F — 89.5.8941 Harp Vaziyeti Yazan İlsan BORAN Emekli Kurmay Subayı | Şarki Akdenizde İngilterenin Mevzli: —3Yerenin Mevzlı: M. Çörçirin son nütkundan an- İYoraz Ki İngiltere, Okyanuslar- harbi kazanmak — kayguslle Akdeniz havzasındaki mev- terketmiyecektir. İngiltere 'nizden geçerek Süveyş kait- Öyle Hindistana ve Büyük Okya- Biden şark damarının kesil- he mâni olacaktır. Bu mak- Orta Şarkta, Afrikada ve Akdenizde Mihver istilâ ha- Teketlerine Kkanşı harbe devâm Acaba İngilterenin Şarki Akde- Nideki mevzil neresidir? Benim %no Bgöre, Kabrıs » Girld '."'l sularından geçen ve Girid Tarbinden cenuba uzanarak Lib- YA . Misir hadudü üzerinden ce- SAĞ Afrika ittihadı topraklarına Müsan hattım gerisinde kalan Arika müstemlekeleridir. Bu hat t&"e ve karada uzanan bir cep- * Geri muvasalası üç istika- —t— uzanmaktadır: I—Muır—suıhn—liıbqk- D - Cenubi Afrika; — Süveyiş kanalı . Kızıl de- ::.— Hint denizi - Pasifik - Ame- ’:'— Filistin - Irak - Basra kör- - Hindistan veya Avustralya. h qwuyor ki geri muvasala yol- Britanya — imparatorluğu- Tüh en zengin kaynakları vardır; Ame“lnıı yardımı. Kızıl denize r. İngüttere harbi devam bakmundan bu . bölge, ordularına karşı çok Üs- İmkânlara ve şartlara sahip- * Bu bölgede harbi kazanmak İki mühim şart Jazımdır: Za- Ve teşkilât... hti Akdenizde Mihverin İleri M ç, CHİ şimdiki halde Girid ada- ".: Afrikada Mısır istikametle- Tek bolirmektedir. İngiltere ge- Tük adasını ve gerekse Tob- ,—::İül gerisinde Mısırı muan- Müdafaaya azmetmiş bu- or. J::“ adasıma kadar — taarruz, Vp V© hava hükimiyetini ' lcap ğ Tİr. Mihverin deniz kuvvetleri ifğı çEz *ı Mısıra karşı taarruz, çöl t Tebelerile yapılabilir; bu böl- %î Mihverin kmgı::îı şimdiden Tobruk ::ı':'lhm başlamış bulunuyor. Öiter Ve Mısır istikametleri deniz l.'h"""lıılıyı bağlı istikamet- _!lı. Bu itibarla İngiltere için N bir tehlike görmek hissi- % Mülhem ve hesapsız bir olur. i e Denizinde: ! I'“’Wu Şira adasını işgal et- * Almanlar adaları işgal İap, Dürasüit Kıtaları — kullanıyor- di PÜ Mmevkii işgal hareketleri- hi adası şimal sularında “_ devresine gireceği İzde. rg?::_lğ:ıı müdafaa edilebile- * Edilemiyeceğini iddia et- :::b%m olur. Ancak hava, Kv::.m kuvvetleri arasında )._u bir iş birliği lâzımdır. l;q. adanın paraşüt kıtalarına M'"“duıı tertipleri teşkilât- “da / Olmalıdır. Almanlar Giridi #imedikçe — Rodos - Kıbris 'v.“:“'“ Buriyeye doğru bir ha- teşebhüs edemezler. |:“"0nin Topu El Parmak- Şi Ayak Parmaklarını Ezdi AİİEWP Bahariye | caddesinde, knkğ:l“m yağ fabrikasında î& €&r oğlu Muzaffer, maki- '*'kî:' f“mhk yağı çıkanmak is- & Makinenin topu yukarı- ti düşmüştür. Bunun ne- Mönale top, Mudafferin sol el î:" l_'*“e_ sol ayak parmakla- v_l M tir. Yaralı Muzaffer Ba- Yü Pesine kaldırılarak teda. T alınmıştır. K ir Y Hlrsiz İskenderun'da