Sahife 6 16 Kânumusani 1929 kıraat Eşek okuyor? Nasrattin Hoca, bir gün, Timurlenge demiş ki: — Benim pek zeki, pek fatın, arif ve pek dira- yetli bit eşeğim vardı... Ben, onâ, hattâ okuyup yazma bile öyretebilirim. Haydi sen de, Hoca... Eşek Rismı, hiç okuyup yazma Öğrenebilir mi? - Elbette. — Öğret öyleyse.,. Fa- kât şunu bilki, eyer bu işi beceremezsen kafanı keserim. Peki, ancak üç ay mühlef isterim. Timurlenk, mühleti ver-| miş. Hoca da, tam üç ay, eşeğe talimler yaptırdı, Üçüncü ayın hitamında, şehrin büyük bir meyda- nına kocaman bir kitap konuldu. Hoca, arkasında meşhur| eşeği, iki tarafa selâm dağıtaraktan eşeğin na- sıl okuyacağını merak eden kalabalığın arasın- dan — geçerek, — yürüdü; eşeği kitabın yanına ge- tirdi. Eşek, kitabı görür gör- mez, alelâcele; — diliyle yaprakları çevirmeye baş- ladı. dâkin, son sahifeye ge- linde, yüzünü, melül mah- ğun hocaya çevirdi; ve, ayin . hayin at ça bağadı yi nırmağa Timürlenk, bunun üze- M K - Yahu! hal? *'diye sordu. hoca, cevap verdi: — Efendim, ben, üç ay müddetle, bu eşeğin ar- hocal! Bu ne pasını hep kitabın. yap- rakları arasına koyarak verdim. Lâkin, eşeği üç gün üç gecedir aç bırakı-| yorum. Şimdi, kitabi gö- rünce, saldırdı. yaprak- ları, birer birer, diliyle çevirdi. Fakat, — içinde arpa 'olmadığını anlayıp böyle hayın hayın anırdı. Hoca ile dilenci Hoca merhum bir gün damını aktarıyormuş. Bu G eni aai peyda olan bir adam: < Hoca, zahmet ama bir az aşağı inermisin? Hoca işini birakıp aşağı inmiş. Ozaman adam kulağı- na eğilerek: - Hoca, beş on para sadaka verir misin? Hoca adama: zahmet ama, bir az içeri buyurur musun? Adami içeri almış yu- karı çıkarmış. Kiremitle- vin üstüne gelince, ku- lağına eğilmi — İnayet olsun birader demiş Hoca ile Köylü Hoca bir köye imam olmuş. , Maşallah — halk camiye dolup boşalıyor. Nemaz, niyaz, ibadet, taat dehşet amma, gel gelelim! kendisine para pul, yiye- Celi, icetek veren Yoki Bir gün camide ” vaaz ederken, köylünün - bi >sormuş: - Kuzum, Hoca, Hazreti İsa, arşı âlâya bunca za- man kelmış. Ne yemiş, ne içmiş? Hoca fena halde hiddet- lenerek: sütunu | rada gözünüzün önünde- — Behey adam, -demiş- Ben bunca zamandır bu- - fersah uzakta arşı alada bulunan adamın mı ne yiyip ne içtiği kal- binize merak oldu?... Demiştir. Hocanın filosofluğu Merhum, bir gün, bir bal kabağı bostanında, Dinceviz 23 apının öllkda! oturmuş. - yarabbi! -Der iş- Ne munasebetsiz şeyler yara- tırsın. Bal kabağını, şu mini mini yerden bitme fidanın ucunda yaratmış- | sın. Cevizi ise, şu koskoca ağacın üstünde.. Eyer bal kabağını ağaçta, ce- vizi yer fidanında yarat- saydın daha uygun kaç- maz mıydı? Böyle düşündüğü sırada, rüzgâr çıkmış, ağaçtaki cevizlerden birini Hocanın çıplak kafasına düşürmüş. Merhumun fena halde canını yakmış. Hoca, o esnada, ellerini semaya kaldırmış. -Aman, kusurumu affet Allahım. Sen gene bildi- ğini bildiğin gibi yarat! Eyer bana uyupda ka- bagı ağaçta yaratsaydın şimdi benim halim nice Hamurkârlar ; Iı gömlekleri ile sokakta gezmiyecekler âl eden hamurkârlar sokaklarda geziyor- lar. Sokakların bütün levsiyatı bu gömleklere — bulaşıyor. — Emanet, kasaplar, berberler gibi Hamur- kârların da iş gömleklerile sokak- larda gezmesini