—4 — VAKIT. 19 Temmüz 1936 ERİTEN >T EN SEYAHAT Günün siyaseti: —— — İki ateş arasında B' günlerde Fransız matbu- atı gittikçe asabi bir ma- kamda şikâyetlerini yükseltmek- tedirler. Bunun sebebi Fransa- nın kendisini bir demir çember içinde farzetmesidir. Fransız matbuatının endişesi nâabemahal değildir. Ancak Fransanın vaziyetinin pek hoş olmamasında bizzat Frao- sız siyasetinin mühim bir rol oynadığı düşünülecek (olursa endişeyi takip eden infialin hak- h olmadığı neticesine varılır. Fransa şark komşusu Almanya ve cenup komşusu (İtalyadan şüpheleniyor. Bu komşuların her ikisinin de müşterek birinfial sebebi var ki oda Versay muahedesidir. Almanya Versay muahedesini vaktile Galyalıların «Veyl mağ- löplara ! » sayhasile Romaya kabul ettirdikleri muahede ile aynı tutuyor. İtalyaya gelince Versay muahedesinde dostu Fran- sanın İüzumundan çok fazla yut- tuğu halde, kendisinin aç bıra- kıldığını iddia ediyor. Fransa bu iki müddei karşı- sında Versay muahedesine sarıl- mış onun bir noktasını bile tebdil ettirmemek azmile yola çıkmıştır. Böyle bir inat siyasetinin Fransız milletini endişeden kurtaramıya- cağı ise aşikârdır. İş yalnız bu kadarla kalmayor. Fransa ile iki komşusu arasında diğer mühim ihtilâf noktalarıda vardır. Almanya Lehistan hududunda tashibat icra edilmesine müh- taçtır; bu nokta Almanya için son derece ehemmiyetlidir. Hal- buki Leh'stan en küçük bir ta- dilâu bile kabul etmiyor ve Fransanın nüfuzuna dayanarak Almanlara karşı ateş püskürüyor. İtalyada façyo, solcenah fırka Karının memleket dahilinde ihti- Mâlkâr tsşebbüslerde bulunma- sından huylanmaktadır. Halbuki bütün müfritler ve façyo düş- manları Fransada hüsnü kabul görmekte ve Fransız toprağında teşkilât yaparak Roma hüküme- tini tehdit eylemektedirler. Fransa iki komşusuna verdiği bu zararlara mukabil bir takım bukuki (mazeretler ve hakkı müktesepler sayıp dökebilir; an- cak bu sözler sırf nazariyatta cari olabilir; hakikat sahasında milletlerin ihtiyaçları bir takım nazariyeler içinde boğdurulamaz. İşte Fransanın vaziyeti hazıra- sını icap ettiren esbap. Bu se- bepler baki kaldıkca Paris hü- kümetinin Avrupa muhiti içinde rahat bir nefes almasına intizar edilemez. Fransız siyasileri bu noktayı nazarı dikkate alarak kendileri- ni ibata eden çemberi gevşet- mek için bazı fedakârlıkları göze almışa benziyorlar. Son alınan haberlere göre Fransa, Almanya arasında mukarenet temini için Fransız ricalince sarfı gayret olunuyor. Maamafih İtalyanın da Almanyaya karşı teveccühkâr bir siyaset takip etmesi Alman- yayı eski yalnızlıktan kurtarmış- ve dünkü düşmanı olan Fransa İ Gel keyfim gel!.. B- sıcakta, böyle bir başlığın hoşa gideceğini zannetmi- yorum. Zaten bu satırları “bir elinde mendil - boyuna terliyerek yazan bir adamın, “gel keyfim gel!,, şeklinde bir sevinç saybası çıkarmasma imkân mı vardır. Hayır söz benim değil, o sözü bir zafer marşı gibi tekrar etti- ren çoşkun sevinçte hissem yok! Bunu söyliyen amele Süley- mandır. Tayyare piyankosunun büyük ikramiyesini kazanan bu talihli adama: — İşte ikiyüzbin lirayı kazan- dım, ne yapacaksın? Diye sormuşlar. O, da: — Gel keyfim gel! deyip otu- racağım | Cevabını vermiş. Kendi kanımdan, kendi top- rağımdan muhtaç olduğu ekmeği taştan çıkaran bir vatandaşın başına devlet kuşu konuşu, beni sevindirmişti. Fakat eline para geçer geçmez, sâye karşı arka çevirişi hiç hoşuma gitmedi, O bir kaç kelimelik cümleye baka- rak derin derin düşündüm, Bu yarım satırda bir kaç citlik mana vardır. Korkuluksuz iskeleler üs- tünde elinde mala, mistri çalışan, her lokma ekmeği bir dizi alın terile kazanan bu adam, ıstırabı yakından görmüştür. Mahremiyeti sicili, öyle sanı- yoruni ki onun genç iken buru- şan yüzüne yazılmıştır. Kızgın güneşlerle kavrulmuş (alnında ömür, bir saban gibi derin izler bırakarak geçmiştir. Arkasında bu kadar zorlu yıllar birakân bir insanın, o yükten kurtulduğu gün şaşırması mazur görülebilir. Yalnız bu sevinci “sırtüstü yata- cağım !,, diye ifade etmesi acıdır, zararlıdır. Sırtı üstü geçen hayat, çok sürmeden adamı felâket çukurunda da sirüstü bırakır. Tenbel bir huzur içinde yavaş yavas o para erir, tekrar çalış- mak mecbüriyeti hasıl olur. Ve işte o zaman, vaktile parmakla- rma kolaylıkla ram olan mistri ile malanm birer gürz kadar ağırlaştığını duyar, Ben isterdim ki bu vatandaş, yıldızının parladığı çu günlerde, © aydınlığı yeni bir hayat hamlesi için kullansın. Meselâ arkadaş- larını toplayıp bir inşaat şirketi kursun. O, sırtüstü yatmaktan dem vuruyor. Bizde niçin büyük sermayeler doğmadığının sırrını da bu cevap içinde görmek müm- kündür... Daha yazacaktım. Aklımda daha bir çok şeyler vardı. Fakat birdenbire meşhur darbımeseli, zenginin malı ile züğürdün çene- sinden dem vuran atalar sözünü hatırladım ve sustum. Seyyah ile uzlaşmak ihtiyacından az çok kurtarmıştır. Hülâsa, iki Lâtin hükümette Almanyayı kendi taraflarına cek biçin uğraşmaktadırlar, Hanğisi buna muvaffak olursa kıt'a üze- rindeki “hegemonya, yı elde edeceği ise şimdiden anlaşıl- maktadır. Ülehmet Gayuz beybabasile beraber yakında Pari- İse gidiyormuş. Namık B. : “Orada Deniz tayyaresi A ğrn dağı hadisesini tem- sil eden resimler arasın- da (Akşam) refikımızda çıkan bir resim, benim değil, fa- kat, silâhtan, askerlikten çok iyi anlıyan bir dostumun gözüne çarpmış. Bana; — Bu gazete, dedi, kürt eş- kıyasını deniz tayyerelerile bon- bardıman ettiriyor! Hakikaten, dikkat ettim ve bomba atan tayyarenin altında iki sandal şekli gördüm. * Kovalamaca oyunu mu? 1929 güzellik Kıraliçesi Fe- riha Tevfik hanım, günün bi- rinde İstanbuldan trene bindiği gibi, Parise gitti, Oradan da Amerikaya yollandığını öğrendik. 