VAKITın bir sayfalık hikâyesi - CELEP OSMAN Memleketten cıkalı yayla dö- nümü gelirse tamam on düört yıl oluyordu. On dört yıl demek, biraz dile kolay gelirdi. Bu, on dört gün değil, on dört ay değil, ftamam on dört yıl... Şimdi ona birer asır kadar uzun gelen bu gurbet ve meşakkat senelerine nit hatıraları, basit muhayyilesi- nin içinde tekrar yaşatmak is tedikçe, başınmın içinde bir her gümerç oluyor; memleketinde, biliyorlardı. Fakat nihayet bir gün kader yüz çevirdi. O sene hüyük bir kıtlık olmuştu. Ekini çekirge vurdu; öküzün biri öl- dü beygir sakağuya tutuldu; Zeynep nişanlısma kaçtı. Bun-| di. Bu öyle büyük ve mukaddes altın alanlar vardı. Bu para, on- lar hep ana ile oğulu, elsiz ayak-|bir sırdı ki onu bir başkasına|ların nesineydi!... sız bırakan birer sebepti. İşte o|tevdi ederse, onu çalacaklar — YAZAN: sevdiklerinin, bildiklerinin ya- zamandanberi Celep Osmanın nında geçen o asılı kendi saf ve| hayatında bir uğursuzluk baş- köylü hayatımı, karışık bir rüya| göstermiye başladı. Artık sa - gibi görüyor ve özlüyordu, Hat-| bahları eskisi gibi erken kalk - tâ bunların arasında, büsbütün|mıyor; — tarlasma gitmek - için kaybolmuş hatıralar, tamamen | istical göstermiyordu. anutulmuş simalar vardı. Bazı| Fakat yaşamak lâzımdı. To- geceler, elinde kalım sopası, ar-|humluk, yavaş yavaş suyunu kasında geniş yakalı, kuzu deri-| çekiyordu. Tüccar da artık eski- sinden ağır ve siyah gocuğuyla| si gibi itibar etmiyordu. ekseriya bir köşe başınmı bekler | Öküzün birini daha satmıştı ken, kendi kendine hep Dbunu| Bu sene sığır da para etmiyor düşünürdü. Sonra gözleriyle ya-| du. Nöylü, sürülerini yok paha vaş yavaş karanlıkları delerek, | sıma satmışlardı. Bu para da bit t orada, ulu denizlerin, yüce|tikten sonra ne yapacaktı; koca dağların arkasında, etrafında| karıyı nasıl besliyecekti?... geniş bağları, çiçekli tarlaları,| Bir gün büyük çımarm altın- Yüksek kayalıklardan dökülen|daki köy kahvesinde otururken temiz ve berrak sulariyle cenne: | aklıma birdenbire bir fikir geldi te benziyen kendi köyünü, ken-| Meselâ, o da Benlioğlu Recep di yurdunu görürdü. Ah, şimdi| gibi yapsaydı... Onun, şimdi İs- gene orada olsaydı... tanbulda ayda üç, dört altm ka- ”.*. zandığını söylüyorlardı. Güç Köyün kenarında? böğürtlen- ;eıkuvvem vv da Recepten lerin, yabani sarmaşıkların ara-| kalır nesi vardı?.. sma gizlenmiş kerpiçten küçük| — Bir sabah, tanyeri ağarmadar bir evi vardı. Her sabah çitin| yola çıkarken, annesinin keder- üstüne tüneyen kırmızı horo-|den titreyen zayıf ellerini öptü. Zun sesiyle uyanır; hayvanların | O, arkasından ağlayıp sızlarken, yemini verir; beygiri tımar e-|sesini işitmemek için karanlık- der; daha tanyeri ların içinde bilmediği yabancı yola çıkardı. Sazların arasın" ufuklara doğru koştu, uzaklaş- dan yılan gibi süzülen sularm| tt... . İ şırıltılarını, bazan uzaktan ko- şört Tet rudan gelen bülbüllerin mlıkla-| — İşte şimdi yayla dönümü ge- rmı dinleyerek tarlaların kena-|lirse tamam on dört yıl olıcık'_ rından ağır ağır yürürken neler|ti. Tâ o zamandanberi Celep düşünür; neler duyardı!... Osman köyüne dönmemişti. Yıl Bunu şimdi pek iyi hatırlamı-|da bir hemşerilerinden gelen yordu, Yüreğinde bir ateş var-|bir mektubu, mescidin kayyu- dı, geçmiş günleri hatırladıkça| muna okuturken gözleri bir nok Orası