EAYFA: 4 ASi PRENS «Âsi Prens» filmi, milyonlar- ca dolara malolan, muazzam bir Amerikan filmidir. - Tyron Po- wer, Wanda Hendrix ve Orsan Welles'in çevirdikleri - bu film, astileştirilmiş, Amerikan san- süründen geçmiş, Holiwud'a has bor gıya getiriyor. Burada da tıpkı «Üç silâhşörler» in ikinci ver- sionunda olduğu gibi, - tarihf #ahsiyetler tamamile tahrif © dilmiştir. AÂsi- Prens>», de,can kaleleri, oyma âbideleriyle eski devirle- Te ait muazzam dekorlar - bu- Tunmasma — rağmen, - vak'anın kahramanlarının karakterleri'e atbaşı giden, zaman ve mekân İçindeki tariht — realite ihmale uğramıştir. Kostümlere gelince, bu hu- BU itiraza mahal veren bir taraf meveut değildir. Bizzat Orson Walles bile, bu kostum- le''n seyireileri heyecana düsü zehilecek — mükemmellikte — ol- duklarını söylüyor! Sukın bizden filmin mevzuu hakkında malümat istemeğe kalkmayınız. Zira Borgia'lar #rasında geçen her macera da- ma karışık bir mahiyet arze- der. Sonra sinemada esas olan heyecanlı sahneler değil midir? İşte bu bakımdan, film, fazla- sile zengindir. Yalnız size şu kadarını müjdeleyelim ki, <Asi Prens> de Borgia'lara karşı ge len Trone Power, sonunda mu- zâferf olacak ve mükâfat ola- rakı sevgilisi Vando Hende- Yir'e kavuşacaktır. Cermen Amaya Bundan yirmi üç yıl önce, - tiraf etmeliyim ki, sahnede he- mca hemen bir İspanyol dânsözü gürmemiştim. Zaten doğrusunu isterseniz, kitaplarımdan baş kaldırıp, barlara ve eğlence yerlerine gitmeğe de imkân bu- İamıyordum. Fakat bugün, yir, İ mi üçsene sonra tamamile de- ğişmiş bulunuyorum, Artık, ka- famda yarattığım fikir. dünyası © kadar dalbudak salmış bir ha- le geldi ki, barlar ve eğlence yerleri, beni rahatsız etmez ol- Gu. Bilâkis şimdi düşüncemi do- Tudizgin koşturabildiğim yerler, bu eğlence muhitleri oldu. İşte geçen gün barlardan bi- rine gidip Carmen Amaya'yı »ahnede görünce, boşuna geçir- diğim gençlik yıllarımı hatırla- Cam ve üzüldüm. $ Ü DİYOR ki VA P. T. T. memurları hakkında iki açıklama P. T. T. Genel Md, lüğünden şaşağıdaki mektupları aldık: 1— Gazetenizin 24/1/1949 tarihli nüshasında (P. T. T. me- » murları 1947 primlerini hâlâ a- damadı) başlığı altında yayın- 1lanan yazı görüldü. 2— İdaremiz memurve müs- tahdemleri — namına tahakkuk irilen fazla mesai ve, kanuni ücçretlerine ait bordrolar akika Genel Müdürlüğümü- zün tetkikinden — geçirilmekte ve tediyeler bunu mütcakip ya: Tılmakta ise de bu işler tere han görülmekte —olduğundan berdroların Genel Müdürlükçe tetkiki gecikmeyi inucip olma- maktadır. 4— 1947 yılının son ayların. âa tahakkukun artması netice- sinde büdceye mevzu ödenek kâfi gelmemiş ve bu sebeple Mmemur ve müstahdemlerimizin bir kismt istikkekları düyuna kalmıştır. Bu istihkakların ödenebilme- #i için hususi kanun istihsaline Tüzum olup buna ait icaba te- versül edilmiş bulunmaktadır. Sözü geçen kanun istihsal e- dildiğinde bahis mevzuu istih- kaklar ödenecektir. Genel Ma. * 28/1/949 tarihli gazetenizin 4 üncü sayfasında çıkan (P. T. T. memurları neden ihmal edik Yor?) başlıklı yazı üzerine ge- rekli incelemeler yapılmıştır. BRafta içerisinde izin yapmı- varak Cumartesi günleri — öğle- den sonra ve tatil günleri