10 Temmuz 1939 Tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 5

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

10 - 7 - 1939 ( HAYAT VE SIHAT ] Hekimlikte edebiyat Hekim olmıyanlardan birçoğu i- le birlikte hekimlerden bazıları da edebiyatı hekimliğe büsbüsün ya- bancı bir şey sanırlar ve bir hekim edebiyatla meşgul olunca, asıl işini bırakmış da üzerine düşmiyen işler- le uğraşıyormuş gibi sayarlar. Halbuki hekimlik bir ilim oldu - ğgundanberi hiç bir vakit edebiyata yabancı kalmamıştır. Hattâ hekim - lik mesleğinin bir sanat olduğu za- mandaki haliyle ilmi olduktan son- raki halini ayırt etmek için edebi- yat iyi bir miyar olur. Meselâ, eski mısırlılardan kalmış papirüsler üze- rinde bulunan ve hekimliğe ait ya- zılar insicamsız, gayet soğuk, oku - yanı sıkan, nefret ettiren sözler ol- duğu halde hekimliği ilim olarak tesis eden İpokrat'ın kitaplarından her biri tercümelerinde bile âdetâ birer edebiyat kitabıdır. Büyük he - kimin ortaya koyduğu fikirlerdt_an pek çoğu bugün pek çok değişmiş, pek çoğu da rayicini kaybetmiş ol- makla beraber, insan onları oku- dukça bir güzellik heyecanı duyar. Ondan sonra gelen büyük hekim- lerin eserleri de, örnek olarak te_ı.-- cüme edilmiş olan pırçılırınd_ı gö- rüyoruz, hep güzel yazılmış kitap - lardır. Vezinli sözler olmasalar da, çok defa güzel hayallerle süslenmiş yazılardır. Bizim eski şarkın büyük hekim- leri hekimliği edebiyatla birleştir - mekte daha ileri gitmişler ve şiir de yazmışlardır. Onların hayatlarını toplamış olan İbni Ebi Usaybia'nın kitabında, en büyük şark hekimle- rinin şiirleriyle sayfalar dolmuştur. Onların tesiriyle olacak ki, şark- taki hekimlik ilmi Avrupa'ya geç- tikten sonra Salerno'da kurulan he- kim mektebinin hocaları okuttukla- rı ilim kitaplarını vezinli sözlerle ve birçok yerlerinde şairce hayallerle süsliyerek yazmayı âdet edinmişler- di. Daha sonra Avrupa'da hekimlik ilminin karanlıklara girmesi — bu- na tesadüf denilemez — hekimlerin edebiyattan uzaklaştıkları asırlarda olmuştur. O karanlık asırlardaki he- kimler edebiyatla meşgul olmayı kendilerine bir ayıp saydıkça onla- rın ilimleri de pek geri kalmıştı. On dokuzuncu asırda hekimlik yımini birdenbire diriltmiş olan Bi- profeıörlerinin Trusso derken sık sık şiirler tekrar ederdi zevkle okunur. lan Roge, makaleleri gibi okunur. Daha yenilerden: sine mani olmaz. nız bir şiir sanırsınız. olmaz. Aksine, onları rir Cünkü fikri genişletir. Breslav radyosu Leh lisanı ile propaganda yapıyor yazmış © lur... Onun arkasından hekimlikte tecrübe usulünü kurmuş olan ve bu- günkü hekimlik ilminin temeli sayı- lan , Klot Bernar, zaten edebiyat lağindı haki -;')oı_ duğu gibi, onun en meşhur kitabı hâlâ bir edebiyat örneği sayılır. Edebiyatla meşgul olmanın he- liğe mani ol ğına bu iki misal yetişmezse, daha kuvetli bir misal olarak, Litre gösterilebilir. O büyük adam bir taraftan fransız di- linin en muteber olan | ya- zacak ve her kelimeyi vezinli keli - melerle süsliyecek kadar edip, bir taraftan da hekimlik ilminin