Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
e b * W | j | 8-2-19377 ——— B > SURİYE, TİCARETİ İÇİN Suriye » Fransa muahedesinin fran- sız parlamentosu tarafından tasdikin- den evvel öyle süratle tadilâta uğrıya- cağına kim inanırdı? Mandası lâgvedil- miş Suriye kıtasına aid bir parçanın bir kaç gün içind yeni bir manda altına gireceğini bekliyordu? Diyorlar ki: — * Suriyenin haki- miyeti İskenderunun üzerinde hâlâ devam etmektedir. An - cak bu Sancak; uluslar sosyetesinin mandası altında kalacaktır.,, Bu gibi sözlerle kendimizi aldatmak - istemiyoruz. Türkler, İskenderunda hâ- kim değilseler, suriyeliler de bu Sancak üstünde mutlak bir hâkimiyete malik değildirler. Çünkü bu iki hâkimiyetin Üstünde, uluslar sosyetesinin hâkimi- yeti kurulmuştur. —Netice itibariyle fransız - Suriye muahedesi tadil edil « miştir. Binaenaleyh bu muahedenin a- lacağı yeni şekil, Suriye parlamento « * suna arzolunacaktır. Fransa, bu tadilât yüzünden Suriyeye karşı yeni bir du- rum alacaktır. Biz diyoruz ki: artık ümidimiz ke« sildi ve akdettiğimiz muahede bir Te« viziona uğradı, ve Suriyenin hâkimiye- ti altında bulunan yegâne liman orta « dan kalktı. ; Suıı'g_e limansız! Üç buçuk milyon nüfus sahibi olan geniş Suriye, limansız kalmıştır. Biz bu limana muhtacız ve bu liman Trab-« lusuşam olacaktır. Çünkü 300 bin nü « fuslu Lübnanın iki büyük limana malik olması bir insafsızlıktır. Bu iki liman da Trablusuşam ve Berut limanlarıdır. İleri sürdüğümüz mütalealara kar.- şı bize şu cevabı veriyorlar: “Fransa, bir muahede ile Lübnana bağlanmıştır. Trablusuşam da Lübnanın bir parçası- dır. Bu limanın mukadderatını ancak Lübnan tayin edebilir.,, Fakat Fransa, Suriyeye karşı bir mv “ede ile bağlanmamış mıdır? Hangi hak ile Fransa, Suriye ile — akdettiği muahedeyi çiğneyerek İskenderun me- selesi için Türkiye ile uyuşmuş ve İs- kenderun kıtasından Suriye hâkimiye- tini kaldırmıştır?!. “ Bu mütalealara karşı aşağıdaki ce- vab veriliyor: “Fransanın Suriye üze « rinde bir mandası vardır.Ve Suriye in. tikal devresinde bulunduğu gibi, ulus- lar sosyetesine intisab edilinceye ka « dar Fransanın mandası altında kalacak- tır.,, Fakat Lübnan da aynı vaziyette bulunmaktadır. Lübnan da uluslar sos- yetesine girinceye kadar Fransanın mandası altında bulunmuyor mu? Lübnanın mukadderatı Suriyenin mukadderatını tayin et - miş ve hem Türkiye ile ve hem uluslar sosyetesi ile uyuşmuş olan Fransa, YENİ ELKABES Gazetesinden Lübnanım mukadderatını da tayin hak- kına maliktir. Eğer iki yüz yirmi bin arab karşısında yetmiş bin türk Suri « yenin siyasal vaziyetini değiştirmiş ise ve Suriyenin bir parçasını kopararak u- Diyorlar ki: Mademki muahede türkler lehine bir kere tadile uğramıştır, bir kere de arablar lehine tadile uğramalıdır. Suriye'ye yeni bir liman lâzımdır. luslar sosyetesinin mandası altına koy- muş ise ve türklere askeri, ticari ve dil hu susunda imtiyazlar bahşedilmiş ise «Trablusşam»;, «Akâr», «Siyer» ve «Za- nine» ahalisi yirmi yıldanberi Suriyeye tâbi olduklarını ve bu kıtalar Suriye - nin bir paraçsı addedildiğini, izhar et- mişlerdir. Nasıl türk ekalliyetine hür- met gösteriliyor da tam bir ulusun Trablusuşam üzerinde bulunan hakla « rına hürmet gösterilmiyor? Manda ve hukuku düvel bakımın « dan meseleyi izah ettik. Adalet ve in - saf cihetlerine gelirsek deriz ki: Berut “limanı Lübnanın bütün ticari ve aske- ri ihtiyaçlarını lüzumundan fazla tat- min edebilir. Sonra Trablusuşam lima- nı, Lübnan için