H gelanarak Getirildi îı:ıqılsn iki ay evvel Marpuç- t &i abuncuhan caddesinde, n Mehmedin üç yüz İirası O Ç? ve hirsiz kaçmıştı. ::ı% âahveye müşteri diye KA bvt ı!'kchderunun köylerin- ’:tı,q::lnde oturan Hasan, kah- 'n:fçîıımu""ü"e kahve — ver- hçi Mh kaıîumdan ayrılmış ol- !e_h:şı Yaş İstifade ederek bu hır- & iş"'“!ll. Hasan bir zarf 'ıı:'*he b'_m Hrayı almış ve o ge. â! “'ni';;_"ek İşkenderuna ha- k"' aıh hiıâ'har köyü ider- *'ind e oyune gı' l’ 5“*;.%1 * bulunan yüz elli li- İ&:ıh Anmış ve İstanbula ge. !’N S;IR. sorgusu yapılan N&j:"hk 'nahmet birinci sulh - *&mesinde tevkif edil- VATAN 3 EDEBEYAYI! Yarım Mütefekkirler ve Harciıâlem ilimler Yüksek ve samimi fikir üstatlarının en büyük kaygısı ve en derin elemi in- Şa ettikleri sistem veya dok- trinlerin kendi çömezleri ta- rafından, çok defa, bulandırı- İrp karıştırılmış olması ve ge- ne bunlar vasıtasıyla geniş halk tabakalarına geçerken a- sıllarındaki mahiyyeti tama- miyle ihlâl eder bir Şşekilde (vulgarise) harciâlem olma tehlikesine mağruz kalışıdir. Ne hazin bir talihtir ki, böyle bir tehlikeden Peygamberler bile kurtulamamış, gökten in- diklerine inanılan naslar dahi bir takım yanlış şerhlere, tef- sirlere uğramıştır. Hele bağ- zı felsefi fikirler ve mezhepler sâf veilmi metafizik içtihat malikânesinden pratik tatbıykat sahaşma düş. tüğü vakit bu hâdisenin, yal- nız hazin değil tamamiyle feci bir mahiyyet alıp biribirinden beter bir sürü sosiyal dram- lara sebebiyyet verdiği görül- müştür. «Sağ yanağına bir to- kat vurana sol yanağını uzat.» deyen Mesih uğrunda bütün Orta - Çağ boyunca ne vah- şetler yapıldığını ve ilk vetosu (Beşerin Hakları) olan ve in- sanlığa yeni bir saadet devri vadeden Büyük Fransız İnkı- Jâbı'nın nasıl korkunç bir deh- şet rejimi haline girdiğini bi- liyoruz. Bu devirden bize ka- lan en samimi ses Madam Ro- land'ın «Hey hürriyet, senin namına ne cinayetler işleni- yor!..» feryadı değil midir? O vakıttanberi (Palais de Justice) den Konkordiya mey. danına giden köprülerin al- tından daha ne kadar sular a- kip geçti. Nice yüksek insani prensiplerin birer birer iflâsı- na şahit olan bugünkü nesill- er, eğer, Madam Roland'ın feryadı tarzında bir takım is- yan ve inkisar çığlıkları ko- -parmıyorsa, bu, onların, yal- nız hayal kırgımlıklarına ka- nıksamış — olmasından değil, ayni zamanda, ezeli hakıykat. lerden tam bir bucuk asır u- zaklaşmış bulunmasındandır. Fikir hürriyyetinin ve hür akıl içtihadının atası Eflâ- tun'un saltanatı Onsekizinçi Asır sonlarında çoktan niha. yete ermişti. 