kamu- sunu yazacak kadar âlim olduğu gıbl,_dn kamusunu yazdığı yıllarda pratik hekimlik mesleğini de bırak- mamıştı. Bir meşhur misal daha: klinik ki; HULÂSA lemiştir: “Komşular arasında sık sık anlaş- mazlıklar olur. Fakat bunların halli her zaman mümkündür. Alman - leh işbirliği mazide Polonyaya büyük menfaatler temin etmiştir. Üçüncü bir şahıs işe karışmayıp da çarpışma- imkânı daima mevcuttur.,, Radyo Danzig'in Almanyaya dön- mesi lüzumuna telmih ettikten sonra Polonyaya da yahudi düşmanlığı ha- reketine başlamasını tavsiye etmek - tedir. Bu neşriyat Polonyanın Katoviç radyo istasyonunda yapılan almanca neşriyata bir cevap addedilmektedir. Diğer cihetten Viyana ve Berlin radyolarının Ukranya lisanında tek - rar neşriyat yapmağa başladıkları bil- dirilmektedir: NDKŞ GUN en büyüklerinden hastanede muayene ettiği hastaların halini hekimce tasvir e - Zamanının en meşhur hekimi oldu- ğu gibi bıraktığı kitaplar da hâlâ Paris tıb fakültesinde dekan o- hastane hekimi, büyük tecrübeci lâboratuvar profesörü ol- duğu halde yazdığı bir tiyatro piye- sini oynatarak — hekimliğine Trek- lâm yapmamak üzere kullandığı — müstear namile de ayrıca bir şöhret kazanmıştı. Tekaüt olduktan sonra, arada sırada yazdığı ve hepsi lâbo- ratuvar tecrübelerinden bahseden birer edebiyat parçası Dr. Jorj Dü- hamel fransız akademisine edebi- yat kapısından girmiş olmakla bera- ber hekimlik akademisinde de âza, bir taraftan da ameliyat yapan bir operatördür. Meşhur edebiyat mec- muası Mercure de France'in müdü- rü olması hekimliğine devam etme- Gene pek ince bir operatör, hem de üniversitede profesör Leriş'in yeni fransiz ansiklopedisinde yaz- dıği ilmi makaleleri gayet güzel hayallerle süslenmiş birer edebiyat parçası gibidir. Ameliyat masası ü- zerinde uyutulmuş bir hastanın cildi kesildiği vakit hormonlarının geçir- diği hallerini tasvir etmesini okusa- Edebiyat hekimliğe, ilme mani kuvetlendi- Varşova, 9 a.a. — Breslau'daki al- man radyo istasyonu muntazaman sa- at 10.15 ve 20.15 te Leh lisanı ile pro- paganda neşriyatı yapmaktadır. Bir | düstriyel teknik yavaş inkişaf etmiş- | buk Leh halk şarkısını müteakjp başlıyan ti. Fakat bu tariht, eyanda bil- yı tavsiye etmediği takdirde anlaşma Ekonomik meseleler: C. H. P. Meclis grupunun 6.VI.1939 tarihli toplantısında alınan kararla teşkil olunan komisyon tarafından memleketin endüstri işleri hakkında hazırlanıp gene parti grupunun 27 ha- ziran içtimaına arzedilen raporda dev- let ekonomisine yeni bir veçhe ve isti- kamet vermeği istihdaf eden dikkate şayan kıymetli noktai nazarlar ve tek- lifler vardı. Hülâsaları gazetelerde çıkmış ve her biri ayrı bir alâka mev- zuu olan bu teklifler arasında ehemi- yetli bulduklarımızdan bir tanesi de partimizin rekabet prensipi hakkın - daki düşüncesidir. Raporda rekabetin lüzum ve zarure- ti üzerinde durulmakta ve teşebbüsle - rin hayatiyeti bakımından “iç piyasa- da rekabetlere imkân bırakılması” tek- lif olunmaktadır. Bu görüşün mânâsı- nı şu şekilde anlamak icap eder: esa- sen iç piyasada