— Sthife 6 24 Kâmunusani 1929 Hoca iftarda! ,Bir ramazan günü, Ti- murlenk, Hocayı yanına alarak cami cami dolaş- | tırmış. Fena halde acıktırmış. İftar zamanı, yemek odasına girilip de hindi dolması, baklava, börek gibi nefis yemekleri gö- rünce Hocanın aklı başın- dan oynar. Ağzının suyu akmaya başlamış. Sofraya oturmuşlar. Ortaya âlâ bir işkenbe çarbası gelmiş. Ev sahibi, kaşığını salıp bir yudum almış: — A... Hay Allah mü: tahakkını versin, kâhya efendi! Sana kaç kere tenbih ettim ki, şu ahçıya süyle; çorbaya sarmısak koymasın! Diye... Kaldı- rınl kaldırım!... Der. < Çorbayı, karış köpüğü taşmış ol- duğu halde kırıta kırita kaldırırlar. Hoca, göz ucuyla teşyi ederek hafifçe içini çeker.. Derken, hindi dolması gelir. Nar gibi kızarmış. Etrafa misk gibi rayi- halar salmış. Harcı olan koyu renk pirinç, fıstık gibi şeyler dışarı taşmış. Timur, kemali nezaketle bir lokma alır. Fena halde hiddetlenerek: — Baş ağa! Geçen gün sana söylemedim mi ? Ahçı olacak herif ne diye baharat kullanmış? Bana kast mı ettiniz? Sen ol- sun dokunduğunu bilmez misin? Otuz senedir ka- Tefrika nümerosu: 53 kâseden bir Millet mektepleri kıraat sütunu pımdasın. Allah hepnizin lâyığınızı versin. Kaldı- rın! kaldırın! Der. kemali azametle, hindi dolması da gider. Biçare Hoca, bu sefer, yanık yanık ah eder. Bir harem ağası sıraya riayetle, baklavayı geti- rir. Efendi hışımla yüzüme bakıp. — Bu sersem arap! Aç karnına tatlıdan başla- nır mi? Yıkıl oradan! Diye bağırır. Arap, korkusundan tepsiyi kaptığı gibi solu- gu dışarıda alır. Hoca bakar ki en nefis yemekler, birer bahaney- İe geri gidiyor; hemen, kaşığını yakaladığı gibi, tablanın başına - çöker. başlar efendim — pilâvı kaşıklamağa... Timurlenk: — Efendi! Gel! Nereye savuştun? Diye ha; bir az mühlet verin! öbür. yemeklerin birer birer cürmü tadat edilip cezası tayin edilinceye kadar, şu bizim eski dostla bir miktar görüşeyim. Hal ve hatır sorayım. Deru- nunu — yoklayayım. Siz, işinize devam edin. Der. Timur başta olmak üzere herkes, kahkaha- ları koparır. Meyerse, Hocaya oyun yapmışlarmış. İşkembe çorbasından başlıyarak bütün yemek- ler, tekrar ortaya gelir. kemali afiyetle yerler. SAHTE PRENSES —Rica ederim, bir az tahammül ediniz. — Ahhlı.. doktor.. yavaş ! — En ziyade burası ağrıyor, değil mi? — Evet tam - orası. ortası ağırıyor. —Masajdan çok hazzediyorsunuz zannederim? — Tğer masaj olmasa bu ağri- Jara tahammül etmek imkânı kalmazdı.. bilhassa belimin ağrısı, elinizin ter Ne hafif eliniz var, doktor! — Elektrik çok güzel ve mü- essir bir tedavidir. belimin Doktor, masaja bir az fasıla | verdi ve Klaranın müsaadekâr vasiyetinden cesaret alarak yanina üyle derhal hafifliyor. | Yükili KP oturdu. Şimdi degil mi? — Bir az degil.. pek çok.. — Hali sihhatte olan insanlar için bile < masaj $ en eyi bir lezvvuk vasıtasıdır. — Çok doğru. Ben de işte sizi bunün için yanimdan ayırmak istemiyorum. Vücudünüzde evvelâ bi gevşeklik.. bir az sonra da- tama- miyle bunun zıddı olarak- asabi- mızda garip bir gerginlik hissedi- - bir az rahatsımız, yorsinız... — Bvet.. Evet.. tipki - tazıf ettiginiz gibi.. “işte şimdi bile asabımin gerildigini ve mafsallı rımın adeta gidiklanir. gibi bir elinden alırız Bir gece karısı Hocayı telâşlı telâşlı dürterek uyandırı: - Kalk efendi kalk.. — Ne var yahu?.. —Daha ne olacak?.. Eve hırsız girdi.. Öbür odada? d()hşıp duruyur... hoca hiç gürültü