1789 da başlayıp 1815 e kadar devam eden yir- mi âltı yıllık bir kültür fitreti, insan zekâsile o saltanatın e- bedi sahneleri arasına bir sü- rü politik, sosiyal ve, ekono- mik ve milli buhran yığınları- nı aşılmaz birer dağ zinciri halinde yığmış bulunuyordu. Öbür taraftan Napoleon Bo- naparte rejiminin bütün Av- Yazan: Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU rupa kıtasını kaplıyan karan- lığı içinde en son klâsik irfan ışıkları da sönmüş, bunun yerine bir takım hudayi nâbit âlimlerin ve harcıâlem ilimle- rin dumanları tütmeğe başla- mıştı. Charle — Fourier'ler, Saint — Simon'lar, Robert Oven'ler, Büuonaratti'ler, Pi- ere Leroux'lar, hiç bir ciddi tetkıiyka istinat etmeyen poli- tikk ve ekonomik sistemlerini ve her türlü ilmi kıymetten mahrum sosiyal mistiklerini kendi (hayali -utopigue) gö- rüşlerine ve kendi hayat tec- rübelerine dayanarak tam bu stralarda neşir ve tamime ko.- yulmuşlardı. Ş Bu uydurma ve dermecat- ma neşriyyatm, şimdi, hangi kütüphanelerde yer tuttuğu- nu ve hangi sosiyologlarla, hangi hukukcuların, hangi e- könomiyacıların * işine yara. makta olduğunu bilmiyoruz. Ondokuzuncu asrın bu ilk dok trincileri kendi — yaşadıkları devirde dahi rağbet ve re- vaçta değillerdi. «Dört Hare- ket Nazariyyesi» veya «Yeni İndustri —âlemi» müellifinin kendi cağdaşları arasında kaç kişi tarafından tanılmış oldu- ğu da meçhulümüzdür. Yal- niz, «İlmi İstihsal Sistemi» kü rucusu Saint Simon'a, yaşadı. ğı müddetçe (Allah tarafın- dan dünya işlerini düzeltmek için fevkalâde bir resaletle gönderilmiş olduğuna) inanan bir yarı meczup nazarıyle ba- kıldığını biliriz. Fakat, bunla- rmm ve bunlarla fikir arkadaş- lığı edenlerin, ölümlerini taa- kıyp eden yıllar zarfında bir çok mürrit kazandıkları da in. kâr edilemez. Bütün Ondokuzuncu asrın boyunca, bu adamlar, cemiye- tin alt tabakalarında, câhil halk ruhunu ve kafasını bu saçma fikir mate. riyalarıyle işlemekten hâli kalmamışlardır. Yirminci as- rın başlangıcından beri şahidi olduğumuz bir nevi harcıâlem sosiyolgiya ve ekonomiya İl- mi, işte, bunların, bu gihi ya- rım âlimlerin, yarım mütefek- kirlerin eseridir. Yirminci asır ise tamamiyle — (aculturel - kültürdışı) bir asır olduğu için bu derme çatma fikir materi- yallarından tam kendisine lâ- yık olan idelogiyaları meyda- na getirmiş ve hayat görüşü- nü, insan ve cemiyyet telâkkı- sini bunlardan almış, politik mistiğini bunlarla örmüş; kıy- met hükümlerini bunlara göre vermiştir. Gerçi Ondokuzuncu asır, yalnız, Fourier'ler, Saint Si- mon'lar, veya Proudhon cin- sinden alelâde utopistler asrı değildir. Hayır, Ondokuzuncu asır bir büyük asırdı. Yalnız Adliye Koridorlarında: Ağza Alamadığı Galiz Kelime Şahit, Yutkundu, Mahkemeyi | Ve Bizi Üzdü, Neticede Ne Dese Beğenirsiniz ? | Yazan: Mitat PERİN — Bak, hanım, bu kadın, bu- nunla kavga etmişler, sen de kavga esnasında orada imişsin, gördüğünü, duyduğunu, bildiği- ni doğru söyliyeceğine namusun, şerefin üzerine yemin eder mi* sin? — Yok bay hâkim efendi oğ- lam, göndüğümü, bildiğimi söy- lemeğe yemin ederim, amma