22 Mart 1932 Tefrika No. 11 22 Mart 1932 BELES | SEBA MELİKESİ | Yazan: ISKENDER FAHRETTİN Belkı'se bir köylü dedi ki: “Şurada oturan bir çoban, çalgısının tellerinde kullanmak üzere benden kızımın saçlarını satın aldı..!,, — Hayır içmezmiş. Yegâne zevki bu imiş. Kızların mermer havuzlar içinde sarhoş ve perişan hallerile suların içinde düşüp kalk- malarını, nihayet birer sedir üs- tünde dağınık saçlarile saatlerce uyumalarını, seyretmekten büyük zevk duyarmış.. — Lâkin, bu ne tuhaf bir ka- dınmış...2! — Tuhaf demek de lâf mı ya. Ben, dünya kuruldu kurulalı yer yüzüne böyle bir kadın daha geldiğini zannetmiyorum. Dikkat etmedin mi, okuduğum şarkıya? Onu çok eskiden cebelde meşhur olan bir çoban söylemiş.. Anla- şılıyorki, Belkis (Seba) hâkimesi iken, buralarda yaşayan yüz bin- lerce ahali fakrusefalletten kırılı- yormuş. Hattâ cebelde ihtiyarlarımızın söyledikleri bir hikâye vardır: (Belkıs) Menaha cebellerine, gene böyle kız toplamağa geldiği zaman, bir hanenin okapusu önünden geçerken: “ Cüan.. Cüan.. ,, diye hazin bir ses işitmiş. Sokağa nazır alçak ve açık bir pencere- den eğilüp içeriye bakmış. Gör- müş ki, ihtiyar bir adam açlıktan can çekişiyor.. Başı ucunda saçları kesilmiş, fakat gayet güzel bir kız ağlayormuş. Sormuş: — “Niçin ağlayorsunuz?,, Kızdan şu cevabı almış: — “Açlıktan...,, Bu sırada ihtiyar “gözlerini aç- mış ve pecereden konuşan kadını tanıyarak: — “Ya Melike! bana bir nugi- ye (1) Ekmek verde kızımı sana vereyim,, Diye yalvarmış. (Belkis) bu manzaradan pek ziyade müteessir olarak onları taltif etmiş ve kızını ibtiyar. babasından © ayırmamış. Yalnız, sormuş: “Size çok para veriyorum, fakat bana doğrusunu söyleyiniz, bu kızın saçları neden dibinden kesiktir?,, Ihtiyar köylü şu cavabı ver- miş: “Şurada bir çoban, çalgısının tellerinde kullanmak üzere benden kızımın saçlarını satın aldı.,, garip bir musiki âletini büyük bir aşk ve meharetle çalarak afyon içtiğini ve türkü söyleyip eğlen- diğini görerek, hayretini* gizliye- memiş ve: “Biri açlıktan ölürken, diğeri insan saçının telleri üzerinde beşe- riyetin ıztıraplarını terennüm edi- yor.. Bu ne garip tezatl, diye söylenmiş, İşte bu köy, bizim köyümüzdür. Belkısın, o penceresinden | bakıp sadaka verdiği o kesik saçlı kız- cağızın o binlerce sene evvelki yuvasının yerinde şimdi bizim evi- miz var.. Bu da bir tesadüf, değil mi? İşte, Cemal bey! Bu sihirkâr kadının efsanelerine ben bu sebep- lerden dolayı m ftunum. (Belkıs ) benim nazarımda (Nabon) (2) dan daha yüksek ve kulları için faydalı bir mabudedir. Belkıs, (Nabon)dan bir cihetten daha yüksektir ki, (Napon) bilâhare kendisine hıya- net edenlere karşı rahim ve şefkatle muamele etmediği ve onların niyaz ve münacatını kabul eylemediği halde, ( Belkıs) en ziyade kendi düşmanlarına karşı rehim ve şefik davranmış ve ken- disini öldürmek isteyenlere bile iltifat ve hediyelerle taltif eyle- miştir. (Belkıs) kadar âlicenap bir tacidara tarihte tesadüf im- kârı yoktur. (Belkıs) en ziyade kendisine karşı insafsız davranır ve hayatını tehlikelere maruz bırak- maktan çekinmezmiş. Zamanında Flistinde hükümran olan Hazreti Süleymanı, ta Yemen gibi uzak bir iklimden ziyarete giden ilk ecnebi hükümdarda o olmuştu. (Cemile) nin bu izahatından, onun epice uyanık bir kadın ol- duğunu anlatmıştım. Onu dinler- ken kendi kendime; Bilkıs....! cazip isim... Diye söylendim. Cemilenin