g | T SAYFA : 4 WT SULTAN MAMHDAN || K KABUSLARI ÂEZM Bir köşeye çekilerek soyunan güzel Nelli'nin Tefrika — Öyle ise bu herif bizi ta- İlp ediyor Nelli! — Öyle sanılır, — Üstadın izine düşse İ gimdi orada olmaması lâzımdı; — Gittiğini biliyor mu baka- hm? Belki dönmesini bekliyor. — Olabilir. Öyle de olabilir. Ardlarına bakmadan çıktılar, Çi dak sıvalı evleri birbirine ınan dar sokağa akşam issiz hği çökmüş gibi idi. Karşıki aşı rengine boyalı küçük evin alt kat pencerelerinden birinden bakan şişman kadın, başını içe- riye çekmişti. Durup köşe başla rına baktılar, Kimseler yok! Acele acele ilerlediler. Üskü- dardaki yalı kapısına geldikleri yakit, güneş batmıştı. Rumf Mehmet paşa camiinde akşam €zam okunduğunu duydülar. Kapıyı açan takunyalı uşak gü- Tümsiyerek yol verdi. Rutubet kokan loş taşlığa girdiler, Ali Buavi efendi değnek boylu, sıska adamın yanağını okşadı: — Gelen, arıyan oldu mu? — Yalnız Süleyman bey. — Bir şey söyledi mi? — Tekrar geleceğini söyledi. — Kız Nuri bey gelmedi mi? — Bugün uğramadı. — Nasıl, muhacir misafirler Tahat ya? — Mutfaktaki odunları bitire cekler! — Sakın bir şey Si din? — Söyler miyiz hiç! — Aferin Ali! Sen iyi adam- Bın! meyeye Bastıkça tahtaları oynıyan gicırtılı, köhne merdivenleri çık tılar. Alt kattaki üç muhacir a- ilesinin birbirine karışan çığlık ları aksediyordu. Ali Suavi ta- kunyalı Aliye dönerek: <Arka- da, bahçeye bakan kırmızı oda- daki asma lâmbaya gazyağı dol durmasını> söyledi: — Gaz var ya? — Teneke daha yarıya inme- di, — Lâmba şişesini de temizle meyi unutma oğlum. — Daha bu sabah gicir gicir tilmiştik. — Misafirler gelecek, — «Yemeğe mi efendim?> di ye gözlerini değirmileştiren ©ıs- ka adamın yanağını bir daha okşıyarak güldü: — Merak etme, yemeğe de- ğil! — Yiyecek yoktu da... — Sen Allah ne verdi ise bi- ze hazır eti Deniz üzerindeki odaya gir- dler, Köşeye çekilerek soyunan güzel Nellinin baş ağrısından çi kâyeti vardı. Sait paşanın sof- rasındaki rakı ve üstadın evin- deki sert konyağın neşesinin yerini sersemlik veren bön bir durgunluk almıştı. — Takunyalı Alinin küçük bir tepsi içinde ge tirdiği zeytin, peynir ve Yumur taya birer, ikişer defa el uzat- tılar, Sultani mektebi müdürlü- ğünden azledildikten sonra oca Bında tencere kaynamamıya baş hyan ihtilâlcinin geçim zorluğu çektiği belli idi, Nelli, köse kocasını yalnız bı- rakarak yatak odasına çekildi, Öteki, lâmbayı yakmadan de- nize bakan pencerelerden orta- dakinin önüne oturmuştu: İç a- Çan sert poyraz yüzüne ve saç- larına çarptı. Köhne rıhtım taş larında kırılan akıntı dalgacık- larının vahşi hışırtıları geliyor- —— Yazan: BEHÇET SEFA Alacaklıların tehdidi, icra Memurları karşısında on para- #izlık, sonra onlara kargı»göz yaşları içinde ricalar, minnet- ler... Halbuki ben müsrif bir kadın olsam, fazla masraf et- Bem, yahut bu kadar kötü duru ma düşmiye Jâyık, sefil bir ka- Ü olsam... Değil mi efendim? Bu sözler söylenirken Nihat kendinden geçmiş, dalmıştı. Bu Küdına karşı dehşetli bir nefret Ve kin duyuyordu, Kendi ken- dine: — İşte bir kadın ki adını söy- lemediği halde dostunun kim ol düğünu pekalâ — biliyorum; bu Melâhatın babasıdır, Bu adam tarafından sefaletten, sahnenin açlığından — kurtarılmış, — böyle bir eve getirilmiş, burada yüz bir hanımefendi yapıl ükemmel bir köşk, en Jüks eşya, hizmetçi, uşak, belki ahçı sahibi, hulâsa tam bir ha- Bimefendi yapılmış. Ondan son Fâ da bu kaltak ancak zaruri İhtiyaçlarını temin edebildiğin- 'Gen bahsederek hayatından gi- kâyet ediyor, - Aldığı — paraları başı ağrıyordu No. 28 | du, Üsküdar iskelesinden Beşik taşa hareket eden vapurun ha- vayı titreten boğuk düdük Be- Bini duydu, Karşı y £ zade sarayları şevk içinde idi- ler, Açık mayıs ayı gecesinin erişilmez derinliklerinde kumla- ikadaki sultan ve geh nan yıldızlar pıril pirildi. Rih- tımdan ayak sesleri geldiğini duyunca, başını uzattı: n boylu bir adam gölgesi idi. Pen- | cereden yarı sarkarak sesine a- | şağıdan işitilecek kadar ton verdi: tz misiniz? — Ben. Vaktinde geldiniz. Arkadaşlar gelmedi mi? Yassıdan evvel gelmezler! — Geliyorum. Bir solukta merdivenleri ine- | rek taşlığa atıldı, takunyalı v şağa meydan bırakmadan kapı- yı açtı. Üstad Kleanti ile yüz- Yüze geldiler: Bol bir cübbe giy Mişti. Başında davul kadar sarı ih elinde şemsiyesi vardı. Paris ten hususi olarak getirdiği uzun saçlı perakaya — kılı kılıma ekli yelpaze sakalları gök gözlü yüzüne bir medrese müderrisi heybeti vermişti. Sıska uşağın gösterdiği isli lâmba şevkinden faydalanarak merdivenleri çık- tılar, İzini hafiyelerden kaybet- | 7 mek İçin şuraya buraya uğrıyan Kleanti yemek yememişti. Nelli hanımdan kalan konsol Üzerin- deki peynir ve zeytin tablasının başına geçerek iştiha ile karnını doyurdu: — Ne kadı yorsunuz. — İştihanıza imreniyoruz. — Üsküdar vapuruna bine ye kadar kaç araba ve kaç semt değiştirdiğimizi bilseydiniz! — Amma, siz evden ayrıldıl tan sonra da o şüpheli yüz göl- gesi komşunuzun abdesthane penceresinden ayrılmadı. — Farkına varmadı da on - dan. — Ya, bizi takip ediyordu i- se? — Olabilir! Acele etmemiz gm geleceğini zannediyorum. Bir bardak dolusu su içtikten sonra: «Hem de çok acele!» di- ye-ağzını kurulıyatak küçük tep si başından ayrıldı: — Paraya ihtiyacınız ola; acıktığımı görü- N — Muhacirlere üçer lira ay- hk dağıtmanız lâzım, Garbi Trakyaya çekilirken Süleyman paşanın Rodide Pomak ve Dağ- hlara bıraktığı top, tüfek ve cephanelerle hâlâ harbe devam eden «muvakkat Dağ hüküme- tine> yardım için gönüllü kay- dediyorsunuz değil mi? Gülüştüler. Pencere önüne çe kilerek birer sigara yaktılar. Köse ihtilâlci: «Evet. Gönüllü kaydediliyor ve İstanbuldan ha- Teket günü saraya gidilerek dua edilecek!