duyduğumu söyleyemem. —e Neden hanım?.. — Yo.. Hâkim efendi, üzeri- me vanma, ben sinirli bir kadi- nım, — Hanım, burası mahkeme, herkes bildiğini olduğu gibi söy- lemek iburiyetindedir. cemiyyet ilimleri bakı dan değil, en şümullü mağnasiyle ilim, felsefe, sana ve edebiyat bakımından da bu asır, asır- larım en büyüklerinden, en zenginlerinden biridir. Hegel, dehasının en ölmez meyvala- rını, bize, bu asırda verdi. Bergson, bu asrın ev- lâdıdır. Hattâ, doktrinciliğini bir yana bırakmak şartiyle bü yük bir «visionnaire» olduğu şüphe — götürmiyen Kral Marx, donmuş mantık yerine dialektik'in — sultasını bu asırda kurmuş ve bize yep yeni bir tarihi kritik usulü ge- tirmiştir. Lâkin, biraz evvel, kendisi- ne (aculturel - kültürdışı) vas fmı verdiğimiz Yirminci asır, bunları hakkıyle — anlamak, bunlardan hakkıyle istifade etmek iktidarında değildi. O- nun içindir ki, isimlerini zik- rettiğimiz dehalar bugünkü neslin insanlarına, ancak, baş- heca kıymetlerini ve hakıykıy mahiyetlerini kaybetmek su- retiyle intikal edebilmişlerdir. Meselâ,* Hegel'in mürritleri, Hegöl fölsefesinin, artik, fel- sefi içtihat kapısını kapatmış ve bütün fikir davalarını hal- letmiş olduğunu iddia etmek- le, onu, bir nevi tarikat şeyhi haline sokmuşlar ve bir takım genç coşkunlar Marks'ı hbir politik fırkanın lideri sanmak gafletine düşmüşlerdir. Bu — Rica ederim, hâkim bey, ben insan evlâdıyım, bu kötü ke, Limeleri bana söyletme... Hâkimin sabrı yavaş yavaş tükeniyordu. Kadın da titreyen ellerinden birile yüzünürl büyük kısmını örten başörtüsünü düzel- tiyor, (söyleyemem, benim terbi- yem buna müsaade etmez) diye ısrar ediyordu. Kadın kendini toplasın diye celse biraz tatil edildiği zaman, onu kolundan tutan daha ihtiyar. €a bir kadın: — A.. Ahiretlik, burası mah- keme, burada söylenen söz ne ayıp olur, ne de günah... Madem. ki duymuşsun ve senin söylemen fâzımmış, diyiver, gitsin. Herkeste bir alâka belirmişti. Acaba suçlu davacıya ne gibi bir kötü lâf veya yakası açılmamış bir küfür sarfetmişti? Bu nama- zında, niyazındaki kadın söyle- miyor, elin erkekleri önünde böyle bir sözü sarfetmekten uta- niyordu. İkide birde sağ elini sağ yana, ğının üzerine koyarak dişi ağrı- yormuş gibi başını sallayor, kin dolu bakışlarla suçlu ve davacı- ya bakıyordu. Şahit gibi onlar da kadındı. Olan biteni öğrenmek için her- halde şahitten başka kapıyı çal- mak icap ediyordu. Çünîü hâki- me bile duyduğunu söylemeyen kadın, gazetecinin en mahirine bile lâf kaptıracak cinsten değil- di. Onun için davacının yanına yaklaştım. Kadın, iskeletten fank. vaklayı daha açık bir şekilde ifade için Geonges Sorel'in bir sözünü burada tekrar etmek- ten vazgeçemeyeceğiz. Sorel, der ki: «Marks, eğer, Marksist lerin esiri olmasaydı, bize, daha pek, çok faydalı şeyler verecekti.» Diğer