çalı- şan memurlara ve dağıtıcılara kanuni tatil primi verildiği, an- cak sene sonu olması dolayıs tahsisatsıdlık — yüzünden — bazı merkezlerde bu primin - ödene- mediği anlaşılmıştır. Tahsisat ( kanun çıkarılmasına ve bu su- vetle hiç kimsenin hakkının yad uğramamasına tevessül o- kınmuştur. Bilgi alınmasını rica eder bu vesile ile saygılarımı tekrarla- Tan, P. T. T. Müfettişi Reşad D. Ünal âab İle bizi kargı kar-| G n ise İdarece bir | Filhakika bu sevimli dansöz, sabnede kâh alevden bir fırtına, kâh bir yılan halinde kıvranı- yor, seyircilerin gözlerini ka- züra karşısında — dayanamayıp İzpanyolca şöyle bağırmaktan kendimi alamadım: <Gu& Ca-| ballo>» | Carmen Amaya'nın akla sığ- mayan çevikliği, ritmik, düşün- ceye tempo tutan esrarlı bakış- lar), bana Beaudelaire ve Gita- no'nun <geniş gözlü> kadınları- m hatırlattı. Meğer bir vücudün iabinalarına gömülen uçucu Toüzik ne hariküulâde bir şey- Montherlant İzmirde işlenmiş tütün | mübayaa Eğe piyasasının işlenmiş tütün Piyasası hararetle devam etmek- tedir. En mühim alıcı olan Di A- merican Toüreco — kumpanyası, şimdiye kadar 3.200,000 kilo iş- lenmiş tütün mübayaa etmiştir. Şirketin İzmir şübesi müdürü, bu' sene 8 uülyon kilo tütüne ihti- yaçları bulunduğunu - söylemiştir. İşçi hastahanesi 5 Şubat | günü açılıyor — | İşçi sigorucırı kurumu tarafın| dan tesis olunan - Nişantaşındaki 60 yataklı işç. hastanesi & Şubat| cumartesi günü saat 6 da tören- le açılacaktır. Bu münasebetle Çalışma — ve| Bağlık Bakanlarının - bugünlerde #ehrimize gelmeleri ve hastane - nin açılış töreninde hazır bulun - maları muhtemel gürülmektedir. Herkes Müminin bu fırsatı ka çırmıyarak üzerine gideceğini umarken böyle yapmadı. Ve kündecinin kalkmasını bekledi. Kündeci ayağa kalkınca ye den genç Mollanın üzerine atıl dı. Fakat tekrar bir el ense ile yere yuyarlandı. O zaman halk: — Yaşa Mümin pehlivan! — Aferin sana be! Ne oluyor Kündeci Diye bağırmaktan ve alkışla- maktan kendisini alamadı. Kündeci çok garib bir duru- ma düşmüştü. Böyle ilk defa olarak temkinli davranıyordu, hücum kışmıyordu. — Adeta sersemlemiş gibi idi. O zaman genç Mollanın hiç nmedik bir anda şimşek gi dığı görüldü. Kündeci a cak yüzükoyun dönerek kerdi- sini yere atacak fırs; Mümin hemen tuttu. Halk gördüklerine inanamı - yordu, Herkes büyük bir | ret içinde olan biteni seyredi- yordu. Bu genç Mollanın göz terdiği bu şayanı hayret meha- ret ve kuvvet herkesi adeta dil BİZ etmişti. En büyük hayrete düşen bir kimse de cazgırdı. O kadar u- fak gördüğü, o kadar ehemmi- 1 buldü. yetişti ve onu ———————D -.. —. . — —. .—— ——— — Henie, Cornel Wilde ve c:wı Romero. Bu filmde me Z buzlar üstünde bir takım ak- robasi hareketleriyle — karşıla- Ş ÇİÇEB Senaryosunu A. Kober'in ha- zırladığı bu filmde rol alan baş- hca artistler şunlardır: Sonja sıyoruz. Bununla beraber, pek © kadar ehemmiyeti haiz olmı- yahn vak'a şudur: İflâstan kurtulmak için, yıl- lardanberi hayalinde yaşattığı bir-kadını terkediyor. Sonunda, realist bir insan oluyor ve bü- Yük bir. servete kavuşuyor. İki aşk arasında Bir Fransız filmi olan «İki Ask Arasında> isimli film, Ti- no Rossi. tarafından çevrilmiş- tir. Bu filmde Tino