusunu izhar etti, Ahmet Kudret bey, mütehay- yir, onu, yazı odasına çağırdı. Mülâkat, on dakika sürdü. Ne- ticede, Kemal, kendi odasına gidip kapandı. Ahmet Kudret de karısının yanına koştu. Son derece asabi ve hiddetliydi. Mediha'ya: — Bu ne demek?,. diye hay- kırdı. - Kemal bey, artık bizde oturmak istemediğini söylüyor. Bu ne demek? Mediha, mütehayyir : — Bilmem? -diye kekeledi. - Vallahi bilmem! Sebebini anlat- madı mı? — Anlatmadı. — Başka yerde yaşamak iste- yormuş; işte o kadar.. Kendisine sordum: Bunun sebebini, biz, kendisine az hürriyet vermekliği- miz mi? Benim kendisine karşı görterdiğim hüsnü muameleyi asla zur görmezseniz, ben Velit beye önceden haber vereyim; bakalım ne deyecek? Kadınları bilahare meseleden haberdar ederiz. O günkü mecliste bu noktada mutabık kalındı. Sonra, biologie profesörünün raporu okundu. Her kes, bu rapora ait mütalaalarını söyledi. Doktor paşa: “ Bu dava çok müthiş bir manzara arzede- cek! Adliyenin en mühim davası olacak!,, diyip duruyordu. Servet bey: — Evet! -Cevabını verdi.- Fakat Ahmet Ferit berhayat | kaldığı taktirde... Filhakika, şayet müttehim, mu- hakemenin başlamasından evvel vefat edecek olursa muhakeme sukut edecekti. Lâkin, gene de, işi, matbuatta ve doktorlar ara- sında mevzubahs olurdu. Tahminin hilâfine, ne Velit, ne de zevcesi Pakize, avvukatın Sahife 9 o unutamıyacağını bildirdi. * Derhal gitmek isteyor. Anlıyorum; Bu | oğlanın buraya gelmesini, sen | istememişdin. Kim bilir ona ne | fena muamele ettin. Oda bundan | müteessir oldu gidiyoruz. Ne kârlı | bir işimi bozdun. Kuzinimle de l aramı açacaksın. | — Vay! Kabahati bende mi buluyorsan! bak hele bak! Fakat ben, Kemal beye, elimden geleni | yaptım. Ona karşı gayet sevimli | davrandım. 1 | — Bırak allahı seversen.. Onun İ gitmesine senden başka sebep l olamaz. j Ahmet Kudret, hieddetle kapıyı | di ve olayı 3 om İ ir an, ın evde | dıktan ME Ke in girdi. i — Rica ederim. Evimizden git- mek istemenizin sebebini bana | anlatırmısınız? Ben mi size fena : muamele ediyorum? Kocam öyle | söyliyor. Delikanlı kızarıp bozardı. — Hayır, öyle birşey yok... — Öyleyse? Kemal, cevap vermedi. Mediha, ısrar etti. Kemal: — Evet, ben sizin yüzünüzden gidiyorum! - Diye itiraf etti. Ve ağlamağa başladı. - ne yapalım?. Ablaklı ve fazıletli kalmak iste- dim.. Size kem gözle bakamazdım. Halbuki burada kalsaydım.. 4 Kadın, bu itiraf üzerine gülüm- sedi. Demek ki... 3 Ve, bir an içinde, kendisininde bu delikanlıyı sevdiğini farketti. Alçak sesle: Z — Gitmeyin! - diye delikanlının elini tuttu. -Burada kalın .Delikanlı sevinç içinde titredi. — Demek kalmamı istiyorsu- nuz... Size söylediğim sözlere rağmen... ki Kadının ellerini öpmeğe başladı Ve Mediha ellerini çekmedi. — Durun bakalım, kocama deriz? Deriz ki, siz, bir kad sevmişsiniz de onunla yaşa için buradan gitmek istiyormu sunuz. Ben, size bunu itiraf etti mişim ve sizi bu fikirden cayd mışım. Nasihetlerim fayda vel derim! — Ne kadar mesudum! - oğlan hıçkırdı. - Ne kadar me: dum: Sizi seviyorum. — Yek... Öyle sözyok... Sizinle dost kalacağız... temiz dost. — Peki, Peki... Ikisi de, bunun, olmayacak olduğuna emindiler. ç Nakili: (Hatice Süreyya) Muharriri : Hikmet Feridun —O( Xeşreden : Remzi kütüphanesi Yakında çıkıyor. den hayrete düşmediler. Avukatın bu arzusu, gayet tabii idi. Si Karilerimiz, bu iki çiftin ne vaziyette bulunduklarını da geçer ayak haber verelim. ii Velit'le Pakize, şayet Vesime facıası çıkmamış olsaydı, cidden! kendilerini bahtıyar sayacaklardı. doğrusu, ikisi de Vesime'yi can. ları kadar seviyorlardı. Onun hem. ölümünden, hem de namusuna sürülen lekeden müteessirdiler. Umumi şaşkınlık (esnasında, zenci çocuğa bir felâket gelme- sinden korkarak, onu yanına alıp muhafaza eden Pakize olmuştu. Denizci zadeler zenci çocuğa karşı tamamile lâkayt bir tavruharek takınmışlardı; “M...,, zadelere ge“ lince, Vesimeyi kaybettiklerinde şaşkın vaziyetteydi biçareler... ( Arkası var)