sızlardı. taya dalar; ona, memleketinin Sabaha karşı yatağına girip| uzak hatıralarını getiren bu kâ- gözlerini kapadığı zaman, haya-| Zit parçasından, sıla ihtiyaciyle linin önünde hep o hasretini çek| tutuşan kalbi için şifa ve teselli tiği memleket rüyası canlanır; |bekler; anlamadığı bir dille omuzlarında oraklariyle tarlala-| kimbilir, neler söylemek iste - rına giden çiftçileri görürdü. O-| yen bu ebkem yazıların karşı - nun da kışlık zahiresini toplrya:| sında saatlerce dalgın ve meb - bilecek kadar bir iki tarlası, ya-| hut hep o etrafında geniş bağları ğmı, pekmezini çıkarabilecek| ciçekli tarlaları, yüksek kaya - kadar küçük bir zeytinlikle bir|lardan dökülen leziz ve berrak beğı vardı. sulariyle bir cennete benzeyen Her sene mahsulünü toplar; | köyünü düşünürdü. tohumluğunu ayırır; ununu ö-| — Şimdi kimbilir, orası ne gü- | ğütür; bulgurunu çektirir; bü-| zeldi!... Her sabah güneş doğ- tün bir senelik yiyeceğini bir tarafa ayırdıktan sonra, tüccar zannederdi. Şimdiye kadar o- nu, kıymetli ve mukaddes bir enia; et gibi içinde saklamış; on seneye yakım bir zaman «kendini| sandık mı - taşıyorlardı?... Kâ- her türlü dünya zevkinden mah rum etmişti. Hayatı hemen Ci- balinir bu dar ve karanlık 80- karlar na mevkuf gibiydi. Mem leketlilerini görmek için nadi- ren Yemişe kadar iner; bütün cevelân sahası, Unkapanından öteye geçmezdi. Gece altı saat nöbetini bekler; gündüz, evle- rin sularımı — taşırdı. Yokuşun altında, bir köşe başında, eeki surların karanlık bir kovuğuna sıkışmış küçük bir kulübesi var- dı. Burada bazan yukarı mahal- lelerden gelen birkaç bekçi ar kadaşla mangalın başına topla- nırlar; zevkli zevkli köy hikâye- leri anlatırlar; uzun - senelerin memleket hasretini içlerinin a- cısını döke döke ancak böyle İkle yenebilirlerdi. Bütün ma> ha'le onlara mevdü, dört yüz ai- lenin masuniyeti hayatından onlar mesul idiler. Bazan ken- di kendine vazifesinin ehemmi- yetini gözünün önüne getirir; kalbi gururla çarpar; kendisini bu dört yüz ailenin yegâne hâ- misi telakki ederdi. Rahmetlik Sivaslı Halil baba- dan sonra, mahallenin en eski bekçisi o idi. Ailelerin ayrı ay- rı şecerelerini bilir; bütün ma> balle halkmı, isimleriyle, husu- viyetleriyle tanırdı. Ev isteyen: ler, kız arayanlar, iptida ona baş vururlardı. Mahallede, başgöz ettiği ne kadar karı koca vardı! Onların çocuklarını, mektebe götürme zamanını bilirdi. Böy- değildi. İstanbula geldiği zaman on dokuz yaşında ancak vardı. İh- timal on dokuüz yaşında olanla- rı, lalalariyle mektebe giden, sor kaklarda zıpzıp oynayan bu memlekette, onu, iri kemikleri, vaktinden evvel fışkırmış koyu buna inanmamışlardı. Halbuki ©, bu yaştayken, elinde baltasiy- nüm su mu getiriyorlar; yoksa arkalarında, iskeleye kadar bi tip!... Bu da ne demekti?... İn san, kalemlerde, kadife koltuk- larm üstünde, iki satır yazı c- zıkdırmakla kâtip mi olurdu?.. İşte o, on dört seneden beri ça lışıyor; mahalleye muhtar bile olamıyordu. Bunları düşündük çe öfkesinden başını sallayarak: — Yazık bu milletin parası - Kendisi bu kadar calıştığı halde ayda on mecidiyeyi bir araya getiremiyordu. Onun da üçünü memlekete gönderiyor: du. İkisini bir tarafa atıyor; be- | şini de kendi harcediyordu. Böy- le olduğu halde şimdi kemerin” de yetmiş seksen altım parası vardı. Onları her akşam yatağa girerken sayar; etraftan kimse- nin görmediğine emin olduktan sonra, uzun ve yürekten bir besmele ile tekrar yerlerine yer- leştirir; emniyetle yorganı ba - şına çekerdi. Artık bu para ile neler yapmıyacaktı!.., İptida bir çifte ile iki öküz alryordu. Son * ra anasına kız doku- malar, gel aa gnn li nin bu mukaddes sırrını, gece - aksettirmekten korkarak düşün” dükkecni deba Haetve aötürdük- ten çekinirdi. Zaten bu, onun için bir hulyadan başka şünürken, derin derin solumaya başlar, yüreğinin ateşini sanki kâinata püskürmek istiyor gibi, iri göğsü dolar dolar boşalırdı. Bu yeis, günden güne bir musi-! bet gibi beynini sarıyor; gözle" | ri dumanlanıyor; gezerken, yü-! | rürken, her zaman ve her yerde| sarmaşık- gümrah bıyıklariyle — görenler, | Yalnız bunu düşünüyordu... — |lardan bir yuva yapacak; onu, ... — Ne dedin, ne dedin?.. derdi. Hele bi yol daa di bahımn... yor; annesiyle bir yere gider ken, Osman ellerini kalçalarınır üstüne koyarak arkalarmdar baka kalıyordu. Basbava çarşa! ne de güzel yakışmıştı!... Onu, böyle ince ve zarif en- damıyla annesinin yanında sa - lına salma gidiyor görürken için den derin bir ah gelir; bir dana gibi böğürürdü. Geceleri gözü ne uyku girmez olmuştu, Elinde kalın sopası, arkasında geniş yakalı kuzu derisinden gocuğuy la sabahlara kadar sokaklardı dolaşır; sonra Nimetin kapısı nin önüne gelerek, saatlerc: pencerelerde onun - hayâlini a rardı. Bazan küplere su - boşal tirken, onu bir yerden görmek yukarı odalardan sesini işitmel için saatlerce taşlıkta oyalanır- dı. Fakat Nimet, artık eskisi gi- bi değildi. Çocukken o kadar sevdiği keçi masallarına — artık itibar etmiyor; yanından geçer ken yüzüne bile bakmıyordu İşte bu, onu öldürüyor, kahre diyordu... Bir gece cumbanım altında onun sesini işitti; sa- luvara yaslandı kaldı. Eğer po- Burada zihni durur; yüreği-|lisin düdüğü, onu bu derin is-| değişmiyen aynı cırlak s€ tığraktan uyandırmamış - olsay” bicin tetiz i$ —kulaklarma| dt, © sesi bir daha işitmek için| gun?... diye haykırıyordt | karşısında donup kalacaktı. Bu kız, kendi köyünün etli biz büpyanhhfııödüdilbe:kıinehiç ve kendisine altm başlı değildi. Fakat gönül haddini| benzemiyordu. İri kumral göz -| bastonunu uzatan Dâmat bilir miydi?... Bazan bunun im-|leri, ince ve zarif endamıyla, o yukardan aşağı bir kere le olmakla beraber ihtiyar da| kânsızlığını kendi kendine dü-'her sabah tarlasma giderken,| Bu kadar gürültü, bu bülbüllerin ıslıklarını dinlediği dere kenarında, gün su içmeden gelen dişi karacayı andırıyordu. Ah, onu oraya gö türebilseydi... Bu, hayatının en büyük e- meliydi. Ona, bahçesinin hir ta" rafında, çiçeklerden gagasiyle yavrusuna yem taşı- Nimet, o zaman, henüz mek- yını l"ı k:ı:üwm İ':il_- madan tarlasına giderken, ken- di kendine bir dağ havası tuttu-| Çirir; seksen okka yükü saat-|man, her sabah kapıları birer ra satmak için köylere davar top| rarak geçtiği çiçekli yollar.. Ba-|Jerce mesafelere sürükler götü:|birer çalar; mahalle çocuklarnı lamıya giderdi. Celep Osman namı, ona buradan kalmıştı. O- nun için haştatını kazanmak, en| sarp kayalıklar. O her zaman büyük zevki ve saadetiydi. Ko-|tarladan dönerken köy kızları - şar, çalışır, hendeklerden atlar,| nm su almıya geldiği pmarın ba zan elinde çiftesiyle bir dağ ke*| çürdü. önünı ; çisinin arkasından - tırmandığı