bir çok şar- kılar söylemek firsafını bülü- yor. Bilhassa «Aşk, bağladı iki- Mmizi> şarkısı dinleyicileri hay- ran birakacak mükemmell dir. Filmin en heyecanlı sahnesi, Tino Rossi'nin rakibi vaziyetin de bulunan ikiz kardeşiyle, o0- lan konuşmasıdır. eye bir milyon lira varidat tem'n eden proje Şehir Genel — Meclisi — şubat devresi toplantılarına bugün saat) 1öde Vali Xırdarın bir hitabesile başlayacaktır. Gündemde 23 tutanak bulün - maktadır. Belediyeye senede bir milyon| pelir kaynağı göstereceğini bildi- ren Taceddin Barker ile mukave- le akdi için Makama yetki veril el mesi nakkırdaki teklif de bugün| Börüşülecektir ** 227 dDUR £ yet vermediği bu genç Mollanın bu derece ustalık göstermesi aklın alacağı şey değildi. Fakat buna inanmak mecburiyetinde bulunuyordu. Şimdi herkes ne yapacağını ediyordu. Kündeciye ge- o sadece kurtulmağa ve yerden kalkmağa çalışıyordu. Bunun kolay bir şey olmadığını kendisi de anlamış ve nasıl şey tan gibi bir adama çattığını far ketmişti. Kündeci kurtulmak ve kalkmak için hangi vurs; mer: Dince 'ağa baş areye muvaffak olamıyordu. Genç Molla onu pek fena bir gekilde bağlamış bulunuyordu. İlk defa olarak yenilmek tehli- kesile karşı karşıya gelmiş ol- dü unu anlamıştı. Kurtulmak için bir iki har ket daha yaptı. Fakat muyaff olamadı, Genç Molla birdenbire uzanıp gakı tüttü. — Bo decinin bütün gayretine rağmen yi doldurup aşırdı. Kü deci hakikatte yehilmişti. Fakat kün- YENİ X D S& Silâhşörler be: ”1*3.-. MURAD'REİSİ) | Zik v AH er onar kişilik ” gtublara ayrılarak yalın kılıç ve elde tabancalar oldu ğu halde kapılara saldırdılar —— 8 Kardinal, Prensin derhal içe- ri alınmasını emretti; ayni za- manda ayağa kalkarak kapıya doğru iki adım Aattı. Gaston Dorlean içeri girer girmez Baş- bakana âdetâ bağırdı: — Bu küstah haydutların da- ha ne kadar zaman Fransada ci nayetler işlemelerine müsaade edeceksiniz? Kardinal verdi — Sayın Prens hazretlerinin kimleri kastettiklerini bileme ğim için ne söyliyeceğimi de bi lemiyorum, Bu sırada Lorâ eVstor de a- yağa kalkmıştı; artık gitmek is- sükünetle — cevap tediğini ve Başbakanla Velialıd erasındaki konuşmayı — dinle- meğe hevesli olmadığını — anla- tan bir na dönerel — Lâütfen oturunuz efendim, bu gece müzakere edilecek nok- talar üzerinde hiç ilerlemiş de- 1 vardı. Kardinal 0- . Bununla beraber Lord Vestor oturmadı, duvardaki bir deniz resmini dikkatle inceleme- ğe başladı. Gaston Dorlean: — Türk korsanlarından bah- sediyorum-. Dedikten sonra Monpansiye- töün konağı önünde olan kanlı boğuşmayı kısaca anlattı. Şu farkla ki Kont dö Bernay ve Bilâhşörler oradan — geçiyorlar- muş, korsanlarla karşılaşmışlar ve hiçbir sebep yokken tecavüze uğamışlar. Kardinal dedi ki: — Kont dö Be korsan- lara pusu kurmuş olmalı! Balo- da maskara olduktan sonra bir manastıra girip günahlarına töv be etmesi ve kendisini unuttur- mağa çalışması lâzımdı. Veliahd, taarruzun Murad Re- is tarafından yapıldığı ve diğer- lerinin müdafaa zorunda kaldık- ları iddiasında ısrar ediyordu. Kardinal ayni sükünetle ce- vab verdi: — Öyle de olsa telâş etmek için sebeb yoktur. Hâdiseyi tah- kik ederim ve yarın — suçluları mahkemeye veririm. — Hayır, yarına