Fikret beyi diri diri mezara sokuyorlardı. Silâhşor: «Şu melünun yüzünü bir daha göreyim .. » dedi. Bu esnada mezarcinın yakasına kuvoetli bir el yapıştı ve.. Fikret beyi toprağın üstüne daklar EE L Arkadan yetişen Harem ağa- larının, cenazenin başında konuş- tukları sözler gayet mübi Fikret bey kulak verdi Araplar Şaban ağaya anlatı- rdı: Zindandan bir ceset daha çıktığından haberin yok,değil mi? — Hayır.. — Siz yola çıktıktan beş on dakika sonra, ayni odanın köşe- sinde ölmüş bir ceset daha bu- hkundu.. — Ben size sarayı cinler istilâ elti diyorum da inanmiyorsunuz! — Budala! Bu işlere senin aklın ermez... Ölenin kim oldu- ğunu biliyor musun ? Ne bileyim .. Nazan .. Nazan Efendimizin sevgilisi haaa ?! Hem de boğmuşlar ... — İşte buna inanmak aptal- lıktır. Asıl budala sizsiniz ki buna inandımız.. Nazanın zındanda işi ne. — Orasına biz de akıl erdire- medik ... Fakat, ikimiz de göz- lerimizle gördük.. boğularak öldü- rülen kadın: Nazandır. Cenazeyi , kazılan mezarın ba- | şına getirdiler. Harem ağalarından biri mezar- cıya seslendi. — Haydi, elini çabuk tut. Başka bir mezar daha kazacaksır Fikret bey bu muhavereleri işidince, korkudan, irade ve mu- hakemesini kaybetmişti. Şaka de- ğildi. Göz göre göre mezara girecektil R Deıığk e Melühat. beni aldatınış.. Şimdi ne yapacağım' Diye düşüniyordu. Mezarcı - toprakları yığmıştı. Kimsenin bir şeyden haberi olmadığını anlayan zavallı doktor, halının içinde, mumyalanmış bir ölü gibi upuzun yatıyordu. Bu. felâketten nasıl kurtula- caktı? Bağırmağa hazırlanırken ondan da vazgeçmişti. — Beni, hortlak diye, korku- larından / hemen çukurün — içine atıverirlerse o vakit hiç kurtula- mam! Harem ağalarının fısıltıları miyordu. İdam edileceği dakikaya kadar, af ve halâs ümitlerile yaşayan bir kenara Yaz İskender Fahreddin cenaze getirmiş- k kenara çekildiler. Fikret ümları — gibi, la şimdi açacaklar... Ha şimdi kurtaracaklar. Diyerek, heyecan içinde ölüm teri döküyordu. Bu esnada kulağına bir ses aksetti. Mezarcı, saray adamlarına yal- varıyordu: — Çok rica ederim ağa haz- 've çoluk çocuk ü adamım.. / Toprağın içinde çürüyüp gidecek olan şu kıymetli halıyı bana verinizl Fikret bey, arapların verecek- leri cevabı can kulağıyle - dinli- yordu. Mezarcının halıya göz dikmesi Fikret beyi mezara girmek teh- esinden kurtaracaktı. Harem ağaları tereddütle cevaj serdileri — ğ — Öyle şey olur mu? Cenaze saraydan nasıl - gelmişse - öyle gömülmeli Mezarcı yalvardı: — Efendim, geçenlerde de gine böyle hahı içlede bir Glü geti mişlerdi . — Ağalar ricamı red- detmediler ve halıyı bana verdi- ler. Ne olur? sayenizde ben de bir halı sahibi olayım! Şaban ağa | — Peki canım, dedi, haydi;. halı senin olsun. Fakat, sakın kimseye söylem Ağalardan birinin kulağına da gu sözleri ilâve eti — Şu herifin suratına, saraya geldiği gündenberi, dikkat edip te iyice bakmamıştım.. isabet.. bu vesile ile melünun yüzünü de görmüş olurum. ,Mezarcı, cenazenin üzerindeki ipleri çözdü ve halıyı açmağa başladı. G 'ikret beyin sapsarı çehresi gö- Tünmüştü. Harem sokuldular: — Ben hiç ölüye bakamam! Digeri elile yüzünü kapadı. — Ben de öyle... Ve mezarciya seslendi: çabuk.. — Çabuk.. Çukura yuvarla.. vakit geçiyor. Mezarcı ” Halıyı çekti ve cena- zenin kollarından tutarak çukurun içine doğru sürüklemeğe başladı. Bu esnade Fikret bey olanca kuvyet ve cesaretile mezarcının yakasına yapışarak yattığı yerden fırlayıp kalkmıştı! ağaları — birbirlerine tayyare Alıııanyııîa yapılan tay- yare Amerikaya gidecek Almanların inşa eylediği dün- yanın en büyük tayyaresi “Ear- mer X in Konstans — gölünde yapılan tecrübelerinde fevkalâde Mmemnuniyet verici netayic elde edilmiştir Bunun üzerine bu tay- yare ile Bahri muhiti Atlasıde bir seyyahat icra edilmesi karar- laştırılmıştır. Tayyare Şimdiye kadar — otuz defa tecrübe uçuşu - yapmıştır. Son defa tayyare 20 ton yükle Konstans gölünden yükselmiştir Bu göl denizden 1400 kadem daha yüksek olduğundan tayyare denizde 24 ton yükle havaya kalkabilecektir. Son tecrübede tayyare saatta 135 mil sürat yapmıştır. “Yeni radiotor ile techiz edildikten son- ra bu tayyarenin mühtelif cihan rekorları yağı tahmin — olunuyor. Amerika - seyyahatı- başlamı dan evvel sekiz yahut on kişilik kamaralar yapılacak, geniş bir sigara salonu, mutfak ve kiler hazırlanacaktır. Osmanlı Bankasından *Osmanlı Bankası gişeleri, teş- Finievelin Müncü Pazartesi gü- nünden itibaren iş'arı ahire kadar zirde muharrer bulunacaktır 1 — Galata idarei merkeziye: Eyamı adiyede, saat 10 dan 16 ya saatlerde açık kadar. Pazar günleri, saat 10 dan | 12 1/2 a kadar. 2 — İstanbul şube: Eyamı adiyede, saat 10'dan 16 ya kadar. Pazar günleri, saat 10 dan 12 ye kadar. 3 — Beyoğlu şube: Eyamı adiyede, saat 10 dan 12 1/2a ve saat 14 den 16 ya kadar. Pazar günleri, saat 10 dan 12 ye kadar. İstanbul sıhhi müesseseler mü- bayaat komisyonu riyasetinden Tıp talebe yurdu için muktezi 100 adet komüdin ile 34 adet elbise dolabı tanzim edilen şart- namesi veçhile ve 22 Teşrinievel 929 Salı günü saat 15 te aleni münakasa suretile ihale edilmek üzere münakasaya konulmuştur. Bu baptaki numuneleri görmek ve fazla izahat almak isteyenlerin Çenberlitaşta - Fuatpaşa — türbesi karşısında Tıp talebe yurduna müracaatları ilân olunur. Satılık testere makinesi Tahta ve çinko kesmeğe mah- sus müceddet, bir beyğir motörü ile asbern. markalı bir testere makinesi satılıktır. Talip olanlar her gün matbaamızda çınkograf Kenan Beye müracaat edebililer. | Bo | Hilâyeleri Vaktüzamanile, bütün kilise ve manastırlardaki rahibeler, ibadet- lerile, taatlerile 'şöhret kazanmı lardı. Şimdi ise vazıyet berakis- tir: Vazıyetin berakis olduğunu isbat için size sekiz rahibenin yaplığı — rezaletleri *anlatayım da varın şaşın! Bu sekiz rahibe, bir başrahibe- nin maiyetinde idiler; ve gayet büyük,gayet güzel bir bahçesi olan manastırlarında ömür sürüyorlar- dı. Bir gün, ihtiyar bahçivanları- nin aklına esti; maaşının azlığını ileri sürörek artık manastırdan kendine münasip baş- ka bir iş bulacağını söyledi. Kâh- ya da, bahçivanın hesabını kestie Zi için, ihtiyar adamcağız köyüne döndü. Köyde , genç ihtiyar , berkes, gurbetten dönen bu hemşerinin başına toplandı. Aralarında Mazet isimli kuvvetli, yakışıklı, enine