çalışan muhtelif te- şebbüslerin kendi aralarında rekabet mevcuttur. Devletin inhisar maddele- ri hariç olmak üzere dahili mamülâtın fiyatları bir rekabet havası içinde te- şekkül etmektedir. Komisyonun mev- zubahis ettiği rekabet, dış piyasa mad- delerinin iç piyasadaki rekabetidir. Sanayi üzerine mevzu ve müuhtelif kanunlara müstenit büyük himaye - ler, milli teşebbüsleri terakki ve inki - şaftan alıkoyacak ve hayat pahalılığı- nı arttıracak mahiyette telâkki olun- maktadır. Bu görüşte hakikaten rea- list bir manâ vardır. Bir çok madde - lerde lüzumundan fazla himayelere mazhar olmuş bulunan milli endüstri- nin, dış rekabetin soğuk rüzgârını sır- tında hissetmedikçe, bünyesinde te - rakki ve inkişaf imkânları hazırlama- ğa ihtiyaç görmiyeceği aşikârdır. Halbuki terakki ve inkişaf imkânları- nın şartları ancak “hâyat sahasının” tehlikeye girmesiyle tahassül eder. Milli endüstri, dış rekabetle karşılaş - tığı zamandır ki, hayatiyetini takviye etmek zaruretini duyacaktır. Buna ta- rihi misaller vermek kabildir. İngilte- re, endüstrileşmeğe başladığı lar (18 inci asırda) karşısında kendi- siyle rekabet edecek başka bir endüst- rici memleket yoktu. 19 uncu asrın ü- çüncü rub'una kadar dünyanın yegâne fabrikası olarak kalmıştı, Bu imtiyaz- lı, vaziyet yüzünden İngiltere'de en - hassa Almanya süratle endüstrileşme- ğe başladı. İngiltere'nin endüstrideki inhisarcı mevkii tehlikeye girdi. Al- manya bu rekabette endüstrisini en rasyonel (*) şekilde kurmak, en yeni teknik terakkileri derhal tatbik etmek suretiyle kazanmağa başladı. İleri tek- nik teçhizata ve rasyonel usullere ma- lik olan alman endüstrisi bu suretle doğdu. Halbuki ingiliz endüstrisi, ra- kipsiz geçen bir asırlık dünya hâkimi- yetinde cevalliyetini ve hayatiyetini kaybetmişti. İngiliz endüstrisi tehlike karşısında ananeci usulleri terkederek günün rasyonel usullerini tatbike an- cak Umumi harpten sonra başladı. Bi- naenaleyh görülüyor ki, endüstriyi (*) Rasyonel çalışma, iktısat prensipi aSY , pi- nin ilmi bir.ıekilde hıyıuptııbiki- dir. Ekonomi prensipi ise, asgari zahmet ve masrafla azami fayda ve Milli ekonomide rekabet prensipi İsmail Husrev TÖKİN teknik terakkiye sevkeden. muharrik kuvet, rekabettir. 5 Âi Piyasaya ucuz ve iyi mal arzeden rekabette kazanır. Teknik terakki ve rasyonel işletme, maliyeti ve binaena - leyh fiyatları düşürdüğü gibi, malın kalitesinin de düzelmesine ve yüksel- mesine âmil olur. Rekabette hayatı u- çuzlatmak sırrı da gizlidir, Bügün milli endüstri, müşteriye karşı istiğna göstermektedir. Satış fi- yatını, himayelerin temin ettiği yük- sek fiyat üzerinden biçmektedir. Pi - yasada daha iyi kalitelisi bulunmadı - ğından müşteri mevcudu ve kalitesi düşük malı almak mecburiyetindedir. Bir taraftan fiyat yüksekliği, ticari muamelelerin hacmini, halkın yaşama seviyesini düşürmekte diğer taraftan kalite düşüklüğü memlekette sanat kültürünün' yükselmesine mani ol- maktadır. İyi mal, kaliteli mal, bir sa- nat eseridir. Müşteriye sanat terbiye- si de verir. Kaba mal, kötü