kadar bek- Kiyemem; zira kaçmaları müm- kündür. Bu gece her şey bitme- lidir. Buna imkân olmadığına e- sef ederim. Murad Reisin ve ar- kadaşlarının Kralın misafirleri olmakü gşerefine erdiklerini ha- tırlatırım —Prens - hazretleri.. Haşmetli kralımızın müsaadesi olmadıkça kendileri hakkınaa hiç bir muamele yapılamıyaca- ğını takdir buyurursunuz. Lüt- fen sabırlı olunuz ve - adaletii her an uyanık bulunduğuna İ- nanınız! Veliahd Caston Dorlean, kar- dinali tepeden tırnağa — kadar süzdü; dişlerini sıktı; bir kaç saniye öyle durduktan — sonra, başka tek söz söylemeksizin ge- ri döndü, kapıdan çıkıp gitti. Kardinal Rişliyö kâtibine Bo- kuldu ve gu emri verdi — Şövalye Dartanyan'a söy- leyiniz, hazır ve uyanık olsu) Prensin nereye gittiği yaptığını her an için bilmek is- terim. — Baş üstüne, efendimiz! * * onu tutan halk biraz yan vazi- yette yere düştüğünü gördükle- Tinden Molla galibiyet temenna- sını çaktığı halde: — Olmadı! — Yenilmedi. — Göbeği yıldız görmedi! di- ye haykırmağa başladılar. Vaziyet yeniden — karışmıştı. Cazgir olsun ve bilhassa Kün- deci olsun Mümin Hocanın galib geldiğini pekâlâ biliyorlardı. Fa kat halkın itirazı üzerine bir hal garesi bulmak lâzımdı. Cazgır ilk olarak Kündeciye sordu - Yenildin mi? — Ne bileyim ben? Halk da- ha iyi görür. Cazgır bundan sonra Mümin Hocaya yaklaştı: — Kündeciyi yendin mi? - Ben yendim biliyorum. E- ğer yenmemiş isem tekrar tuts Mağa hazırım, — Halk itiraz ediyor da... — Pekâlâ, tekrar tutuşalım. Güreşin tekrar başlıyacağını ——— A , (ALİAHMED PEHLİVANI AHi Alhhmed Kâtib çıkarken Dük Monpan siye'nin yaverlerinden - Vikont Mortanyi içeri girdi; Kardinali derin bir saygı ile selâmladı — Dük hazretleri adına mü- him bir hâdiseyi arzetmek üze- re bir kaç dakikanızı rica ede- ceğim. Dedi. Hâlâ duvardaki tabloya dalmış görünen Lorâ Vestor'a göz atarak onun yanında konuş- manın doğru olup — olmadığını sormuş göründü. Kardinal Ri: liyö, İngiliz elçisinden müsaade alarak başka bir kapıya doğru yürüdü; bitişik odaya geçtiler; kapıyı kapadılar ve başbaşa kal dılar. Vikont ona Monpansiye konağının önünde olan kanlı bo- Zuşmayı anlattı. Rişliyö bir çok şeyler sordu. Türklerin geceyi Monpansiye'nin konağında ge- çirmelerini muvafık gördü; çün kü veliahdın tecavüzlerinden bu suretle korunmuş olacaklardı. Vikont Mortanyi gitti; Kar dinal yeniden Lord Vestor'un yanına dönerek uzun müzakere- Terine devam etti. Yarım Saat sonra Vikont Mortanyi tekrar gelerek Türk- lerin bütün ısrarlara rağmen Dük Monpansiye'nin konağın- dan ayrıldıklarını - bildirdi; bir yarım saat daha geçince Gaston Derlean'ın silâhşörlerinin kona- ği sardıklarını, komşu evlerden sorarak Türklerin gitmiş olduk- larını öğrenince çekildiklerini haber verdiler. Kardinal Rişliyönün gözlerin- de bir endişe bulutu belirdi; kâ- tibine: — Yüzbaşı Şövalya Dar yan derhal gelsin! Emrini verdi; dört sonra yüzbaşı içe elile başından aldı kasını yerlere kadar r lâmladı. Kardinal onu bitişik 0- daya götürdü; son vaziyeti sor- du; sonra dedi ki: — Haşmetli kralımızın muh- terem misafirleri olan — Murad Reisle arkadaşlarının emniyette olmalarını isterim. Onlara taar- ruz edenler kralımıza — taarruz etmişler demektir. Tehlike an- cak Veliahd Prens Gaston Dor- lean'dan gelebilir. Hemen şimdi Türklerin misafir bulundukları villâya gideceksiniz; — yeni bir emrimi alıncaya kadar Murad Reisin emrindesiniz. Bölüğün kaç kişidir? — Yüz seksen... — Hepsini silâhlandır, Piyer Bonom'u yanına al ve git! — Baş üstüne, efendimiz! He- pimiz ölürüz, fakat Türklere za- Tar gelmesine meydan verme- yiz! — Senden bunu beklerim! Yüzbaşı Şövalye Dartanyan, uzunca boylu, gürbüz, yakışıklı, otuz beş yaşlarında, çok merd, kılıç kullanmakta ve ata bin- mekte gayet usta bir adamdı. Kardinalin muhafızları olan üç bölük silöhşörün bir kumanda ediyordu. Şövalye Dartanyan başbakanı selâmlıy Gaston Dorlean Murad Reisle arkadaşlarının misafir — kaldık- ları villâya yüz silâhşör gönder- di; bunların başında Marki Be- lârm vardı. (Devamı var) dakika e Xak l duyan ve Müminin hasmını hak kiyle yenmiş olduğunu — gören bir kısım halk derhal haklı ola- rak itiraz etti: 1 — Ayıptır, Molla galib geldi. — Pehlivan daha nasıl yeni- lr? — Mollanın hakkını yiyorsu- nuz. Buna rağmen tutuştular. An- cak vaziyet çok başkalaşmıştı. Kündeci iki büklüm olmuş, öy- le güreşiyordu. Hücumdan falan çoktan vazgeçmişti. Çünkü kar Bısında nasıl bir pehlivan bulun- duğunu artık çok güzel biliyor- dü. Şimdi Mümin Hoca hücum e- diyordu. Her hareketi, her el ensesi tehlike — üstüne tehlike yaratıyordu. Fakat Kündeci bu Bırada hiç ummadığı bir talihe kavuştu. Mümin Hoca bir el en- Beden sonra tırpan vurayım der- ken tutturamadı. Ve yan tara- fa doğru kaydı. Kündeci de fir- satı kaçırmadan Hocayı belin- N BAŞ GÜREŞLERİ| Tefrika No: 122 1 ŞUBAT 1949 - — 2 Dilbilgisi müfredatı için düşünceler ugün, ilkokulların ikin B Töreeriyie'ora 6 kulların bütün sınıfla- rında başlı başına bir ders ola- rak okutulup işlenen dil bilgisi müfredatı —metod ve düzen bakımından— esaslı bir ıslaha muhtaçtır. Şimdiye kadar dü- zenlenen müfredat proğramile, yazılan dil bilgisi kitabları her ne kadar çocuk psikolojisi, ço- grik gelişim ve olugumunu hedef tutmağa çalışmışlarsa da, onlar gerek metod, gerek müfredatın sıralanışı bakımından yetigenle rin, olgunların müfredatı ve ki- tabı olmaktan kurtulmamışlar- dir. Çocuk paikolojisini bir tarafa bırakan eski okul, doğru konuş- doğru yazmak için dil bil- sinin lüzumlu olduğuna inanmış müfredatile, kitablarını da bu in: nlemişti. O okullar için çocuk, gramerli söz nışa göre söyleyip gramerli yazması | gelen — bir varlıktı. — Nitekim o zamanın (Kelâm, belâgat) gi- bi dersleri de bu maksadla uku- tulurdu. Doğru konuşup yaz - mak için kurulan dil bilgisi ku- rulları da sadece çocuk hâfıza- sına hitap eden soyut, M ret) formüllerden ibaretti. Çocuk psikolojisine, çocuk ge lişim ve oluşumuna göre hare- ket eden yeni okul için çocuk, konuşup yazmak suretile gra- mer öğrenmesi lâzım gelen bir mahlüktur. O, ana dilini gra- merle değil, gramersiz öğrenme ğe başlar; taklitlerle, zaruret- lerle, işiterek, konuşarak, tek- rarlar yaparak elde eder. Çün- kü dil, çocuk için sadece bir ha yat oluşumu, bir anlaşma va- sıtaşıdır. Gördüğünü, işittiğini, kokladığını ve düşünüp hissetti ğini mânalı seslerle ifade eder. Yedi ile on