> cevabını verdi: — Esas kararı bir gün ev vereceğiz, — Bu da güzel, l — Arkadaşlar geciktiler? —| — $imdiye kadar ' gelmeleri! lâzımdı, | Fatihli iki talebe gibi, Kız Nu ri beyle Süleyman beyin de an- sızın tevkif edilmeleri ihtimali- | ni> düşünerek endişe ettiler, Bü tün işler bir anda altüst olmı- ya gidebilirdi, Boğazdan gelen vapurun çarh gürültüleri geliyordu. Ardından | YAVRUNUN NEŞE ta Asyada çok güzel bir nehir vardı. Nehrin etrafı, üstü dalma karlarla örtülü yük- kayalarla Çevrilmişti. ların tepesi o Kadar yüksek idi ki sabah güneş vurur, akşam her taraf karanlık olduğu halde güneş hâlâ bu tepelerde altın zi- yası gibi yanar, nehir altın gibi parlardı. Bu sebeple herkes bu nehire fAltın nehir) ismini ver- mişti. İşte bu altın nehirin - suladığı ovanın kenarındaki küçük Bunlar koyun, keçi ve tavuk bes lerler biraz da sebze ekerlerdi. Bir gün kızın annesi evin arka- sındaki toprak fırında çörek pi- şirdi ve soğuması için yüksekce bir yere kaldırdı. Akşam Üzeri gehirden yorgun ve ayni zaman- da acıkmış olarak eve dönen kız, çöreklerin kokusuna dayana madı ve annesine haber verme- den hepsini teker teker yedi. An nesi bunu öğrenince fena halde kızdı ise de kendisini cezalandır- madı. Zira hem çok büyük ve hem de biraz safca idi. Kızın bu. hareketine çok canı sıkılmış olan annesi kapının önü ne çıktı. Bir taraftan: Bugün kızım beş çörek yedi. Bugün kızım beş çörek yedi. Diye şarkı söylüyor, diğer ta- raftan da elindeki yünü eğiri - yordu. Kadıncağız o kadar dal- mıştı ki çok yakınına gelmiş 0- lan hükümdarın kendisini dinle- mekte olduğunu farketmemişti. Hükümdarın neşeli neşeli gülme- Bi üzerine işi farketti. Toparlanıp ayağa kalkmak istedi. Fakat hü- TAŞKINLA ŞAŞKIN Biz Buraya Para vermei ye dı'ıll Para kazanm! acı düdük sesleri dalgalandı. (Devamı var) | Tefrika No. 26 kimbilir ne yapmış ki - Üstelik terzisinden, çamaşırcısına, ku- maşçısına, İskarpincisine ve da- ha kimbilir kimlere borç etmiş, borç gırtlağa dayanmış ve ne- den? Hanımın elmasları, ipek çorapları, çantası, eldiveni, iş- İemeleri kimbilir nasıl birbirini takip ederek sıra sıra dizilidir, Böyle bir kafada olan kadın paranın kıymetini takdir. ede- mez, Ne paranın, ne de insanın kıymetini... Bu mahlük bir uçu rumdur, Eli açık ve hovarda ol- duğunu itiraf ettiği âşıkını bir iflâsa sürükledikten sonra şim- di de bırakmakla tehdit ediyor. Fakat bu tehditten ibaret de- ğil, Çünkü Nihat, kargısındaki Uğursuz mahlükun — kendisini, mahvettiği âşıkının yerine ge- çirmek istediğine güphe etmi « yordu. Bunun delili de aşikâr- di: Hani, önun misafirleri gele- cekti!... İşte saatler geçtiği hal de ne gelen vardı; ne giden..; Bu hilekâr ve düzenbaz karının Büslü elbisesini giyerek Kargısı- 'na çıkmak ve kendisini daha ça İA AA DNİN buk yola - getirmek için bir behane ve yalan icadetmiş- ti böyle Sonra piyano satışı işi... An- hyordu Ki bu da ” uydurmadır. Maksat yağlı bir müşteri, daha doğrusu kendisine parlak bir â- tık bulmaktır, Hattâ piyano - Hun terziye ait görünmesi Müşterek bir kadın veya karı- sile gelen bir koca olması ihti- maline karşı alınmış bir tedbir dir. Terzi ancak işe yarar bir yaşlıca zat ile karşılaşırsa onu Sevime göndermektedir. Nihat bunu artık Pleyel piy: nosunun hiç bahis mevzuu ol- mamasından da anlıyordu. Hal buki başlangıçta gu piyanonun getireceği üç beş yüz liraya ne kadar