mal sanat kültürünü körletir. Zannediyoruz ki, dış piyasaya karşı rekabet prensipinin tatbiki, bir taraf- tan endüstrimizin hayatiyet ve cevva- liyetini arttıracak, diğer taraftan da pahalılığı tevlit eden gayri tabii fiyat tereffülerine mani olacaktır. Almanya'da Sivil seferberlik devam ediyor Berlin, 9 a.a. — Milli menfaat işleri büyük programının tatbik edilmesi i- çin yapılmakta olan sivil seferberliğe, faaliyetle devam olunmaktadır. Bütün sanat müesseselerinde, resmi daireler- de ve bürolarda çalışan erkekler, sıhi bir muayene tabi tutulduktan sonra, umumi inşaat mahallerine gönderil - mektedir. Mecburi hizemete alınanlar, bilhassa usta başılar ve küçük sanat erbabıdır. /" Diğer taraftan 1939 rekoltesini ça- BİBLİYOGRAFYA Komik hikâye Nahit Sırrı tarafından dilimize çev- rilen “Sylvestre Bonnard'ın cürmü,, nden sonra, arkadaşımız Nasuhi Bay- dar'ın kalemiyle türkçeye tercüme e- dilen “Komik Hikâye,, bu sene zar- fında “Anatole France,, in türk di- liyle intişar eden ikinci eserini teşkil etmektedir. Guy de Maupassant'la birlikte mem leketimizde en ziyade rağbet görmüş ve eserlerinden bir çoğu tercüme e- dilmiş olan bu kıymetli fransız mu- harriri hakkında burada uzun söze hacet yoktur. France, lehinde ve aleyhinde pek çok münakaşa ve gürültülere meydan vermiş olmasına rağmen son devrin klâsikliğe en ziyade namzet muhar- rirlerinden biri olduğu muhakkaktır. Komik hikâye, gerçi müellifin en ziyade isim yapmış eserlerinden biri değildir: Bununla beraber bu cins ka- lem adamının zekâ ve muhayyelesi- nin mahsulü eserler arasında mevzu- unün cazipliği kadar — tahkiyedeki kuvetiyle de temayüz edenler arasın- da kaydolunabilir. Nasuhi Baydar'ın çok temiz ve asla imkân nisbetinde sadık tercümesi sa- yesinde France'in bu güzel eseri di- limize aslındaki kıymetinden hiç bir şey kaybetmemiş olarak geçmiş bu- lunuyor. Remzi Kitapevinin “Dünya muhar- rirlerinden tercümeler serisi,, arasın- da intişar eden bu kitabı okuyucula- rımıza hararetle tavsiye ederiz. Sevdiğim Adam İzmir'in kiymetli ve mütefekkir e- dibi Orhan Rahmi'nin bir kabahati vardır: Eserlerini İstanbul gazetele- rinde neşir ve İstanbul kitapevlerine tab ettirmemek. Bu yüzdendir ki, İs- tanbul'un, ona nisbetle çok daha de- ğersiz muharrirlerine avuçla dağıttı- ğı şöhret ve tanılmaktan o mahrum kalmaktadır. Gerçi bir — gazetenin tahrir müdürü ve daimi muharriri o- larak İzmir onu çok yakından takdir eder: ve sever. Fakat İzmir matbuatı- niın intişar sahası nihayet vilâyet ve- ya Ege hududlarına münhasırdır. Halbuki Orhan Rahmi ayarında bir kıymet, bir vilâyet hududları içinde hapsolmaya lâyık değildir. Bu değerli muharririn romanların- dan ikincisini — yeni de olsa — bir İstanbul kitapevi tarafından tab edil- miş göörmek bizi memnun etti. Bu romanın ismi “Sevdiğim adam,, dır. Daha önce Anadolu gazetesinde tef- Dilencileri memnun . . .: etmek için yeni bir usul Yeni usul cenubi Afrika'da Joha - nensburg şehrinde bulunmuştur. Cenubi Afrika şehirlerinde dünya”- nın her yerinden çok dilenci