1930 Kraliçesi Mübeccel H. da Feriha Tefik H. hakkımıza te- cavüz edecek olursa icabına bakarızl,, demiş. İki genç kız kovalamaca mı FEDAYİLERİ Beri E Bugün sizi takibe hazırım!.. Melikenin candan söylediği bu söze mukabil Mesrure de ayni tehalükle ilâve etti: “Bende!.,, mi EŞ — Kaderimiz böyleymiş, ta- hammül edeceğiz! — Ben de tahammül ediyo- rum, fakat ibtiyarımla değil! Elimden gelse başka türlü ha- reket ederim. — Nasıl?... — Memleketime dönerim, — Fakat biz bu mücahedeye iştirake karar verdik. — Evet, ona iştirâk ile ifti- har ediyorum. Fakat biz bu vazifeyi de ifa etmiş sayılırız. | Mücahedenin kat'i zaferle ta- mamlanmasına birşey kalmadı. Onun için artık gidebiliriz. ki bu ısrarı Melike özerinde de- oynıyorlar. Yoksa Namık B. Pa- (rin bir tesir icra ediyordu. Melike rise Feriha hanımın kulakların çekmeğe mi gidiyor? Topln İğne Seçme kralar Moda belâsı! Hey gidi bey, şu moda belâsı yüzünden neler oluyor, neler, geçenlerde Kadıköyünde Modada oturan bir Amerikalı kadin mem- leketine gidecekmiş, eh şimdi yaz, banyo mevsimi, bir Ame- rikalı kadın için banyo etmemek kumların üstünde yatıp vücudunu güneşte yakmâamak olur mu? Maazallah adama ne derler son- ra! Biçare Amerikalı kadın “A- man böyle gitmiyeyim, vücudumu! güneşte vakayım da beni ayıpla- masınlar!,, Demis, Filüryaya gidip gelmeğe başlamış, anlaşılan uzun boylu beklemeğe de vakti yok- muş, «Aman cabuk yanayım, vücudumun beyazlığı g'tsin!,» diye güneşte fazlaca kalmağa başlamış; hava sıcak, güneş kız- gın, kumlar ateş gibi, genç kadın kumlar üstünde yatmış vücudunu kavurmağa çalışırken bir gün nasılsa fazlaca kalmış, derileri alazlamağa başlamış, kalkmış, giyinmiş ama bütün bedenini bir alevdir sarmış; ah vah diye kıv- ranıp bağırmağa başlamış, eve gidince bakmışlar olacak gibi değil, iş'kötü, kadını hastaneye kaldırmışlar, ilâçlar sürmüşler, sörmelemişler, fakat kâr etmemiş kadıncağız genç yaşında moda uğruna gürlemiş gitmiş; ker gen- cin ölümüne acınır, fakat böyle- sine insan ne diyeceğini şaşırıyor, şu moda belâsı ne canlar yakı- yor, ne ocak söndürüyor yahul.. — Karagöz — Aman! Bektaşinin biri bir gün çarşı- da etli canlı bir yosmaya rastla- mış, kaşla, gözle anlaşmışlar, bir tenhada konuşmuşlar. Be ji. Aman sultanım, demiş, bir yol muhabbet etsek Yosma kırıtmnış — Olür aslanım, ama benim yerim yok, bir yer bul gidelim Bektaşi bir düşünmüş: — Olur, demiş, bugün ikin- diden sonra mahalle mescidine gel ben oradayım. Dede ikindi vakti camiye ! renkten renge giriyor ve birşey demiyordu. Acaba Zeydun onu bırakıp. gitmeyi mi düşünüyordu? Melike bunu anlamak istedi: — Beni bırakıp gidecek mi- siniz? — Sizi kat'iyen bırakmak is- temem, fakat siz gelirmisiniz ve buradan ayrılır mısınız? Sultan Selâhattin, sizi izaz için her şeyi yaptı ve her şeyi yapıyor. Siz bütün bu ihtişam ve serveti, bütün bu saltanatı bırakarck bizimle beraber gelir misiniz? Gelmek isteseniz bile sultan sizi birakır mı? — Sultan tabii birakmak iste- mez, fakat ben gelirim! Melikenin bu cevabı çok kuv- vetli idi. Zeydun ile kardeşi bu kadar kat'i bir cevap karşısında kalacaklarını tahmin etmemiş” lerdi. Demek ki Melike, sultanın arzu ve iradesine rağmen tek- rar onlarla avdet edecek ve burada ibraz ettiği her şey'i bı- rakacaktı. iki kardeş bu büyük fedakârlık karşısında ne söyli- yeceklerini — şaşırdılar. £ Yalnız Zeydun şu iki kelimeyi söyliye bildi: — Ohalde buradan gidelim. evimize dönelim! Bu pek mühim bir teklifti, Buna karar verilecek olursa onu tatbik etmek hayli müşkül olur- du, Fakat bundan başka bir çare var midi?. Onlar burada ama girmiş, sonra bir köşeye saklan- mış, imam gittikten sonra kapı- yı açmış, hemen minarenin altın- da muhabbete başlamışlar. Şeytanın işine akıl erer mi, ne- dense imamın tekrar camiye geleceği tutmuş, koca anahtarla kapıyı açıp girmiş, dede ile yos- mayı alt alta üst üste görünce: — Bre edepsiz, diye bağır- mış, bu ne terbiyesizlik, bu ne saygısızlık, bu ne ahlâksızlık, bu ne münasebetsizlik... Imam daha sayarken dede doğrülinuş: — Yok hocam yok, demiş hiç biri değil, sadece yersizlik! Istanbul polisi mezarlıklarda cümbüş edilmesini yasak etti ama fakir fukara ne yapsın, onların mezarlıkta eğlenti oyapmaları saygısızlıktan değil, yersizlikten! — Köroğlu — kaldıkları omüdetce hürmet ve ikram göreceklerdi. Fakat bu nun sonu ne idi? Bumu biri de tayin edemiyordu. Acaba Melike bu iki gençten sevdiği ile evle- necek midi? Yoksa yarın ona yeni bir talip çikacak ve yeni bir vaziyet mi hasıl olacaktı ?1. Burada mütemadiyen kalmanın d# böyle mahzurları vardı. Onun için bu işi katiyetle hal etmek icap ediyordu. Haldun demindenberi birşey söylemiyordu. Fakat söz sırası gelmişti, (Haldun düşündükten İ sonra fikrini anlattı: (Zeydun) un gitmek üzerinde- | — Çoktanberi bir araya ge hp ve baş başa verip'düşünme- miştik. Bu akşam ayrıldikdan sonra tekrar ne zaman bir ara- ya geleceğimizi Allah bilir. Onus için bir karar vereceksek he- men verelim | | Melice tekrar etti: — Ben gitmeye hazırım! Mesrure onu teyit etti, — Ben del dedi. Haldun ilâve etti: — O halde bize de bir plan hazırlamak ve onu tatbik etmek kalıyor. Melike sordu: — Bunu ne zamaf, hazırlar sınız ? ” Haldun cevap verdi £ — Bir iki hafta içinde bu iş olur. Ordu buradan hareket ederken biz de başka bir isti- kamet tutarız. Fakat hepimiz bilmeliyiz ki bu yeni maceramız son derece tehlikelidir. Muvaffak olmaz ve yakalanırsak Sultanın ,gâzap ve hiddetine uğrarnz. Belki Sultan bizim canımıza kas- teder; onun için çok iyi düşün- meli ve çok iyi hatrlanmalıyız. Öyle değilmi Mesrure? — Evet, fakat dikkat ediniz ve biraz yavaş konuşunuz; dışar- da bir dolaşan var. Zannederim ki Prensesin kölesi Server bizi tarassut ediyor. Mesrurenin bu ihtarı hepsini ikaz etti; dördü de sustular ve etrafı dinlediler. Çadira bir takım adımlar yaklaşıyordu. Bir lâhza sonra harem ağası Setver, çadıra girmiş, el etek öpmüş, sonra bu haberi vermişti: — Sultan hazretleri bu gece esirleri şerefine ziyafet veriyor. Genç emirler de bu ziyafete iştirak edecekler. Haldun ile Zeydun hemen ayağa kalktılar, Melike ve Mesrureye veda ettiler ve çadırdan çıktılar. Merhum Emir (Haydar) m (Zeydun ) a intikal eden mücev- heri yerde kalmıştı. Dört genç, aşk ihtiras içinde konuşuyor ve bendilerine bir helâs çaresi arr yorken başka her şeyi unutmuş” lardı. Fakat hilekâr (Server) mücevherin yerde kaldığını hemen sezdi ve onu aşırmak istedi. Harem ağâsı, yerden temenna- lar ederek Melikenin huzurum- dan ayrılırken, mücevheri de yerden almış ve dışarı çıkmıştı. (bitmedi)