boyuna bir delikanlı vardı. ki, sekiz rahibeyle bir arada yaşa- mağı düşünerek ağzının suyu aktı. İhtiyar bahçivana: — Kuzum, bu kadınların ara- sında ne yapıyordun? - diye sordu. — Ne yapacaktım ki?.. Her işi .. Bahçeyi belliyordum. Orman- dan odun kesip getiriyordum . Odunları yarıyordum.. - Kuyudan | su çekip kovayla taşıyordum. Bu nevi daha bir sürü işler.. Lâkin, | aldığım maaş öyle azdı ki, kundura-. larımın tamirine bile kâfi gelmiyordu. İşin fenası şu ki, rahibelerin hepsi de genç, titiz şeyler! Kimi: “ Şu saksıyı şuraya koy! , der; kimi: * Hayır, olmaz, öte yana koyl! , emrini verir. Eh, haydi bakalım, çık len! Manastırdan ayrıl-| dığım sırada, kâhya, yerine yeni bir bahçivan göndermemi rica etti amma, tövbeler olsun, kim- senin başını nare yakmam! Belâli işleri hemşehrilerime tavsiy etmem. Bütün bu sözleri dinledikten sonra, Mazet, yılmak şöyle dursun, bilâkis, manastıra bahçivan olmak arzusile yandi kavruldu. Maksadı | para kazanmak - de; Başka | niyetleri vardi. Fasidane arzularını yerine getireceğine emin bulunu- yordu. Mamafih, köy halkna bir şey çıtlatmadı: Rahibelere filân üdeceğini söylemedi. Başka yere | diye evinden barkından ayrılarak manastırın yolunu — tuttu. Kendi kendine şöyle düşündü: * Manastır , büraya — uzaktır. Beni kimse tanımaz. Binaenaleyi emelime irişmek üzere, dilsiz taklidi yapmalıyım. ,, Manastırda, kâhya ile karşılaştı. Ona, eli, ayağı, başı ile işaretler yaparaktan acıktığımı, — yiyecek Dilsiz bahçivanla sekiz rahibe ve başrahibe ekmeği olmadığını, ve her türlü işleri yapmağa amade - bulun- duğunu söyledi. Kâhya da, Mazet'e, eski bah- çivanın kırmağa muvaffak olma- dığı iri kütükleri gösterdi. Deli- kanlı, öyle kuvvetli idi ki, bunları, yarım saat içinde haklıyıverdi. Kâhya da, bu meharetine hayran kalarak, ona başka işler verdi. Birkaç gün manastırda alakoydu. Ççze bir seferinde, sahte disiz ahçede çalışıyordu ki, başrahibe omu'gördü; e Yabyayar — Bu adam kim?- diye sordu. — Dilsiz.. Fakat işlerimizi mü- kemmelen başarıyor. Maşallah , aygır gibi kuvvetli. Müsaadeniz olursa şunu bahçivan tutalım. — Tutalım! Vakıa genç amma, mademki / dilsiz , bir tehlikesi yoktur sayılır. Mazet, bu sözleri işittiği için etekleri zil çaldı. Kendisine yeni vazifesi işaretlerle! resmen bildi- ildi. O da, bir hafta, iki hafta, istikamet — dairesinde, bahçede çalıştı. Fakat .. Genç, gürbüz. hem de üstelik dilsiz bir bahçivanın manastıra geldiği şayi olmuştu. Esasen, farhlar arasında, bellerinde tes: bih, ellerinde incil, boyunlarında haç dolaştıkları sırada, yan gözle, bahçivanın şişip şişip kabaran ka- hm ve kuvvetli adalelerine hepsi de ihtirasla - bakmıya - başlamış- lardı. Mazet, bir gün, fazla çalışmış; yorulduğu için, samanlar üzerine Uzanarak uykuya dalmıştı. Oralarda dolaşan iki genç ra- hibe, onu görerek yamına geldi- b Dçllenk ik eemilin uyandı. ise “de — farketttirmedi. Halâ uyuyormuş taklidi yaptı. Rahibelerden biri, e dedi ki: - ( Rahibenin ne dediği ve manastırda ne marifetler yapıldığı bertafsil yarma ) Mütercimiz (Hikâyeci) FIRSAT 125 Burberr Burberry MUŞANBALARI Beheri 60 Ti Haa BAKER