menetmiştir. Bizde, dalgınlık diyince akla Emrullah efendi geli Hani, Merhum evlenmiş de, güvey gireceği gece, evlendiğini Unutmuş; her akşam oturmağı âdet edindiği kahveye gitmiş. Ge- ce yarılarına kadar gazete, mec- mua, kitap okumuş. Bu esnada, düğün evinde, te- lâş, matem...: * Acaba damat kaçtı mı?, diye, rullah efendinin dal; hığmnı bilen arkadaşlarından biri kahveye uğramış. Bakmış ki, Haz- ret orada : — Ne 0? Burada ne oturu- yorsun ? — Niçin oturmıyacak mışım . — Canım ! Sen evlendin ! Evi- ne gitsene... — Tewu... Sahi yahı Şene meşhardu; ——— irda elini yan cebine sok- hu bakmış : Ooco ! Âla, âlâ... Sıcak sıcak fındık kebap... Demek demin köprüde almış da aldığın unutmuş... Habr> elini daldırarak — yemeye — başlamış .. Vapurda yanında oturan adam : — Efendi, - demi olsun brak da götüreyim. Meyer, kendi sanarak yanındakinin cebine dalıyormaş. cebi Merhuğn, evde geceleyin calışır- ken, mumdan / sıgarasını yakar; sonra, muma: — Teşekkür ederimi -diye se- lâm verirmiş. bugün muhakkak maaşını all - demiş. Emruliah efendi de, parmağına sicim bağlamış; not defterine kayd- etmiş; hasılı bu süretle unutmi- yarak, maaşını muhasebeciden iste-) Vükelâ içtimar esnasında, mu- hasbeci, paraları getirmiş; Merhu- mu azıcık dışarı çağırtarak paraj Vermiş. Emrullah erendi de, oradla | asılı düran / paltosunun / cebine maaşını olduğu gibi indirmiş . Paltosunu giymiş. Evine gitmiş. — Maaşı aldın mı, ef — Aldım, Karım! Paltomun cebindedir. Hanım, paltonun cebine bakmış:| — Burada para mara yok — Nasıl yok ? Hep birlikte aramışlar, taramış- Cidden yok .. — Demek düşürmüşsün... Yahut çaldırmışsın... Nasıl olsa gitti para.. Sağlık olsun... Bari kimseye söy- lemiyelim de alay mevzuu teşkil etmesin! O akşam, — diger bir — nazır evine giderken, bir de elini pab- tosunun cebine sokmuş ki; - vay! Parral Hemen saymış. 142 lira, 25 kuruş... Bu para, buraya nasıl gelebilir?. Hmmmm ... 142 lira, 25 kuruş ha... 142 lira, 25 kuruş tekaüdi- yesi ve diger mevkufatı hariç, tam nazır maaşı.. Meseleyi çakmışı Nazırlar içinde dalğınlıkla kendi parasını başkasının paltosuna ko- yacak kim var?... Emrullah efendi paraları merhuma Erlesi gün, geri vermiş. Bizdeki başlıca dalğınlık- hil yeleri bunlardır; ve hepsi Emrul- lah efendi merhuma racidir! Avrupalıların da bir Emrullah efendisi var: Kimyaker Lâvuazyel Lâvuazye, dalgınlığı o dereceye vardırmış imiş ki, yolda giderken bir kara tahta görmüş. Hemen cebinden — tebeşirini — çıkararak, aklındaki / muadeleleri bu. kara tahtaya yazmağa koyulmuş. Fakat kara tahta, yürümeye başlamış. Lâvuazye de hem mua- aelelerine devam etmiş, hem yürümüş. Kara tahta koşmuş. keza, kim- yager de... Meyer, koşan İi 'nun arka tarafıymiş. Lâvuazyeyi ilk önce mecnun diye yakalamışlarsa da, sonra, dâhi olduğunu anlıyarak brakmış- lar. yir lando- Meşhur kimyager, bir , evine den ?ıı..rkm,ykz'pıııuı: Si Ldtuusye vvde yoktur! Diye bir lâvha asmış. Akşam üstü evine dönünce, bir de bakmış: Lâvuzaye evde yökl ŞEh, bir az dolaşayım da sonra lemiş. Dolaşmış. Geri dönmüş. Gene: Lüvuazye evde yok! “Allah Allah Ne zaman gele- cek bu adam?” Bereket, annesi üçüncü gelişin de onu pencereden görmüş de içeri almış... Kimyager, bir yağmurlu akşam, evine dönmüş. Şemsiyesini yatağa kendi de, soyunaral açarak ocağın yanında durmuş. Şafak sökünceye kadar aynı vaziyette kalmış. Sabahleyin, annesi odaya girip de oğlunu o vaziyette görünce, sormuş: — Ne yapıyorsun? — Şemsiyemi açarak - ocağın anına / kurusun” diye koydum. ça di yatağa yattım. D Çiki (l VN Görülüyor ki, her hususta bizi geçen Avrupa, dalginlik hüsü: sunda da geçmiş. Ne terakki, efendim, ne terakki... (Hikâyeci) Tefrikanümerosu: 45 SAHTE PRENSES Tomas, polis haliyesine karşı çok müğberdi. Mamafi Cakın tesirile bir dereceye kadar, Cak | bakkındaki fikirlerini değiştirmeğe başlamıştı. Bu vadide konuşarak yında balık tutuyorlardı. Cak dizlerine kadar suyun içine girmişti. Bu esnada uzaktan at üstünde bir yolcunun — suratle — geçtigini görmüşlerdi. Vahşiler reisi, kendi mahitinden geçen her hangi bir — yolcuya çevirip soymağa alışmıştı. — Bugun talümiz fena olmiya- cak.. kena- Dedi. . benim — Çabük arkamdan yetişi Tomas, atlının önünü kestirmek için koşmağa başladı. Uzaktan giden yolcu, bir adamın kendisine dogru koştuğunu görünce hayvanının dizginini çekerek yo- Tun ortasında durmuştu. Tomas yolcuya seslendi: — Dur! İri boylu bir adam istihza ederce- sine bakarak Toması baştan aşağı süzdükten sonra: — Ne var? -dedi- Saatın kaç olduğunu mi soracaksın? “Tomasın bu alaydan cani sikıldı. Bvet.. saat kaçtır? — Dur.. bakayımı da saatin kaç olduğunu sana haber vereyim. Yolcu elini cebine soktu ve kendi kendine marıldandı: ba buralarda biç saat yok!. Fakat yolcu Tomastan — düha siyade görü açık çıktı. Cebinden aat yerine bir rovelver çıkararak Yolcu bunu söylerken, birden- nasıl olduğu anlaşılamayan bir gürültü koptuş Tomas - hayret edilecek bir çeviklikle, elinde salladığı ipi —yolcanun — üzerine atarak herifi bir anda yere düşür- müştü. Bu esnade M. Cak daarkadaşı- nin yanına yetişmiş balunayordu. Tomasın firlattığı ip, — yolcunun boynuna dolanmıştı. Fakat yolcu çok kuvetli bir adamdı, buğazi iplerin —arasında — kaldığı halde Tomasla — boğuşmağa — başlamıştı. Alt alta, üst üste geliyorlardı. Cak için Tomasa yardımdan baş- ka yapılacak bir iş yoktu, hemen, o sira sırtı yere gelmiş olan yolcu- 'nun ayaklarına ipi sardı ve adamın- saratle hareketine mani oldu.. 'Tomas, bu. vaziyetten k yolcunun — göksüne herifin başına mu; indirip duruyordu. Bu esnada yolcunun, kulak za- rınt patlatacak kadar müthiş ve ldiz Cakll! Beni ta — Cak. ve gayri ihtiyari olarak v Sen misin? Vahşilerin reisi ile boğuşan yolcu, Klaranın uşağı olan « zenci » den başka bir kimse degildi ! Zencinin elini, ayağını eylce Cak hayretle yolcunün yüzüne SS? 3 Dznişti. bağladıktan sonra bir kenara Tüklediler. Tomas, arabın İ yoklamış ve cebindeki paraları, —saatini, tütün tabakasıni almıştı. Reis, Cak ile zenci arasında cereyan eden kısa muhaverenin farkına varama- mişti. — Zencinin — dudaklarından beyaz köpükler saçılıyorda. Caka hainane bir nazar atfedereki — Alçak! -Dedi- yolumu kestir. mek için benden evel buraya geldin değil mi? Cak, zencinin karşısına çıkma- siyle çök müşkül mevkide kal- — Ben Cak değilim! Diye bağırdı. Cak, evelce uzun müddet polia hafiyeliği yapmış — olan — zenoiye verdiği bu cevapla, kendisinl ta- mimamasını İma etmek islemişti. »— (Mabadi. var)