24 Mart 1930 Tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 6

24 Mart 1930 tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ÜŞKÜNLER: 3 Oğul Yazan * Sadrı Etem 1907... Bu seneyi hatırladınız | değil mi?.. Meşrutiyetin ilânın- dan bir yıl evvel. Beni (R. T) atlı hususi bir mektebe verdiler. Mektabe verdiler diyince bunu ilâhili, aminli bir mektebe baş- layış zannetmeyin.. Akrıbamdan yaşlı bir zat benim kolumdan tuttu mektebe götürdü, müdüre tevkifbaneye maznun bırakır gi- bi teslim etti. Beni ihtiyat bire kaydettirer.. O zaman sarıklı cübbeli ama cingöz bir mu- bassır vardı. |Şımdi bu zat gayet şık sakal bıyık ve mon- den bir beyefendidir; sakın ken- disinden bahsettiğim duymasın!| Cingöz Hafızın önünde ben tin, tin ibtiyat sınıfını buldum.. Kürsüde kavuğunu önüne koy muş, abdestliğini sıralardan bi- rine bırakmış arkasında hayderi re başi beyaz takkeli bir zat vardı. Sınıf hep bir ağızdar (rabbiy esir okuyurdu) ben içe- riye girnce boca istifini hiç bozmadı sakalının ucunu oynattı. Hoca sakalının ucu ile bana arka sirada boş yer olduğunu oraya oturmamı ihtar ediyormuş; benim aptallığıma vermeyin siz de osaydınız ne yapardınız. Ben de onu yaptımı, afal, afal hoca- nm yüzüne baktim. O zaman sınıfların o çavuşları yardı, hoca enfiye b.endiline sömkürdükten sonra elindeki sopa ile çavuşun (Omuzunu dürttü, “e Şu alığı dedi. Arka sıraya geçtim... Bir çocuk biraz daha sağa çeki'di ve bana yer verdi... Oturdum. Çantamı gene güldür, güldür okuyorlar- dı arkaya oturt! Ben zannediyordum ki hoca beni önüne alacak ve bir şeyler sokutucak, ne gezer, arka sıra- larm kalabalıği içinde kaybol- dum. Yarımdaki arkadaş ta çıkartma defteri e -meşgul..ne gözel çı» kartmaları o vardı. OKıpkırmızı güller, karanfiller, sankı henüz bahçeden | koparılmış, kâğıda Yapıştırıimıştı, hele bir çıkartma tekir kedisi vardı öyle güzel, çıkardım.. Çocuklar | j ye öyle maskaraşeydi ki... gözlerim çıkartma'arına kaydı. Daldım kaldım... Sıraları © siper haffçe: alarak, ona « — Çıkartmalarınız ne güzel | efendim, dedim... O zaman bana her cümlenin sonunda bir efendim ilâve etme- mi kaç defa tenbih miş'er, den anamdan, babamdan, tey. zemden ne kadar tokat yemiş- vim. Onun için (efendim)i bastırmayı unutmadım. Yanımdaki çocuk bana: «— Bende daba ne cici şey- ler var ? Bak dedi.. Elime ka: nca bir defter gibi bir şey tutuşturdu. «— Bunları çabuk çevir, de- di, bak ne göreceksin. defteri ' et | bu (efendim) yüzün. | bızlı hızlı çevirdim... Yapraklar hızla dönünce eciş, bücüş resim- ler kımıldanıyor, oynuyor canla- nıyordu. «— Güzel, çok güzel, dedim. «— Tabii güzel olur... Onu bana paşa amcam Paristen ge- tirdi, Ben o zaman Paris, filân nedir bilmiyordum: «— Bu Paris nedir dedim... «— İstanbul gibi bir yermiş.. ben yakında oraya gideceğim seni de yanıma alırım.. Paşa amcam beni oraya iste- tedi süt ninemin