beş yaş arasındaki çocuklar, muhitlerini sesle, yazı ve resimle mânâlandırma gelişi- mi Üüzerindedirler. Bu, onlar i- çin bir hayat zaruretidir. Bu za rureti bir tarafa bırakıp da o- na: «Hayır, sen seslerin, harf- lerin, hecelerin, kelimelerin ve cümlelerin ne olduklarını öğre- neceksin> demek, çocuk gelişim ve oluşumuna tamamile aykırı bir öğretim yolu tutmak olur. Nitekim, bugün ilkokulun — ilk devresinde öğrencilere okuma ve yazma önce (analitik — çö- zümsel) bir metodla öğretilmek tedir. 1) Çocuk Psikolojisine tama- mile uygun olan bu metod ev- velâ (cümle) yi ele almakla işe başlar. Onları çözümleye çözüm leye kelimelere, hecelere, harf- lere <nei; sonra da yine onlatı birleştire — birleştire - (cümle) kurmağa alışırlar, yâni (sente- tik — bireşimsel) bir metod ta- kib eder, (İlkokul programı - sayfa 91 - Madde: 2). 2) İlkokul birinci devresinde müstakil bir dil bilgisi yoktur. Bu bilgi, diğer derslerin yardımı ile sağlanacaktır. Diğer dersle- rin yardımı ile de olsa, dil bilgi- si çalışmalarının en başta tuta- cağı amaç (düzgün konuşma) çalışmalarıdır. (İlkokul progra- mı - Sayfa 111 - Madde: 4). 3) İkinci ve üçüncü sınıflarda Dilbilgisi çalışmaları (Düzgün cümle tertiblemeğe), (Cümle tekniği alıştırmaları) na önem vermekte, hattâ proğram (bil birine bağlı cümlelerden fıkra- den tuttu. Molla da bu vaziyet karşısında yere düştü... Kündecinin arkadaşları niha- yet rahat bir nefes aldılar: — Yaşa Kündeci! — Aferin Ahmed pehlivan! — Al künde, — Vur sarmayı! — Yen Mollayı!.. Sesleri meydanı çınlatıyordu. Hakikatte Mümin isterse yer- den hemen kalkabilirdi. Fakat buna teşebbüs etmedi. Olduğu yerde kaldı. Kündeci de rahat, rahat onu tuttu. Eline böyle bir fırsat geçir- miş olduğundan dolayı pek mem nundu. Nihayet istediği olmuş- 'tu Altındaki ne de olsa hafif bir pehlivandı. Kendisi ise - künde Almakta ve aşırmakta pek ma- hirdi. Devrin en büyük pehlivan ları bile Kündecinin bu ustalığı- nı biliyorlar, takdir ediyorlardı. Bu genç Molla imkânı yok kur- tulamıyacaktı. Hemen bel kündesini aldı. Mol la hiç mukavemet etmiyor, onun ——— Yazan lar meydana getirilerek bunlar da, yazı ile tesbit olunacaktır.) demek süretile tahrir tekniği ekzersizleri istemektedir. (Say- fa: 111 - Madde: 57). 4) Yine ilkokulun birinci dev resinde, yazı ile ifade derslerin- de, yâni tahrir tekniğine alış- tırmalarda da şunlar öğütlen- mektedir: a) Cümle veya cümle grupu- nun sınıfça tesbiti ve birlikte ya zılması. b) Cümle veya cümle bütü- nünün sınıfca tesbiti ve her öğ renci- tarafından zılması €) Cümle veya cümle grupu- nun her çocuk tarafından tasar lanıp yazılması... (Sayfa: 104 - | Madde: 4). 5) İlkokulun ikinci devresin- de, yâni dört ve beşinei sımıf- larda, dil bilgisi artık başlı ba- şına okutulması gereken — bir derstir. Fakat o ekzersizlerini ölü ve sırf dil bilgisi icin hazır lanmış cümleler üzerinde yap- mıiyacaktır. (Sayfa: 112 - Mad. de: 8). İlkokul programının amaç ve direktiflerinde — gösterilen bu tavsiyeler, çocuk oluşum ve ge- lişimine ne kadar uygunsa; dil bilgisi konularının sınıflara bö- lünmesi de bu oluşum ve gelişi me o kadar aykırıdır. Amaç ve direktifler mükemmel, fakat müfredatın: a) Cümle ve kelime: Cümle çeşitlerini, cümle yerine geçen kelimeler. b) Kelime yapısı: 1 — Bece, 2 — Sesli ve sessiz harfler, 3 — Hecelerde uyum; c — İsimler 1 — Özel isimler, 2 — Bileşik isimler; d — Sınıflar... €) Fül. f) Şahıs zamirleri... diye Jaflara dağıtılması da tamamile 'eski ve faydasız bir yoldur. Es- ki gramer öğretiminin, sakat ve yanlış bir yol tuttuğu, bu- gün, artık iyice anlaşılmıştır Onları şöyle sıralıyabiliriz. 