e katar; omuzunda - sefer Burada, bu çelimsiz insanları| tasları ve çantalar asılı koca bir sıcaktan terliyor; soğuktan titri-/ sırıkla cumbanın altına gelir: yor gördükçe, erkeklik gururu| —— Haydi Nimet Hanım mek- “|isyan ediyor; başı yumuşak İütr|tebe.., derdi, le ormanlarda koca çınarları de-| tebe giden bir çocuktu!... Os-| " acıları dindirmek için başını o” nun dizlerine koyarak ağlıya- cak, ağlıyacaktı. Ah, eğer o is- teseydi... Her şeyini feda etmi -| ye hazırdı. Hattâ o kadar za-| mandanberi dişinden — tırnağın”| dan arttırdığı paraları bile onun İk ilünceye kadar Nimetin zölesi olacaktı!... ** * * Bugün, fevkalâde gün birisi idi. Mahalleyi baştaf şa dolduran arabalar, 50? ellerinde horoz şekerleri, #" * |lar, kâğıt helvalarıyla önüne biriken çocı rında beyaz namaz b yarıya kadar kalkmış ki altmdan geleni geçeni kadınlar, kafile kafile d i | vine girip çıkan seyirci yerlerden gelerek - s0! “aları bekliyen misafirl ssız ve kasvetli soki mahşer haline getirmişti. H evinin, ardına kadar açık kapısından sayısız mıJ Ap çıkıyor; Celep Osmüf kasında böyle günlere © ztrafı siyah kaytanlarla # li, deve tüyü aba çepkenl. kırmızı, yeşil yollu çitâri © ar, Doynundan sarkan 4 müş kösteğiyle, her gelent a kalkarak, kalım sopa” ere taşa — vürüyor; — #9 ehresinde, uçucu hasta F yessümün gölgeleri birikif Zirden kapının önünde b Üü ba durdu; içerden bir ün seslerin üstünde çit oarlak bir kadın sesi: — Dâmat bey.. Dümat Diye ortalığı birbirine yordu. Herkes birbirine biran içinde *koca ki ü merdiven başına yığılıvı erdi N , lep Osman, birdenbire K toplayamamıştı. Şaşkın €f -Ha riyle bu fırtmanın neredet ?f' tuğunu anlamıya - çalışıf l Aelağınaa dvnde, DİT CT YALA hi gibi öten aynı kadının hi# ?u' — Bekçi baba ne du! '; mat beyin bastonunu alsfii, | i.kmı_;nım | ; Bi masraf, bu, güneş yüzü SÖY &, miş, esmer ve sıska lıefi İ miydi!... Mademki bu SÜĞüi dilberi, bu çelimsiz insat suna vereceklerdi, onuf B hatı neydi!... Ondan ( çirkindi; yoksa onu bir kö6 Ai re satın alacak cebinde mı yoktu?... Dizleri titr& iskemlesine oturdu; DâmMik yin tekrar kapıdan çıkf bekledi.... O gece, sahaha kadar: | önünde pencereleri gö yüreğinde tutuşan hırsr Öyl * mek için bir aşağı, bir * dolaştı durdu. Bazan muts, gi perdelerin üıtündei S:ı | teressüm ediyor; gölgel y '“*î’ t n A uçuruntlardan sıçrar, dağları a-|şında geçen şen ve mesut mu>| y (e kaybolmi S e Valda a$ Ki Yoıupldökme.lhen'çcünmiyo Gke Cü k gözlerindi şar, Dayırları tırmanır, yazın|habbet ve safiyet dakikaları.. ğ:k:ltlmç göılükı.,bîllc “’.l'î:îç İöklerindi mî:n:?:kc:— cekti. Fakat o istemiyordu. Hat-|hatırayı da silip götür b İN çiftçilik, kışın avcılık yapar, ek-|Daha sonra, köy delikanlılariy- tâ bir yerde gördüğü zaman ba- Bir aralık, perdeler isi eldiven, larında sokakları geçerler; yokuş- Vi ğ ğ meğini taştan çıkarırdı. le,tertip edilen cünbüşler, oyun- :? ::g:!ndıı:;:rpî:ln;ler:qun :: ulı:ı'.!