BAYFA : 4 BÜYÜK AŞK ROMANI Yazan: SERVER BEDİ Bu kadın deli No. 1 değilse başka neden korkabilirdi BİRİNCİ KISIM Ü pa Trenin hareketine beş daki- ka vardı. Nejat kompartmanına yerleştikten sonra pençereyi aç f ve başını dışarıya uzattı. An- Karaya sık sık gittiği için onu uğurlamağa gelen yoktu. Fa- kat her zaman, başkalarını teş- yie gelenlerin ayrılık heyecan- İarını seyretmekten — hoşlanır- dı. Gözleri vagonun basamak- ları önünde kuenklı;nn_blr su- bayla ihtiyar kadına doğru gi- derken, bitişik kompartımanın pençeresinden uzanan — sarışın bir kadın başına takıldı. Fakat baş hemen geriye kaçtı ve kay- boldu. - Tren, veda çığlıkları, havada Ballanan eller ve mendiller ara- Bında ağır ağır hareket eder- ken, sarışın baş pençerede tek- rar göründü. Yüzü gar tarafı- 'na dönüktü ve Nejad onu gö- remiyordu. Fakat ikide bir ge- ri çekilen ve ürkek bir hareket ile ileri doğru hafifçe uzanan bu zarif başda, birini görmek istediği halde ona görünmemek arzusu var gibiydi. Galiba ken- disini göstermeden, rıhtımda biriken kümeleri gözetlemeğe çalışıyor, tanınmamak için men dille yüzünün yarısını örtüyor- du. Yahut Nejada öyle geldi. Bitişik komparrtıman da birin- ci mevki olduğu için her halde bu kadın yalnız seyahate çıkı- yordu. Onu da kimse uğurla- Mağa gelmemişti. Tren gardan ayrılınca kadının başı pençere- den dışarıya bir az daha uzan- dı. Yüzü Nejada döndü. Göz ze geldiler. Kadın hemen başı- ni çekti ve bir daha çıkarmadı. Nejad da oturdu, hava se- rin olduğu halde pencereyi kapamak istemedi. Bitişik kom- gu yalnızdı, zarifti, güzeldi. Ne- İad gibi otuz beşini yeni dol- duran bir bekârda hemence- cik macera ümitleri uyandıran #uh bakışları yoktu ama, gri yeşil gözlerinde ve başının ha- Teketlerinde merak — uyandıran bir ürkeklik ve arzu uyandıran bir çekingenlik vardı. - Neden korkuyordu? Bir az evvel göz- leri garda kimi aramış, niçin ona görünmekten — kaçınmıştı? Bir sanatkâr muhayyilesi — için gu bir iki işaretten bir roman doğabilirdi. Fakat Nejad ro- mancı değildi. Fransada <Ponts et Chausstes> İ yeni getirmişti. Ankarada bir müteahhidin köp Tü plânlarını götürüyordu. üzel komşusunü daha fazla düşünmedi ve el çantasından lü'ımki"tıı gıkarıp okumağa baş- Lokanta vağonunun — çıngı- Tağı çalıyordu. Hemen kalktı ve koridora çıktı. Bitişik kom- pârtımanın önünden geçinçe, ka- dın da çıkmıştı. Nejad çekildi 've ona yol verdi. Arkasından yürüdü. Kadının Üstünde, ga- jyet iyi dikilmiş bir gri tayyör vardı. Boyu ortadan uzun ve biçimliydi. Trenin sarsıntıları yürüyüşünün — zarif Aahengini bozmuyor, kıvrak vücudü her ani hareketin sürprizine he- men intibak ediyordu. Nejad hükmünü verdi: > «Güzel ka. » jkantada güzel kişilik bir masaya oturdu. Tre- 'nin hareket istikametinin aksi tarafındaki koltuğu tercih et- miş ve arkasını geldiği vagona vermişti. Karşısında boş bir yer vardı. Nejad başile bir İâm vererek müsaade istedi ve kadın iki Slusuu PARA YOKSULLU- v Birdenbire piyasadan para çe- kilmiş.. Ere aman! Haydi ga- gelecade sütun sütun makale- Â ver, kimi buna E vütün dünyaya şumülü — olan vir — buhranın başlangıcı — di- yor. Anlaşılan buhran iktısat bakımından en zayıf bizi bul- CaZ için evvelâ bize çullan- miş., Kimisi, bu para yoksullu- Buna gelir vergisinin sebep ol- duğunu söylüyor.. Herkes