oğlunu götüre- ceğime seni götürürüm. | bunların â'âsmı görürsün. Bu konuşma benim tuhafıma gitti: fena ben bundan daha iyi ve ne cici Ka- « — Bu resimler ragözler var... siz geliniz de bizim evde ben size efendim.. Biz böyle konuşurken ensem- de bir kızılcık sopası (şap) göstereyim j etti... Başımı ka dırdım; Hoca, bur- İ nunda kocaman yazma mendili zebellâ “gibi başımın ucuna di- kimış.... Yüzümü ürktüm, korktum... Hapşuuuu.. hapşu.. hapşu di- bir sonra sopayı bir kaç defa daha ateş bastı, İ şaklattı ve beni adam akıllı haş- tadı: “ Tenbel, Bir kazan süte mürekkep damlasa, koca kazan süt bulanır... Sonra yanımdaki henüz adını bilmediğim çocuğa döndü. “ — Sen de, dedi, salelte şurayı devlet azasından Şinaver Beyefendinin Necli ne- cibi oasın da böye bir hayla- zın sözüne kanıp dersten fera- gat edesin. Bu kocaman sözün manasını pek çıkaramadım... Ben çıkaramadım ama yanım- daki anladı ; “ — Hoca efendi ders çalıştırıyorum. “« — Aaaaferin... öyle ise... Sonra bana döndü. Demindenberi (o söylediklerini unutmuş gibi: * — Sen tembel bir çocuğa benziyorsun. . ( Çünkü ben, ho- ca efendinin tandığı şöhretli ve zengin adamlardan birinin oğlu değildim) 98 Sacit efendi- nin yanında otur da sana zekâ ve fetanet gelsin ! Meşhur söz- dür yasemin n yanına düşen ısırgan bir zaman sonra güzel, güzel kokmıya başlarmış... Bu sözümden hikmet al İkülhani, dedi, enseme bir şaplak indirdi... (Bitmedi) ben ona Orada | kaç defa aksırdıktan ! haylaz, daha ilk günde sınıfı berbat ettin... bir damla | sayei ri- | İ çiniden, renkten, Bürsa seyahatnamesi istanbul gazel cileri mahkeme- 'ye nasıl gittiler, ne gördüler ? Seibaşında içilen kahven'n tezzeti — U'udağdan inen akşam— Operet heyetinae peh'ivanlık— Bar ve sinema usa burnumuzun dibi.. racıkta,.. Oraya gid'p ge- lip te oturup seyahat yazmak bana gülünç geliyor. Fakat ne yapmalı ? Yazıyorlar; İşte gazeteci arkadaşlar Asya vapurunun orta salonunda yer yer oturmuşlar, cayır cayır ya- zıyorlar! Ne yazmalı? Ali Marmara vapuru Topane tıhtı- mından kalktıktan sonra geip arkadan sandalla yetiştiğini mi? Marmara vapurunun hâtıra def- terini cemiyetle okuyup İstan- buldan Mudanyaya kadar gü'- düğümüzü mü? Bir kısım gaze- telerin davacısı olan Şehrema- neti avukatı Rahmi Beyin temiz, saf, tatlı tuhaflıklarını mı? Bur- sada bizime ayni gönde muha- kemesi olan meşhur. müstantik Hikmetin vekillerinden Ali Şev ketin: “vapur defterine yazmak için söyiediği: Böyle maznu olarak © ursaya gitmek ne acı) Hepimiz merhameti mahkemenin muh- tac, bitfa Felek, Diyerek yazdi bu şii Hemedan Naci ! Ankarip meşe öerir * cümlemize kıt'asını mı? Ali Nacinin avukat Şevkete karşı bir nevi menfi dostluğu buradan başladı ; bu kıt'ayı bu- vöyüyüyaplr Malz kimi ge zebine 'mi“ uğrayayım ? Bunu asla yapmam | * Bursadan Mudanyaya giden otomobil yolu hariku âde güzel. Çekirgede Adapalas oteline