mağazalarında Satılıyor. İstifade edini PEK YAKINDA Tepebaşında BOSTON Lokanta ve birahanesi açılıyor . Mükemmel orkestra, nefis yemek- ler ve içkiler. İstanbulun yeyine aile yurdudur. O TefiNol7 — 10Teşrinlevel 929 “Şarlak Holmes'i Tetiiler Öyle yemeğinden sonra, lokan- tacıyı çağırdı; ve, salonda benimle yalnız kalmak istediğini söyledi. — Başüstüne efendim. Balonda ikimiz kaldıktan sonra, üstat bir merdiven getirtti. Bir alay kömür tozu ezdirtti. Ben kömür tozlarını, bir badana fıçasına bulaya bulaya - tavana sürmeye koyuldu. — Allah Allah! Ne yapıyor- sunuz, orada, üstat. — Görmiyor musun? Tavanı kararlıyorum. | dığımı kendin de pek âlâ bilirsin. (Mabadi var) l — Tavanı mı karartıyorsunuz? | 'e Üyle yar | — Sebep? — Çok beyaz! Siyah olması | lâzım da onun için kararlıyorum. — Benimle alay ediyorsunuz galiba. lay etmek adetinde olm Garip faaliyetinde, yani tavanı karartmakta devam ederek ilâve ettir — Şayet bu tavan siyah ol- saydı, cinayetlerin ikisi de mey- dana gelmezdi. Hem noter hem de eczacı sağ kalırlardı — İtiraf edeyim ki birşey anlamıyordum. — Alışama bir şey kalmadı. Akşam olsun. Her şeyi anlarsın, | azizim. Haydi, aşağıda nahak ye- re çene çalacağına sen de şu merdivenin üstüne çık; ve tavanı karartmakta bana yardım et! Bir saatlik mesaiden sonra, ta- van, tamamile kararmış bulunu- yordu: Şarlok Holmes, kahvehane pat- ronunu çağırdı. Marifetimizin, kahveci üzerinde bıraktığı tesiri anlamak üzere el- lerini oğuşturdu. Kahvecinin — hayreti — müthişti Eskiden bembeyaz olan tavanını şimdi kapkara görünce: — Aman! Aman! Aman! -der Ne yaptınız? Tavanı niçin bu hale soktunuz? Daha yeni badanalat- mıştım. Üstat, kat'i bir ifade ile: — Tavanı karartmak lâzımdı. karartmak. - dedi - karartmak zaruri idi. Tavan kararmadan, muammayı halledemezdik. Bu tafsilâta rağmen birşey anlı- yamadı. Mütehayyir, perişan bir surette, | | tavana bakiyor; gazino tavanının | talü gibi karardığını görüyordu. Derken - efendim, polisler de geldiler, Onların da şaşkınlıkları komi- serinkinden aşağı değildi. Eğer böyle birşeyi Şarlak Holmes'ten gayrı biri yapmış olsaydı, şüphe- siz ki, yakaladıkları gibi, doğru | tımarhaneye gönderirlerdi. Fakat, | Şarlok Holmes'in dehâsı, dirayet ve fetaneti malüm olduğundan, kimse itirar için ağız açmıyor; üyük bir teslimiyetle, bu işin arkası ne çıkacak diye bekliyordu. Üstat dedi k — Kahveyi, hergeceki gibi, bu | gece de açık bulunduracaksınız. | “Polis komiseri: * — Başüstüne, efendim. buyurursanız onu yaparız! -dedi . Yalnız kaldığımız zaman, polis ne hafiyesine sordum: — Fıstıkçıdan bir haber var mı? Üstat cevap verdi: — Evet, onu, bu sabah gördüm. Kalabalığı — etrafına — toplamış; köylülere , — cinayetin — tafsıiâtını veriyordu . * Ben de, muhevereye karıştım. * Yüksek senl * — Bana öyle şeyler vizgelir. TARAPATAKAya filân aldırış etmeml- dedim. * Kalabalıkta, köylüler, bana hayretle ve korku ile bakılar. » Zira, beni, gayrı mer'i kuvvet tarafından , onun başmetini inkâr ettiğim için, daka şimdiden ida- mahküm olmuş sayıyorlardı * Biri : * Ne söyliyorsun ! Sözünü geri al!- dedi. * Ben: (Mabadi var) PC PN ;_ î