Tefrika No. 14 SEBA MELİKESİ 25 Mart 1932 BELES Yazan: ISKENDER FAHRETTİN Sokaktan bir ses işittik : “ Arap kıyafetile içimize giren hain bir ecnebinin akibetini görmek istiyenler hükümet kapısı önüne gelsinler!,, — Şu geçen atlı, yerdeki kesik kafayı alıp gitti... Dedi. Aradan ancak on dakika geç- mişti. Cemile kucağına doldurdu- ğu bir çok elbise ve saire ile avdet etti. ( Nurullah ) efendinin ipekli entari ve maşlahlarından, sırmalı © agellerinden, Oo cebelde giymeğe mahsus ince Hintkâri kunduralardan ne buldu ise topla- yıp getirmişti. Gülerek: — Haydi, dedi, soyun bakalım! Başka çare yoktu, Cemilenin gösterdiği yoldan gitmek en doğru ve makul bir bareket olacaktı. Lâubaliyane bir tavurla: — Bu fedakârlığını. hiç unut- mıyacağım! Diyerek . sırtımdaki elbiseleri çıkarmağa (başladım. Acınacak bir halde idim. Bu halime baka- rak gülüyordum, artık sinirlerime hakim © olamiyordum. o Cemile sordu: — Niçin gülüyorsun? — Ev sahibinin haberi yokken kendi hanesinde dönen bu fırı- daklara... — Ben bu hanenin yabancısı değilim. Kendimde bukadar hak ve salahiyet görmesem.. Sözünü keserek: — Darılma yavrum, darılma! Dedim ve yanaklarını okşadım. Bu elbiselere pek yabancı değil- dim, Cebelde birkaç defa giy- miştim, şimdi artık uzun boyumla ne heybetli görünüyordum! Cemile boynuma sarıldı: — Ah Cemal! dedi, bu kıya- fet sana ne güzel yakıştı. Çıplak omuzlarının üstünde tit- riyen ellerim, asabiyetten ter içinde kalmıştı. Onu bu kıyafetimle bir daha deraguş etmek istiyordum. Birden, dışarıdan akseden acı bir ses bizi tekrar bahçeye sevket- mişti. Telâşla duvarın dibine sokulduk ve kulağımızı dışarıya vererek bu sesin nereden geldiğini anlamak istedik” Bir münadi, seri adımlarla yü- rüyerek bağırıyordu : — “ Arap kıyafeti ile içimize giren hain bir ecnebinin akibetini görmek istiyenler ( Babilhüküme ) nin önüne gelsinler. , (Cemile): Bu, ahaliden ziyade hainlere karşı ittihaz edilmiş bir tedbirdir, diyerek beni teselliye çalıştı. Arapların heyecanlı daki- kalarda verdikleri kararlar ani Tetrika No 41 25 Mart 1932 LEKE Aşk, macera ve fen romanı Nakili: o (Vâ- Na) Tekrar yürümeğe başladı. Sonra, yazıhanesinin bir çok çekmelerini açtı. Öteberiyi karış- tır. Ya kutuları, kâğıtları, def- terleri, kitapları yerleştirdi; yahut da birşeyler aradı. Farkedemedik: Çekmeden ne aldı da cebine soktu?... Nihayet, büyük merdivene doğru yürüdü. Yukarı kata çıktı. Karısının o yatdığı odaya gitti. Kapunun önünde, iki hasta bakıcı | Beyefendinin | içeri girmemesi için, eşikte dikil- kadın duruyordu. diler. Hürmetkârana diğildiler, dediler kiz ve kat'i olduğu için, bu kıyafetle hiç yola çıkmak istemiyorum. Benim eskiden bir türk zabiti olduğumu tanıyacak olurlarsa, kıyafetimi teptil edişimden şüp- helenmeleri ihtimali pek varit idi. Bu cihetten tehlike melhuz oldu- gunu söyliyerek: — Cemile, ben eski kıyafetimle de daimi başında ölüm dolaşan bir insanım.. Eğer bir tehlikeye maruz kalmadan San'aya vara- bilirsem, bu benim için büyük bir muvaffakıyettir. Dedim. (Cemile) nefsine itimadı olan metin ve azimkâr bir insan cesa- retile beni teşçi ederek, hiç bir tehlikeye maruz kalmadan Sanaya varabileciğimi ve orada büyük bir himayeye mazhar olacağımı söyledi; — Sen şimdi yola çık. Şu yaza- cağım iki satırlık mektupla doğ- ruca Sana çarşısında yağ tüccarı olan kocam (Halil) i bul. Ondan ötesini döşünme... Ve tatlı bir tebessümle ilâve etti; — Ben de bir kaç gün sonra, arkandan yetişir, gelirim. Orada bizim misafirimiz olacaksın. Anla- dın mı? Ona cebimden kağıt ve zarf verdim, okunmaz ve fena bir yazı ile zevcine mektup yazarak beni tanıttı. Biraderi Nurullah efendi- nin çok aziz dostu olduğumdan da bahsederek her suretle himaye edilmekliğimi rica etti. Ben, dedi, bugün senin arkandan bizim erarkeşleri uyan- dırır ve senin daha fazla bekle- meğe vaktin olmadığı için yola çıktığını söylerim. Nurullah da kardeşine ayrıca bir mektup yazıp gönderir.. Hiç merak etme. San'a bağlarında seninle ne güzel gün- ler geçireceğiz, Cemal! Uzun müddet yemsiz kalan atımı doyurup hazırlıyarak bu şoh ve sehhar kadından ayrıldım. Neden bilmem, atıma binerken kalbimde bir korku hissettim; fakat dizlerim, korkak bir adamın dizleri gibi mecalsizdi. Cemile, bahçedeki hurma ağa- cının önünde canlı bir heykel gibi, kolunu ağaca dayamış, duruyordu. Kirpikleri ıslanmıştı. Yanakların- dan inci daneleri gibi, göz yaşları dökülüyordu. Ben, fazla bir şey söyliyemedim. Buğazımda bir şeyin dögümlendiğini hissediyor, fakat — Efendim, doktor emretti. Hanım efendi, bugün hiç rahatsız edilmeyecek.. Odasında yalnız kalması lâzımmış. Ahmet Ferit, ısrar etmedi. — Çocuk nerede? - diye sordu. — Küçük odada, efendim. Ebe hanım, hanımefendiye de çocuğa- da bakıyor. Merdiveni, tekrar, aheste adım- larla indi. Otomatik bir makine gibi yürüyordu. Sofayı geçti. Bir koridoru takip etti. Iç merdive- ninin bulunduğu kısma geldi. Varsınlar, hasta bakıcılar, diğer taraftan nöbetçi dursunlar ve onu içeri bırakmamak istesinler. O, ve Semibanın ve çocuğun yattığı daireye, işte bu arka merdiven- den çıkıp kimseye görünmeden nereye gire bilirdi. Düşündüğü gibi de yaptı. lik girdiği oda, yani, Vesime- nin tuvalet odası, boştu. #oudoir Al Güzellik kraliçesi Kraliçe meyer o haydut çetesi reisi imiş! So nzamanlarda Çekoslovakyada çok cüretkâr bir haydut çetesi türemiştir. Bu çete Brün şebri cıvarındaki (o çiftlikleri (o basıyor, tabanca tehdidi altında zavallı köylülerin paralarını ve mücev- heratını gaspettikten sonra orta- dan kayıp oluyordu. Haydutlar, maskeli (olduğu cihetle, teşhisleri bir türlü kabil olamıyordu. Fakat zabıtaca yapılan tahkikat, nihayet halkın hayretini mucip olan bir netice vermiştir. Meğer haydut çetenin reisi, Mo- ravyada vatandaşları tarafından güzellik kraliçesi ilân edilen mat- mazel Hoskova imiş... Bu keşif üzerine güzel çete reisi evinde yakalanmış, ve isticvap edilirken, çetesinin efradını, ken- disini sevenler arasından intihap ettiğini ve bunun için onlara: “Beni seven arkamdan gelsin, dediğini söylemiştir. Güzellik O kraliçesinin evinin bodrumunda çalınan eşyanın büyük bir kısmı bulunmuştur. Almanyada neşri menedilen bir gazete Berlin 23 (A.A) — Müfrit mil- liyetperverler (| fırkasının o naşiri efkârı olan ve Münihte çıkan Der Voelkishe Beobachter gezetesi, nasyonal sosyalist fırkasının muh- telif şube ve merkezlerinde Prusya polisi tarafından yapılan taharriyat dolayısile Hitlerin fesada teşvik eden bir beyannamesini neşrey- lediğinden 5 gün müddetle tatil edilmiştir. ses çıkarmak deği alamıyordum. Bir gölge gibi uzaklaştım. Menaha dağlarının yamaçlarından, nereye gideceğini ve ne olacağını bilmeyen bir serseri gibi gidiyordum. Evet, bir gölge gibi uzaklaşiyordum... Bir gölgenin peşinden gidiyordum. Bu, benim ( gölgemdil Şimdi ne arkamda biriz, ne omuzumda ılık bir nefes vardıl. o Önümde görünen: Dağlar ve