ZS KA GEÜRRRE NTT SA Nihayet, sabaha karşı yalının arka sokağında bir kaç insan gölgesi — Şu Boğaziçi ne güzel bir yer, değil mi ? — Hakikaten öyle.. Havası bol.. Suyu bol. — Yıldızda dört duvar içinde bir yer gördüğümüz yok. — Şaban, bana bak ! — Ne var? — Meydanda — bizimkilerden eser yok.. — Gittiler ya.. — Peki ama.. Bir daha gelmi- yecekler mi ? — Öyle görünüyor... gelecek olsalar gitmezlerdi — Desene bu gece sabahcı- tekrar yız burada., — kim bilir.. belki de sabaha karşı gelirler. — Beni biç uyku tutmuyor.. şarasını bassalar da biraz kolla- rim işlese. Yahır. Sen de dayak atmak- tan ne kadar hoşlanıyorsun! —Ne yapayım? - Efendimize hiyanet eden bu gibi insanların dartlarını okşamak çok hoşuma gidiyor... — Sen sadık değil misin? — Senin gibi iştahlı dayak ata- madığım için canım sıkılıyor da. — Yıldız. duvarları içinde be- mim kadar eskirsen alışırsın! — Şaban benim hatırıma bir şey geliyor.. Yaklerlii — Yalıda herkes uyuyor.. — Becem ei — Şöyle yukarıya bir çıksak ta, ortalıkta kim var kim yok, anla- Sak.. Ne dersin — Kızın plânlarını bozarızda sonra başımıza iş açar.. Ben korkarım. — Amma korkaksın be.. Şimdi herkes uyuyor.. Set seda yok, görmiyor. musun? — Ulan şeytan gibi zihnime girdin.. Haydi bakalım! Melâhat bu muhavereyi dinler- ken, aynı zamada da Ali Beyin Fikret beyin odasına gittiğinin farkına varmıştı. İki silâhşor, yalının rıltımında konuşuyor- du: “Efendimize hiyanet eden hu gibi insan- Tarın kamçı ile sırtlarını okşamak çok hoşuma gidiyor!! Şaban ağâ gece yarısı ev sahibiyle merdiven başında Karşılaşınca korkmuştu. Kayıkçılar çok cahil adamlardı.. | yukarıya çıkınca bunların muha- | anlalıyordu: Yazan: İskender Fahreddin ) görütmüştü ... verelerini işidirlerse kaçacaklarına hükmederek işe burunlarını soka- caklar ve Melâhatin bütün plân- larını altüst edeceklerdi. | Bafiyeler ayaklarının ” uçlarına basarak rıhtımdan yürümüşler ve yalıya girmişlerdi. Melâbat oda kapısını araladı.. sofayı tecessüs ediyordu. Fikret B. ev sahibi Ali beye — Hocam! Vallahi odama gel- di.. Biraz evel burada idi., Seni kâbus basmış, oğlum! yatağma gir de yat.. — Vallahi demin burada idi.. beni uykudan uyandırdı.. — Fikret beyl Haydi yatağına gir diyorum sana | — Tehlike.. Felâket hocam! Tehlike.. Felâket var. — Sen rüya görmüşsün.. yat- madan — konuştuklarımızı — aynen rüyânda da görmüş olacaksın! — Şimdi buradaydı yahu.. Etrafa bakınır ve sesleni — Selma hanım... Selma ha- mefendi.. | Doktor Ali bey, muavinini ku- caklıyarak zorla yatağına sokar. — Gece vakti delilerle uğraş- mağa — vaktim yok, yat zıbar şurada allah aşkına... Şimdi diğer misafirlerim de uyanıp kalkacak- lar, herkesi rahatsız etmekte ne mana var. — Hocam, yatacağım.. Zıbara- cağım, yalnız, emin olunuz ki, rüya görmedim.. O, adam geldi. ve bana kendisinin saraya mensup bir hafiye olduğunu