kü- çüklüğünü yovasın komlarını çiğ- nemiş olan (Bilkıs) bu efsaneler ve bu hatıralarla ona bu derece yakın olabilirdi. Fakat, benim bun- larla ne alâkam vardı? Hayalimde Bune muhteşem ve z Akşam YENİ NEŞRİYAT Goethe Remzi kütüphanesi Goethe'nin hayatına dair bir eser neşretmiş- tir. “Goethe - Bir dehanın romanı,, ismini taşıyan bu 300 sahifelik eser maarif heyeti teftişiye reisi Hasan Âli beyindir. Hasan Âli beyin eseri uzun senelerin ve gayet ciddi bir tetebbuun malı- sulüdür. “ Goethe - bir dehanın romanı romanı yirmi kadar papye kuşe üzerine taablo ile süslüdür. Kita- bın basılışı sade ve güzeldir. Goethe, bir dehanın romanı ,, büyük Alman şairinin hayatını, eserlerini, aşk ve siyaset hayatını gayet güzel bir lisanla tahlil eden bir eserdir. Yurt bilgisi Azerbaycan Yurt bilgisi mec- muasının üçüncü sayısı çıkmıştır. Bu nüshada darülfünun müder- rislerinden Cafer oğlu Ahmet, Zeki Velidi, Türkiyet enstitüsü asistanlarından Abdülkadir Mak- sut Ragıp beylerin yazıları vardır. Sırbistanda açıkta kalan amele Belgrat 20 (A. A) — Lioub- liana'dan bildirildiğine göre Jo- senice maden sanayii fabrikaları, işi brakmışlardır. Bu vaziyet karşısında 10,000 amele işsiz kalmıştır. * Anadolu kulübü O heyeti umumiye âzasına : 25 Mart 932 Cuma günü saat 11 de fevkalâde bir kongre aktı mukarrer oldu- ğundan (o kulübümüze (mensup umum âzanın wezkür günde behe- mahal kulüp binasına teşrifleri ehemmiyetle rica olunur. garip bir merak ve alâka yarat- mıştı. Mütemadiyen onun hikâye- lerini dinlemek ihtiyacile: — Anlat Cemile, anlat! Diyordum ve kolunu çekerek: — Hem sen ne güzel ve tatlı anlatıyorsun. İnsan tarihin bu meçhul safhalarını senin ağzın- dan, bir çeşmeden su içer gibi dinliyor... Lâtifesile onu söylemeğe teşvik ediyordum. Cemile, başını koluma dayamış, uzun kıvırcık saçlarını göğsüme dökerek, içi ateş dolu gözlerile baygın baygın bakıyor ve anla- tıyordu! Yam / | Olümlerd Her akşam bir hikâye Bu asrın ilk senelerine, (Daha tafsilâtlı söyliyeyim : ) Bizim meş- rutiyet inkilâbı senesi olan 1908 e kadar Çin'de imparatorıçalık eden ve yegâne amiri kat'i bulunan Ye- Ho - No - La'nın sergüzeştini hikâye eden bir kitap okuyurum. Salnatının ilk devresinde, impa- ratorluk mahkemei aliyesi, impa- ratoriçe aleyhinde fesat çeviren- leri, aşağıya derç edeceğimiz ka- rarla mahküm ediyor. Imparato- riçe de bir civanmertlik gösterip onları “affediyor., Bu sahifeleri, Çin'e ait bir tarih kitabından terceme ediyorum: “Fesat tertibatını (kurdukları anlaşılan iki asılzade ile süt bira- derlerile, ceneral Yong-Lou yak- laştı. Merasimin icab ettirdiği tekmil hürmetkârana selamları verdiğinden ve lâzım gelen nazi- kâne sözleri söyledikinden sonra: “— Bendenizi takip etmek lutfunda bulunuyormusunuz, efen- dilerim? “ Fesatcılar, mukavemetin bey- hude olduğunu anlamışlardı. Ce- neralın arkasından yürüdüler. Ve diri girenlerin asla diri çıkmadık- ları büyük zındandan içeri girdiler, “Ağır kapılar mevkufların üze- rine kapandı. Ve kilitlerde anah- tarların gıcırtılarile döndü. Artık, Imparatoriçe, hükümran- lığı kati surette teessüs etmişti. Intikam almak sırası gelmişti. Lâkin hayatının bu yeni devre- sine intikam almak suretile başlamak istemedi. Mahkemeye verdiği mevkufları, kendisi aley- hinde fesat çevirdikleri için, vatani hiyanette bulundukları için muha- keme ettirdi. Iddianame okunduğu vakit, asilzadelerden