gölgem... Arkamda herhalde bir şey bırakmış (o gibiydim. OO sehirli evde varlığımın bir cüzi kalmıştı. Idaresiz, muhakemesiz bir insan boşluğuyla yürüyordum. Zihnimde nakşedilmiş iki isim vardı: Cemile. Belkıs... Birini şahsen tanımıştım. Diğerini efsanelerinden... Fakat, itiraf edeyimki, (efsanelerinden tanıdığım isim, hafızamda daha fazla iz bırakmıştı, - Belkis! Bu esrariengiz bir kadınmış... Diye söylenerek ilerliyordum. ( Arkası var ) dedikleri küçük odaya geçen kapu ardına kadar açıktı. Orada mutantan beşiğin yanında uyuk- lıyan çir hasta bakıcı görülüyordu. Ahmet Ferit, kalın halılar üze- rinde, hiç ayak sesi çıkartmadan, beşiğe yaklaştı. Çocuğu uzun uzun seyretti. Oğlan, evvelce göründüğünden de daha siyah görünüyordu. Biçare Ferid'in boğazından yeni bir feryat kopacaktı. Demek, aşk rüyasının son saf- hası böyle neticelenmişti?,. Kendi- sini en mesut sandığı bir anda, ailesinin (oOnamusu lekelenmişti? Denizcizadelerin bunca yıllık namı berbat olmuştu?.. Kendisi, âlemin nazarında gülünç mevkie düşmüştü. Şüphesiz, çok geçmeden, kepa- zelik, bütün Istanbula, bütün Izmire, bütün Türkiyeye yayıla- caktı, Ona, arkadan önden güle- - nefes bile ceklerdi.. “Kendi burnundaki görmeli Sip 209) Düyanın en falâketli şeylerin den biri , bir insanın, istemediği birile burun buruna gelmesidir. Benim de, dün başıma bu nok- tadan bir felâket geldi: Meşhur muharrirlerden Kemal Sadeddin benimle yolda karşılaşınca hapı yut- tam. Kaldırımın bir tarafında o, öteki tarafından da ben gidiyor- dum. Başımı çevirdim. Görme- mezlikten gelmek istedim. Hemen oracıktaki yan sokağa saparak fertiği çekiverecektim. Lâkin aksilik buya: Önümüze, odun yüklü manda arabaları çıktı. Manda arabaları biri birini adeta yapışık denecek tarzda takip ediyordu. Olduğu yerde durmağa mecbur kaldım. Bizim Kemal Sadettin'de, bittabi beni gördü. — Vaaaay, azizim, maşaallah. - diye yanıma yaklaştı. Başımdan aşağı, bir kazan kay- nar su dökülmüşe döndüm.. Eyvah, yakalanmıştım, yakalan- mıştım. Şimdi, bana, Kemal Sadeltin beyden niçin böyle fellek fellek kaçtığımı o soracaksınız. o Bunun sebebi, bu meşhur mubarririn bir roman yazarak ondan bir nushada bana gündermiş olması- sidir. Hem de, üstü el yazısile, ithafiyeli,. Kendisi çocukluk arkadaşlarım- dandır. Ve ciddi söylüyorum, pek istidadlı, pek nafiz nazarlı bir muharrirdir. Mevzularını hayalât- tan değil, hakiki hayattan seçer... Yazılarını pek beğenirim. Bu son romanını da baştan sonuna kadar okudum. Amma, doğrusu, hiç beğenmedim... Uslu- bunu, ifadesini değil... Hayır, hayır... Ahlâk cihetini... Yok, hayır, bizim Kemal Sadeddin'in bu derece sukut ettiğini asla tasavvur etmezdim. Ark, geniş mezhepliliğin bu de- resi de olmazdı... Ben, şimdiye kadar, karısının kendisini nasıl aldattığını, herkes gibi, biliyor- dum. Fakat, sanıyordum ki, biçare Kemal Sadettin, tekmil aldatılan insanlar gibi, felâketinin farkında değil... Halbuki, (oromanında, başına gelen şeyleri, elifinden yesine kadar bir anlatış anlatıyordu ki... Artık, bir insanın kendi rezaletini bu derece meydana vurması da doğru değildir. Onun için, Kemal Sadeddin, gözlerimin önünde bir ahlaksız olarak tecessüm etmişti. Hem, şaştığım bir şey de vardı: Mademki karısı tarafından nasıl aldatıldığını farkına varmış: Onu boşasa ya... Yahut, lâakal, evine sa- bah akşam, onun huzurunda gaybu- betinde dadanan Feridun,u savsa ya... Bu son “Boynuz, isimli romanr nın birçok yerlerinde işaret edip durmayor mıydı? “bir ailenin Nihayet, bir dakika geldi ki, Ahmet Ferit artık kendine hâkim olamadı. Adetâ cinneti muvakkate getirmiş gibi bir hali vardı. Artık hiçbir takayyüde lüzum görmedi. Beşiğin tenteneli perde- sini, büyük bir hışımla açtı. Ço- cuğu uyuduğu yerden kaldırdı. Bir nevi sayhayla haykırdı. Öyle müthiş bir hal almıştı ki, bu say- hadan uyanan dadı, bütün evin içinde çınlıyan bir çığlık kopardı. Içeriki odadan, delirmiş gibi, bir isticalle, ebe kadın koştu. Ne oluyordu? Çocuğu, şimdi, bizzat kendi elile yatırmıştı. Ahmet Ferit'in oğlanı, havaya kaldırıp salladığını görünce o da bir çığlık kopardı. Böyle mütevali çığlıkları işiden Vesime, içeriki odadan, hafif bir sesle sordu: — Ne oluyor? Ahmet ferit: erkek ehbapları, zevcin gaybube- tinde zevceyi ziyaret etmemelidir! demeyor muydu ?... Öyleyse, bu ne pehriz, bu ne İahna turşusu?. Kemal Sadeddin, elini uzatarak elimi sıktı. Hoş beş bir iki cümle konuşduktan sonra damdan düşer gibi sordu. — Peki romanımı okudun mu? Nasıl buldun! Ahlâk namına kabaca bir cevap vermiş olmak için, ehvenişeri ibtiyar ettim. Bir yalan kıvırdım. — Ah kardeşim, pek çok işim vardı da... Henüz okuyamadım. Kim bilir ne enteresan şeyler yazmışsındır. Kemal Sadettin bir kahkaha attı: — Oooo... Elbet.. Elbet.. Hem, bu seferki romanım, aynile tabi- attan kopya edilmiş... Pek yakr- nımdaki bir hayattan.. Kendi kendime: “ Vay edepsiz vay! Vay ahlak- sız vay! ,, diye söylendim. Muharrir, devam etti: — Meşhur mütaahhit Abmet beyin komşusuyuzda, hayatını tet- kik ettim. Karısının kendisi nasıl aldatdığını hikâye ettim. Tabii isimleri değiştirdim. Değiştirdim amma, Ahmet bey, onun hikâye- sini yazdığımı şübhesiz fark ede- cektir. Artık ne derse desin.. Donakaldım.. Demek ki, Bizim Kemalettin, kendi gözünde ki merteği gör- meyup ta başkasının gözündeki çöpü gören makuledir. “losanlar nasıl böyle oluyorlar? Bu ne garip körlük! ,, diye söyle- nerek evime döndüm.. Karım, saçlarını düzelterek beni karşıladı. Yüzünde, garip bir kırmızılık vardı. — Hastamısın? Nen var?... Üstün bumburuşuk, cicim... — Yok, hasta filin değilim. Hiç bir şeyim yok elhamdülillâh.. Seni bekliyorduk... — Kiminle?.. — Kiminle olacak?.. Kuzenim Sedatla.. Yukarıda iskambil oy- nuyorduk.. Ob, hele şükür.. Ben de karımı hastalandı sanmıştım.. Dur hele Sedat'a şu vakayı anlatayım.. Kemal Sadettin'in şu enailiğini.. Nakili : (Hatice Süreyya) ararsa Büyük Beritanya hazine irat ve masarifatı Londra, 32 (A.A.) —19 martta nihayet bulan mali hafta zarfın- daki varidat 24,700,000 ve ma- sarifat ta 19,000,000 Ingiliz lira- sına baliğ olmuştur. Mevcut açık şu suretle 19,400,000 liraya tenzil ve irca edilmiştir. — Ne mi oluyor? diye, boğuk bir sesle cevap verdi.. Şu olu- yorki, sen, bana, evlât olarak bir (zenci “yavrusu doğurdun.. Alçak orospul Kadın, bayılacak bir hal aldı. Hayalata kapıldığını sanıyordu. Yok, hayır, bu sözler, kocasının ağzından çıkmış olamazdı. Hiç şüphesiz yanlış eşitmişti. Kocasile * yüz yüze geldi. Bu insandan, şimdiye kadar, ancak şefkat ve muhabbet görmeğe alışmıştı. Şimdi ise, onu kar- şısında tehditkâ. görüyordu. Ahmet Ferit, ıspazmoza tutul- muş gibi, zangır zangır tit riyordu. Karısına hücum etmek istiyen bir tavırla yürüdü. Ebe hanım: — Karınızı öldürmek mi iste- yorsunuz? Ne yapıyorsunuz?- diy. onun üzerine atıldi. Aklınızı mı kaçırdınız? Ne yapıyorsunuz? Ne yapıyorsunuz? (Arkası var)