söyledi.. bu gece | burasını basmağa gelmişler.. aşa- daki kayıkçılar da hafiye imiş. Anladınız mi şimdi kâbusun deh- şetini? Bu esnada merdiven başında ayak sesleri / işidildi. Ali sofaya çıkınca birdenbire — silâh- | şor Şaban ağa ile karşılaştı. —— | Ali B,, kayıkçıların gece yarısı uykudan kalkarak yukarıya çık- malarını hoş görmemişti. — Kim 06 ? Diye seslendi. | Şaban ağa korkmuştu... Herke- | sin uyuduğunu zannediyordu. Ev sahibine karşı maheup olmamak için. — Doktor bey! - dadi - karnım- da müthiş bir sancı var... Biraz | © karbonat istiyecektim!!! (Mabadı var) Tenezzüh ve eğlentilerinizde Her halde “BURNVİL» de İmal edilen . KADBURİ Çikolatasını da alınız Lezzeti nefis rayıhası enfestir. Mutbak ve sofra için MARGARİN YAĞI MARGARİN, tereyağı yerini tutan sihhi ve besleyici bir gıdadır. MARGARİN sihhiye vekâletiyle Şehremanetince tah- lit olunarak nefaseti anlaşılmış ve imaline müsasde edilmiştir. MARGARİN sofra ve mutbak yağı sizi mağşuş yağlardan kur- farır. Bir tecrübe köfidir. Her yerde ARSLAN markasına dik- kat ediniz. TÜRK MARGARİN yağları Limitet Şirketi İstanbul, Taksim Ayazpaşa Telefon: Beyoğlu 2223 Tarafından Laypzig konser- yatuarı profesörlerinden * Pe- ichmüller , in meşhar metodu ile piyano dersleri verir. Mektupla şu adrese müra- caat: Beyoğlu kabristan soka- #anda No 31 Pandasopulo $ numaralı daire. ADEMİ İKTİDAR VE BEL GEVŞEKLİĞİ En müessir deva Seroin hapla- rıdır. Deposu İstanbul Sirkecide İskenderiye öteli ittisalinde Ali Riza eczanesidir. Taşraya 150 kuruş posta ile gönderilir. İzmirde| ccza depolarında ve İrgat paza- rındaki eczanede bulunur. UZAYEDE İLE SATIŞ Doktar Edenbur gü mühteşem anobi: ya, hahı, Felemenk ve İtalyan tabioları, bibloları sazayü nefise oşyası salılaraktır. Önümüzdeki 28 Maziran 1929 Cuma gönü saat cada Doktor Edenburga ait olup Beyağlunda Tünel pasajı arkasında Sofyalı sokağınm 82 nacuarasında Dük: för Andon Maydis apartımazının 2 ru- marasında mevcut bücüm robilya hali ve salresi müzayetei aleniye ile satil caktır. Mezkür mobüye ezcönile ati eşyayı ihtiya eder. Meşhür Tapiliz fab- | Tikası Napl ve şürekâst mamnlâtından Masif maun çok güzel tamamı bir yatalk takımı, halis İsveç mamulâtından masif meşeden yapılmış mühleşem bir yemek olası takımı” 1 kanape, 2 kaltuk, ve 4 sandaliyeden mürekkep hakikt İngiliz Mapt salon takımı, diger bir tönet salomü Şim mamulâtmdan kabart, mâ tunçtan mükemmel bir Arabesk İâmbar ve bir saksılık, tepsisi aynı ne sedeflendir.. Fele ar yessamlarının viden v yağlıbova - resimleri. Markiz - şeklnde ' bi kanape, işlenmiş ha kırdan eski bir Tück lâmbası, sedefli möşarabi etajerler, Buda beykelleri, bir Misir mumyası, Homerin, Mozaran ve vesairenim heykelleri, ipek ve tül perde galöriler,mükemmel bir sala iaandra sebası, Limoj marka- posölen Çay dakum, Karlesyal - por Takımı, iştenmiş gümeş plaklı nalınları, kulturklar demir kasa, Konz bokke iki kapı » ÇN Boba mmutbak - takımı, iki havi Avrupa - man'alâ pormanto 170 parça mükemmel buz ku şirr « Argentör » ndün mamal makemm İsp Z nmel bir | rursunuz? Hammefendi? | kazık yerdir, kim bilir? Cebim- | Mınav. a gideri 'nden size nasihat olsun: Sa- kın ha, sakın ha, Şişlili kibar hanımefendilerle düşüp kalkma- | yınl.. Sakın ha, sakın ha.. Yoksa, | başınıza belâ açılır.. Benim başıma açılan belâ nevinden dallı budaklı, püsküllü çıngıraklı bir belâ., Anlatayım da bakın : Bizim mahalleye, hem de bizim sokağa, bir Şişlili kibar hanım- efendi geldi. Huriye Hanımefen- di! Evet, Şişlinin tam göbeğin- den! Koskocaman bir apartımanda oturuyormuş. Oradaki hanımefen- dileri, ona neler de vermemişler, ne- ler vermemişler: Burunları ve topuk-| ları azıcık yıpranmış ayakkaplarını azıcık eskimiş ve yırlılmış elbi derini, azıcık havi ve kürkünün tüyleri dökülmüş mantolarmı, hep hep ona vermişler. Huriye hanım- efendi, bunları giyince © kadar kibar, © kadar kibar oluyor ki, mahallemizin kadınları ona parmak isiriyorlar! Hem kıskanı- yorlar da.. Onu, benden kıskanı- yorlar!.. Komşu olduğumuz- için, sabah akşam, o beni, ben onu Pencereden gözetliyöruz... Bunu görüp küplere biniyorlar... Hele, bir akşam, ortalığa karanlık bas- | tığı zaman, kapının önünde, onunla | karşılaştığımızı görseydiler nasıl küplere binerlerdi kim bilir? Ben, ona: K — Bonnüi (— Bonne muit) Ha- nmefendil- dedim.|Dikkat ediyı sunuz yar artık ortalık karardığı yani gece olduğu için bonne nit diyorum. Hah, hahl Fransızcanın artık okadarcığın - biliriz! Hah, hahi J © da, bana: — Bomnüil - cevabını verdi Müsaade isteyip kendimi ona taktim ettim — Müşerref oldum! - dedi.. — Sizinle ahbap olalım! Bera- berce, şu dansinge gidelim! Da- vetimi lütfen kabul ediniz, Hanım efendi! — Hangi dansinge? *MorGül, dansingine mi?.. O bayağı yere mi? Hmmmhi?!... Biz Şişi yerlere gitmiye alışmadık. — Nereye gitmeyi e — Beyoğlunda “Mırnav Mernav. barma! -demesin mi? Eyvahlar olsun!.. Bende şafak attı. Çünkü, bizim, oralardaki “Mor Gül. barına gitmiş olsaydık, me- sele basitti: “Mor Gül z Avni işletiyor. Beni, Huriye Ha- mimefendi. gibi parlak, kıyak ve kibar bir hamimefendi ile görün- istediğim içkiyi derhal yollar- dı. Ben de, âlâ takıntı. birakır, çıkardım; mesele — yoktu. Fakat, “Mırnav Mirnav. barında tek tanıdığım yökl Hem, orası, ne de, topu topu, çil çil üç yirmi beşlikle, iki çeyrek var! Bununla “Mırnav Mırnav, a gidilir mi?, Gidilmez elbette. Halbuki, Şişlili Huriye hanımefendi: — Mantomla şapkamı giyeyim de... - diyerek davrandı - Sizi, şu sokak başında bulurum. “Mirnav Aman, ne eğ- leniriz, ne eğleniriz! Kekeledim: — Peki, peki, olur. Tull Bu belâyı da başımıza ne- reden aldık, yahul!.. Hemen, eve koştum. Baktım ki, bizim cadı, yani; anam karı, çok şükür ki evde yok. Hanife mollalara mı im kocakarının, do- lapta cenaze parası sakladığını biliyordum. Tam 30 papel ol duğunu — gözümle — görmüştüm. Vay ervahına! Vay — eryahına vay bel Tul Delaptan ” çıka çıka iki papel çıkmaz ı? Ne yaptı bu mezar kaçkını bu para- ları?... Tuf.. Fakat, beklemiye vakit yok !... İki papel, miki papel! Ne buldum- sa, cebime indirdim. Sokağa fır- ladım. Şişlik Huriye Hanımefendi ile sokak başında buluştuk. Gi — Bonnüit — Bonnüil Ver elini, birinci mevki cinsin- den bir tramvay. |E, tabi mi ya ? Kibar bir Hammefendiyi ikinciye bindiermezdim a.. Aksigibi sırayla iki tane ikinci araba geldi. Bunlara binmedik. Birinciyi bek- İedik.) Dooğru Beyoğluna gitti Huriye Hanımefendi, azıcık eskimiş mühteşem mantosü ve - topuğu azıcık yenik ayakkaplarile önde, ben, arkada, “Mirnav Mirnav, barına girdik. Bende, yürek, güm güm de güm güm : * Ya para yetişmezse ?.. Ya para yetişmezse?... Öyle pek Pahalı şeylere girişirsek yetişmiye- ceğinde Şşüphe yok ya hoş .. İhtiyatlı davrandım... Masa ba-t şında garson yanımıza yaklaşınca: — Biz yemek Filân yedik ! - İçki de kullanmıyacağızl... Bize birer çay!.. Öyle değil mi, Hanimelendi ? t Huriye bir az bozum oldu — Evet, evet! -diye kekeledi- Çayl. yöğünle Gördünüz mü olan işi?. — Çay kaça? Pasta kaça' usulla garsona sordum. — Çay da pastanın tanesi de 70 er kuruş. Eh, demek ki, Huriye hanım- efendi bir pasta yiyebilir, Geri dönmek için de tramvay paramız gene kalır. İçim azıcık” rahatladı. Dansa kalktık. Bir çariston, bi tango, bir de fokstrot yaptık. Ne aksilik bu be?.. - Garson, bir tabak dolusu pasla getirmiş. Çaylarımızı içtğimiz esnada,Huriye Hanımefendi bir. pasta yedi. Fakat, fincandaki çayı bitireceğine yakın, eli, ikinci postaya gitmez mi? 470 — 280, zait verdiğimiz ve verecegimiz tramvay parası,,, bütün bunlar mevcut akçeyi geçecek. Hemean elini tuttum... — Aman! Ne yapıyorsunuz? Bu bayat pastları yemeyin! Midenizi bozarsınız! Huriye Hanımefendi fena halde kizdre — Biz o ağızları biliriz! - diye bağırdı. - Hem koluna dam alıp bara geliyor. Hem “Viski,, ısmar- hyacak yerde çay ismarlıyor . Hem de yediğim lokmaları sas yıyor. Haydi, haydi! Ben burada fazla duramam! Eve gidelim. Yetiniden kalktı. Kapıya doğru yürüdü. Garson hesap görürken ikinci pastayı da, üstünde diş izi var diye hesaba geçirmek istemez mi? Derken, kavga gürültü, rezalet, kepazelik, karakola düştük. “Adres almaca, zabıt varakası tutmaca, bizim mahalledeki — karakoldan telefonla - tetkikat, - cadının do labını kırdığım meydana çıktı. Şimdi, kodesteyim. Size benden öğüt olsun! Sakın, Şişlili — kibar — hamımefendilerle düşüp — kalkmayın ha. Başınıza böyle belâlar açılır. Nükili: (Vâ Nüj gitmiş, Hafız ninelere mi, kim bilir. Fırsatı ganimet — bilerek, ekmek biçağını dolabın anahtar deliğine soktum. Kilidi şipşak