in- dik; çantalarımızı bırakıp çık- tık. On iki kişilik kafile bir | otobüsü “doldurmıya kâfi idi. Çekirge ile Bursa arasındaki yol da başka bir şaheser. Bir tarafta çiçek enmiş hafif meyilli sırt, öte târafta yapraksız kül renkli ağaçlarile uzanan ova... Bu ikisinin arasında tabiat in- sana yeşil ve canlı bir tebessüm- le gülüyor. Bursayı bir baştan bir başa dolaştık. Setbaşında çardak al- tında bir kahve içtim. Arkam- da Yeşil cami göğe doğru bü- İ yük bir beyaz kanat gibi açılıp yükseliyor, önümde bir uçuru- mun içinde sık, girift, basık şehir açılıyor. Karşıda karlı ve keskin çizgili Keşiş genç bir baştaki beyaz Saçları hatırla- tıyor. İnsana hayranlık veren Yeşil camiyi Amerikalı bir seyyah gibi dolaştım ve gözlerimde ziya İitimala- rından gelme sibirli bir lezzetle buradan çıktım. Set başı Bursanın Aksi istikamette yürüyerek ya- yan Hisara, gittik. Saat ku'esinin yanından demir parmaklığa dayanıp aşa- gidaki Bursanın panoramasını, solda şebrin dışında alabildiğine uzanan Ovayı, sağda başı du- manlı dağı, Ulu dağı seyretmek garip ve buruk bir zevk veriyor. Altı yüz cami ve mescidi olan bu şehrin üstüne akşam Ulu dağdan kasvet gibi iniyor. Yarı karanlıkta iğri büğrü Nacinin | Topaneye kadar | şur | intiba | bir ucu, | | | | sokakları geçip şehre geldik. Türkocağının bahçesinde havsun karşısında bir nargile ve yanı başından şehrin içinden akıp giden Gökdererenin şarıltısını dinledim. Birçok Anadolu kasabalarında olduğu gibi Bursada da gece, yabancı'ar için, evsiz ve kimse- siz olanlar için bir faciadır. Yarı aydınlatımış dar ve do- lambaç sokaklar yer erde sürü- nen zevahife benziyor ve insan bu loş sokaklarda dolaşırken şehrin elemini vuzuh ile duyu- yor. On iki kişilik gazeteci veavu- kat kafilesi bu cemden kaçtı. Şehrin en iyi lokai denilen servisi »ötü, yenilecek yemeği sayılı bir lokantada ziftlendik, o meddah Süruri hasta olduğu için onu dinliyemedik, operet denilen bir salaşa gidip atların bağlan- masioa mahsus bö melere benzi- yen İocalardan kanto söyliyen bozuk sesli kadınları dinledik. Göğüslerini (oOtitrete © titrete hoplıyan cılız kadıncağızlar çe- kilip gittikten sonra alabildiğine şişman çıplak bir adam, Pehli- van Aziz efendi sahneye geldi, karmnın üstüne yalın kılıçlar çekitaşları koyarak, üstüne a- damlar çıkararak kuvvet oyun- ları gösterdi, Şeuzanedaşı UrKUSIrUBI, çay fındık fıstık! , sesleri ve Bave | sigara dumanları arasında “ ha- in evlât , dramı temsile başla- nılınca dışarıya çıktık. Karanlık ve karışık sokakla- rın eleminden kaçanlar uykunun göz kapakları üstüne çeki taşı gibi ineceği rehakâr dakikaya kadar kendilerini oyalamak mec- buriyetinde idiler, Bara gittik. Calgısı incesaz, içkisi rakı olan ve $az heyeti arasındaki üç hanendeden başka kadını olmıyan Bursa barından çıkınca da güç belâ bulduğumuz küçük bir otomobile dokuz kişi birden binerek