1 — Eski gramer, dil konula rını evvelâ (Ses bilgisi), (Keli- me şekil bilgisi), (Cümle ve an lam bilgisi) gibi bölümlere ayı- rır; sonra bölümlere aid bir ta kım konuları ele ahp tariflerini, taksimlerini yaparak örnekler gösterirdi. Meselâ, (Kelime - Şe- kil bilgisi) bölümünü (Söz bö- lümleri — aksamı kelâm) diye bir takım kelime bölüklerine ayırdıktan sonra (isim) i alır, tarifini ve taksimini yapar; son ra bunlara gerek kelime halin- de, gerek cümle içinde örnekler verirdi. Diğer kelime çeşitleri üzerinde de ayni işlemi yapan bu öğretim metodunun sakat- hği açıktır. 2 — Kelimeler yalnız başla- rına cansızdırlar. Onlar ancak bir cümle içinde ruh ve hare- ket kazanırlar. Binaenaleyh bir varlığın adı olduğu için (isim) olarak târifini yaptığımız bir kelime, cümle içinde bazen bir (sıfat) bazan bir (zarf) göre- vinde bulunmaktadır. Bu olay, bütün diğer kelimeler için de ba rahat rahat kündeyi almasına Adeta yardım ediyordu. — Buna © da şaşar gibi oldu. Yoksa bir| yuna mi düşecekti. Mollanın bir hazırlığı, tasarladığı bir şey mı vardı? Halk ise onun bu tereddüdü- ne mâna veremiyor: — Haydi Kündeci! — Ne duruyorsun kündelese- ne! — Haydi yen Mollayı!.. Diye durmadan bağırıyordu. Daha fazla tereddüd edemez- di. Kündeyi adamakıllı doldur- duktan sonra ayaklarını gerdi ve Mollayı yerden kaldırarak a- gırmağa teşebbüs etti O zamana kadar hiç bir hare- kette bulunmıyan Mümin Hoca birdenbire bir çelik zenberek ya yı gibi uzanıp Kündecinin topuk larını yakalaması ve — çekerek Bırtüstü yere düşürmesi bir ol- du. Kendi de yüzükoyun olar Kündecinin tam göbeğine düş tü. Bütün bu hareketler o kadar kısa bir zaman içinde ve o ka- dar çabuk olup bitmişti ki halk uzun müddet bir harekette bu- hunamadı. Ancak Mümin yerden kâlktık- 'tan ve ikinci defa olarak galibi- yet temennasını çaktıktan son- ra sesler yükseldi: (Devamı var) his konusudur. Onların da, clint deler içinde, kendi - târiflerinin dışında ödevlendirildiklerini he men her zaman görmekteyiz. O halde, kelimeleri (isim, sıfat, Zamir, fill...) diye çeşitlere a- yırmak ve bir takım târifler yap ftıktan sonra İster hazır ve uy- durma cümleler içinde, ister me- tinler içinde târife uygun isim ler aramağa kalkışmak realite- ye uygun bir hareket değildir. Çünkü bir kelimenin dil bilgisin deki târif ile, cümle içindeki ro- lü çok kere değişmektedir. 