ihtiyacı var gibi görünü- yordu. Amma gimdi pazarlığı bir an önce bitirmiye hiç de can atmıyor, aksine gözüne kestir- diği adamı tekrar görmek, da- ha doğrusu onu tekrar ayağına getirmek için behaneler arıyor du. Sevim Ali Şeref bey için mükemmel bir - halef bulduğu kanaatine varmış olacaktı. Mak bada bir anne kız yaşıyordu. | PERiSi kümdar, sözlerini iyice ğiği garkıyı - tehiri ını rica etti. Kadıncağız kızının fena anlıyama rak ismini çıkartmamak için gar- kıyı Bu n kızım beş yümak eğirdi kızım beş yumak eğirdi çevirerek söyledi. Hü- aBi | Şeklini İkümdar bu haberden çok mem- | nun oldu. Kendi kendine: «Böyle becerikli bir kız ancak hükü darla evlenebilir» dedi, Sonra ka dına dönerek: «Sizin kızınızla ev lenmek isterim. Yalnız ona on bir ay her istediği yemeği ve her sevdiği elbiseyi vereceğim. Fakat on ikinci ayın her günü beş yu- İmak iplik bükecektir. Eğer bi nu yapamazsa başını kestirece - ğim> dedi. Ertesi günü kız hü- )kümdarla evlendi, On bir ay zar fında güzel kraliçe bütün istedi- ği yemeklere, elbiselere ve eğlen celere sahip oldu. On ikinci ay- da onu aldılar, İçinde biraz yün, arkalıksız bir. iskemle ve yün bükmiyo mahsus bir. çıkrıktan başka bir şey bulunmıyan bir o- daya götürdüler. Hükümdar: — Burada oturup günde beş yumak eğireceksin. Eğer bunu başaramazsan başını kestirece - ğim dedi ve kapıyı Üzerine kilit- leterek gitti. Zavallı kraliçe öm- ründe hiç yün bükmemişti. Hıç- kıra hıçkıra ağlamıya başladı. Tam bu sırada pencerenin ca- mı hafifce vuruldu. Başını kaldırdı. Pencereyi me- rakla açtığı zaman neşeli bir cü- ce içeriye girdi. Başında siyah bir külâhı ve uzun bir de kuyru- ğu vardı. Yüzü de çok çirkindi. Fakat o kadar güzel ve neşeli gülüyordu ki insan onun çirkinli Zini farkedemiyordu. Kraliçe gim diye kadar onu hiç görmemişti. Cüce kraliçenin hayretle baktığı- 'nı görünce güldü ve: «Artık ağlama, Ben her gün gelip senden yünleri alacak ve eğirdikten sonra Aakşam Üzeri tekrar getireceğim, Yalnız üç de- fa ismimi soracağım. Eğer bir ay zarfında ismimi doğru olarak söyliyemez — iseniz sizi dağdaki kamarama — götüreteğim> — dedi. Kız'ölmektense kamarada yaşa - mıiya razı oldu. Bu süretle neşe perisi kırk gün muntazaman yün leri aldı ve her defasında adını sordu. Kraliçe bilemeyince sevin cinden sıçrıya sıçrıya pencereden uçup gitti. Yirmi dokuzuncu günü İŞ ARİYOR: 2 neşe azcrede bır İldnınızı okudı va sadını birdenbire yürma- ması karşısındaki adam hakkın da daha etraflı malümat elde etmek emelinden doğuyordu. Yoksa şimdiye kadar çoktan arzu ve emelini belli edecekti Gözlerini - süzerek — tatlı, henkli bir sesle: — Bu piyano meselesini bu- gün bıraksak da başka bir gün, meselâ pazartesi günü tekrar görüşsek olmaz mı? —Hay, hay... maalmemnuni ye efendim... Nasıl emrederse- niz!... Zaten biraz düşünmeye de vakit bulmuş olurum, Halbuki Nihat, onun her çey den bahsettiği halde asıl mese- leden, yâni piyanodan ne kadar az bahsettiğini düşünüyor ve i- çinden gülüyordu. Genç zabıta memuru Göztepe den dönmek