bağzı şeha- detlere göre, Bergson, haya- tınm sonlarına doğru, kendi çömezleri tarafından uğradığı tahrifleri derin bir elemle his. setmiş ve belki, Bergsonisma- nın bir modern tasavvuf şek- line sokulmuş olmasının ken- disine verdiği haya| inkişarı i- çinde ölmüştür. Bereket versin ki, bu büyük adamların eserleri meydanda duruüyor ve bunlar günün bi- rinde belki kendilerini müda- faa etmek fırsatını bulacak- tır. Zira, duçar oldukları tef- sir ve tahrif felâketi ne kadar büyük olursa olsun, cevherle. rindeki asalet onları harcıâ- lem olmak facıasından koru- yacaktır. Şimdilik, Ondokuzuncu asır utopistlerinin dok- trinleri birer siyasi program halinde zavallı çağdaşlarımı- zın mukadderatına hâkim ola dursun, bunların iyka edeceği veya iyka etmekte olduğu va- hametli neticeler, acaba, gü- nün birinde, insanları, insanın ölmez Zzekâsımı bir esaslı reviziyon ameliyyesine mecbur kılaçak ve bu sisli dar beyinlilk devrinden sonra ge- niş ve aydınlık bir tenkıyt ve tahkıyk devri gelecek midir? Beşeriyetin — mukâdderatı, yalnız bu sualin cevabına asıl. mış duruyor. Yakup Kadri KARAOSMANOGLU İni ve tırnaklarını dişlerile kopa- sız panmaklarını ağzına götürü- yör ve parmak uçlarındaki etleri- rıyordu. Yanında ufak bir kizcağız var. dı. Öna dent yanıyordu, ben de ağza alihmaz sözün ne olduğunu anlayabilmek için işitme kudre- timden üstün bir gayret sarfedi- yordum: — Gördün mü terbiyeli kadi- ni, diyordu. Beriki Mahmutpaşa ortasında bangır bangir küfür ederken kadın mahkemede şahit. lik yaparken bile bu lâfları sar- fetmiyor. Söz buraya gelince davatı ka- dın elile kafasını okşadı: — Kafam da çok acıyor, am- ma da fena vurmuş, dedi. Suçlunun ne dediğini bir türlü öğrenememiştim. Bunu o anda öğr m göbeğimden çatla- yacaktım. Artık son ümidim suç- lu idi. «Ne biçim şeydir?» diye bakmak için kafamı kaldırınca, karşımda eli bayraklı kadınların ük | bir nü ini gör- düm. Başında son zamanlarda ka- dınların başlarına sanrmağı moda ettikleri şifon mudur, fişon mu- dür nedir, öyle ince bir mendil vardı. Sarıya boyandığı dipleri- nin siyahlığından belli olan per- maananilt saçları lüle lüle gözleri. ne düşüyor ve kadın sıcak sudan uçlarının manikür boyaları çık- miş parmaklarile saçlarını düzel. tiyordu. İkide birde yanında duran za, yıf, kara kuru kadma dönüyor: — Sana 6 kumaşı alacağımı kimseye söyleme, demedim mi? diyordu. Bütün bunlar bence teferruat- tan ibaretti. Aklımda hep şahit kadının bir türlü söyleyemediği galiz kelime dönüp dolaşıyordu. Acaba bu kelime ne idi? Duruşmaya devam ediliyordu. Şahit: — Hâkim efendi, oğlum, de- di, Bu sarı kadın bu tazeye hü- cum etti. «Senin gibi pespayelere bu kumaş yakışmaz, kumaşı sen alamazsın, ben alırım» dedi, O direndi, öteki direndi. Saç saça baş başa girdiler. Bu sarı yok mu bu?.. İşte o sırada