hem ehemiyetsizdir ve hem de ihmal edilmektedir. Bu li - man, eskisi gibi Suriyenin tabit limanı olmalıdır. Çünkü Suriye, askeri ticari ve bahri ihtiyaçlarını temin eden bir limana muhtaçtır. Liman istiyorlar Biz, makul olmıyan bir talebte bu - lunmuyoruz. Biz, ve yalnız bizim için bir liman istiyoruz. Yegâne limanımız olan İskenderun limanı idi. Bu liman- dan şimdi mahrum kaldık. Eğer Trab- lusuşam limanını taleb ediyorsak, bu limanın Lübnanı hiç bir zarara sok - mıyacağına eminiz. Lübnan bugünkü sahasiyle hiç bir Zarara uğramıyacaktır, Berut, Lübna- nın mühim bir limanı kalacaktır. Berut limanı, Lübnanın, Irakın ve İranın ih- tiyaçlarını tatmin edebilecektir. Fakat BİR LİMAN İSTİYOR Lübnanın hem Berut hem Tramblusu- şam limanına malik olması bir insafsız- lık ve adaletsizliktir. Fransa, İskenderun meselesinde, bizi ağır bir surette yaraladı. Bize öy- le bir yara açmıştır ki, mazinin bütün yaralarını unutturmuştur. Fransa, ken- disine sadakat ve itimad gösterdiğimiz bir zamanda bizi kırmıştır. Fransanın menfaati ve dostluk münasebetleri na- mına bu yarayı tedavi etmesi lâ- zımdır. Bu teda- vi şekli, ne Fran- sayı ve ne de Lübnanı — zarara Bilâ- arab sokacaktır. kis, bütün milletlerini ve Trablusuşam aha- sevindire- cektir. Biz, bu ta- lebi ileri sürer- ken, Fransanın dostluğunu imtihan e- diyoruz.. Fransa, uluslar sosyetesinde bu ta- lebi yerine getirilebelir. Türkler, bize demişlerdir ki: Suriyeliler! Lübnanla bir vahdet teşkil ediniz ve Iimanınızı lisini Berut'ta veyahud Trablusşamda arayı- nız: Demek ki türkler, fransızlardan daha fazla iyiliğimizi istiyorlar” Fransa « Suriye ittifakının yapıl - masına hüsnüniyetle çalışan Kont Dö Martel'e itimadla bu talebi takdim e- diyoruz. f . Halkevinde Sosyal Yardım Şubesi menfaatine Halkevi Temsil Şubesinin iştirâk ve yardımı ile Sanatkâr ŞADİ ve arkadaşları tarafından bugün saat 21 de Hissei şayıa 3 Perde Biletler Halkevi Gişesinde satılmaktadır. Türk-Elen Dostluğu Atina'daki türk resim sergisi dolayısiyle yunan gazetelerinin yaptığı neşriyat Atinadaki türk resim ve neşriyat sergisi dolayısiyle Elen gaze- telerinde türk - elen dostluğuna dair güzel yazılar intişar etmek- tedir. Bugün de bunlardan birkaçını alıyoruz: Tipos'ta: “Feniks” başlığı altında şunları ya. zıyor: “Türkiye 1299 da doğmadı. Bu tarih- te osmanlı devleti kuruldu. M. E. 7000 tarihinde de doğmuş değildir. Esatir ve efsanelere göre, bu tarihte türk milleti tarih sahnesinde gözükmüştür. Türkiye 1919 yılında Anadoluda doğmuş ve 1924 - 26 yılları esnasında kati şeklini almıştır. Mondros muahedesinden — sonra Türkiyenin orduları dağılmış, ahalisi yoksulluk içinde kalmış ve Boğazlaıla İstanbul “İtilâf” ve yunan orduları ta- rafından işgal edilmiştir. Bu vaziyet karşısında eski türkler şu taktiği kullandılar; galiblere itaat ediyor görünerek, bunların aralarında- ki ihtilâftan istifade etmek; fakat mil- letin canlı kısmı ile askerler mertçe karşı koymayı tercih ettiler. Kati bir iz- mihlâlden sonra galiblere karşı baş kal- dırmak için, büyük bir kahramanlık ve manevi kuvvet lâzımdı. Çanakkale müdafaasında itilâf dev- letlerinin mağlüb olmalarında baş rolü oynamış olan muktedir bir miralay var- dı. Bu müdafaa işinde Almanlar ile ara- sı açılmış olan bu miralay, Selânikli Mustafa Kemaldi. Binaenaleyh Türki- yeyi mezarından kaldırıp diriltmek is- tiyen bu canlı unsurlar, bu ünlü mira- layın başına toplandılar. Kemal İstanbulda idi. Henüz rü- şeym halinde bulunan milli hareketin