etme- den yatağının içinde doğ- rulur ve karısına fısıldar: — Aman hanım gürültü etme, evde işe yarar bir şey bulursa hemen elin- den alırı: Ondan ne çıkar? Bir gün Hocanın oğlu babasına demiş ki — Baba ben senin doğ- duğunu hatırlıyorum hocanın karısı bu lere - kizmış ve çocuğu paylamış. Bunun üzerine Nasreddin hoca karısına dönerek: — Yahu, demi niçin paylayorsun?.. çıkar ondan?.. O benim — doğduğunu hatırlıyorsa ben de onun doğduğunu hatınlıyorum. Tedbir alıyormuş Hoca konyadaki evini yaptirirken Bir dülger ça- gırmış ve şu talimatı ver- miş: — Ben evin döşeme tah- talarını tavana, tavan tahtalarını da döşemeye mıhlayacaksın.. Dülger bu garip arzaya şaşmakla beraber Hoca- nın dedigini yapmış.. Iş bittikten sonra dülger sormuş: — Hocam, neden bunları böyle yaptırdın ? DUCU DSNT MAD ATN a nalı iki tarafa sallamı: — yakında evlenecegim evlâti demiş, adem / oglu evlenince de evi altı üs- tüne gelir.. Izdivaç için alıyorum. geyler olduğunu bissediyorum. Siz benim kemiklerimi tedavi eder- ken, beni çıldırtacaksınız! Bu esnada Klara, bütün etvar ve harekâtiyle doktora karşı en €n mahrem hislerini izhar etmiş.. kollarım. onün omuzüna — atarak şehvâni bir tebessümle gülmüştü.. Klara, hayatta - sevebilecegini taşavvur ettiği erkegi bulduğunu zannediyordu. — Doktorun sahbar bir bakışı vardı. Bundan başka, fevkalâde güzel- ligi yoktu. sadece Otuz beş yaşını geç kindi. Bu yaş onun için fazla değildi. Tam manasiyle taazzıv ve tekemmül etmiş “ terbiyeli bir erkek olarak görüniyordu. Klara — döktorü — ilk- gördügü dakikada sevmişti. Hem de ne Bevişl... Onu günde üç defa göre- bilmek (i bulmuştur. in ne gözel bir vesile ktrikle tedavil O — Evet efendim... 'ücudu- mun, - sözün meclisten dışarı - kısmı süflâsını muharebede kay- bettim. Ben — (Mevzula gayet alâka- dar) Yaaaa... Muharebede demek? O — Evet, meşhur istihkâm- lardan birini henüz almıştık. Bir kaç kadeh çekiştirelim dedik. Tam o esnada bir obüs geldi ve beni aziz dostumdan ayırdı. Ben — Hangi aziz dostunuzdan? | O — Aziz dostumdan, yani, | gerimden... Arlık oturmak bana haram oldu... Ben — Vah zavallı! O — Cidden pek acınacak bir vaziyyette — kalmıştım. — Bereket, hükümet, bedelini derhal aynen tesviye ederek bana bir yapma geri aldı Ben — ükümet, ha?... Sırt üstü yatmak bile yok... Yat- Sam yatsam yüzü koyun yatıyorum ki, 'bu da bir şeye benzemiyorl.. Bari başım kendi. başım olsaydı da ne yapmam lâzım geldiğini düşüneydim. Ben — Vayt başınız değil mi! O — Hayır! Zaruret yüzünden onu da elden çıkardım: Muhare- bede başım koptuğu için, bükümet bana muhkem tahta bir baş yap- tırmıştı. Arzettiğim gibi, zaruret- teydim Âlâ cins tahta başımı ârla saltım; bu başı, elden düşme aldım. Kendimin değildir... Ben — Belli, belli... ( Veda edip ayrıldım ) Başınız kendi İki Çiçek Londra amtör ressamlar ser- O — Hükümet, © zamanlar, irinmiliği bize karşı ne kadar müştik dav: 9iSinde birinciliği kazanan tablo ranıyordu, — efendim... — Şimdiki | — Loodrada genç amatör ressam- gibi değildi. lar sergisinde geçen ay içinde Ben— Şu — yapma gerinizi | teşhir edilen bir çok tablolar merak ettim. Bir görseydim.. O — Maalmemnuniye gösterir- dim, efedim... Fakat, heyhatl ka- bil değil. Zira, tam on dört aydır, kendisinden ayrı yaşamaktayım.. Ben — Ayrı mı? » OÖn dört ay mu: sıkıntısı çekiyor- Ben — (Merakla) Fecce? O — Eceesi böyle işte efendim. Zaruretten naşi, yapma