mürekkep hâkimler, bütün iddiaların varit bulunduğunu ittifakla tastik ettiler ve üç maznun aleyhinde şu hük- mü verdiler : “Prens Tsai - Youan ile Tuan - Houa'nın ve keza onların habis arkadaşları avam tabakasından Son - Chonen'in hiyaneti vatani- yeleri teyit etmiştir. Bu sebeple, baş cellâdımıza emir veriyoruz : Kendilerini yavaş ölümle öldür- sün. Üç mücrimi bin parçaya aheste aheste ayırmak suretile cezalandırsın. “Mücrimlerin ahvali, hükümet hesabına müsadere edilecektir. en ölüm beğenmek f | bilirdi. Lâkin, büyük kalbi bii razı olmadı. Merhameti galeyana geldi. Mahkemenin kararını ta- mamile tadil etti. Yeni karar söyleydi: Iki mah- küm prens, ağır idam cezasile öldürülmiyecekler. Büyük bir tütf eseri olarak, kendilerine, intihar etmek salâhiyeti bahşedilmiştir. Süt biraderlerine gelince, asilzade olmadığı için, bu derece büyük bir imtiyaza malik olamıyacaksada oda ağır idamdan kurtulmuştur. Callat, sadece, onuun kafasını kesmekle iktifa edecek. Mahkümlar, bu muaddel kararı öğrenince imparatoriçeye pek min. nettar kaldılar, Taamül mucibince ihi asılzadeye, kırmızı bir kutu derununde, sarı ipek ipler verildi. Bunlarla kendilerini astılar ve cellât başı, süt biraderlerinin kel- lesini kesti. Üçü de, ölürken, imparatoriçeye dua ettiler. “ Malları, kâmilen imparatori- çeye kaldı ise de, asılzadelerin ailesi defterden silinmedi. Bu da diğer bir lütuf ve merhametti. Bizde idam en bübük ceza olduğu için, nazarımıza, bundan daha feci bir şey yokmuş gibi görünüyor. Halbuki, işkencelerile meşhur olan Çin'de alelâde ida- min nasıl hafif ve şayanı şükran bir ceza olduğunu göstermek için (bazır Çin meselesi mesaili yöv- miyeden diye) Çin tarihinden aynile iktibas ettim. Bizde de eskiden “ ölümlerden ölüm beğen!, diye bir söz vardı. Bu sözü, tamamen mizah mahsulü addederim. Çin tarihi okuduktan sonra, bunun mizah mahsulü ol- madığını anladım. Nasıl “ ehveni şer, diye birşey varsa, cidden şükranla kabul edilecek idam tarzları da varmış meğer.. Hoş, alelumum ölüm de öyle değil mi ya?.. Rahat düşeğinde, ibtiyar- lıktan ölmekle, kafasını asansöre kaptırarak ölmek birmi? Bunları düşününce, imparatori- çenin mahkümlara hakikaten lu- tüfkârlık yaptığına insanın inana- cağı geliyor. (Hatice Süreyya) nuar aaa Filistinde kıtlık endişesi Beyrut, 20 (A.A.) — Filistinde kuraktan mezruat tamamen mah- volmuştur. Kıtlıktan endişe ediliyor. en Bu cevap karşısında bir kelime | büyüyen O efsaneler bende de Büyülü insanlar gibi, tatlı, derin | Ailelerinin ismi, asılzadeler def- z fidal I bile söylemeden yoluna devam (2) Kableli (606 -775) hükümran | bir uykuya dalmıştık.. terinden silinecektir. Narenciye anları ; eden (Belkıs) biraz sonra, çobanın | olan Asür mabullarındandır. (Nabon ) — Pat. Çat.. Gümm.. “Bu feci akibet diğer haini Bizden 8000 Narenciye fidanı önüne gelmiş. Genç bir köylünün, | İyiliği sevdiği için Asuriler tarafından O ne?! vatanlara nümunei ibret olsun. | Izmire gönderilmiştir. Bu fidanlı- telleri kadın saçından örülmüş a GEN a Kim e Rüya mı görüyorduk? Muharebe | Bu karara hürmet. rın yarısı Çeşme kazasma ayrıl MR MM, © giy edilmişti. ( Nabon ) sefahatle O melut > 5 i zi < : N ç (1) Nugiye: Bir okkanın altıda biridir. | i arın kusurlarını, ıslahı hal edinceye | 7 oluyordu.. Bir baskına imi “İmparatoriçe, âli mwahkehmenin mıştır. ve maz eğin — Arabistanda elân müstamel olan özen- affederve — Insanların alicenap oğramıştık? verdiği kararı, pek âlâ tabii miktarı MAY dendir, alarını tavsiye ederdi, Ii, (Arkası var) mecrasında mevkii tatbika koya- | cektir. Teirika No 38 22 Mart 1932| runun vücudunu buselere garketi 5 A vE Bu siyahlık oneye alâmetti? Şimdi, profesör “ , Paşanın Aile, bizzarure, bütün istihaleyi LEKE Aşk, macera ve fen romanı Nakili: o (Vâ- Nü) Ne olmuştu? Bu çocukta ne vardı? Vücudu, hafif zehirlenme, bir tıkanıklık neticesi mi böyle koyu, adeta mor bir manzara arzediyordu? Yoksa zehirlenme, tıkanıklık değildi de başka bir şey mi vardı? Bu gayrı tabiiliğin herkes far- kında oldu. Fakat kimse, bir başkasına birşey itiraf etmedi. Hattâ kendi nefsine bile kimse birşey itiraf etmedi. Daha doğrusu bir gayri tabiilik sezildi. Derine varılmadı. Bütün ev, artık neşe içinde çalkanıyordu. Aile, mini mini yav- Ah, bu esnada, şayet profesö- rün yüzünü görselerdi. “B...,, pa- şanın, başını sallıyarak onlara nasıl teessüf, endişe, hattâ kor- kuyla baktığını görselerdi? Bakınız, doktor paşayı endişe ve korkuya düşüren sebep neydi. Doğurlma ve yıkama ameliyesi bittikten sonra, hastabakıcı kadın- larla dadı, çocuğu, doktor paşanın eline verdiler. Doktorla ebenin gözleri, bu esnada, birden bire harikulâde bir şey gördü. Ikisi de, dehşet içinde yerlerinde çivilendiler. Çocuğun vücudunda bir yer, minimini bir yer, cinsiyetinin alâmeti olan yer siyahtı. Siyah / Bu neye alâmetti, biliyor musu- nuz? Bu seyyahlık, küçük o mablükun Irkı esvede mensup bulunduğu- nun nişanesiydi. Profesör “B...,, hanımın başına düştü . Aralarında uzlaşıp karar ver- mekle beraber, şu noktada müt- tefik kaldılar: Aileye bir şey haber overmemek. o Böylelikle, saatlerce ıztırap çeken, yatağında kıvranan ve ancak şimdi göz- lerini azıcık yuma bilen bu anneyi izahatta bulunmak mecburiyetinde bırakmamak ; eziyetlere, rezalet- lere uğratmamak... Genç kadın, çocuğunu öpe bilecek kudreti kendinde güçlükle bulmuştu. Sonra, kocasının ismini mırıldanmıştı, Nihayet, tatlı bir baygınlık içinde kaybolmuştu. Ahmet Ferit.. Paşayla ebe sanki yıldırım ve ebe Nezihe hanımın düşün- düğü yalnız bu gençti. İşte bunun içindirki, ötedenberi mutat olan şeklin hilâfına, dok- torlar, yeni doğan çocuğu, baba- sile babasının anne ve babasına doğum odasının karibinde tanış- tırdı. o Hasta bakıcı hadınlara, mesleki sır, o geceden söylen- mişti. Nevzadın takdim merasimi nasıl olduğunu yukarıda anlatmıştık. Tehlike, büyük bir süratle ilerliyecekti. Zira, zenci çocukları, takriben beyaz çocukların renginde doğar- lar. Yahut, daha doğrusu, beyaz olduklarını vehmettiren bir renkte doğarlar. Lâkin bu hususiyeti uzun zaman muhafaza etmezler. Geçen her saat, derilerinin ren- gini koyulaştırır. Ekseriya on, on beş gün sonra tamamen siyahtırlar. görecekti. Tehlikenin önüne geç- mek için, orada bulunmak lâzımdi. Hastaların ve ilmin vicdanlı hadim- leri, | tehlikeli sahayı terkedip kaçmak (o küçüklüğünü ( göster- mediler. Çocuktaki garabeti ilk farkeden bizzat Vesime oldu. Doktor kadına — Hanımefendi! - dedi. - Oğlu- mun garip bir renk aldığını gör- müyor musunuz? Ebe hanım, lâkayıtlık taklidi yaparak: — Sizi temin ederim ki, çocu- gun sıhhati fevkalâdedir! - dedi. Vesimeye, bu cevap kâfi geldi. Aradan iki gün geçtikten sonra, ayni cihet Ahmet Feridin diltka- tini celbetti. — Bu çocukta bir Conjestion var! - dedi. (Arkası var )