için acele etti. Tre- ni kaçırmamak üzere koştu. Ye tişti. Öğrendiği, hcle tahmin ettiği şeyler büyük bir ehemmiyeti ha izdi. Her haber Ali Şeref beyin aleyhine idi ve bu zeytinyağı taciri ağır bir itham altında 1- di. Onu bu. ithamdan - kurtar- ak kimsenin elinde değildi A- N Şerefin metresi, onun ismini hiç zikretmemişti, Fakat Nihat Melâhatin babası ile gu sabık aktris arasındaki — münasebeti pek iyi biliyor ve onun gikâyet- |KEŞİFLER — İCATLAR | İlk maden su borusu Mısırlılar ilk olarak Milâd-| dan 2300 seno evvel bakırdan su apmışlardır. Bu 400 milimetre çapındaydı. borusu boru | İlk dokuma tezgâhı | — Avrupaya Milâttan 3000 se-| ne evvel gelmip olan dokuma tez- | gâhımı İlk olarak Masırlılar bul- | İlk kitap | Milâttan 1400 sene evveli doğru Mısırlılar yazılarını parşö- menlere yazıp tomar halinde sak- hyorlardı. - Parşömenleri — kitap haline koymak üsulünü Roma lar Milâdın 400 üncü yılına doğ- ru keşfetmişlerdir. Konfüçyüs dini Bugün dört yüz milyon Çin- Jinin bağlı bulunduğu Konfüçyüs dininin kurucusu olan Konfüç yüs Milâttan 529 yıl evvel yaşa- mıştır. Kuyu makarası Bugün kuyulardan kolaylık- la su çekilmesine yarıyan maka- rayı ilk defa Yunan metaficikçi lerinden Arhitas Milâttan 390 s 'ne evvel yapmıştır. İlk kâğıt Araplar, Çinlilerden aldıkları esirler vasıtasile 752 yıllarına doğru kâğıt yapmayı öğrenmi: lerdir. 794 yılında da ilk kâğıt fabrikası kurulmuştur. Bu sure le garplılar kâğıdı ancak Müslü. manların yardımile öğrenebilmiş lerdir. perisi yine yünleri almıya geldi ve «Söyle bakalım benim adım ne?> diye sordu, Kraliçe üç isim söyledi. Fakat asıl adını bulama | di. İ 'Neşe perisi: «Yarın son gün- dür. İsmimi bilemezsen seni mut laka dağa götüreceğim> dedi ve kuyruğunu hızla çevirerek neşeli kahkahalarla pencereden kaybol du. O gece hükümdar geldiği za- man yünlerin hepsini bükülmüş buldu. Kraliçenin saçını okşıya - rak: «Yarın son gündür, Onun i- çin bu akşam yemeği burada bir likte yiyelim> dedi. Masa kurul- du. En güzel yemekler geldi, kral da, kraliçe de neşeli idiler. Hükümdar yemek esnasında: «Bugün ava çıkmıştım, bir dağın eteğinden geçerken içerisi görün miyen karanlık bir mağaradan neşeli kahkahalar - işittim ve u- | —Bunun adı ne ?: lerinin kime ait olduğunu peka- 1â takdir ediyordu. Şu konso- lun gözündeki kıvrık gazetenin cinayetten bahseden bir sayı o- luşu, pazartesi günü öğleden gonra geng kadına beş bin lira- nın getirilişi, hem de tam cina yetten sonra getirilişi her şeyi apaçık göstermiyor mu İdi? Bu nokta çok vazıhtı!... Bu parayı Ali Şeref beye kim borç vermiş 117 Tahkikat işte bu ciheti açık Jıiyacaktı. İlk işi raporunu hazırlamak olmalı idi. Nihat bu kadından tahkikatı na en faydalı malümatı kopar- dığını sanıyordu, Acaba onun a Jeyhine de bazı ipuçları ve delil mı idi? İleride yapacağı tahkikat bu ciheti aydınlıyacak &. Tam mânasile bir tiksinti ve zefret duyuyordu; Bir adam bü tün varlığile bu kadına bağlan- mıştı. Bir taraftan ruhunu, bir taraftan parasını varını yoğu- nu ona