38 — Bir dili doğru konuşup yazmak için o dildeki kelimele- rin (isim, sıfat, zamir, fiil...) olduğunu bilmek faydasız bir yüktür. O kelimeler, (cüml) ve (söz) haline geldikleri za- man mânalanır, hükümlen O halde eski dil bilgisinin, ke- limeleri teker teker alıp da cuğa: «Bu isimdir, bu sıfattır, bu zamirdir...) diye â hiç bir fayda sağlamadığı gibi, zekâyı körletmesi ve hâfızıva yük olması bakımından zarar dır da... Dil işi, mua miyet işi olduğuna göre, onu, © cemiyete bağlı insanların ifa de vasıtası olan (cümle) ve (Söz) halindeyken inceleme cab eder. Bir taraftan eski dil bilgisir'a (kelimecilik, târifcilik, tasnifci- lik) i, kötü bir örnek olarak önümüzde durur, diğer taraf « tan da (ilkokul programı) nda okuma ve yazma öğretiminin direktifleri arasında — (kelime, hece ve harf) e inmek için mu- hakkak canlı (cümle) lerin ele alınması tavsiye edilirken, iş Mmüfredatın sınıflara dağıtılma- sına gelince (dördüncü sınıfta: isim, sıfat, zamir, fül... Beşinci sınıfta da falanca veya filanca konular — işlenecektir) — deme) hem gerçeğe, hem yeni metcda, - hem de direktiflere aykırı bir yol göstermek olur. Bu fikirlerimize itiraz edile- rek belki de «Biz ismi okutun dedik amma, bunu soyut bir ke- lime değil, (cümle) ler içinden örnekler vererek, cümleleri in- celiyetek, okutun dedik. Nite « kim kitabları da böyledir. linde bir cevab verilebilir. Evet, dil bilgisi kitabları da hakika- 'ten böyledir: (Cümle) leri alı yorlar, onların içindeki (isim) leri (sıfat) ları arıyorlar, fakat acaba bu işlem, (cümle) yi a- hp işlemek midir?... Bizce h: yır!... (Cümle) ler hangi ke Melerden meydana gelirse gel- sinler, onlar bir fikrin, bir duye gunun veya bir hükmün ifad: sidirler; onların içinde (bir iş veya hüküm), (bir iş yapan veya hüküm veren), (0 iş veya* hükümden türlü derecelerde et- kilenen) varlıkların bulunması lâzımdır. Bu varlıklar cümlelere de (Kelime) denen işaretlerle gösterilmişlerdir. O işaretler i- sim, sıfat, zamir olsalar da cüm le içine girdikleri zaman (özne, nesne veya tümleç, yüklem) gi- bi başka başka adlar alırlar. O halde çocuğa önce (kelimeleri) öğrettikten sonra, orta okulun üçüncü sınıfında da, bu kelimce ler cümle içinde özne, ne veya tümleç, yüklem — olurla; demek realiteden ve çocuk p: kolojisinden tamamiyle uzak bir yol tutmak demektir. Büâki: daha ilkokulun dördüncü sınıfın dan başlıyarak, çocuklara esas« h (cümle bilgisi), cümle bilgisi ile ilgili (fiil bilgisi) oradan da daha soyut konulara, yâni, (kee lime bilgisine, ses bigisine) ve onların kurallarına çıkmak icabi eder. - (İlkokul programının) dördüncü sınıf dil bilgisi müfra datının başında (cümle ve kelis me) diye bir konu varsa da bu, Bırf (Analitik — çözümsel) bir metoda hizmeti okunsun diye (cümle) yi tanımaktan ibarettir. Onda hareket noktası yine, (kelime) dir. Bizim kasdettiği- miz şey, hareket noktası olarak (cümle bilgisi) ni almaktır. Bu iki görüş arasında metod bakıe mından da, görüş bakımından da çocuk psikolojisi bakımın « dan da önemli bir ayrılık vardır Banırız. İşte (Cümle - bilgisi) ile başlamanın ne gibi faydaları o- lacaktır, kısaca sıralıyalım 1) Gramere (Cümle bil başlamak, yukarıda (ilkokul pr mı)y nin da, Jil pedagok da istedikleri psika reket noktasıdır isi) işaret ile ettiğimiz gibi, 2) Gramere (cümle bilgisi) le başlamak demek, kelimi öğretmek için ele sun'i (cümle) ler almak demek değildi ifade ile yâni (cümle) ile, (cüza lenin öğgeleri) ile, basit cümlem ler, bileşik cümlelerli vak, gemektir. (Devamı Sa, 5; Sü. 1 de) Orta Okutlarda | *