bulunur. Bu şehir halkı ne zamandanberi bu dilenci kalabalığından bizar bir halde- dir. Buna bir çare bulmak için düşü - nüp taşınmışlar, nihayet “dilenci a - leyhdarları” diye bir kulüp açmağa karar vermişler. Bu kulübe giren herkes senede 10 şilin verecek. Kulüpten numaralı el- li biletlik bir karne alacak. Bir dilenci musallat oldu mu, karnelerden bir bi- let koparıp dilenciye verecek. Dilen- ci bu karneyi kulübe götürdü mü, mutlaka demiyetin bir yardımına maz- har olacaktır. Neden yedi sene için seçilirler ? Fransa'da cümhurreisleri yedi sene için seçilir. Bunun sebebini ecnebiler bilmediği gibi bir çok fransızlar da bilmez. Hakikaten de merak edilecek şey. Niçin beş veya on sene olmuyor da, fransız cümhurreisi, cümhurreisi olarak yedi sene kalıyor? Bunun garip ve şaşılacak bir sebe- bi vardır. 1873 de, üçüncü cümhuriyet zama- nında cümhurreisi seçilen mareşal Mak Mahon, kendisinin yedi sene için cümhurreisi seçilmesini istedi. “Çün- kü, dedi, bu yedi sene benim için aza- midir... Yedi sene sonra artık çok ih- tiyarlıyacağım-” İşte yedi sene ananesi böyle doğdu. ber cümhuriyetle beraber tarihe ka- rışan tekye âlemi ye hususiyle bek- taşiliğe ait birçok sırlar içinde çö- züldüğü için bu romanın diğerlerin- den ziyade alâka toplamış olmasını tabii görmek lâzımdır. Bununla be- raber bu roman da, müellifinin kale- minden çıkanların hepsi gibi, müstes- na bir edebi kıymet taşır. Çünkü Ya- kup Kadri o muharirlerdendir ki, ti- tiz itina ve zevkinin süzgecinden ge- çirmeden hiç bir eserin üzerine imza- sını atmaz. Her romaniyle bir zümre- yi, bir dâvayı, memleket ait bir husu- siyet veya derdi teşrih etmiş olan - kıymetli romancımızın bu ölmez ese- rini yeni nesiller de hiç şüphesiz es- kiler gibi ve ayni rağbetle okumakta devam edeceklerdir. Bu itibarladır ki bu değer ve şöhrette bir eseri tavsi- yeyi bile lüzumsuz addediyoruz. Türk mektupları On altıncı asır ortasında, henüz rika edilmiş olan bu H makamatı büyük gayretler sarfetmek- tedir. BUGÜN muvaffakiyet teminidir. Yenişehir ULUS si 1 — Asri İş Adamı Raimu ve Lucien Baroux Fransızca sözlü kahkahalı film 2 — Yeni Jurnal Seans saatleri : 2.30 - 4.30 < 6.30- 9 SAAT 1 de 1 — Çöl intikamı (Kauboy filmi) 2 — Miki Değirmende 3 — Jurnal. Aşk, his, macera ve fikrin ahenkli bir imtizacından vücuda gelmiş olan bu mevzu, temiz bir ifade sayesinde kitabın sonuna kadar karit sürükli- yecek bir alâka taşıyor. Her halde Orhan Rahmi bugün için bir kıymet olduğu kadar yarın için de vaidlerle dolu bir imzadır. 300 sayfalık bir cild teşkil eden bu romanı Etiman kitapevi tarafından 5S0 kuruş fiyatla satışa çıkarılmiştir. Nur Baba Roman üstadı Yakup Kadri Kara- osmanoğlu'nun eserleri içinde — hak- li veya haksız — en geniş alâkayı u- yandıran en çok okunmuş olan Nur Baba'yı karilere tanıtmaya kalkış- mak lüzümsuzdur. Eski harflerle bir- kaç tabı tükenmiş olan bu roman şim- di Remzi kitapevi tarafından temiz bir şekilde yeniden bastırılarak neş- redilmiştir. “Nur Baba,, belki üstadın en ehe- miyetli eseri değildir. Bununla bera- Çe) l1 ülkesinin büyük bir mahre- “ | miyetle Avrupalılara kapalı bulundu- ğu bir devirde, Anadolunun muhtelif yerlerini dolaşarak Türkiye hakkın- da malümat ve yazılı eserleri topla> mış olan Busbecge, tarihçiler için de- ğeri ölçülmez malzeme hazırlamıştır. “Türk Mektupları, bu muharririn o zamanki seyahat intibalarını tespit e- den ve baştan başa alâka değer müşa- hedeler ve vesikalarla dolu olan bir eserdir ki garpte birçok defalar ve birçok dillere tercüme edilerek basıl- mıştır. Osmanlı imparatorluğunun en parlak bir devrine ait çok kıymetli malümatı ihtiva eden bu eseri tanı- mamak bizim için hakiki bir mahru- miyet teşkil ederdi. Bu itibarladır ki Hüseyin Cahid'in bu ayarda bir eseri dilimize çevirmiş olmasını tarih kül- türümüz bakımından büyük bir hiz- met olarak anmak ve takdir etmek bir vazifedir. Remzi kitapevi tarafından basılmış olan bu 316 sayfalık eserin fiyatı 75 kuruştur. Tavsiye ederiz. (Büyük harpten sonra ilk paska! i, beş genç, Antu- van, kardeşi Jilber, arkadaşı D:::inıi;c;i'eriyçî Mariyan ve Solanj Senkler isminde iki genç kızla beraber sıkıntılı bgr suareden kaçıyorlar ve geceyi kırlar içinde kaybolmuş bir otelde geçiriyorlar. Antuvan, Matiyan'la, Dominik de So - lanj'la beraber eğleniyorlar. Jilber yalnızdır. Nihayet sa » bah oluyor ve hepsi Parise dönmek mecburiyetinde olduk- larını hissediyorlar. Antuv an kardeşleriyle beraber ba- baları Karmontel'in ziyaretine gelmiş sonra ayrılmışlar babalariyle annelerini yalnız bırakmışlardır. Antuvan met- resi Nikol Dölanez'in oturduğu apartmana gelmiş ve sonra kendi evine dönmüştür. Nikol Dölaney, sarışın, hâlâ güzel, saçları keh- riba ' renkli teninden daha açık, kadife gözlü bir kadındı. Üç denberi metresiydi. Antuvan onu bu tatlı bakışlarından, bu bir parça sivrice çenesin- den, ve hisli bir ifadesi olan ağzından dolayı sev- meğe başlamıştı. Tıpkı on beş yaşında iken kendi- sine verilen ve ölümünden dolayı fevkalâde acı duyduğu köpeğinden bahseder gibi ondan bahse - dildiği zaman da “yaman şey!” diyordu. Onun bu iyilikleriyle, kendisine olan müşfik bağlılığı ile, a- çık saçık halleri arasındaki tezat mukavemet edil- mez bir şeydi! Antuvan: — İşte bBenim hoşuma giden de bu ya... O- nun maskesi altında bazı bazı görülen kibar hali! diye düşünür, sonra aklından şunlar geçerdi: “Bu her halde iyi bir aile kadını olabilir ama zavallı ne yapsın ki hep ahlâksız ihtiyarlara yahut genç bu- dalalara rastlıyor!” Bundan bir kaç gece evel, münasebetsiz bir yer- den çıkarken, boynuna eşarpı onun nasıl bir anne şefkati ladığını hatır ve gülüm Ka B AU YÜK Yazan: İröne Nemirovski A Ş ya canını sıkıyordu. Yatak odasıma girerken onun bir gün evel kendisine gönderdiği gül demetini gördü. Erkekle oynamaktan çok hazzediyordu. Antuvan onun getirdiği çiçekleri memnunlukla alı- —6— K R O, AM A IN İ Çeviren: Mümtaz Faik FENİK Didiye Segre isminde bir ressamın kızı idi, ve anne- si de Vally ail , şu Loren demirkb leri sahip- lerinden Vally'lere mensuptu. O kadınla o ressamın nasıl evlendiklerini