pa- rasını çıkınlamış, düğüm üstüne düğüm vurmuş! Kimisi de sebep olarak yüz elli kadâr milyonerin paralarını banka — kasalarında sakladıklarını ileri sürüyor. Piyasaya para ister çıksın is- ter çıkmasın. Bize göre hava hoş.. İçinde bulunduğu kerva- nın eşkiya tarafından soyuldu- Bunu gören Bektaşinin dediği ibi biz de kırk yılda bir züğürt- lüğün safasını sürüyoruz. Fakat şu para yokluğunun ha- kiki sebebinin ne olduğunu kim- se bilmiyor vesselâm. Bir fıkra vardır; buraya pek yakışır. «Bir imtihanda mümeyyiz ta- lebeye sormuş: — «Hamlet» 1 kim yazmış? Talebe hemen cevap vermiş: — Ben yazmadım efendim. Mümeyyiz bu cehalet karşısın da elem duymuş. O gün yemeğe dâvetli olduğu bir aileye — git- miş.. Sofrada bu mevzuu tuttu- rarak talebenin verdiği cevabı göylemiş. Sağında oturan bir ka- (din sormuş: — Sahiden lmiş? vazan o değil mi oraya oturdu. Kadmın yüzüne bakmadı ve tabakasını çıkardı. Bir sigara yaktı ve beraberinde getirdiği kitabı okumağa başladı. Fa- kat sayfanın kenarından kaça- mak bakışlarla güzel — komşu- sunu süzüyordu. Otuz yaşında olmalıydı. Sarı saçları - boyalı değildi. Gözlerinde korku olma- dığı anlarda hülya vardı. Fa- kat dudakları yuvarlak ve etli bir az büyücek ağzının kenar- larında, saçının keskin realite- lerle temaslarının izlerine ben- zeyen ince gölgeler beliriyor- du. Bunlar, kimbilir hangi zen- gin tecrübelerin gizli yazıla- rıydı.. Yüzünün umumi — ifade- sinde de, yaşamış bir kadının henüz taze olgunluğu vardı. Her halde kız değildi, fakat parma- ğında halka yoktu. Nejada sez- dirmemeğe çalıştığı bir maksat- la, arkasındaki masalara bakı- yormuş gibi yaparak ikide bir lokantanın kendi vagonlarına giden kapısına bir göz atıyor- du. İçeri giren yolcunun korktu- ğu adam olmadığını görünce ra- hatlamış gibi omuzları gevşiyor ve yüzünün çizgilerini dikleşti- ren endişe azalıyordu. Kimden korkuyordu bu ka- din? Korktuğu muhakkaktı. Nejad bu noktada aldanmadığından e- mindi. Tahminlerinde daima re- alist olmağa çalıştığı ve hayale kapılmaktan sakındığı için ro- man vak'aları düşünmek iste- miyordu. Eğer muhayilesine serbest bir cereyan verse, bu ka- dının polis tarafından takibe- dilen bir casus, yahut kocasını üç saat evvel öldürüp bu tren- le kaçan bir kaatil, kıskanç âşı kı tarafından öldürülmekten korkan bir günahkâr kadın ol- ması ihtimalleri üzerinde hayal- lerini koşturabilirdi. Bu kadar ileri gitmek istemediği için da- ha basit bir ihtimal arıyor, bu- lamıyordu. Bu kadın deli de- ğilse başka neden korkabilir- di? Deli de değildi. Ahenkli - yü- zünde, gizli büyük ihtiraslarını sezdiren çizgiler umumi ifade ahengir! bozmuyordu. Gözlerde gayr. tabii bir Bükış yoktu. Ba- şın ve omuzların hareketlerin- de aklın hâkimiyetini ifade eden gayet sakin ve ağır bir dalgala- nış vardı. Deli olmadığı da muhakkaktı. Çantasından paketini çıkardı, bir sigara yaktı. Gözleri - tabla arıyordu.. Nejad kendi önünde duran tablayı ona yaklaştırdı. Kadın, henüz sesini ve şivesini belli etmeyen fısıltı halinde bir teşekkürle mukabele etti. Acaba Türk müydü? Her mil- liyeti kabule hazır beynelmilel bir çehre yapısına sahipti. Av- Tupa trenlerinde bu bilmece-ka- dınlara çok rastalnır. Nejad bo- şuna tahminlerle zihin yormağa çalışmadı. Ağır ağır çorbasını içti. Kadın sigarasını yeni yak- tığı için olacak, çorbayı — red- detmişti. Garsondan şarap is- tedi. Şivesi düzgündü. Fakat «beyaz> ve «şarap> kelimelerini iyi telâffuz etmesi Türk olduğu ğunun kâfi delilleri değildi. Ne- İad onu konuşturmak için bir Çare araştırmağa başladı. Kla- tik bahaneyi kullandı ve - sor. u: Pençereyi bir az açabilir ? miyim? Göz göze geldiler. Nejadın i çinden garip bir seyyale geçti. (Devamı var) Zavallı adam büsbütün peri- gan olmuş, sol tarafına dönmüş, gerek talebenin gerek sağındaki kadının cevaplarını sofra kom- gusuna anlatmış. O da dinlemiş ve: — Halbuki yazan çocukmuş değil mi? demiş. Adamcağız bitmiş; yemekter kalkmışlar; derdini ev sahibine açmış ve bütün aldığı cevapla- rı anlatınca ev sahibi: — Velhasıl demiş; bu eseri kimin yazdığı bilinmiyecek ves- selâm! Biçare fena hald€ sinirlenmiş.. Vakit gelmiş, herkes dağılmış, bu da aynı semtte oturan tanı- dığı ile evine dönerken mahalle- lisine o günkü macerayı anlat- mış.. Ahbabı düşünmüş: — Bana kalırsa.. demiş; ev sahibinin hakkı var * TABELALAR VE TARİFELER: Belediye kalabalık yerlere seb ze ve meyvaların Hâl fiatlarını siyah bir tabela ile astırıyor. Ben pahalılık- la — mücadele- nin bu şekline ilk defa — ola- rak Köprünün Kadıköy iskele sinde — rastla- dim, — Evvelâ ; yapurların yaz târifesi sandım, ehemmiyet ver- medim, Malüm a.. Türife gayet lüzumsuz bir. zahmettir. Hiç kimse vapura binmek için iske- lelerde asılı duran târifelere bak maz, mutlaka memura sorar. On lar da bunu bildiklı k târifeleri ekseriya dilmiyecek kadar yükseğe asor- lar, YENİ SA BA — Tecessüs, tahta kurduna ben- zor. Bir kere İnsanın içine düştü mü ondan kurtulmağa imkân — yoktur. Kemirir durur... söze başladı. Sonra gözleri: güzlerime dikti. Bakışlariyle — kalbi. min derinliklerini araştırıyor. gibiy- di... — Zorla değil ya birader, garip gekilde merak ediyorum. Aramızdan birdenbire ayrılmım, artık brig par- tilerine gelmemen, âlemlerimizde bu- Tunmaman boni, senin hakkında kur- calayıp durüyor. - Birini yakaladın. Biliyorum, Bilmek değil de kuvvot- le tahmin ediyorum. Fakat bu hatun 'ne biçim şoy ki, senin gibi kurnasz tilkiyi, gırtlağından yakaladı Gülerel L — Gırtlağımdan — deği, — kalbim. den! dedim. Sonra, ciddileşerek : — Neler söylüyorsun yahul de- dim. Hayatımda no kadın, no kız kim seler yok, Sadece usanç var. Biktim artık briçten de, hovardalıktan da, âvarelikten de... Hattâ evlenmeği de düşünmüyorum değil — Hoppala... Delirdin mi yı Senin gibi deli fişek evlenebilir mi hiç! Yazık âlemin kızına. — Ya sen niye evlendin? Evlen- din de hâlâ Gvarelikten başını ku taramıyorsun... Birden gözlerinin — meraklı ışığı bulutlardı. Yüzünün hatları derin bir keder ve ıztırap ifadesiyle derin- loşti. Bir müddot öylece — kıpırdısız kaldı. Sonra ağır ağır başını kak rarak, küskün bakışlarla gözlerime baktı — Ben mi? dedi. Sen bana bak- m, benimki bir feragat — ve hikâyesidir... Morakla : — Nesil? dedim. — Karım teyzemin kızıdır... Bil- mem ki gördün mü hiç? Ne kadar güzeldir. Bir çok kimseler için ca; besine dayanılmaz. O, gözlerimin önüne gelmişt darı Saç siyah düz ipekten, su yeşi Pnranııı Vtrınlere Kıptırmuyınız Metresi 24 Tabelanın karşısında üç beş kişinin toplanması bunun vapu- run harcketile alâkalı olmadığı nı bana ariattı. Bunun alışveriş ne dereceye kadar 1abessir o.a- cağını bilmiyeruz. Yalnız her gün Hâl fiatiarı bir kâğıda kop ya edilecek, ondan sonra pazara Çıkılacak, — Fasulye kaça? — Yüz yirmiye., tartayım? — Dur bakayım, , Hemen cepten liste çıkacak. Enginar, kabak, bezelye.. Hah Ne kadar fasulye.. Elli.. — Baksana.. — Hâl fiatınalı fasulye elli.. diyor. — Beyim.. Siz ona bakma- yın. , Kâr haddi var.. Malın çok luğu azlığı var.. Sebze o kadar durucu fiata gelmez. — Öyle şey mi olur? Elbette tabelayı asanlar birgey biliyor- lar ki oraya asmışlar.. — Birşeyden haberleri yok malları Hâlden man İtimiz de kar rgiya geçe- . Başlıyacağız hayat pa- alık Kumaşlardan ŞÜPHESİZ Kİ ŞIK GİYİNMEK İSTERSENİZ Öyle ise Seçme YERL! ve INGILIZ kumaşlarımızı GÖRMEDEN KARARINIZI VERMEYİNİZ 'Terzihanemizde taxsitle de muamele yapılır Adres: Karaköy — Bebek Tramı ronkli huzur ve sükün veren hari- kulâde gözleri, canfes parıltılı yu- muşak deri teni, hiç bir zaman bo- yla saklanmıyan büyük ve atopli ağzı, ya Gesl... Sıcak, yüreğe İnon insanı büyüleyon se En boş parasız birakarak ölmüştü. Toy- çocukları birer birer mektepten Hem iflâstan sonra onları aldı. Büyük bir sefaleto düştüler, Ço cukların en büyüğü veremden öldü. İkincisi, sanatoryoma düştü. Üçün- ü kız, başını alıp bir Amerikalı ile kaçtı. Hasılı ocak böylece dağıldı. — Peki niyo yardım — etmedin? Paran mi yoktü? Yüzünün çizgileri ıztırap ifadesini | kaybetmeden güldü : — Çocuk musun birader... Kaç kero teyzemo yalvardım... Fakat gu- rurları her şeye mâni oldu. Bir ku- ruşumu kabül etmediler. Teyzemi de kaybedince, kız ortada kaldı. — Bir bana geldi: <Ağabey, dedi. Ben, i seviyorum. Şimdi kendisi Ar- jantinde okuyor. İki sene sonra tah- Bili bitecek. Senin yanında oturmama müsaade eder misinf> Ağlıyordu. O- nu, çok severdim. — Fakat bu sevgi, doğduğunda kucağa alınan, sonra e- linde büyüyen bir çocuğa duyulan muhabbotti. Onu bağrıma — bastım «Hele çok şükür aklın başına geldi, dedim. Elbet benimle beraber oturur, nişanlının dönmesini bekliyebilirsin.> Nihal, böylece benim köşke yerleşti. Aradan henüs bir kaç ay geçmişti ki, ortalığı bir dedikodudur sardı. Ben pkin bir adam kızı sağlam br- rakmazmış. Yok teyzezademle met- res hayatı yaşıyormuşum. Yok — her ay bir çocuk aldırtıyormuşuz. — Ve bu dedikodular arttıkça arttı, alevlen | dikço alevlendi. Bir — taraftan kızı kullanıyor, öbür taraftan — çapkınlık || hayatıma devam ediyormuşum, Ah- lüksızın. biriymişim zaten... — Günün birinde: €Nihal, kızım dedim. — Na- usumuzu kurtarmak için — seninle bir gösteriş nikâhı yapalım. Sevgilin gelince, benden boşanır ona varırsın> O, minnet gözyaşlari boynuma İKİ PROVALI Lizaya İBRAHIM - İRGÖREN Yüksek İktisat ve Ticaret Mezunu Sultan Hamam Dix - ıy durağı No, 62 İstanbul halılığını tenkide, Bakalım ne zaman Allah tabiat elemanlarına müstahsilin mizacı na göre hizmete müsait bir şe- kil verirse o zaman bu tabel lar oldukları yerde çürümeğ mahküm kalırlar. Fakat o za- man ne vakit gelir?.. Orasını yine Allah bilir! v YİNE NUHUN GEMİSİ! Duydum ve pek memnun ol- dum.. Bundan sonra Ağrı da- ğında Nuhun gemisini arama ameliyatı ya- k — edilmiş. Esasen dünya- MN da bu gemiyi GA 'aramağa kalk- ,/M 'maktan — daha; u |saçma ne ola-| silir Ki? Bil-! mem — kaç bin sene evvel Nuh Peygamber bir gemi yapmış, Tufandan canlı mahlükatı kurtarmış. O zaman- dan bu zamana kadar bu tahta gemiden eser kalır mı? Kalsa ne olacak? Eski bir eserin anti- kalığı yalnız eskiliğile değil bir SA c sarıldı: <Ağabey, Ne iyisinlai> diye dakikalarca ağla- dı ve böylece evlendik. Bon — yine eski bayatıma devam ediyorum. De- dikodular bir cihotten yatıştı. Fakat biç ummadığımız bir facia — patlak verdi. Arjantindoki genç, bu izdiva- o1 ciddiye aldı. Kızın bütün izah 'ne âliconapsınız. teminatına rağmen, — araları açıldı. Mektuplaşmaz oldular. O, anlattıkça tarife sığmaz — bir heyecan duymağa başlamıştım. Ado- t soluğum kesiliyordu. Fakat hinsi yatımı saklıyordum. Nihayet, arka- daşım — Benim izdivacım böylece bir formaliteden ibarettir... Biçare ta- lihsiz yavrucağa tesolli vermeğe uğ- raşıyorum, Fakat nafilo... Ah gu ke- ratayı bir elime geçirsom, ah... Bili- rim ona söyliyeceklerimi, O zaman son hadgini bulan ho- yecan içinde — Elinde zaten!... Diye kekeledim. O, yerinden sıç- rıyarak bağırdı : ? Nasil, elimde? Artan heye sarıldım — Beni ikiniz do nffe anlayışsız. horifin biriymi; 90... Nihalciğim benim molek... Sözlerim dudaklarımda donup kal dı. Dostum, pis bir geylermiş — gibi ellerine sarılan ellerimi silkerek ken- disini kurtardı. Ve beni kadar ürperten bir kahkahayla gü: lerok: a onun ellerine iliklerime — O, sendin demekt... Sendin. Daima şüphe ediyordum. Fakat b kadar kolaylıkla tuzağıma düşeceği- ni ummüyordum! dedi. Kapıdan fırlyaıp çıkarken, —ayni garip kahkahayla — Onu seviyorum.... Söyledikle- rimin hepsi yalan... Yalan... Onu e- limden alacağını sanma, Diye, haykırdı. Kapıyı vurup git- ti. Arkasından gülümsedim. Artık onunla kavuşmamız bir gün mesole- siydi. Huzur ve sükün içinde bir si- gara yaktım, CAHİD UÇUK MERİNOS Kumaşları SÜMERBANK satış fiyatma TL. 25. 33 STAD Mağazasında Beyoğlu İst. Cadd. 74 Ekspres Birahanesi karşısında Deniz Gedikli Erbaş Ortaokulu Müdürl günden 1 — Türk Donanmasının Gedikli Erbaş kaynağı olan &Deniz Gedikli Erbaş orta okulu> €ve Dz, Gd. Erbaş sınıf okulüna» Öğ- renci yazımına 1/haziran/949 dan 1/eyl0i/949 gününe kadar de . vam edecektir. 2 — Birinci sınıfa bu yil ilk okulu bitirenler, II, sınıfa orta okullarda ikinci sınıfa geçenler, Üçüncü sınıfa da orta okulda TIT. cü sınıfa geçmiş bulunanlar ve Gedikli Erliğe de orta okulu biti. rerek diploma alanlar kabul edilir, 8 — Birinci sınıfa 16, ikinci sınıfa 17 ve Üçüncü sınıfa 18 ya. gından büyük olanlar kabul edilmez. 4 — Gedikli er olacakların 18 yaşını tamamlıyarak 19 yaşın. dan gün almaları şarttır. 5 — İstektilerden İstanbulda bul'inanların Kasımpaşadaki okul müdürlüğüne başka yerlerde bulunanların bulundukları ye rin askerlik şubesi başkanlığına aşağıda yazılı vesikalarla — mü. racaatları, * a — Dilekçe — 7208 — b — Nüfus cüzdanı fotoğraflı © — Bir seneyi geçmemiş aşı kâğıtı d — Ailesinin ve «endisinin ir iyi hâl kâğıdı. iyk bir ahlâk sahibi olduğguna da- e — Okul tastiknamesi veya diploma, £ — 12 adet vesikalık fotoğraf. —— — İstanbul: Gümrük Muhafaza Denizbölge Komutanlığı Satınalma Komisyonundan 1 — Kapalı zarf usuliyle, deve boyunlarile birlikte <10000> 'adet telefon fincanı satın alınacaktır. Muhammen bedeli (19800> dra olup muvakkat teminatı <1485> liradır, Teminat İstan - bul Gümrük Muhafaza Başmüdürlüğü veznesine yatırılacaktır. 2 — Thalesi 13/6/949 pazartesi günü saat 15 de Hasköyde adı geçen komisyonda yapılacaktır. İsteklilerin şartnamesini İstanbulda komisyonumuzda, Anka - rada Gümrük Muhafaza Gencl Kom'tanlığında, İzmirde Gümrük Muhafaza Deniz Bölge Komutanlığında görülebilir. 3 — Teklif mektupları ihale saatinden bir saat evveline ka dar komisyonumuza verilmiş bulunacaktır, eee AAA Piyasada para yoksulluğu — Tabelalar ve tarifeler | Yüne Nuhun gemisi — Vapur aa aoğum — İnfilâklı yangınlar — Pahalılık denilen mizahi mes'ele az da onun taklit edilemez bir sanat eseri olması iledir. Nuhun gemisinin ankazı bulunsa ne 9- lacak? Onda bahriyemizi alâku- landıracak ne bulacağız ki Nuhun gemisi şimdi neşeli hi- kâyelere dekor hizmetini — gör- mekten başka birşeye yaramı- yor. İşte size bir misal; Yağmurlar dinmiş, sular çe- kilmeğe yüz tutmuş. Gemiden koyuverilen güvercin bir zeytin dalile gemiye dönmüş. Nuh ve gemidekiler görmüşler ki artık karaya çıkma zamanı yakın.. Hakikaten birkaç gün — son” müthiş bir çatırdı ile gemi kara- ya rampalamış. Nuh Peygamber gemidekilere artık su seyahatinin sona erdi- Bini müjdelemiş. Gemiden kara- ya bir kalas parçası uzatmış (Bizim de hâlâ vapurlarımızda kullanılan tahta iskeleler Deniz- yollar idaresinin Nuhun sünne- tine tâbi olmak için terketmedi- ği bir an'anedir) ondan sonra: — Yolcular.. demiş, karaya akacaklara intizamı muhafaza eylemelerini tavsiye ederim. Bu- nun için evvelâ büyük hayvan- — 6996 — lar çıkacaklar. Ondan sonra ağıc lık ve boy sırasile birer birer is- keleye basan yürüyecek! En a- ğir ve en vücutlu hayvan fil ol- duğu için evvelâ o çıkacak.. Bu sözleri işiten pire bağır- miş: — Demek ben en ufak oldu- ğum için en sona kalacağım ve bütün bu hayvanların çıkması- nı bekliyeceğim. Böyle şey olur mu? Herkesin işi gücü var. Nuh kızmış: — Şimdi seni tutar burarım. İtiraz istemem. Böyle olacak. Fil!., Haydi- bakayım. Dikkatli yürü.. Düşüp te bir yerini sa- katlama.. Fil titriyerek iskeleye ayağı- nı basmış. Pire ne yapsın? Nu- hun başka bir işle meşguliyetin- den istifade etmiş, hemen filin sağrısına sıçramış.. — Fil bağır- miş: — Birisi arkamdan itiyor, Şim di düşeceğim! * VAPURDA DOĞ! Lâkırdı lâkırdıyı hun gemisi deyince aklımıza İs- tanbul vapurundaki* doğum hâ: disesi geldi. Ço cuğun — adını gemi kaptanı- nin adına iza- feten Şefik ve denizde doğma sına telmihen de Bahri koy muşlar. Ben ol sam soyadı olarak ta — <G koyardım. Yalnız her vak' bir acaiplik olduğu gibi bunda da bir tuhaflık var: - Gazeteler den biri çocuk hakkında «kaçak yolcu» muamelesi yapıldığını ya zayor, Meşele lâtife olsa gerek. Yazan: Eski bir pehlivan Cazgır bundan sonra Aliçoya döndü: — Ali pehlivan! Gel sen de razı ol da güregi berabere ayı- ralım. Vakit çok geçti. Güreşi- nizi başka bir gün ayırırsınız. Aliço cazgıra ters ters bakı- yordu: — A be sen kaç senelik caz- gırsın? Cazgır şaşırmıştı. Aliço ne di ye ona bunu soruyordu: — Otuz gene var. — Behim kaç güreşimi idare ettin? — Ne bileyim ben? Belki yüz, belki iki yüz... — A be susak ağızlı! Sen ne yakit beni bu er meydanında berabere ayırdın? — Hatırlamıyorum. — Abe hiç Aliço güreşi bera- bere bırakır mı? Ya ben onu, ya o beni yenmeden güreşi bi- Takmam! Cazgır esasen bu cevabı bek- liyordu: — Hakem heyeti böyle söy- lüyor. Bana ne İleri geri söyle- nirsin? — Öyle ise git hakem heyeti- ne söyle! Biz güreşe devam ede- ceğiz. İstemiyorlarsa çekilip gi- derler. Onları ben mi çağırdım be! — Vakit gecikti. Akşam olu- vor da onun için böyle düşün- düler. — Akşam olsun, gece olsun, güreşi bırakmam ben. Sabaha kadar güreşirim. İsteyen gitsin, isteyen kalsın. — Fakat Ali pehlivan! — Lâf dinlemem! Çekil orta dan! Hayda be pehlivan! Aliço cazgırı şöylece iterek yeniden Yusufun üzerine yürü- dü ve ensesine yapıştı. Cazgır süklüm püklüm ha- kem heyetinin yanına döndü. Onun bu . halini ve güreşin devam etmekte olduğunu gö- renler esasen olup bitenleri tah min etmekte gecikmemişlerdi. Maamafih — sordular: — Ne oldu? — Aliço güreşin berabere ay- rılmasına razı olmuyor. — Yusuf? — Yusuf razı! — Neden Aliço bırakmiyor güreşi berabere? — Aliçoyu bilmez misiniz? Ö- lür de güreşi bırakmaz! — Peki ne olacak gimdi? — Ne bileyim ben? Güreş Yenişinceye kadar devam ede- cek! — Fakat güreş denkleşti. Bunlâr yenemiyecekler birbirle- rini! — Bilmiyorum. Fakat elden ne gelir? Cazgır doğru söylüyordu. Ne yapabilirdi ki? Bir müddet daha - beklediler. Ortalık kararmağa başlamıştı. Dört saattir güreşi takip eden halka da bezginlik gelmişti. Yu sufun beraberliğe razı olmasına rağmen Aliçonun güreşi bırak- madığını herkes öğrenmiş bulu- nuyordu. Aliçonun bu inadına kızmayan yoktu: — Aliço ayıp ediyor. — Güreş berabere ayrılmalı- dir, — Güreş denkleşti. Hiç biri diğerini yenemiyor. Bu gidişle de yenemiyecek. Diye konuşuyorlardı. Bazı kimseler ise: — Aliço bırak güreşi! — Yenemiyorsun işte Yusu- fu! Maamafih gümrük muhafızları lohusanın yatağını, — yorganını, ötesini berisini didik didik ar: mışlar.. Olura.. Zamane kaçak çıları şeytana külâhı ters giydi- riyorlar. Hemen doğum sancıla- t başlıyan bir gebe kadın te- min ederler.. Kadının bulundu- ğu vaziyetin pek fazla aranma- ğa müsait olmıyacağını hesaplı- yarak memlekete kaçak eşyayı sokarlar. Bu bakımdan, gümrük memur- larına hak verdim. Fakat çocu- ğun kundağını da aramışlarsa mutlaka altın rengi bazı nesne- ler bulmuşlar, fakat herhalde el sürememişlerdir! * İNFİLÂKLI YANGINLAR: Şu son yangınlara dikkat bu- uruluyor mu? — Mutlaka «İnli- lâklı» olacac.. Düpedüz yangın olursa — pek monoton — olu- yor.. Gazete- ler bahis bile etmiyorlar. Bu infilâklı — yan- gınların en mü himi — Sütlüce yangını — idı. Gümbürtüsü, gazetelerde akisi yapan gürültüsü günlerce Vam etti.. Bu bakımdan son yangın da fena değildi. Hayli neft, zaç yağı fıçıları müthiş gü rültülerle patlamış ve civar ev. lerin camlarını tuz buz eylemiş. Eski zamanda havayi fişeği, kestane fişeği, Çarkı-felek, nak mehtabı, yıldız fişengi g bir takım donanma - fişekleri vardı. Şimdi - bunların yeciae «patlayıcı maddeler faprikaları> | eparlayıcı — maddeler unirepor | HAZİRAN 194f KPINAR EŞLERİ Tefrika No. 16 Karanlıkta pehllvân!arın hare- ketleri güç takib edilebiliyordu — Güreği berabere ayırın! Diye ulu orta bağırıyorlardı. Bazı kimseler de meydandan çekilip gidiyorlardı. Fakat bütün bu münakaşalar, bütün bu bağırmalar Aliçoya vız geliyordu. Habire çapraz top lamağa çalışıyor, muvaffak ola- miyordu. Nihayet vakit beş saate da. yandı. Ortalık iyiden iyiye ka- Tarmıştı. Pehlivanların hareket- leri güçlükle takip edilebiliyor- dü. O zaman güreşi idare eden hakem heyeti yeniden baş başa verip durumu yeniden gözden geçirdiler ve güreşi zorla ayır- mağa karar verdiler. Bu sefer bu işi yalnız cazgıra bırakmadılar. Hep birlikte toplu bir halde pehlivanlara doğru yü rüdüler. İki pehlivanın arasına girerek onları birbirinden ayır. dilar. Aliço avaz avaz bağırıyordu: — Abe ne İstersiniz. bizden be! Varın gidin siz! Sizi çağıran mı var? Ne karışırsınız. bizim güreşimize! Burası er meydanı be! Sabaha kadar güreşiriz be! Bırakın bizi güreşimizi ayıra- hm! Fakat hakem heyetinin kararı kat'i idi. Bu iki pehlivanı bir müddet daha bırakacak olurlar- sa mutlaka birbirlerini öldürür- lerdi. Hakem heyeti reisi müdahaie etti: — Hayır! Biz burada hakem lik yaptığımıza göre, söz hakkı bizimdir. Biz, yaptığınız güreşi kâfi gördük. Sizi berabere ayırı- yoruz. Haydi gel Yusuf pehli- Vvan! Öp bakalım Aliçonun elle ni! Aliço büsbütün köpürdü: — Ben kimseye elimi öptür- , mem. Ben güreş istiyorum. Bı- rakın bizi! Meydanın ortasında çekişip duruyorlardı. -Fakat Aliçonun bütün mrarlarına rağmen ha> kem heyeli güreşi tatil etmeğ muvaffak oldu. İhtiyar güreş kurdu Aliçoyu zorla sürükleyi götürdüler. Diğer taraftan Koca Yusufu da başka bir çadıra gö- türdüler. ©O zaman iki pehlivanın birbir lerini ne kadar hırpalamış ol- dukları daha iyi meydana çık- tı. Mütemadi tırpanlar neticesin de Aliçonun da, Koca Yusufun da baldırları mosmor kesilmiş ve gişmişti. Ayaklarından kıs- betleri çıkaramadılar. Ancak dikiş yerlerinden kesmek sure- tile bunları aldılar. Bu güreşten sonra pek çok kişi Yusufun bir daha güreş meydanına çıkamıyacağını um- muştu. Fakat bu ümitleri tahak kuk etmedi. Yusuf pehlivan e- zilmemişti. Güreş meydanların- da yine boy gösterdi ve Aliço- dan sonra da Kırkpınara hâkim oldu. Unutmamak lâzımdır ki bu güreş yapıldığı zaman Aliço de- ğimiz gibi elli üç elli dört yaş- larında idi. Eğer bu güreş beş veya on sene evvel yapılsa idi, Koca Yusuf mutlaka ezilir ve bir daha güreş tutamaz hale gelirdi. Daha evvel kısaca Aliço sara- ya intisap ettiğinden ve seneler- ce orada kalarak ne kadar peh livan varsa yendiğinden bahset- Miştik. Burada bu hâdiseden ve Kel Aliçonun Abdülâzizin huzu Tunda yaptığı bazı güreşleri de hikâye edelim: (Devamı var) ları kaim oldu. Bir yerde «Yan- gın var» denildi mi? Hepimizin' kulağı kirişte.. Acaba neresi patlıyacak diye? * PAHALILIK DENİLEN MİZâ« Hİ MESELE Hayat pahalılığının mizah ga« zetelerinin parlak bir sermayesi olduğunu bilmiyorduk. Savın Tis caret Bakanı galır Cemil Sait Bar şX)“ las bunu bize pek güzel öğ- retti.. Hakkı da var, Sanki hayat pahalı- landı da ne ol- du? — Açlıktan ölen mi var? Nihayet biraz sa« rardık.. Hayat pahalılığının hig te ciddi bir mesele olmadığını yukuat gösterdi. Ne Ticaret ve İktısat Bakanı, ne de İstanbul Belediye Başlıanı ufacık bir en“ dişeye dahi düşmediler. Mevki« leri her zamankinden daha kuv- vetlidir. Halk ise mütemadiyen kuşağı sıkıştırmak ve sofraya getirile- cek taamı bir türlüye indirmek hususunda dâhiyane çareler ara- maktadır. İstanbulmn eski bir türküsü vardır. Belediye ile kar şılıklı güzel bir düetto olur. Halk — Akşam yedim fasulye karnım eder gür gür gür Belediye — Gur gür gur gur gur gur. Gel güzel karşı- ma dur! Duramam, duramam. . mecâlim yok, duramam! Halk Durürsün, dürür sun. Gene bana rey rirsin!