başında Kemalin bulunduğunu İstan - bul hükümeti bilmiyordu. Mütareke şartlarının tatbikine nezaret etmek ü- zere, onu 9 uncu kolordu kumandanlı- ğına tayin etti. İngilizler Kemalin kim olduğunu geç anlamışlardı. Onu yaka- lamak istedikleri zaman, Kemal kolor- dunun başında bulunuyordu. Bu sırada yunan ordusu İzmir'e çıkmıştı. İngilizlerden maada diğer devletler bu siyasete muhaliftiler. Bu yüzden Kemalizm hareketinin hamisi mevkiine düştüler. Yavaş yavaş Anadoluda müs- takil bir devlet kuruldu. Ve yunan fe- lâketi türk milli hareketinin muvaffa - kiyeti oldu. Lozan muahedesinden sonra yapı - lan mübadele neticesinde, Türkiye mil- 18 tecanüsünü elde etti, ve dahili işleri- ni düzeltmeye koyuldu. Eski ananeler ve teokratik sistemler tekmelerle atıl- dı. Türkiye Avrupa oldu, hem de en asri manası ile Avrupa haline geldi. Bugünkü Türkiye, Milâttan 7,000 yıl evvel tarih sahnesinde gözüken Türki- ye değildir. Ertuğrul ve Osman Türki- yesi de değildir. Sultanlar Türkiyesi hiç değildir. Bu yeni bir Türkiye, baş- ka bir Türkiyedir. Parnas salonunda açılan türk sergi- sini görenler, işte bunun için hayrete - düşmüşlerdir. Türkiye daha 20 yaşına “ basmadan bunları başarmıştır. Türkiyenin arsıulusal nüfuzu da buna delildir. İtalya Boğazlar statüko- sunu imzalamak Üüzere — bulunuyor, Fransa da İskenderun meselesinde uz - laşmıştır. Bundan bir müddet evvel ebedi düş- manlıklarımızı, kan ınmaklarını ve fe« ci mücadeleleri unutmıya ve komşu « muzla elbirliği ile çalışmaya karar ver- miştik. Bu tarihten itibaren menfaat - lerimizi müşterek addetmeye başladık. Müttefikimizin terakkiyatını görerek memnun oluyoruz. Türkiyenin ölümden dirilmesi ta « rihte ya yegâne bir hâdisedir, ve ya « hud ender görülen fenomenlerdendir. Külden genç olarak doğan meşhur Fe- niks efsanesi bin yıldan bin yıla teker« rür etmektedir. Bu tarihli yunan basınının — hepsi türk sergisinin açılma töreni ve söyle- nen nutuklar hakkında uzun tafsilât vere mektedirler. Atinaika Nea'dan: Parnas salonunda açılan türk resim ve kitab sergisini organize edenler tak- dire şayandırlar. Bu sergi, iki milletin ilim sahasında teşriki mesailerine doğ- Tu ilk adım sayılabilir. Bu sergi saye « etmektedir. Yunan milleti bunu müdriktir. Arae mızda din ve dil farkı bulunmasına rağe men, dünyada bir Balkan medeniyeti mevcutsa, bu müşterek medeniyetin ays rı bir koluna türk - yunan medeniyeti namını vermek lâzımdır. Bu komşuluk aşikârdır. İki millet muhtelif safhada aynı hissiyat ile hareket ederler. Türk ve yunanlılardan birçoklarının kabul etmiş oldukları bir teoriye göre iki mil- Jetin kadim cedleri hısım ırklardır. Bu nokta kâfi derecede müsbet değilse bi« le, bu iki milletin beş asır birlikte ya« şadığını, beraber çalıştığını kim inkâr edebilir? 'Türkler Bizansı zaptettikten sonraş medeniyetini kısmen olsun muhafaza etmişlerdir. Yunan milleti de aynı me« deniyetin mirascısıdır. Parnas sergisine deki tablolar da bu sözlerimizi isbat et« mektedir. Her şeyimiz benzemektedir. Bu yakınlığı kuvvetlendirerek bağları- mızı sıklamak elimizdedir. Bugün çıkan Türk spor kurumu dergisini okuyunuz 'Tefrika. No: 61 Yazan: Rudyard Kipling Çeviren: Nurettin ARTAM — Ne mükemmel şey! Bir kimsenin ka- fasını örtmüş olan deriyi insanın kendi ayak- ları altında görmesi tuhaf oluyor! Kaa: — Fakat benim ayaklarım yok, dedi, sonra bizim millette bu, ötedenberi âdet ol- duğu için, hiç de tuhaf sayılmaz. Hiç deri yaşlanıp sertelmez mi? — Yassı kafalı, ben her zaman gider, onu yıkarım; fakat doğru, hakkın var, bazı sıcak günlerde ben de, canım acımadan, derimin âqyulmasmı ve derisiz kalmamı istemişim- , — Ben de hem yıkanırım, hem de deri- mi değiştiririm. Nasıl, yeni elbisem iyi duruyor mu? Movegli, elini, hayvanın geniş sırtında dolaştırarak, bir hüküm verir gibi, dedi ki: — Kaplumbaga sırtı daha serttir ama, bu_kadar güzel değildir. Benim adaşım kur- bagann'î 'rengi daha güzeldir, ama bu kadar sert değildir. Çok güzel duruyor, zambağın ağzındaki renkli benekler gibi. — Suya. girmek lâzım. Yeni bir deri, ilk banyo_ya_gırmeden hakik? renkelerini almaz Haydi gidip banyo edelim. laz Beıî _sçni taşıyacağım dedi, Movgli ve gülerek eğilip vücudunun orta yerinde en ?ca]m olan kısmını kaldırdı. Bir insan bunu iki aya_k kadar yukarıya kaldırabilirdi. Kaa, hem eğlenerek puflayor, hem de istifini bozmuyordu. Bufıdan sonra akşam oyunu başladı. Oğ- lan, bütün kuvvetini takınmış bir halde, yı- lan da muhteşem derisiyle karşı karşıya du- ruyor, bir güleşe hazırlanıyorlardı. Bu bir kuvvet ve göz denemesi idi. Hiç şüphesiz, Kaa, kendini bıraksaydı, bir düzüne Movgli- yi ezebilirdi. Fakat yılan çok dikkatli davra- nıyor, kuvvetinin onda birini bile harcamı- yordu. Movgli, her ne kadar, ufak tefek elen- selere mukavemet edecek kadar kuvvetli idiyse de, Kaa, ona daha kolayca ayaklarını kullanmanın — fendini öğretmişti. Bazan Movgli, yılanın kıvrımları arasında kalarak boğulacak gibi oluyor ve bir kolunu bu cen- dereden kurtarıp onun boğazını yakalıyabil- mek için çabalayıp duruyordu. O zaman Kaa, ona bu fırsatı veriyor ve Movgli, çevik ayakla rının bir hareketiyle kuyruğuna doğru atı- İıyordu. Başbaşa geliyorlar, ileri geri sallanıyor - lar, bu suretle güzel ve heykele benzer vü- vud yükseliyor, bacaklar meydana çıkıyor- du. Nihayet, Kaa Movgli'nin geriye itemi- yeceği şekilde başını sallıyorduk: — Şimdi! şimdi! şimdi! bak şimdi şura- dan tutuyorum, şimdi de buradan! ellerin uyuştu mu? gene buradan! Oyun her zamanki gibi yılanın bir baş darbesiyle bitmişti. Bu darbeden sonra oğ- lan adamakıllı sendeler, uzağa fırlardı. Mov- gli, bir türlü bundan korunma çaresini öğre- nememişti. Kaa, ise buna karşı koymak tec- rübesinin daima muvaffakiyetsizliğe uğrıya- cağını söylerdi . Nihayet Kaa: — Uğurlu avlar! dedi. Her zamanki gibi altı yarda kadar uzağa fırlamış olan Movgli kahkahayı bastı. Oğlan, parmakları çayırlar içinde yerinden kalktı ve yılanın banyo ede- ceği yere doğru arkasından yürüdü. ? Burası kayalıklarla çevrilmiş ve — içine ağaç dalları da batmış olduğu için enteresan bir manzara almış derin, koytu bir gölceğiz- di. Çocuk, Cengel âdetine uygun bir surette, hiç ses seda çıkarmaksızın suya girdi ve he« men dalıverdi. Sonra gene sessiz, sedasız suyun yüzüne çıktı; ve ellerini başının altı- na koyarak kayalar arasından yeni doğan aya bakmağa ve ayağiyle suya vurarak ışık akislerini parçalamağa başladı. Kaa'nın bir elması andıran başı, suyu bir ustura gibi biç- miş ve dinlenmek üzere Movgli'nin omuzla- rına yaslanmıştı. Vücudu, bütün ihtişamiy- le, serin suyu emiyor gibi idi. Nihayet Movgli, uykulu uykulu: — Oh ne âlâ, dedi, hatırımda kaldığına göre insan sürüsü, bu saatte, çamurdan ya- pılmış tuzaklar içinde başlarını sert tahta parçaları üzerine koyarlar, dışardan esen rüzgârdan korunabilmek için başlarına ka’t_n kumaşları örter ve burunlarından gelen th' sesle kötü kötü şarkılar söylerler. Cengel'de bulunmak çok daha iyi. (Sonuvar.) A Gt ĞB ö gi