vermişti. Senelerdenberi bu böyle idi. Fakat kadının en büyük endişe Bi tek eski lüksünü temin etmek her an bu lükstü arttırmaktı. Aşıkının mahvolduğunu, harap olduğunu anlayınca yaptığı iş ona 'acımak, onu cesaretlendir- mek değil, hemencecik onunla ber türlü alâkayı kesip bir hag« zun külâhlı ve siyah kuyruklu BİLMECE — BULMACA | Bir küçük başı var | Böbreğinde taşı var | Bin sondaki atına Git Samsuna, Bartına Tık tık öter, cik, cik değil | Pek öyle çevik değil Geziyor eni konu On iki istasyonu | | Bacakları ikidir Kısa olan tekidi Y zıklar olsun gene, l Adımı bilmiyene! METAMATİK OYUNU Üç arkadaş berabe 'e bir oda kiralıyorlar. Üçü de onar lira koyarak oda sahibine yolluyor- lar. Adam, ben odayı onlara 30 değil, 25 liraya verdim, diyerek 5 lirasını geri gönderiyor. Üç kadaş bu beş liranın birer lirasını alıyor, iki lirasını da parayı ge- tirene veriyorlar, Adam gittikten sonra de bir düşünce alıyor: üçünü — Onar lira vermiştik, birerini alaşak dokuz lira vermiş olduk. Üç kere dokuz 27, 2 de geti- rene bahgiş, etti 29 lira... Diyorlar, Peki bu 30 bir lirası ne oldu?... Bu hesaba Bi liranın ne dersiniz? Avrupada ilk pamuk Milâttan 200 yıl sonralarına doğru pamuk Hindistandan geti- rilerek Yunanistanda kullanılmı ya başlanmıştır. 18 inci asra ka- dar Avrupanın pamuğu hep Hin- distandan gelirdi. cüce bir adamın mütemadiye Bilemedin benim adım Neşe Pe- risi> diye söylendiğini - işittim, dedi.- Kız hiç ses çıkarmadı. Ye- mekten sonra biraz konuştular ve odalarına çekildiler. Ertesi gü nü sabahleyin erkenden Neşe Perisi yünleri aldı, akşam üzeri beş yumakla birlikte geri geldi. Kıza adını sormiya — başladı. Kraliçe ismini bilhassa — yanlış söyledi, Neşe Perisi sevincinden sıçrıyarak odayı rüzgâr gibi do- laştı. Onun bu hareketini Bessiz- ce seyreden kraliçe kurnazca gül dü ve: «Pekalâ son hakkımı kul lanıyorum. Senin adın «Neşe Pe- risi> dedi. Neşe Perisi bunu du- yunca bir anda bütün neşesi kaç tı. Yüzü korkunç bir gekil aldı. Kendisini açık pencereden öfke ile arkası üstü attı. Kraliçe bir daha ne onu gördü ve ne de se- sini işitti. Sonu gelecek sayıda) kasına kendini devretmek böy- lece yine konforlu hayatını ida ışmaktı. Bu adam ken meye çı disi için mahv ve harap olmuş- Halbuki öteki hiç bir feda- kârlık ve minnettarlık beklemek sizin kendini en büyük felâket- lere, en büyük rezaletlere at- mıştı, Nihat derin bir vazife aşkı i- le raporunu hazırlıyordu. - Her geyi olduğu gibi; hiç bir nokta- sını değiştirmeden, hafifletme - den anlatmak lâzımdı. İstanbu la geldi. Hayret ve dehşet için- de, şaşkınlık içinde idi... Çünkü zabıta memuru olarak tahkika- tının neticesinden memnun ol duğu halde, Melâhatin babası- na karşı yalnız kendisi en ağır ithamları ileri sürebilirdi. İşte mühim bir nokta daha Cinayet gününden, yâni pazar tesinden bahseden Ali Şeref, ev- velden öğleden sonra iki komis yoncu ile görüştüğünü ve akşa- ma kadar bu şekilde vakit ge- çirdiğini — söylemişti. -Halbuki metresi açıkça değilse âe ismini zikretmeden onun kendisine mü him bir para getirdiğini ve bu para ile borçlarını karşılamış olduğunu anlatmıştı. Evet, bu parayı kimin getirdiğini açıkça söylememişti amma bu zat Ali Şereften başka kim olabilirdi? pehlivan Yazan: Eski bi Dakikalar hafif ci enseler, şa gırtma hareketleri içinde de edip duruyordu. İki pehlivan da daha ilk hareketlerinde - ust lıklarını bütün inceliğiyle gös- teriyorlardı. Hangisi bir oyuna tevessül edecek gibi olsa, rü derhal bunu anlıyor ve mü- kabil tedbirini alarak daha baş karşısındakini bu oyu- vazgeçiriyordu. Bu ler güreşten anla- hları heyecandan he- yecana sürüklüyor, bunlara son Suz bir zevk veriyordu. İlk sert hücumu Arnavut oğ- lu yaptı. Birden şimşek hıziyle, âdetâ uçarak Kazıkçıya daldı. langıçt mu almak alardan biri eline geçti. Fa- t Kazıkçı da aynı sürat ve çe viklikle budayıp paçasını kur- ta: Sonra güreş yine durgunlaş tı. İki pehlivan da bu birbirlerinin çeviklik derecesini anlamış oldular. Birbirlerini hiç de kolayca aldatamiyacaklarını kavradılar. Güreşi büyük bir heyecan 1- çinde takip etmekte olan Sul- tan Aziz yanında bulunan yave ri Halil paşaya döndü: — Sen böyle dalış gördün mü Halil? — Şimşek gibi daldı efendi- miz — Ben liş görmedim. hayatımda böyle da- — Fakat bu Kazıkçının atik- liğine ne dersin? — İyi karşıladı. — Bunlar - birbirlerine tam denk pehlivanlar. Bakalım 80- nunda kim kazanacak? — Arnavutoğlu kulunuz bu- nu da alt eder diyorum. — Ben de öyle za: amma, pek - kol: Hasmı çok pehlivan! — Arnavutoğlu kulunuz her geyin çaresini bulur. Bakın gü- reşi de yavaş yavaş bindiriyor. Hep o hücum ediyor. — Evet amma, kazıkçıyı bo- zamıyor. — Nasıl olsa boş bir tarafını bulur efendimi: — İnşaallah! Tabit Sultan Aziz can ve gö- nülden kendi pehlivanının galip gelmesini arzu ediyordu. Şimdi- ye kadar karşısına çıkarılan her pehlivanı mağlüp etmesini bilen Arnavutoğlu eğer mağlüp olacak olursa muhakkak ki çok tzülecekti. Arnavutoğlu şimdi daha hiz- h güreşiyordu. Halil paşanın dediği gibi güreşi yapan da o i- di. Fakat hücumları bir netice vermiyordu. Kazıkçı hepsini bo- şa çıkarıyordu. Güreş başlarken herkes ka- zıkçının işi el ense ve tırpana dökeceğini, boy le kendisinden çok ufak Arnasutoğlunu eze eze maj ve cüsse itibari- olan yazılı nüfus nin hükmü yoktur. 339 doğumlu Nurettin Sezer würtak Aranıyîırîı Çalışmakta olan Elektrik Peşel Boru İmalâthanesi için ortak aranıyor Müracaat yeri: Türbe sokak No, 13 - Fatih Telefon: 21532 Tdaremizde boş bi geç 29,3.49 günü akşamına kadar müdürlüğe müracaatları LDevamış da ZAYI 941 - 242 der yılı Sonunda Hay- darpaşa Lisesinden aldığım — dip- lomamı zayi ettim. Yenisini çıka- racafımdala 'enlletain afleçoli apel| ÖLE tur. Selâmi Savaş ZAYİ Kırklareli Üsküb nahiyesinden m içinde askerlik durumum | , cüzdanımı kaybet- | fstanbul Ja birisi İngilizce olmak Üzere 2 lisan bilir bir mütercim Sınav 30.3.949 günü Genel Müdürlük Merkez binasında 8656 sayılı kanunun altıncı maddesindeki geralti haiz olanların 19 MART 1949 RAMAZAN —e GALALN Tefrika No. 28 Iki pehlivan da birbirlerinin çeviklik derecelerini anladılar edeceğini sanmıştı. Pehlivanlar arasında böyle bir vücut farkı olunca daha iri olanlar daima böyle hareket ederler ve netice de vücutlarının iriliği ve kuvvet leri sayesinde karşısındakini bi- tirirler. Fakat Kazıkçı bu vücut avan tağına rağmen güreşi katiyen bu yola dökmüyordu. Arnavu- toğlunu eğer yenebilecekse peh- livanlıkla yenmek istediği belli oluyordi İki pehlivanın birbirlerine hiç bir şey yapamadan bu gekildi ayakta güreşmeleri y kadar sürdü. Fakat seyredenle- re bu yarım saat beş dakika bi- le gelmemişti. Her iki pehliva artık birbirleri hakkında aşağı yukarı bir fikir edinebilmişler- di. Kuvvet ve ustalık derecele- ağı yukarı anlamışlardı. Yarım saat sonra Kazıkçı ilk hamlesini yaptı. Arnavutoğluna sıkı bir çapraz toplyarak sür- miye başladı. Arnavutoğlu ar- ka arkaya on beş yirmi adım kadar gittikten sonra dönüp kendini birden yere attı. Buntt © kadar ani yapmıştı ki Kazıkçı Kara Bekir kendisini tutamıy rak Arnavutoğlunun — üstü: düştü. Arnavutoğlu hemen kıle çığı attı amma tutturamadı. İ- ki pehlivan da çabucak ayağa kalktılar ve tekrar el enseye geldiler. Belki ancak iki dakika sürem bu oyunlar seyircilere yeniden sonsuz bir heyecan verdi. Kae zıkçının çaprazı alarak sürüşü, Arnavutoğlunun bundan kur'ue laşu ve hemen kılçığı atışı, Ka- zıkçının da bu tehlikeli — kılçığı ustaca atlatması tarif edilmez bir güzellikte ve ustaca olmuş- tu. ultan Aziz dayanamadı ve yanında bulunan Hüseyin Hil- mi paşaya döndü: — Gördün mü sen böyle bir güreş paşa! dedi, Hüseyin Hilmi paşa pek gü- reşten anlıyan bir kimse değil di. Buna rağmen oyundan oyus giren pehlivanların göster- dikleri çeviklik ve kuvyet onu bile hayran bırakmıştı: — İkisinin de çok usta olduk ları görülüyor efendimiz! — Arnavutoğlu şu - kılçığı — Kazıkçıyı sırt üstü yene- cekti. Yazık oldu. Evet hakikaten yazık olmuş- tu. Kazıkçı cidden büyük bir teh like atlatmış bulunuyordu. Yok sa Arnavutoğlunun - bir kılçığa na kurban giderek yenilecekti. Kazıkçı Kara Bekir şimdi kar şısında nasıl bir pehlivan bulun duğunu daha iyi anlamıştı. Bu adamın okkasının - hafif' oluşu pehlivanlığından hiç bir şey ek- siltmiyordu, (Devamı var) kapatılıyor Eöprüden Kadıköye ilk vapur saat 6-10 da kalkmaktadır. Küp- rü ise saat 6-45'e kadar açıktır. tim, Yenisini alacağımdan eskisi- | kadıköyde işleri olanlar vapuru akasında oturan — va kaçırmamak için - köprünün — bir tarafından diğer tarafına — san dalla geçiyorlar. Bu kış ktyamet. te sabah sabah sandala binmek, üstelik de para vermek hem teh- likeli, hem masraflı oluyor. Acaba köprünün saat 6 da kapan masına imkân yok mudur? Bu durumun alâkalılara duyu rulmasını rica ederim. E. Aydın Selimiye Çeşmei Kebir Cad, No, 17 —TZ Yabancı Dil Bilen Bir Mütercim alınacaktır Devlet Hava Yolları Genel Müdürlüğünden 'nan 400 lira aylık Ücretli mütercimliğe sınave alınacaktır. lacaktır. ea ellerindeki belgelerile birlikte gendl —3249 — LK LPAYRDNLU ELİŞLERİ ve MODELMECMUASI — Net Kilabevi, | AT