gerimi, emniyet sandığına terhin etmek mecburiyetinde kaldım. Ben — Vah biçaracikl.. Mama- fih, müteessir olmıyın!. - İnşallah, 'an karip paranız olur da kıymetli malınızı emniyetten kurtarırsınız. © — İmkânı yok! Ben — Neden? O — Çünkü, arzettim a: gerimi 'on dört ay evel rehine koyduml.. Bir sene vadeyle.. Müddeti bitti.. Dehşetli - para sıkıntısındaydım... Mali merhunu kurtarmak nerde?! Bir gerim daha olsa onu da rehine yatıracaktım. Ben — Hasılı, emniyettı taramadınız demek?... hâlâ rehinde mi? O — Yok efendim, yokl.. atteessüf müzayedeye çıkardılar.. Harraç mezat satıldı. Ben — Demeyim?.. — kim aldı onu?.. kimin işine yarar ki?.. Alan onu ne yapar? O — Tersine kâsesi yaptıl Ben — (Pür teheyyüç) O halde Siz, ebediyen gerisiz kaldınız! O — ( Ağlıyarak ) Ebediyen.. Artık, benim için, oturmak yol Klara zihninden vilsonun ken- Gisi için yaptığı fedakârlığı ve buna ait hatıraları ” geçirirken kendi kendine: — Ne yapayım? -diyordu adamı da ben arayıp bulmadım yal kendi ayağıyle beni tedavi etineğe geldi Tayyarede yıpranan kemik- visine aile Ma- hoşaf çevirdi, bu lerimin elektrikle tei meyanında, senayii nefise noktai nazarından kiymeti haiz bir kaç tablo: seyyahların nazarı Zengin bir Amerikalı resim me- raklısı olduğunu söyleyerek genç amatörlerin delâletile sergiyi ge- zerken “Two Howers,, isimli tab- lonun önünde durmuş. Mister Dikson Amerikada genç ressamları teşvik için onların zel tablolarını daima satın aldığını söylemiş. ve (iki çiçek” tablosu- |au pek nefis. bulduğunu ilâve etmiştir. Mister - Dikson tabloyu 1000 dolara satın almış ve - ressamını görmek istemiştir. “İki çiçek, tablosunun ressamı gündüzleri Londranın maruf bir moda resim atelyesinde çalışan genç ve fakir bir kızdır. Mis Cizet küçüklüğündenberi resi- me merak ettiği için kendi Te güzel resimler yapmağa ve az zamanda çok — kiymetli tablolar yapmağa başlamıştır. Mis Cizet, bir aile dostunun delâletile moda atelyesine alınmış- sada orada yüksek — ressamlar bulunduğundan Cizetin mesaisi atelyede göze çarpmıyor Amerikalı zengin “ İki çiçek , tablosunu satın alırken Cizete şu sözleri söylemi; “ Henüz genç ve çok kabi- bir kızsınız. Bu eser, size buyuk bir istikbal vadediyor. Bu yüksek kabiliyeti söndürme- mek içın, size verdiğim bu para ile Parise tahsile gitmenizi tavsıye ederim.,, Mis Cizet, elinde ki dotarları israf etmeden Parise gidecektir. yük bir cesaret göstererek dedi ki: — Doktor, size bir şey söy- liyecegim amma.. — bana darilmi- yacağınıza dair söz verirmisiniz? — Beni tahkir etmeyiniz, rica ederim! Size darılmak.. hayır.. hayır ben zannettiginiz kadar kaba ve terbiyesiz bir adam degil iml — Ben de öyle tanımak- isti tabibimiz lüzum gösterdi. © ve | yorum... sınic rahatsızlığı, malüm Vilson ikisi birlikte çagırdılar, | yafl Asabın kâh gevşiyor. kâh getirdiler.. ben de sevdim... çönkü | geriliyor.. Bu iki garip hbaleti 'ben, hayatta ancak böyle ciddi bir | ruhiye arasında kalbimden başka erkegi sevebilirdim. mustarıp hiç bir yerim yoktur. Vilson da fena Gdegill Belki de — Tabil.. — tayyare - yolcu'uğı benim için çok büyük fedakârliklar | kolay mı ya? yapacak. Klara dahi” fazla — sabredemedi Fakat ne yapayım kİ — vilsonu, | -ve sordu: doktoru sevdiğim kadar sevemedim — — Doktor.. evli misiniz? ve sevemiyecegim... | — M Klara ile doktor baş başa ot rıyorlardı. İspanyol Zevceniz çok güzel mi? Niçin soruyorsunuz? (nabadi var)