kötü bir lâf söyledi.. Kadın burada yutkununca hâ- kim: — Söyle hanım, artık çok ol- dun? Mahkemeyi işkâl etme, dedi. Hanım yeniden yutkundu. Sa. rardı, bozardı, titrek dudakları arasından sessizce bir iki dua o- kudu, herhalde, sonra (ne yapa- | hım bu da Allahtan der gibi) ba- şını salladı. Yine duraladı, yut- kundu, Hâkim; — A., Hanım çok oldun antık, söyleyeceksen söyle, dedi. — Kadın «haspa» dedi, hâ- kim efendi, haspa,... Dinleyicilerin ağzından hep birlikte; — Hay Allah lâyıkını versin diye bir z çıktı, pimizi bir gülme aldı. Demek haspa lâfını bu kadar ağza alınmaz küfür sa- yanlar da vanmış! Mitat PERİN —a | maz, bununla hak SİYASİ İCMAL Hak Yerini Buluyor Yazan: M. H. ZAL, H abeş İmparatoru Haile Selâsiyenin beş senelik bir ayrılıktan soönra bir, iki ğün evvel Adisababa'ya — girmesi, harbin seyri üzerine bellibaşlı tesiri olacak bir hâdise — sayıl. beraber — bütüb Eh ina- nanları ferahlandıracak, hakkın yerini bulduğuna sevindirecek bir vakadır. Beş, altı sene evvel ortada; milli siyasetlerin bir - iye kultanılmayacağı na ahdetmiş gibi görünen — bir âlem vardı. Bu âlemin ortasin- eölem da birdenbire İtalyanın eli, Ha. * beşistanın binlerce senelik islik. lâline, kimseye zararı olmayan eski bir milletin varlığına uzan- dı. Bütün dünya bu harekete kızdı. Açılan mücadelede bütün hisler Habeşler tarafında idi. Dünyanım müşterek emniyetini muhafaza için harekete geçme- ğe, tedbirler almağa bir çok memleketler hazır göründü, fa- kat bu tedbirlerin hepsi yarım tedbirler oldu ve yeni yeni yan, gınlar hazırlamaktan başka bir şeye yaramadı. İstilââya uğrayan Habeşista- nın hükümdarına Milletler Ce- davasını dünyaya bildirmek ve acılarını haykırmak fırsati ve- rildi. O kürsüde açılan davayı her- kes haklı gördü, fakat hiç bir hâkim davayı bir hükme bağla. yamadı. Yalnız Habeşlilerin acı şikâyeti, binlerce senelik istiklâ- linden mahrum edilen bir mille. tin büyük kederi insanlığın vu- bunda derin izler bıraktı. Bazı insanlar hakkı mutlaka yerine getiren âdil bir kuvvetin varlığına inanıyorlar, diğer in- sanların da hâdiseler karşısında herhalde buna inanacağı geli- yor. Haile Selâsiye beş senelik bir ayrılıktan sonra Adisababa'ya giriyor, —milletine — kavuşuyor. Binlerce senelik davullar çalını- yor, beş, altı senedir arkası ke- silmiyen tecavüz — kasırgasında istiklâlini kaybeden ilk millet: «Alfahın bugünü de varmış!» diye haykırarak istiklâlinin bay- ramını yapıyor. Bu, herhalde iç açacak bir manzaradır. İnsanın bunu bütün dünya hesabına, tânyerinin ye- niden ağarmağa başlaması diye karşılayacağı geliyor, ŞUNDAN BUNDAN Abloka Yüzünden Şik bayanların kullandıkları ruj, kozmetik ve kold kremlerin çağu Amerikadan gelir, İngiliz ablukası yüzünden Amerika, bu gibi tuvalet maddelerini — ihraç edemiyor ve çok mutazarrır olu- yor. Bu zararın derecesi hakkında sayın bayanlarımıza bir fikir ver. mek için bir Amerikan mecmua- sında gördüğümüz şu istatistiği aynen alıyoruz: Amerika, 1939 da Avrupaya 654,999 dolarlık ruj, 190,408 Holarlık allık, 159,162 dolarlık kold krem, ilâh... göndermiştir. İhracat yekünu 3,186,519 do. lar, bizim paramızla aşağı yu- karı 7 milyon Türk lirası... Fotoğraf Müsabakası Geçenlerde, Amerikada yapı- Odalar, sofalar çiçeklerle dolu idi. Mehtap altında, bahçede dolaşan çiftler araya peri maşallarında tasvir edilen harikulâde bir â- lem manzarası vermişti. Kahkahalar, baş döndürücü içkiler, dans. lar, müzik ve ay ışığı! Vivet mavi ipekler içinde Adeta güzel 01- muştu. Boyu büsbütün uzamış, küçük kah- ve rengi gözleri parlamış, siyah saçları buk- le bukle kahartılmıştı. Bu kıyafeti ve Ser- best tavırlarile o şirin, çok şirin bir kız, ha- Tini almıştı. Neşe ile gülüyor, konuşuyor, dansediyor, bir gruptan ötekine koşuyor ve gok içiyordu. Nilüfer, ondan bir saniye — ayrılmıyordu. Kıskandığından, yahut ta çok sevdiğinden, ayni renk bir elbise seçmişti. Fakat yusyu- varlak vücudü bu esyap içinde büsbütün Şiş- man görünüyordu. İki arkadaş arada bir kulaktan kulağa fısıldaşıyorlar, gülüşüyor- lardı. Nilü » ayni d EDEBİ ROMAN lerine düşüyordu. Saçlarını, ensesini açık bı. Filhakika, bu akşam o da kendisini be- rakacak surette top Bu tuval büs bütün ince ve uzun görünüyordu. Hattâ gi- yinip aşağıya indiği zaman Ali Bey bile o- nun çenesini okşamış, ona iltifat etmişti. — Çok güzelsin Kezban, her zamandan daha güzel... Bu elbiseyi de kendine pek ya- raştırmışsın... Aferin kızım, seninle iftihar edebilirim. — Aferine hak kazanan asıl ablamdır am. ca. Bana çok yardım etti. Fâzile Hanım masaya dayanmış onları nin Vivet gibi bir kızla ni d dolayı gurüra gok henziyen bir. hal vardı. Bihter, siyah bir elhise içinde, sinemalar- Hafifçe gülü â — Enişte, herkes Vivetle meşgul olurken ben de Kezbanın giyinmesine yardım ettim. Bey da, görülen meşum kadınlara Klinde sigarasile salonlarda, hahçede dola- şıyar, iri gözlerinin sihrini erkekler üzerin- de denemek istiyen bakışlarile etrafı süzü- yor ve nişanlılara yaklaşmaktan kabil oldu. ğu kadar çekiniyordu. “Kezbana gelince, beyaz üzerine renkli çi- çekler serpilmiş emprime bir esyap giymiş- ti. Vücudünün yukarı kısmını tamamile sa- Fakat & ve modeli o seçti. Nitekim saçını da kendisi düzeltti. — Desene Fâzile, bizim Kezban bir artist olmuş. — © derece değilse de kendine yakışan şeyleri öğrendi. Kezban en çok sevdiği bu iki insan ara- sında mesut olduğunu hissetmişti. Onların gözlerinde her zaman şefkat ve sevgi vardı v Bunu itiraf etmemek için bir se- bep yoktu, Aynada dakikalarca vücudünü, yüzünü sey y ve fi sinde teselli bulacaktı. Birinci vakanın kahramanı Necmi idi. Bunıpanyıyx biraz fazla kaçırmış olacak ki, hafifçe 'ak elinde bir Kez- bana yaklaşmıştı. O zaman genç kız hentiz kavalyesinden ayrılmıştı. Dudaklarında bi- raz evvelki kahkahalarının gölgesi duruyor. du, Başında, çok dönmekten gelen bir şaş- kmlık vardı. Necmi onun yanına gelmiş, hiç bin Tüzum göl Şu söz- leri söylemişti: — Çok gülüyorsunuz Kezban Hanım, acı- nızı örtmek için bu kahkahalar biraz fazla, beğenilmek arzusu genç kalbini hey titretmişti. Hayır, o memnu aşkı düşünmi- yecek, unutmağa çalışacaktı. İstediği oldu. Bu gece tanıdığı ve tanima- dığı bir çok erkekler ona yaklaştılar, ona güzelliğinden, şirinliğinden, zek da bana, ispirta ile boğuyo- rum, fakat gülmüyorum., Hayır gülmüyo- rum. Size yazık değil mi? Kendinizi niçin rafetinden, iyi dans eti Hepsi bir başka yoldan giderek ona kur yaptılar, Kezban artık memnun görünüyordu. Di- ğer arkadaşları gibi o da içiyor, dansedi- yor, gülüyordu. Başı dumanlı, gözleri bu- lutlu idi. Bu gece başka gecelere benzeye- mezdi! Vivetle Ferit hayatlarını biribirleri. ne bağlıyorlardı! Bu çok büyük bir hâdise idi. Onun da sevinmesi lâzımdı ve bundan kimse şüphe etmemeli idi. Sonradan ve arka arkaya denecek bir ya- kınlıkla geçen üç büyük vaka ol YA böyle hırpalıyorsunuz ? Kezban bu sözlerin mânaamı ilkin kayrı- a İ 1Ş nin b vi bulanık güz kırmızı idi. — Ne diyorsunuz Necmi Bey? Galiha çok içtiniz, muhakemeniz sarsıldı. Sözlerinizden bir şey anlamadım. O zaman Necmi, Şampanya ya. lan fotoğraf müsabakasının birin, çi mükâfatını, William Al Candid adlı bir avcı kazanmıştır. Klişesi çidden harikulâde.., Otlayan bir geyiğe dişlerini geçiren bir kurtu gösteriyor. Al Candid, mükâfatı kazan- masına sebep olan fotoğrafı na- sıl çektiğini şöyle anlatıyor: «Yal. nız geyiğin botağrafını almak is- tiyordum. Birdenbire bir kurt peyda oldu, hayvanın üzerine a- tılmağa hazırlandı. Fotoğraf ma- kinemi yere bıraktım, — tüfeğimi aldım. Makine, yere düşerken a- çılmış ve ben, kurtu öldürürken resmi ç iş...» — Anladığımıza göre kurt geyiği öldürmüş, avcı da kurtu. Fotoğraf makinesi de birinci mükâfatı kazanmış. Ame- rika bu, orada her şey olur. Sinir Sazı nındaki masa üzerine bırakarak onu kolun. dan tutmuş, salonun tenha bir köşesine gö- 'tünmüş ve bakışlarını gözlerinden ayırma- dan şu sözleri söylemişti: — Sarhoş değilim, ne yaptığımı ve ne söylediğimi biliyorum. Sizi aylardı s| Alı Jarm «Gizli silâh» listesinde. yeni ve son derece mülessir gazlar var dır. Bunlardan biri «Sinir gazı» dır. Güya bu ğaz, koklayanları felce uğ- ratıyor, sersem ediyormuş. İngiliz kimya âlimleri, bilhassa giz- liden gizliye tetkik ediyordum. Nihayet ge- Kezban bu gece belki de sahte neşesi sayıe K a Modadan gelirken, sırrınızı keşfet. (Devamı var) kimya profesö- rü Sir Robert Robertson, bu iddia-| nn hakikatle alâkası olmadığını söy, lüyor,