Abdullah Cevdet bey, bu yazıya başlarken, size nasıl hitap edece- ğimi — şaşırdım ve bir. müddet düşündüm. Şair desem, şair değil- iz, doktor desem, bu meslekle alâkamız pek kalmamış, galiba âlim desem, sizinle alay etmiş olacağım. Halbuki,maksadım katiyen sizi tehzil değil. Sadece, çok samimi bir lisanla, hasbühal etmek istiyorum. Sizi şairlere sordum: Şair midir, dedim. Dudak büktüler, kaş kal dırdılar: Yok.. A ... âh! dediler. Doktorlara sormadım. Ve sor- madığıma da, sizin namınıza her | halde iyi ettim. Âlimlik husunda mesele yok, çünki âlim olmadığınızı siz de itiraf edersiniz. İşte bunun için size sadece: Abdullah Cevdet bey diye hitap ediyorum. Abdullah Cevdet bey; 24 sene- denberi neşretmekte olduğumuz “İctihad, namındaki mecmuanız arada sırada elime geçer. Geçen gün de, mecmuanızın 1275 inci numarası gözüme ilişti. Yirmi dört senedenberi, bu mecmuanın, oku- yanlara ne faide temin ettiğini bilmiyorum, fakat son zamanlar- da zararı dokunduğu muhakkakl... Gazetenizde, bir iki ecnebi mü- tefel fena tercüme edilmiş eserlerinden gayrisi, şiirdir. ve n en belli başlısı da, çok sevdiğim bir dostumdur. Elime son geçen nushada, dostumun - “ Niyaz , diye bir manzümesi — var. — Kellifelli, ak saçlı, sözü söhbeti yerinde olan bu dostumun yeğane — kusuru, Sadece İki beyfendi, çok güzel, fakat bayli yaşlı bir hanımın yaşı hak- kında münakaşa ediyordu. Biri dedi ki: — Ne çifte gerdamı canım?.. Çifte gerdanını nerede görüyor- ÖZ arasında içtihat neden çıkar? Şalrlerin öz diliylm, sanatkârın oliyim Ben iştesşk adlk olan ea bi varskeli defiyimi Öteripi, Erato, Polimniden bahs- ediyor. Bunlar da kim oluyor? diye düşündük. Acaba yunan tüccaranı muteberesinden bir kaç kişi midir bunlar? diye merak ettikl A Cevdet bey, ne olur, kırk yılın sonunda bir gün bir işe yarayın, şu dostumu şiir yazmak sevdasından vaz geçirin, Şu kıtaya bakın: Polümni ! iâki Polirani ! seniş Bir destek üstünden seyredip daldıra. Sakütun şirite uçundun beni, Bir sessiz bestenin ardında kaldım., Eş mana üstatl.. Abdullah bey, ne olur, dostuma söyleyin, yunanı kadim hurafelerin- deki — kahramanların — isimlerini öğreneceğine şu türkçeyi yazma- sını öğrense de, eğer okuyan var- sa, zihinlerini yanlış yola çelmese: Seyredip, benim yazdigım gibi, bir arada yazılır. Diğer kıtalarda ki yanlışları saymıyacağım. İşte mecmuanızın birinci ma- zarratı. İkinci mazarratı daha acı Ab- dullah beyl.. Yeni yetişen bey ve hanımları şir. yazmağa - teşvik rsunuz. Yazık değil mi Fey- ziye Muhiddin hanıma?. Diye manzume yazcırmakta, hem bu hanımefendiye, hem de okuy: gençlerin zevklerine suikast yaptij mizin farkında değil misiniz? Mecmuanızm — her — nushasında, çıkan, bazen kafiyesi, bazen vezni, fakat mutlaka —ayarı — buzük manzumelerden gına geldi... Fakat ben de, itiraf edeyim ki, tuhaf adamım Abdullah bey . Çünkü bu hususta si hatlısınız. Paul Verlainin “Chanson, D'Antomne,, manzum! da, yarı Türkçe, yarı Fransızça AB. DJ. inisiyalli“ manzumeyi neşretmek cesaretini nasıl göste- riyorsunuz İnsan sizin güarasının manzumelerini okuduk- tan sonra, bu kadar kötü kıta yazmaktan sarfınazar eder. şairim diyor- sanız, şiiri, âlimim diyorsanız , ve — doktorüm — diyorsanız katlediyorsunuz. İnsaf edi- de, 24 senedenberi devam buyurduğunuz edebiyat katlıamına bir nihayet veriniz... Bu kadarı kâfi değil mi ? Emin olunuz, son modaya tevfiken dol Tmubayyelesini zebirler mekten, — zevkini — katlemekten daha ehvendir ... Herhalde — edebiyattan başka bir iş tutmamızı halisane tavsiye ederim, Zararın neresinden dö- nülse kârdır. Kusura bakmazsınız değil mi Abdullah bey! Eminim ki, Ömer sun? Öteki sükünetle cevap verdi: cüsünün tam önünde! | söylüyor, sakın kızma! derdi. Hayyam sağ olsaydı, size: Doğru Monden hayatta: | Sadık bey, ağırca bir hastalıktan Günahı kebairden, beşini bir arada işleyen bir beyfendi, ağzın- dan “Allahi, sözünü hiç eksik etmezdi. Daima: 4 — İnşallah .. ” Allah kısmet — edersel.. Çok şükür Allahal.. Allah versin! der dururdu.. Bir gün, bir arkadaşı: ş — Çok dindarsın! — deyince — güldü: n — Ben sevdiklerime de: Allah belânı versin! derim, bundan ne çıkar, Erkek, genç kızın belinden koluyla kuşak almıştı. Genç kızın başı, erkeğin omuzundaydı: Munis bir sesle sordu: —Bu akşam gelecek misin Ahmet? Ahmet mahzun bir sesle — Bilmem! dedi. Bahçende bir adam var, akşamları çiçekleri suluyor ve beni görünce yüzüme ters ters bakıyor... Ne olur, babana — söyle de, o adamı kovsun. 4 Genç kız omuzlarını kaldırdı: — İmkânı yok, dedi, çünkü o adam babamdır. * Muallim hesap dersi veriyordu. Tarh için talebeye misal getiri- yordu: —Mehmet, farzet ki, beş tane elman var. Küçük kardeşin elma- lardan üçünü alırsa ne olur?.. düşün ve cevap ver. Mehmet biraz düşünür, kaşları çatılır ve der ki: Eğer beş elmanın — üçünü küçük kardeşim alırsa, benden Köylünün - biri, katırını —ahıra bir türlü sokamıyordu. Hayvan, o meşhür. inadiyle, ayaklarını germiş kapının önünde duruyordu. Bu aralık oradan geçmekte olan diğer bir köylü, hemşerisine seslendi — Yardım edeyim? — Hayır, yalnız bir merakım var, onu hallet. —Ne dir — Acaba hazreti Nuh, bunun ecdadını gemisine nasıl soktu? — İkiye bölerek. — Anlamadım? — Anlamayacak bir şey yok, bir kısırakla bir eşek scktu.. En yaşlı üstadımız. Mahmut K e a eDiN : ğ : kurtuldu. Geçer gün üstada ras- geldim, clinl öptüm, hoşbeşten sonra sordum: — Rakıya başladınız mı? — Henüz. başlamadım sasa, başlıyacağım.. Ve, kendinç has, tatlı tebeseti- mile ilâve eti : Selâmi İzzet — Rakı/ içemeyecek - olduktan ——— Ü sonra, iyileşmiş clmam neye yarar? :