ıı'ıııınıı'l:r; mehebeyll:ııdu:ı gınt çevirip - bakmıyordu. bile.'ayak çekildi; sesler kesilh N Hiç bir gün işinden kaldığını| lar.. Hep gözünün önüne - geli- memleketinden, tavuklarından, Bunu düşündükçe yeisinden tık sabah oluyordu... t ge seken, ince belli, uzun saç- hatırlamıyordu. Babast Hüseyin|yor; on dört yıl sonra oraları/), Cakırıldım İstanbul züppele-|keçilerinden, her şeyden "'kederinden çıldırıyor; elini yü” Pehlivan, hain bir düşman kur şununa kurban gittikten sonra, tekrar görmek, yurdunun mu>| ni gördükçe, onları kolalı ince|derlerdi. Nimet, gözlerinin içi kaddes m"“."fm' YÜZÜNÜ, g0 |1, oyunlarından yakalıyarak, bir| gülerek her gün tekerrür eden zün” sürmek için kalbi titriyor- e ber Örerer Sişeiltemi reğinin üstüne götürerek, iri | göğsünün korkunç takallüsla-! tiyle derin bir ah çekiyordu... , Ez.yatın bütün müşküllerine yal- e K uyuz keçi gibi çamurlarda sürük | aynı niz başına o göğüs vermiye mec| du. Ab, ölmeden bir kere da- p A için gert kalbinde Vahşilrak gibi öten çocuk kahkahalar ... | bur olmuştu. Tarlasını kendi ha Kaya pınardan su içebilecek | hi 3hiyaç duyuyordu. İçinde| riyle etrafı çınlatarak: Seneler geçti; Nimet, kos ko-. sür' yor; tohumlarını kendi eki- mıydı' , KIÇ_ kere oraya gitmi y L Ve AA en ziyade kış geceleril — Sonra bekçi baba.. derdi.| caman gelinlik bir kız oldu. Her yor; ekinini kendi biciyor; zey-| ye niyetlenmiş; sandığını, yata> hisseder; kânunusaninin tipili| - O, en ziyade buna kızıyordu. | yerden, Fatihten, Süleymaniye- tünlerini - kendisi — topluyordu.| Zını bağlamış; fakat ne olduysa | , fatmalı gecelerinde, Boğazm| Nihayet bir gün dayanamadı: İden, Aksaraydan görücüler ge" Hayvunlara o bakardı; odunu ©| gene vazgeçmişti. Arkadaşları|, . yipi yüzgârlarma karşı sokak| — — — Bana bir daha bekçi babe liyor; uzak mahallelerden, ona, keserli ve bütün bu yorgunluk-| onun bu kararsızlığını bildikleri (, 1 o nda karanlıkları gözlür-| demi Eu y lara mukabil, azığını hazırlayan, |için, sandığımt yerleştirirken :î_"ımk üt öobali” “ödülellir _V=; “, ğphaâ:;wcî akşama çorbasını pişiren bir| görseler, gülüşürler: yumuşak döşekler içinde rahat| — Osman... di. İ bedi ihtiyar anasiyle, suyunu getiren, evin hizmetini gören bir kızkar- deşi vardı. 4 peşinde koşan insanlara delâlet Si f’"“hı gene galiba sıla-|yahat uyuduğunu düşünürdü..' O günden sonra Nimet, onu,[edenk, Nimetin evini gösteri- ya gidiyor... Sonra ay başlarında en kabada-| yalnız ismiyle çağırmıya başla- yor; onu bahtiyar etmek için Diye onunla eğlenirlerdi. Hal| yısı, avcuna çeyreği — sıkıştırır-| dı. İsminin onun ağzından ta- kendini feda etmekten garip ve Bu iyi yürekli insanlar, böy- |buki bilselerdi ki.... ken mutlaka eli titirerdi. Halbu laffuz edildiğini işittikçe Osman | vahşi bir zevk duyuyordu. Za- İece biribirlerine yardım ederek,| — Kalbinin bu sırrını kimseye|ki onun hizmetlerinden, feda'| saadetinden çıldırıyordu. Bazan| ten kendisi ne ümit edebilirdi?. biri.ötekinin yarasını sararak, açamıyordu. Hattâ onu, kendi| kârlıklarından bu çeyreği esirge| Nimet, pencereden Osman diye| Bu, büyük âşkın, ona tahmil et başbaşa mesut ve asude yaşaya"|nefsine itiraf etmekten çekinir- meyenlerin içinde, ayda yirmi'seslenirken: tiği kutsi bir vazile idi; Osman İmıyor; bütün gece atct'” f Celep Osman hasta idi. >, günden biri kulübesindet (4),” de yanarak nyıklıyvrd“' " gece, yüreğinde bir ate$*” lerini açtı; ıslak taşların | de sürünerek, Nimetin V kadar gitti; başını eşiğit dayayarak gözlerini kapt” S z>bahleyin ' Celep Osmanı, üzerinde " # tabakasiyle, kapının Öh"'î__ ğguktan donmuş buldular” Bunun bir intihar ©'? dan şüpheye bile dü N | h » Bt İ | İ 4 — 25 Künunsani 191? A “Çifte cevizler” Dr. Cemil