ve buna tekaddüm eden skan- yordu. Çiçekleri seviyordu. Bah bunlar; aşağt yukarı vahşi, üzerinde karanlık küçük göller taşı- yan, sert mercan dikenli, kokulu çalılar olursa... Dallardan birisinin üzerinde Dominik'in bir kartını ilişmiş buldu: “Solonj Senkler, ikimizi de Segre'lere davet için telefon etti. Segre'nin i bab evde yok galiba; ve galiba da fareler dınııdiyoriıtmı;. Se - ni orada beklerim. İstediğin saatte gellü Antuvan: “Gidemem, diye düşündü. Çok geç oldu. Şimdi arabayı dışarı çıkarmak bir belâ! Sonra bu saatten sonra bu mahallede nasıl taksi bulmalı?” Bununla beraber alâkadar olmuş, eğlenmişti. Şimdiye kadar Mariyan'ı ancak Senkler'lerin ve başka müşterek dostların evinde görmüş fakat onun evine hiç dave ü T daldan bahsedildiğini duymuştu. Bu meteliksiz res- sam, ve zengin varis kadın beraberce kıçmiılır ve izdivaçtan evel de bir çocukları olmuştu. Bu-çocuk Mariyan mı yoksa onun kız kardeşlerinden bir baş- kası mı idi, iyi bilmiyordu. “— Her ne ise! diye düşündü, gider, bir saat ka- dar kalırım! k Segre'lerin evine iki saat kadar geç gitti. Bun- lar Buva civarında önü bahçeli bir köşkte oturuyor- lardı. Mariyan'ın annesiyle babası evde yoktular; onun için genç kızlar da arkadaşlarını davet etmiş- lerdi. Ressamın gayet az aydınlatılmış atelyesinde bir kaç çift dansediyordu. Diğerleri yerdeki min- derler ve yastıklar üzeri: lardı. Gramo - fonda tatlı, cazip, baygın ve kristal sesli bir hava çalıyor, ve bu havanın sanki kalın bir su içinde bo- duğu zanno ordu. (O n Havaiyen ha- gün evelki o alev rengindeki kırmızı elbise boynun- da da o kehriba * kolye vardı. Bu kız göze çarpan renkleri ve bohem mücevherlerini ne kadar da çok seviyordu! Yüzündeki boya, pudra çoktanberi si- linmişti. Fakat ne şarap, ne uykusuzluk ne yorgun- luk gençliğinin sıcak tarayetini bozmamıştı. Dans ediyordu. Ve dans ederken vücudunun içinde gö- ze görünmiyen bir ikinci ruh kendi çehresini, ken- di kırmızı elbisesini, siyah saçlarını, çıplak kol- larmı, Antuvan'ın kolları arasında sessiz, çalâk ve sanki hava gibi kayışlarını seyrediyordu. Bazı zamanlar gençlikte, saadet son haddini bulup da aşağı yukarı teessür başladığı zaman insan hem aktör, hem de kendi kendisinin temaşageri olur. Öyle bir temaşager ki, kendi kendisinin hayranı, â- şığıdır. Eğlenceyi ne kadar çok seviyordu. Annesi, ba- bası evde olmadığı zaman uslu uslu yatmasına im- kân yoktu. Böyle bir geceyi zevksiz, eğlencesiz ge- çirmek nasıl kabil olurdu? Bütün bu gençler ken- di aralarında bir toplanmıya görsünler, nazarla- rında en parlak baloların bile hiç bir ehemiyeti kal: dı. Her dakika kıymetli idi. Ve her daki- kanın yerine bir başkl ikame imkâ yoktu. Zamanın ne kadar seri olduğunu ancak gençlik bilir; hastalığa, fena şansa alışıldığı gibi sonraları hayatın da kısalığına alışılır. Fakat yîr- mi yaşında insan her geçen saniyeyi yerinde tut- mak, onu tıpkı sonradan büyüyecek çocuk N gibi kucaklayıp kendisine doğru sıkmak ister. İşte bu- nıniçinmubumnıkmıın.mdeı;kılîkı—

Bu sayıdan diğer sayfalar: