19 Teşrinisani 1929 Hakem Sabaha karşı saat üç. Bir bey. ağır ağır Kalyon- cukolluğundan sapar, Tarla- başını geçer, Feridiyeye doğru. tenha, dar bir sokaktan yürü- meğe başlar. Köşenin birinden, karşısına eli kamalı biri çıkar... Boğuş- mağa başlar... Bey. tam hayduda galebe sırada,. bir — ikinci şerir daha gelir. Beyi arad karıp, birbirleri ile bi mağa koyularlar. Hırsız rdan biri altta ka: Efendi, dur. gitme, h a, ikimiz paralı pay Salaman — oğluna — nasihat ediyordu. — Ticerette dürüst ve na- muşdu çlmak parı clirken. şlıkla fazla n adam yan- e, bu faz Muhavere Gece yarısı... Yanğın yeri. Bir adam, elinde bir tabanca, bekler. Yanına başka bir adam gelir. Konuşurlar. — Ne bekliyorsun? — Biri Para getirecek onu bek- rum. — Alacağın mı var? — Alacağım yok amma taban- şlarından biri, mak için, z izahat almak | istemiş. Bunun için, şairin uzun | ında çalışan uşakla- lan birini bulmuş: iş, efendinin hali a biraz izahat ver. , demiş, mesela misafir kabul etmeden evel aynaya bakar,saçlarını karmakarışık eder, elini yeleğinin cebine sokardı... — Peki, ya başı? — Başı tıpkı benimki kadardı, şapkalarını ben giyerdim! -- Lamba bazen aydınlatmaz... Lamba amma fena yere konmuş, görünmüyor? Ölür müsün, öldürür musuııoı-_ı,,—u——t Kadın — Elini çabuk tut, ben işimi bitirdim! Ziyafet Bizim. meşhur Hilâli bey, me; bur nekeslerdendir. Geçenlerde bir gün, nasılsa, İskender Fah- reddin beyle “Va-Nü, ya bir zi- yafet çekti... Sofrada dört yumur- fta, on kuruşluk peynirle on ku- ruşluk zeytin, bir kâse de - yoğurt kâsesi - işkembe çorbası vardı. Yediler, ve... aç kaldılar, Gidı lerken Hilâli bey: — Gene gelip değil mi? deyince, — Hattâ şimdi bile yeriz, sen yemekten haber ver! Nasıl? Bir papas, çok hasis bir adama, son nefesinde günah çıkartıyor- muş: — Allaha itimat et. — Benim / kimseye — itimadım yoktur. ğ — Âyl. Senin nezdinde İsanın biç itiban yok mu? — Yok ya!. Layemut bir ba- banın oğlunun itibarı olur mu? Takip Kahveye rüzgâr gibi girdi. Kan ter içindeydi, burnundan soluyor- Arkadaşları sordular — Ne oldu? yemek yersiniz şıma biri çıktı, beni soymak iste- di. Amma muvaffak olamadı. — Ne yaptın? — Üzerime —atılmak — istedi. Onu buraya kadar takip ettim. Öyle bir koştum, öyle bir koş- tum ki, — Yakaladın mı? — Hayır adar koştuğun halde n koşuyordul! Unutmuş Müşteri — Garson, ben bu | tokantanın kirk yıllık müşterisiyim. Her zaman bana iki parça et gelirdi, bugün bir parça geldi. Garson — Hakkınız var efen- dim, ahçı bugün eti iki parçaya ayırmağı unutmuş. — Sormayın, — karanlıkta” kar- | abilirdim yahu.. Allah belâsını versini Evet, artık küfürbaz oldum; tıpkı — her fırsatta, - her kesin ağzına... tüküren adam gibi, ben de, yolda yürürken, dük- kân levhalarına, ma mekânlarındaki yazılara, yaf- talara bakıyorum da, küfredi. yorum, ağız dolusu sönüyo Her fırsatla, ağıza... tâkü ren adamın fıkrasını bilir siniz . Kadının huzurunda iken, içeri pürtelöş biri gir- miş: Kadı efendi. demiş, ka- rımın sütdayısının, teyzesinin kızı öldü, dört oğlu, üç kızı, sekiz torunu ->r, mirasından bana bir şey aüşer mi? Küfürbazlıkla maznun olan gülmüş : Kadı efendi, demiş, ben- deniz... tükürürüm amma, işte böyle ağızlara.... tükürürüm ! Beni de her yazıya tükürü- rüm, zannetmeyin. — Hayır, o yalnız, berbat bir türkçe ve efca yanlış bir imlü ile ya- zılmış yaftalara — küfrediyo- Tum, tükürüyorum. Duha dün sabah şu levhayı okudum : Kanun esasi kave! Yani, Kanunu esasi kahvesi olacak... Haydi gelin de küfr- etmeyin. Fakat ber Galat; kaz asıl si ingi bakkal oldu. Okuyune dükkı tabelası et eltim. Nea agoral Acaba bu ne de- mekti?.. Öğrendik yeni pazar demekmiş. Bunun törkçesi yazılı değil... Türk memleketindeki bu ramca l. haya, yunanca firmaya ne yaparsınız? Ben tükürürüm — Tırhu Allah belâsını versin | Rumca