Çekirgeye otele gittik, uyuduk. Ertesi gün muhakeme. Akşa- mı yemek. Sonra herkes dağıl- dı, Bu seyahatin bana daha ya: | kından tanıttığı - iki okıy- metli dost akşamın san'atkâr karikatüiristi Cemal Nadirle bizim Bursa muhabirimiz Rıza Ruşen- dir. Kâmil, kibar, sıcak ve tatlı bir adam olan Rıza Ruşenle Süreyya sinemasına gittik. Burası Bursanın pekalâ otu- rabi.ecek temiz bir müessesesidir. Bursada oturalabilecek fırka binası, Türkocağı salonu ve şehir kulüpleri var; sonra adım başı» da kahve... Bursaya gidip te yerli mallar pazarını görmemek de olamazdı. Onu da gezdik. Giderken Marmara, gelirken Asya vapurlarında İstanbul ga- zetecilerine gösterilen nezaket, vapurların temizliği, intizamı tak- dirle kaydediimeli. Vapurda ilk bakışta bu görülüyor, ben vak- timi salonda ve güvertede ge- çirdim, kamaraya inmedim. Orası nasıldır, bilmiyorum. Güneşli, güzel bir havada git- Mi mii İzmirde Eşrefpışada mü goz'uk yapan Rıza isminde arnavut kurnazça bir sahte! yaparak tayyare ceimiyetini landırmak istemişsede Yi ele verm ştir. Rizarım yaptığı elinde bulunan 47174 pu! biletin baştaki 4 rakkamıni ,haret'e yok etmek olm Çünkü 7134 numara 15'bin kazanmıştı. Riza yok ettiği mara yerine mutat oan koymayı unutmuş ve sabtek evvelâ bu noktadan ce betmiştir. Balıkesir hattinda kaza daha yattığı koğuş yıkılmış ame! biri olmuş, üçü yaralanmıştı!” Vak'a bir Almanın müt, bulunduğu (kısımda © olmuj” Yıkılan koğuşun gayrı fenni duğu söyleniyor. Adliye işe * ziyet etmiştir. Aç gözlü bir iman Manisada Dereköyünde tafa isminde bir imam ile deşi Şerif miras kalan bir rak için uyuşamamışlar ii kardeşi Şerifi öldürmeğe vermiş, muhtar Süleyman bekçi Aziz mani olmak ist ler fakat imam kızarak tarla bekçiye ateş etmış ve öli müştür. Yobaz bunun'a di gem nl ğe lıyor ve makakla görünce: dürmediğine canı sıkılarak, kurşunu da kendi beynine yor. Karısını öldürdü ' Alaşehirde, Aksar köyü iki karısı olan Sarı Mehmet minde bir kır bekçisi, zev den “birisini meşhut cürum masında bularak aşıkı ile b ber vurmuştur. Kadın ölmü 70 yaşında bahtiyar * baba Değirmenderede İsmail i de 70 yaşında bir ihtiyf İ zevcesi bir batında tami 3 çocuk doğurmuştur. Bir tevkif Adanada Namık Kemal m tebi muallimi Ahmet Hamdi bir cinayetten alâkası şüphesi üzerine tevkif edilmi$ miştik; gelirken yarı yola: v kalın bir sis içinden i geçtik. Bozdağ önünde » basi meşhur Marmara Sevinç —i demesinin olduğu yerde - 3 zü görmüyordu. Tam kesif sis dalgaları iyii bir düdük sesi işidilmez — Seyrisefainin çu vapuru geliyor | Dediler. Birbirini görür birbirine karşı gelen iki ll düdük seslerile mevkilerini çet) edebilmek, kazasız belâsıs gidebilmek için olduklar! bir saatten fazla uğraştıla” İçimizde heyecana dpi üzülenler yok değildi. Fakst yapmalı ki saat on ikiyi yordu. yle Mi oturduk. arka | mecbur Km y Dİ R# “çan ei ipa

Bu sayıdan diğer sayfalar: